Deniz Zeyrek

Kürtler referandumda ne yapacak?

17 Mart 2017
SON günlerde sizler de çok sayıda toplu WhatsApp mesajı alıyor musunuz? Hem ‘evet’ hem ‘hayır’ cephesinden birbirinden ilginç video, fotoğraf, yazı ve haber bağlantısı yağıyor.

Leyla Zana’nın bir konuşmasıyla ilgili haber bağlantısını da onlarca kişiden WhatsApp üzerinden aldım. Belli ki hızla yayılıyordu. Mesajdan, Zana’nın başkanlık sistemine ‘evet’ dediği sonucu çıkıyordu. “Açıklama yeniyse önemli” dedim ve araştırdım. Teknoloji sağ olsun, kısa sürede buldum. 8 Mart 2015 günü, kadınlar gününde Tunceli’de konuşan Zana, başkanlık sistemi için “Biz bu sistemin devam edemeyeceğini 2000’li yılların başından beri söylüyoruz. Benim için kimin başkan olup olmaması önemli değil. Bizim için, bu halkın bütün değerleri için, bütün farklılıkları için, o sistemin içeriği önemli” demişti.

Zana’nın açıklamasından sadece 19 gün sonra, 27 Mart 2015 günü, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Sayın Erdoğan’a “Seni Başkan yaptırmayacağız” diye seslenmişti.

Zana ile Demirtaş arasındaki bu görüş ayrılığı, aslında ‘başkanlık’ konusunda Kürt siyasi hareketindeki görüş ayrılıklarını da yansıtıyordu.

* * * 

Zana’nın açıklamasıyla ilgili haberi okuyup bitirmiştim ki, CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin aradı. Son bir haftada Şanlıurfa, Batman, Diyarbakır ve Kahramanmaraş’ı ziyaret etmiş.

“İzlenimleriniz nedir” dedim.

“Sahada kimse yok. Ne HDP, ne AKP” dedi.

Tekin

Yazının Devamını Oku

Bir ırkçının ipiyle kuyuya inmek

13 Mart 2017
HOLLANDA, 13 milyon nüfuslu bir ülke. Merkezi İstatistik Bürosu (CBS) 2013 yılı verilerine göre, Hollanda’da 395.302 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşıyor. Bu sayının an itibariyle 500 bini geçtiği tahmin ediliyor.

Avrupa’nın genelinde ve ABD’de son dönemde yayılan yabancı ve Müslüman karşıtlığı, Hollanda’da da etkili.

Kıta Avrupa’sının 20. yüzyılın ortasında büyük bedeller ödeyerek kurtulduğunu sandığımız bu rüzgâr, Avrupa’da ortaya çıkan popülist siyaset arenasında “Vatansever Baharı” nidalarıyla estiriliyor. Terör saldırıları, göç, işsizlik, ekonomik durağanlık gibi faktörleri ülkedeki yabancılara ve Müslümanlara bağlayan ırkçı siyasetçiler prim yapıyor.

Hollanda’da ırkçı söylemlerin en önemli adresi Özgürlükler Partisi ve lideri Geert Wilders yelkenini bu rüzgârla doldurmuş vaziyette. Wilders, ülkesinde Müslüman sayısını sınırlı tutma, Kuran’ı yasaklama, cami ve mülteci merkezlerini kapatma, Hollanda’yı Avrupa Birliği’nden çıkarma gibi akıldışı vaatlerle siyaset yapıyor. Ne yazık ki bu söylemlerle de 15 Mart seçimleri öncesinde toplumda karşılık buluyor.

İktidardaki Liberal Parti ve genel başkanı Başbakan Mark Rutte de Wilders’in popülist, ırkçı söylemine dört elle sarılıyor. Gazetelere ‘Kurallara uymuyorsan ülkeyi terk et’ diye
ilan veriyor, Türkiye’deki referandumla ilgili Hollanda’da miting yapmasını yasaklıyor vs...

* * * 

Avusturya’da, Almanya’da ve nihayetinde Hollanda’da gördüğümüz “Türk siyasetçileri konuşturmama kampanyası”,  Avrupa’daki “Vatansever Baharı!”nın eseri.   

Bu ülkelerin yöneticileri, Türkiye’nin yöneticilerinin kendi topraklarında yapacağı her türlü etkinliğin, oylarını düşüreceğine inanıyor.  

Yazının Devamını Oku

Bedava yaşıyoruz, bedava!

11 Mart 2017
GAZETECİYİZ ya, Ankara’da yaşıyoruz ya, sabahtan akşama dek siyaset, dış politika, savunma ve güvenlik haberleriyle haşır neşir oluyoruz.

Dün, önce vizyona giren filmlere baktım ve “Neruda” filmine gitmeye karar verdim. Sonra ‘Memlekette başka neler oluyor’ dedim ve diğer kategorideki haberlere baktım.

* * *

İlk dikkatimi çeken Adana’dan bir haberdi. Trafik polisleri bir öğrenci servisini çevirmiş, denetim yapıyordu.

Beyaz başörtülü orta yaşlı bir kadındı aracın sürücüsü.

Toplu taşıma araçlarında, uçaklarda, trenlerde, gemilerde dümende kadınların olması her zaman ilgimi çekmiştir. Bu görüntü de çok hoşuma gitti.

Ancak, video ilerledikçe iş biraz tuhaflaştı. Çocukların oturmasının yasak olduğu ön koltukta, çocuklar vardı. Onlar inerken ben saydım. Tam 6 çocuk indi.

Sonra, ortadaki büyük kapı açıldı.

Aman Allahım!

Yazının Devamını Oku

Son hamle ‘zugzwang’ olmamalı

10 Mart 2017
SURİYE meselesi, Türkiye açısından başlı başına bir dış politika okulu gibidir.

Birçok Türk diplomat ve akademisyen ‘sınır aşan sular’ meselesinde Suriye sayesinde uzmanlaşmıştır. Bugünlerde “Fırat’ın doğusu/batısı” diye cümle içinde sıkça kullandığımız Fırat Nehri, bir zamanlar sınır aşan bir nehir olarak Suriye ile aramızda en ünlü diplomasi konusuydu.

Soğuk Savaş yıllarında, ‘Düşmanının düşmanı terör örgütlerini besle’ siyaseti de dış politikada önemli bir gündem maddesiydi. PKK’nın büyütüldüğü Bekaa Vadisi Lübnan’da bulunmakla beraber, Suriye’nin kontrolündeydi ve bu nedenle Türkiye’nin PKK ile mücadele gündeminde en önemli konu başlığı Suriye idi.

NATO ile Varşova Paktı arasında onlarca yıl süren Ortadoğu’da hâkimiyet kurma çabasında da cephe ülkeleri Türkiye ile Suriye’ydi.

***

Sadece Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 günü Suriye’den çıkarılmasıyla sonuçlanan süreç bile bir ders niteliğindedir. (O dönem yaşananları hatırlatması açısından ‘Kürt Kapanı’ (Murat Yetkin) ve ‘Satranç Tahtasındaki Yeni Hamleler-Hangi PKK?’(Fikret Bilâ)) kitaplarını öneririm. Kitaplar, dönemin tanıklıklarıyla askeri gücün, diplomasinin, uluslararası konjonktürün, müttefiklik ilişkilerinin iyi kullanılmasının nasıl sonuç getirdiğini çok iyi özetliyordu.

Yetkin’in ‘Kürt Kapanı’ kitabında, merhum Dışişleri Bakanı İsmail Cemin “Suriye, Öcalan’ı çıkarmamış olsaydı, harekât denizden abluka ile başlayacaktı. Hükümet askeri harekâtı göze almıştısözleri, Ankara’nın askeri kararlılığının göstergesiydi. Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Hadise şudur. Biz bunu izliyorduk ama biz yakalamadık. Amerikalılar bize teslim etti. Yunanlıların kolunu büken de Amerikalılar” sözleri ise müttefikleri ikna etmenin ve dayanışmanın önemini gösteriyordu.

Bilâ’nın ‘Satranç Tahtasındaki Yeni Hamleler-Hangi PKK’ kitabında anlatılanlar da Öcalan’ın Roma’dan çıkarılması için uygulanan diplomatik baskı ile Roma’dan sonra geçtiği Yunanistan’ın bu baskılar karşısında direnemediğini çarpıcı şekilde gösteriyordu.

***

Yazının Devamını Oku

MHP’nin 17 gerekçesi...

6 Mart 2017
MHP yönetimi, referandum sürecinde AK Parti’nin en büyük destekçisi... AK Parti yönetimi de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da bu durumdan son derece memnun.

Sürecin MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin çıkışıyla başlaması, Bahçeli’nin ilk günden itibaren sözünün arkasında durması bile, AK Parti için başlı başına bir vefa meselesi...

Son zamanlarda, hangi AK Partili ile konuşsam önce Bahçeli’ye duyulan bu vefa duygusunun altını çiziyor. Bahçeli’nin bir devlet adamı sorumluluğuyla hareket ettiğini vurguluyor.

* * *

Ancak, övgü cümlelerinin hemen ardına bir ‘ama’ ekleniyor ve devamında da MHP ile kampanya sürecinin zorluklarına dikkat çekiliyor.

Bir hükümet yetkilisine göre referandum sürecinde, MHP ile işbirliği konusunda iki sıkıntılı durum var.

m İlki, MHP’nin kendi iç meseleleri yüzünden sürecin arkasında bir bütün olarak duramaması. Öyle ki referandum süreci, MHP’de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra azalan yönetim-muhalefet kutuplaşmasını yeniden belirgin hale getirdi. MHP tabanından gelen ‘evet’ desteği de AK Parti’nin beklentilerini tam karşılamamış. AK Parti yönetim kurullarına sunulan son araştırmalarda, AK Parti kanadındaki kararsızların ‘evet’e dönmeye başladığı, ancak MHP’deki durumun aynı olmadığı anlatılıyormuş.

m İkincisi, AK Parti ile MHP politikaları arasındaki temel farkların belirginleşmesi. MHP ile ortak miting değil ama ortak söylem konusunda işbirliği yapacaklarını anlatan Başbakan Binali Yıldırım’ın Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Lideri Mesud Barzani’nin ziyaretinde ortaya çıkan ‘bayrak’ tartışmasıyla ilgili duruşu, MHP Lideri Bahçeli’nin tepkisi ile yan yana getirildiğinde bu fark net bir şekilde görülüyor. Bahçeli’nin bayrak meselesi üzerinden başlattığı tartışma AK Parti tabanında beklenenden fazla olumsuz etki yaratmış. Bunda, AK Parti tabanında, özellikle de genç kesimde son zamanlarda MHP söylemlerinin, sembollerinin ve milliyetçiliğin yoğun olarak kullanılması etkili olmuş.

* * * 

Yazının Devamını Oku

Özgürlük herkese lazım!

4 Mart 2017
ALMANYA’da, Stuttgart yakınlarındaki Gaggenau Belediyesi, 2 Mart günü Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın konuşma yapmasına saatler kala toplantı iznini iptal etti. Köln’e bağlı Porz İlçe Belediyesi ise aynı gün Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin toplantısına izin vermedi.

Bekir Bozdağ’ın ilk tepkisi şöyle oldu: “Her defasında insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü üzerine konuşmalar yapan ve kendileri dışındaki herkesi bu konudaki eksikleriyle suçlayan, bunu eleştiri haline getiren Alman makamlarının, Türk toplumun bir toplantı yapmasına tahammül etmemesi kabul edilebilir bir şey değildir.”

Bozdağ’ın bu haksız karara tepkisi dün de sürdü ve eleştirilerini daha sertleştirerek, “Almanya’daki skandal uygulama tam anlamıyla faşist bir uygulamadır” dedi.

Sayın Bozdağ’a yüzde 100 katılıyorum. Böyle bir yasak kabul edilemez. Avrupa değerleri ile bağdaşmadığı gibi, hukuki açıdan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı bir karar.

Bakın, Türkiye’nin de, Almanya’nın da dahil olduğu, AİHS’nin ‘Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü’ başlıklı 11. maddesinin ilk fıkrasında ne diyor:
“Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir...”

Alman hükümeti topu yerel yöneticilere attı. Yerel yöneticiler gerekli park yerini ve güvenliği sağlayamayacaklarını gerekçe gösterdiler. Ne derlerse desinler, hangi gerekçeyi sunarlarsa sunsunlar, yukarıdaki sözleşme maddesi orada olduğu müddetçe izah edemezler. Bu bir özgürlük ihlalidir.

* * *

Bu arada bizim Anayasa’nın 34. maddesinin ilk fıkrası da şöyle der: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Yazının Devamını Oku

Foggy Bottom...

3 Mart 2017
FOGGY Bottom, ABD’nin başkenti Washington’ın merkezinde bir mahallenin adıdır. Ancak dış politika ile ilgilenenler, Foggy Bottom denilince tek şey anlar: Amerikan Dışişleri Bakanlığı...

Bu durum, bakanlık binasının Foggy Bottom’da bulunmasından kaynaklanıyor. Tıpkı, bizim Dışişleri Bakanlığı’nın Balgat’ta bulunması ve diplomasi ile ilgili kişilerin sohbetlerinde bakanlıktan Balgat diye söz etmesi gibi...

Dün, bir diplomat arkadaşımın önerisi ile “The Atlantic” isimli aylık dergide ilginç bir makale okudum. Başlığı “The State of Trump’s State Department” idi. Trump dönemi başladıktan sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’nda yaşananları özetleyen uzun bir yazıydı.

Makaleyi yazanlar ‘sessizlik’ ve ‘belirsizlik’ gibi sözcükler kullanmıştı. Ancak ben yansıttıkları fotoğraf için ‘cenaze evi’ benzetmesini tercih ederdim. Amerikan Dışişleri bürokrasisinin politikalarda radikal değişimler ihtimali nedeniyle ‘kaygılı’ ve ‘durgun’ olduğunu anlatan makaleye göre, bakanlığın girişindeki açık alanda ve koridorlardaki kalabalıktan eser yokmuş. Binanın en hareketli yeri ise kafeteryaymış.

Yeni Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da bakanlıkta pek bir göz dolduramamış. Makaleye göre, Tillerson’ın bakanlığa ilk gelişinde yaptığı konuşmayla ilgili bir diplomat şu yorumu yapmış: “Bir Amerika ve dünyadaki yeri konusunda bir vizyon sunmadı...”

Tillerson, zaten görevine 1-0 yenik başladı. Dışişleri bürokrasinin başına getirmek istediği Elliott Abrams, Trump’ı eleştirdiği için Beyaz Saray’dan veto edildi. Trump’ın çağrısıyla istifa eden Dışişleri üst yönetiminin yerine de atama yapılmış değil. ABD Dışişleri Sözcüsü bile uzun zamandır basın toplantısı yapamıyor. Foggy Bottom’ın sakinlerine göre, bu olaylar bile Tillerson’ın seviyesini düşürdü.

Anlayacağınız, Tillerson’ın, Thomas Jefferson, James Madison ve Henry Kissinger gibi tarihe yön veren kişiliklerin oturduğu o koltuğu doldurması pek beklenmiyor.

***

70 bin çalışanıyla dünyanın en büyük diplomatik ekibi olan ABD Dışişleri’nin, bugünlerde kendisini ‘dışlanmış’ ve ‘susturulmuş’ hissetmesinin bizim açımızdan tercümesi şu:

Yazının Devamını Oku

Barzani niye geldi?

27 Şubat 2017
"SYKES-PICOT dönemi sona erdi ve Ortadoğu için yeni bir uluslararası anlaşma gerekir.”

Bu sözler, son iki yıldır ‘Bağımsız bir Kürdistan’ın zamanı geldi’ diyen Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesud Barzani’ye ait.

The Guardian gazetesine konuşmuştu. Suriye ve Irak’ın bir daha üniter bir devlet olamayacağını iddia edip, “Dünya liderleri kabul etse de etmese de Kürtlerin on yıllardır tutkusu haline gelen ‘Bağımsız Kürdistan’ bir gerçek olarak zemin kazanmıştır” demişti. Barzani, Türkiye’nin tavrı sorulunca da şu ifadeyi kullanmıştı:

“Türklerle bunu kabul edip etmeyeceklerini daha konuşmadık. Karşı çıkacaklarını sanmıyorum. Bu bizim ulusal hakkımız. Kimseye tehdit değiliz ama hakkımızı hayata geçirmek için de izin aramıyoruz...”

İki küçük hatırlatma yapayım:

m Barzani ekibi, 2014’te bir Bağımsız Kürdistan referandumu yapmayı planlıyordu, ancak IŞİD’in Musul’u işgalinden sonra yapılamadı. Barzani, tam bir yıl önce referandumun Ekim 2016’da yapılacağını söylese de hedefine ulaşamadı.

m Barzani’nin Partisi KDP’de bağımsızlığın er ya da geç geleceği konusunda tam bir görüş birliği var ama zamanlama konusunda görüş ayrılığı var. Barzani’nin oğlu Masrur Barzani bir an önce bağımsızlık ilanından yana. Başbakan Neçirvan Barzani ise aceleci değil. Bağımsızlık referandumunun Musul IŞİD’den temizlendikten sonraya bırakılması Neçirvan Barzani’nin kararlı tavrından kaynaklanmıştı.

* * * 

Barzani

Yazının Devamını Oku