Deniz Zeyrek

Ressamın ‘asık suratlı’ eşi

2 Eylül 2017
RESİM benim için bir tutku...

Üçte ikisini görüp işaretlediğim, “Ölmeden önce orijinalini göreceğim 500 resim” başlıklı bir listem bile var.

Hayattan en çok zevk aldığım anlar, özellikle de izlenimci ressamların resimleri önünde geçirdiğim zamanlardır.

Yaklaşık 10 yıl önce keşfettiğim Rus izlenimcilerinin eserleri arasından hâlâ çıkamadığımı, hayranlığımla birlikte görmem gerekenler listesindeki resimlerin de her geçen gün biraz daha arttığını söylesem yeridir.

BÜYÜK YANILGIMI ORTADAN KALDIRAN SERGİ

Yıllarca demir bir perdenin arkasında saklı kalan Rus izlenimcilerini bir bir keşfederken, ister istemez kapitalizmin Monet’yi, Sisley’i, Renoir’i, Degas’, Cezanne’ı, Van Gogh’u “popüler kültür objeleri”ne ve “kartpostal ressamları”na dönüştürdüğü hissine kapılmıştım.

Ancak, Rus izlenimcilerin bende bıraktığı bu hissin, panzehiri Batılı izlenimcilerin orijinal tablolarına bakmak olan bir “yanılgı” olduğunu da biliyorum.

Bunu, önceki gün Paris’teki Orsay Müzesi’nde gezdiğim “Paul Cezanne’ın portreleri” sergisinde bir kez daha anladım. 

Normal şartlarda, sergideki onlarca portrenin tamamını görebilmek için Paris’in yanı sıra, St. Petersburg, Ottawa, Boston, Houston, Philadelphia, Washington, New York, Londra, Stockholm ve Sao Paolo gibi kentlerdeki müzeleri ziyaret etmeniz gerektiğini söylesem, projeyi gerçekleştirenlerin resimseverlere nasıl tarihi bir fırsat sunduğunu daha iyi anlarsınız.

Yazının Devamını Oku

Nefes aldıran bayramlar...

1 Eylül 2017
BİZ, 1917’deki Sovyet devriminden sonra, Rusya’dan Anadolu’ya göç etmiş geniş bir göçmen aileyiz.

Dedem Alirıza’nın çocukluğunu geçirdiği Mragol köyü, şu anda Gürcistan topraklarında.

Ne zaman göç meselesini açsam, kendisine iki soru sorardım:

“Niye kaçtınız” ve “Neden sınırı geçer geçmez durdunuz? Denizi görene dek gitseydiniz ya”.

İlk sorunun yanıtı çok netti. Dedemin yaşıtı kuzenlerinden Bino (Binali) Dede’ye sorduğumda da aynı yanıtı almıştım:

“Biz Müslümanız. Komünistler, dinimizi, kültürümüzü yaşamamıza izin vermez diye korkmuştuk.

Haklı çıktıklarını, 2000’li yıllarda, orada kalıp da 1944’te Stalin’in emriyle trenlere doldurulup, Kazakistan’da, Özbekistan’da ve hatta Sibirya’da indirilen akrabalarımızın varlığını öğrendiğimizde fark etmiştik.

İkinci soruma aldığım yanıt ise bilgelik ve vatanseverlik göstergesiydi:

“Biz topraktan değil, yönetimden kaçtık”

Yazının Devamını Oku

Biraz da 'Keşifler Çağı'na dönsek

28 Ağustos 2017
26 Ağustos 2017 günü, üç haber dikkatimi çekti.

Birincisi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. Hulisi Akar’ın katıldığı Malazgirt Zaferi’nin 946. yıldönümü kutlamalarıydı. Törenlere on bin kişi katılmıştı. Otağlar kurulmuş, at binilmiş, kılıç kuşanılmış, ok atma talimleri yapılmıştı. Erdoğan’ın törendeki mesajının özü, “Türkiye artık ayağa kalktı, ne yaparsanız yapın bu şahlanışın önüne geçemeyeceksiniz. Biz ancak rükûda eğiliriz” olmuştu.

Orgeneral Akar’ın bedeni Malazgirt’teydi ama “Malazgirt bin yıllık varlığımızın anahtarı olmuş, 30 Ağustos da Büyük Taarruz’da en en zor şartlarda milletimizin yeniden dirilişinin, bekasına sahip çıkmasının sembolü olmuştur” sözleri, aklının Kocatepe’de Büyük Taarruz’un 95. yıldönümü kutlamalarında olduğunu gösteriyordu. Adeta, Kocatepe’de değil Malazgirt’te olduğu için muhalefetten gelecek taarruza yanıt veriyordu.

İkincisi, Büyük Taarruz’un başladığı Kocatepe siperlerindeki kutlamaya ilişkindi. “Binlerce insan” diyordu haberde, 95 yıl önce olduğu gibi 05.30’da Çakırözü köyünden çıkıp Kocatepe’ye yürümüştü. O haberin yanında da CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Kurultayı için bulunduğu Çanakkale’de, 57. Alay’ın destan yazdığı Conkbayırı’na yaptığı şafak yürüyüşünün fotoğrafı vardı. Kılıçdaroğlu’na da 10 bin kişinin eşlik ettiği yazıyordu.

Sosyal medyada, yarısı Alparslan, diğer yarısı Atatürk olan portreyi paylaşan iyi niyetli kesim, “ikisi de bizim” diyordu ama Malazgirt, Kocatepe ve Çanakkale’yi resmeden büyük fotoğrafta Türkiye, “Malazgirtçiler” ve “Kocatepeciler” diye ikiye bölünmüştü.

Yazının Devamını Oku

Başbakan Yıldırım’ı rahatlatan KHK

26 Ağustos 2017
DÜN yayınlanan 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, istihbarat sistemini 2019’da geçilecek ‘başkanlık sistemi’ne uyumlu hale getirdi.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı, söz konusu kararname ile artık Cumhurbaşkanı’na bağlı ve sorumlu hale geldi. MİT Müsteşarı, her türlü adli süreç konusunda Cumhurbaşkanı’nın iznine tabi olacak.

694 sayılı KHK’ya dek MİT Müsteşarı Başbakan’a karşı sorumlu ve Başbakan’a bağlıydı. Soruşturma izni, mahkemelerde tanıklık yapma izni Başbakan tarafından veriliyordu.

‘GÜVENSİZLİK DEĞİL, SİSTEME UYUM’

Bu değişiklik dün Başbakan Binali Yıldırım’a soruldu.

Başbakan Yıldırım’ın ilk sözü, “Bu meseleyi Başbakan’a güvensizlik gibi bir yoruma tabi tutmak iyi niyetten yoksundur” oldu.

Yıldırım, ardından şöyle devam etti:

“Bizim Cumhurbaşkanımızla, kurumlarımızla ilgili bir sıkıntımız yok. Gayet uyumlu bir şekilde çalışıyoruz. Cumhurbaşkanlığı’na bağlı olması demek, Başbakanlık’la, hükümetle ilişkilerinin yok olması anlamına gelmiyor. Faaliyetleri bakımından aynen eskiden olduğu gibi her türlü istihbari faaliyeti hükümete rapor etmekle yükümlü. Bu değişiklik sadece MİT Müsteşarı’nın atanması ve görevden alınması ile ilgili hususları kapsıyor.”

Yıldırım

Yazının Devamını Oku

İran ile ortak operasyon mümkün mü?

25 Ağustos 2017
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli dün basın toplantısı yaparak, Irak’ta Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu düzenleme planını sert sözlerle eleştirdi ve “Bu referandum gerekirse savaş sebebi sayılmalıdır” dedi.

Bahçeli’nin son dönemde dış politikada yaptığı çıkışların, Türkiye’nin resmi dış politikasına dönüştüğünü siz de fark etmişsinizdir.

Büyük ihtimalle, bu çıkıştan sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve Başbakan Binali Yıldırım’ın Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumuna yönelik söylemleri de sertleşecek.

Ankara, Bahçeli’nin tavrından sonra, daha önce hep diplomasiyle ikna etmeye çalıştığı Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi lideri Mesud Barzani’yi “sertlikle yola getirme” yöntemine başvurabilir.

17 YILLIK TEMSİLCİYE SINIR DIŞI KARARI

Kuzey Irak’ın siyasi oluşumlarına yönelik olası sertlik politikalarının ilk sinyalini, Kuzey Irak’taki ikinci siyasi güç olan Talabani ailesinin partisi Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (IKYB) Ankara’daki Temsilcisi Behroz Gelali’nin sınır dışı edilmesinde gördük.

Tebligatı aldıktan sonraki üç gün içinde apar topar Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan ve Kuzey Irak’taki Süleymaniye kentine dönen Gelali, şaşkınlığını gizleyemiyordu:

“17 yıldır Türkiye’deydim, birçok diplomatik kriz yaşadık ama diplomasi ile çözdük. Türkler bu kez katı bir diplomasi ile sonuca gittiler.”

2003 yılının nisan ayında ABD askerleri Türk askerlerinin başına

Yazının Devamını Oku

“Bir atlet, bir lokma” İletişim kazası mı, doğru tercih mi?

24 Ağustos 2017
Fotomuhabiri arkadaşımız Selahattin Sönmez kitabının hazırlıklarını yaparken, çok ses getirecek fotoğraflar olduğunu söylemişti.

“Mesela” demişti..

“Kemal Bey’in molalarını bile izledim ve en doğal haliyle fotoğraflarını çektim...”

Gazetecilik merakıyla yanıp tutuşsam da sürprizi bozulmasın diye kitap basılmadan fotoğrafları göstermesini istemedim.

Pazartesi günü, akşama doğru, yolda yürürken bir Hürriyet okuru durdurdu. Doğrudan söze girdi:

“Ben liderimi öyle görmek istemezdim...”

Önce neyi kastettiğini anlamadım.

“Ne o öyle atletle...” deyince Kılıçdaroğlu’ndan ve Selahattin’in kitabında yer aldığı için internet haber sitelerinde yayınlanan atletli fotoğrafından bahsettiğini anladım.

Önce kendisini tanıttı. Kırklı yaşların ikinci yarısındaydı. Üniversite mezunuydu, Mülkiyeliydi.

Yazının Devamını Oku

Aksakallı kararı nasıl alındı?

22 Ağustos 2017
Siz de şaşırmışsınızdır.

15 Temmuz 2016 günü yaşanan darbe girişiminden sonra en çok onun ismini duymuştuk.

Darbeci hainlere karşı mücadele eden TSK mensupları arasında en çok onun ismi öne çıkmıştı.

Ağustos 2016 Yüksek Askeri Şurası’nda Korgeneralliğe terfi ettiğinde hepimiz “haketti” duygusu yaşamıştık.

Ancak, tam bir yıl sonra, Ağustos 2017’de Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan alındı ve Çanakkale’deki 2. Kolordu Komutanlığı görevine getirildi.

Yıllarca arazide savaşmış bir bordo berelinin Çanakkale’ye gönderilmesi, haliyle “kızak görev” yorumlarına neden oldu.

O KOLTUKTAN İKİ JANDARMA GENEL KOMUTANI ÇIKMIŞTI

Bugün size Korgeneral Zekai Aksakallı’nın atamasıyla ilgili perde arkası bilgileri paylaşacağım.

Ancak öncelikle, biraz fikri takip yapacağım.

Yazının Devamını Oku

Doğru, ‘deli’ olmak lazım...

21 Ağustos 2017
BİR “saldırı” haberi daha geldi. 

Heykelleri, adının verildiği parklar, meydanlar, caddeler, okullar, anıtlar olan Çin’den, Hindistan’dan, Japonya’dan, Kırgızistan’dan, Türkmenistan’dan, Kazakistan’dan, Azerbaycan’dan, Pakistan’dan, Bangladeş’ten, Belçika’dan, Polonya’dan, Makedonya’dan, Macaristan’dan, Hollanda’dan, Çek Cumhuriyeti’nden, Romanya’dan, ABD’den, Dominik Cumhuriyeti’nden, Meksika’dan, Venezuela’dan, Şili’den, Peru’dan, Küba’dan, İsrail’den, Tunus’tan, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan değil...

Diyarbakır’dan...

18 Ağustos 2017 günü, İ.Y. isimli vatandaş, çekiçle Şeyh Sait Meydanı’ndaki Atatürk heykeline saldırmıştı. Çekici hınçla heykelin göğüs ve kol kısmına indirmişti. Daha haberin giriş cümlesini okurken, “kesin ‘akli dengesinin yerinde olmadığı ileri sürülen saldırgan’dır” diye düşündüm. Gerçekten de öyle çıktı. Bu tahmini yapmak için müneccim olmak gerekmiyor. Çünkü geçmişteki bütün saldırılarda aynı klişe yer alıyordu.

Mesela 11 Ağustos 2017 günü Ümraniye’de bir okulun bahçesindeki Atatürk büstünü söken M. T. de Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edilmişti.

30 Temmuz 2017 günü Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde M.M. isimli şahıs, “dinimizde putperestliğe yer yoktur” diye bağırarak Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk büstüne saldırıyordu. Elinde orak vardı. Polis karakolunda “Pişman değilim” dedi. Tutuklandı, ancak haberlerin çoğunda “akli dengesi yerinde olmayan M.M.” deniliyordu.

22 Mayıs 2017’de Sakarya’daki Atatürk heykeline baltayla saldıran M.F.T. isimli şahıs, linç edilmekten zor kurtulmuştu. Dönemin Sakarya Valisi H. Avni Coş, şahsın psikiyatrik açıdan bir rahatsızlığı olduğuna dair raporu olduğunu açıklamıştı. Coş bir de detay vermişti; M.F.T., 18 Mart 2010 günü de aynı heykele saldırmıştı.

10 Nisan 2017 günü, İstanbul Fatih’te de benzer bir olay yaşandı. Çok dikkat çekmesin, hatta dışarıdan görülmesin diye belediye tarafından etrafı yüksek ağaçlarla sarılan Atatürk heykeli saldırıdan kurtulamamıştı. Saldırganlar bulunamadı ama yine olağan şüpheli “akli dengesi bozuklar” ve “toplumun huzurunu bozmak isteyenler” ilan edildi.

SEVİNSEK Mİ, ÜZÜLSEK Mİ?

Yazının Devamını Oku