Şimdi, siyasetin o yoğun gündemine girmeden yazmak istedim. İklim kriziyle ilgili bazı radikal önlemleri almak zorundayız. Hepimiz farkındayız; bu sürecin başlangıcındayız. Ve hala yapabileceğimiz şeyler olduğunu düşünüyorum. Bilim; yaptığımız bazı yanlışların sonuçlarını şimdiden öngörebiliyor. O yüzden atılacak adımlar var. Hepimiz daha fazlasını yapabiliriz. Ve devletlerin de iyi örnekleri yaymasıyla dünyayı hep birlikte daha yaşanabilir hale getirebiliriz. İşte o örneklerden birini yazmak istedim.
Londra’dayken İngiliz medyası yoğun olarak bazı çevreci yasakları tartışıyordu. Örneğin yıl sonuna doğru tek kullanımlık plastiklere geniş kapsamlı yasaklar getiriliyor. İlk uygulamalar Ekim 2023’te yürürlüğe girecek, sonra kapsamı genişletilecek.
O günlerde Çevre Bakanı Therese Coffey yasakları duyurdu.
Yasak tek kullanımlık plastik tabakları, tepsileri, kaseleri, çatal bıçak takımlarını, balon çubuklarını ve belirli polistiren bardakları ve yiyecek kaplarını içeriyor.
Bunun için bir geçiş süreci belirlenmiş; işletmelerin yeni döneme geçiş için hazırlık yapması isteniyor.
Tahminlere göre İngiltere yılda 2.7 milyar tek kullanımlık çatal bıçak takımı ve 721 milyon tek kullanımlık tabak kullanıyor. Elbette çoğu plastik ve ancak yalnızca yüzde 10’u geri dönüştürülüyor. 2.7 milyar parça çatal bıçak dizilmiş olsaydı, dünyanın etrafını sekiz buçuk defadan fazla döneceği hesap ediliyor.
O yüzden bir haftalık oturumlar benim için de ufuk açıcıydı.
Sonuç bildirgesinde yer alan 211 maddenin 27’si şerhle, kalanı ise oy birliğiyle karar altına alınmış.
Bu toplantıyı da izledim.
Demokrasinin sevdiğim detayı da bu işte...
Temsil ettikleri grupların düşüncelerini sivil toplum liderleri açıkça söyleyebiliyor, katkı yapabiliyor ya da itirazı varsa şerhini ortaya koyuyor.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de demokrasi vurgusu yaptı ve dedi ki...
Hiroyuki Unemori, yıkıcı depremler sonrasında neler yaptıklarını şöyle anlattı;
“Japonya’da her yıl 6’nın üzerinde 20 deprem oluyor. Bu anlamda şehir planlamasında bir sonraki aşamayı uyguladık. Bina standartları geliştirilerek, şehirler sonraki depremlere göre hazırlandı. Yeniden güçlendirme süreci farklı aşamalardan geçiyor. Önce geçici konut ve altyapıyı ortaya koyduk. Daha sonra yeniden yapılandırma sürecini tamamladık. Sonra toplum merkezleri gibi kamuya açık binalar yapıldı. Burada insanların bir araya gelebileceği yerleri nasıl yaptığımız da önemli...”
Biliyorum yıkıcı depremler hepimizde bir travma yarattı.
Sadece deprem bölgesinde değil, Türkiye’nin tamamında bu ruh halini hissediyorum.
Normale dönebilmemiz için dirençli kentler yaratmamız lazım.
Ama bunu bir an önce ve bilimsel altyapıyla gerçekleştirmeliyiz.
Hep söylüyorum.
Türkiye güçlü, birçok alanda da dünyayla rekabet edebilir bir ülke...
Ama kentleşmede iyi sınavlar veremedik.
Hepimiz daha iyi şehirlerde yaşamayı hak ediyoruz.
Dirençli kentler kavramını sürekli akıllarda tutalım.
Kentsel dönüşümü gerçek anlamda yerine getirelim.
Birçok uzmanla konuştum.
Paketin olumlu olduğunu ama desteklenmesi gerektiğini söylediler.
Neden böyle söylüyorlar.
Çünkü son yıkıcı depremden sonra kentsel dönüşme bakış çok değişti.
İnsanlar depremin bu travmatik etkisiyle oturdukları evlere, çalıştıkları yerlere daha dikkatli bakmaya başladılar.
Ama bu dönüşümün gerçekleşmesi için bence daha büyük ve somut desteklere ihtiyaç var.
Dedi ki; “Kongremiz, çokluğa ve birliğe yapılan bir çağrıya dönüştü. Biliyorum ki geleceğin Türkiye’si, artık gücünü çeşitlilikten alan bu köklerin üzerinde yükselecek. Böylelikle bu topraklar yeniden canlanacak. Bu canlanmanın şifrelerine gelince... 1. Aramızdaki farklılıkların bizi çoğalttığını, zenginleştirdiğini gördük. 2. Kadınlar olmadan yarım kaldığımızı gördük. 3. Dünyanın kendi etrafımızda döndüğü yanılmasından kurtulup dayanışmayı büyüttüğümüzde hayatın güzelleştiğini anladık.”
Ve devam etti; “Modern iktisat kuramı, doğadaki kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız olduğunu söyler. İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nin geldiği nokta ise bunun tam tersini ortaya koydu. Biz bu kongrenin hazırlık çalışmalarında gördük ki, geleceğin dünyasında doğadaki kaynakların sonsuz, insan ihtiyaçlarının ise sınırlı olduğu anlaşılacak. Yoksa bu gezegenin bizi, insan türünü taşıma kabiliyeti yakın bir süre sonra ortadan kalkacak. Klasik iktisadın doğadaki kaynaklara kısıtlı olarak bakması öyle sanıyorum ki döngüsel düşünememesinden kaynaklanıyor. Oysa ki insan uygarlığını ekosistemin bir parçası olarak tasarlarsak, doğadan ödünç aldıklarımız, kullanıldıktan sonra yaşam döngüsü içinde bambaşka bir ihtiyacı karşılayabilir.”
Bazen siyaset asıl konuşmamız gerekenleri ıskalamamıza neden oluyor.
O yüzden maskesiz, eldivensiz, rozetsiz yapılan toplantılara, konuşmalara, buluşmalara ihtiyacımız var.
Bu da yetmeyebilir.
Aynı masada oturup el sıkışarak, sarılarak, birlikte hareket ederek, ortak hayaller kurarak da kalkabilmemiz lazım.
Şanlıurfa ve Adıyaman’dan gelen görüntüler gerçekten dehşet vericiydi.
Her fırsatta yazıyorum.
Türkiye birçok alanda iyi işler yaptı.
Üreten, ihracat yapan bir sanayimiz var.
Organize sanayi bölgelerimizin, serbest bölgelerimizin tamamını gezdim.
Her biri ayrı başarı öyküsüdür.
İzmir depreminden sonra yoğun bir çalışma başlatıldı. Üniversitelerle işbirliğine gidildi ve bir yol haritası çıkarıldı.
Bütün bu çalışmaları destekliyorum.
Şimdi bir eylem planı yapmak gerekiyor.
Kentsel dönüşümle ilgili belediyenin İzbeton şirketi beş bin konutun dönüşümünü sağladı.
Projeler devam ediyor.
Maliyetine yapılan binalar aslında Türkiye’ye de örnek bir model yarattı.