3 Ocak 2008
DÜN yazdım. Dünya artık 2025-30 yıllarında Çin+Hindistan+Rusya ekonomisinin ABD+AB ekonomisinden daha büyük olup olmayacağını tartışıyor. Çin’in en büyük ekonomi haline gelip gelmeyeceği hesapları yapılıyor. Bir taraf direniyor, diğer taraf bastırıyor. Paylaşımı kim kazanırsa o "merkez" olacak. Paylaşılacak olan da enerji!
Ancak, taraflar birbirine açık saldıramadıkları için ve sürmekte ortak olan çıkarlarını da korumak istediklerinden 3. Dünya Savaşı taşeronlar üzerinden yürütülüyor.
Taşeronlar da İslamcı terör/direniş örgütleri.
ABD statükoyu korumak adına Irak ve Afganistan’a müdahale etti. İran topun ağzında. Ama, müdahalelerinde hep bir ortak nokta var.
Kendi lehine düzenlemeler yapmak istediği her yeri yüzüne gözüne bulaştırıyor!
Afganistan’a Taliban ve El-Kaide’yi yok etmek için girdi. Her iki örgüt Güneydoğu Afganistan’da ve Kuzeybatı Pakistan’da cirit atıyor.
Irak’ın hali malum. Bakalım İran ne olacak?
Şimdi de ABD yeni bir belayı Pakistan’da dünyanın başına sardı:
Kaynayan Pakistan’da demokrasi ile askeri rejimi bir potada eritip, terörün üzerine salmaya kalktı. Bu amaçla Pervez Müşerref ile rahmetli Benazir Butto’dan bir karışım yaratmaya kalktı. Bu amaçla Butto’yu açıkça ateşe attı ama koruyamadı.
Şimdi onun cenazesi üzerine ağıtlar yakıyor.
ABD’nin elinde kalan demokrasi(!) kozları Butto’un 19 yaşındaki oğlu, boğazına kadar yolsuzluklara bulaşmış kocası ve ABD’yi hiç sevmeyen Nevaz Şerif. Şimdi bu garabet unsurları Pervez Müşerref, asker ve ISI ile uzlaştıracak ki teröre karşı duvar örsün!
İran’da 2 kilo zenginleştirilmiş uranyum varsa, bizzat ABD yetkilileri Pakistan’da 100’lerce, 1000’lerce kilo zenginleştirilmiş uranyum var diyorlar.
El Kaide ve Taliban Pakistan kargaşası içinde her an uranyumlardan bir kısmına el koyabilir.
* * *
Pakistan’da bir kez daha nükseden çorap kaçığı ne gibi domino etkileri yaratabilir?
Her şeyden önce ezeli ve ebedi düşman Hindistan yeni tedbirler almak zorunda kalacaktır. ISI, Keşmir’deki terörü kışkırtırken o da yeni ve beter kargaşadan faydalanmaya kalkacaktır.
Ayrıca İran karşısında yeni bir ikilem doğmuştur!
ABD İran’ı vurursa bundan en fazla Pakistan’daki terör odakları faydalanmaz mı?
Şimdi İran’ı vurmak mı daha akıllıca bir iştir, yoksa Irak’ta eninde sonunda yapmak zorunda kalabileceği gibi Pakistan için de İran’la işbirliği yapmak mı?
Eli daha da güçlenen İran Türkiye için ne anlam ifade eder?
Kuzey Irak dağlarında dolaşan PKK mı ehven-i şerdir, yoksa dağları devralacak Ansar al-İslam ve Ansar al-Sunnah adlı terör örgütleri mi?
Binlerce kilo zenginleştirilmiş uranyumdan sadece birkaç kilo elde edecek El Kaide mi daha tehlikelidir, yoksa bütün uğraşlardan sonra 2.6 kg. zenginleştirilmiş uranyum ürettiği iddia edilen İran mı?
* * *
Bu köşeyi biraz olsun takip edenler bilir. Ben daima ABD ile müttefik kalınmasını savunan bir kişiyim. Halen de bu ittifakı savunuyorum.
Ama, hesapsız ve umarsız neo-conların pervasız hareketleri, çapsız yönetimleri beni çileden çıkarıyor. Dünyanın belalarını savuşturmakla görevli bu emperyal devlet her geçen gün dünyanın başına yeni dertler açıyor.
30 Aralık’ta "Butto’yu Kim Öldürdü?" diye bir yazı yazdım. Cevabını bilmiyorum.
Ama bu cinayete kim meydan verdi diye sorarsanız, bu sorunun cevabını biliyorum!
Yazının Devamını Oku 2 Ocak 2008
BEN 11 Eylül 2001 günü 21. yüzyıla, sadece matematik dizinlerle kavradığımız zaman açısından değil, dünyada yeni ve kökten-farklı bir dönemin başlaması ile girdiğimizi düşünenlerdenim. Sanki, 20. yüzyılda en son 2. Dünya Savaşı ile ulaşılan paylaşım dengesi yeniden bozuldu. 11 Eylül’de yeni bir paylaşım kavgası başladı.
Kavganın paylaşamadığı meta, 20. yüzyılda da paylaşılamayan aynı meta: Enerji!
* *Ê *
ABD’nin yaklaşık 50 yıllık emperyal hükümdarlığına SSCB son veremedi ama tam "tarih bitti!" derken yeni güçler ortaya yeni iddialar ile çıktılar.
Bu çıkış öyle kökten bir çıkış olabilir ki, Batı merkezli dünya Doğu merkezli bir dünya haline gelebilir.
Dünyada taraflar artık 2025-30 yıllarında Çin+Hindistan+Rusya ekonomisinin ABD+AB ekonomisinden daha büyük olup olamayacağını tartışıyor. Çin’in en büyük ekonomi haline gelip gelmeyeceği hesapları yapılıyor.
Bir taraf (ABD+AB) statükonun devamı için direnirken diğer taraf (Çin+Hindistan+Rusya) ABD’nin teknoloji alanında hálá devam eden devasa farkını reddedemeden, sessiz ve sakin değişimi körüklüyor.
* *Ê *
Karşıt güçler birbirlerine açıktan saldıramayacakları için 3. Dünya Savaşı alışmadığımız bir yöntemle, taşeronlarla yürütülüyor.
21. yüzyılın taşeronları da devlet seviyesinde değil, halklar seviyesinde ABD’ye kafa tutan İslamcı terör/direniş örgütlerinden oluşuyor.
Onların meselesi, anti emperyalist bir kalkışma olsa da, kullandıkları yöntem olan terör değişimci devletlerin de işine yarıyor.
Ben, El Kaide, Taliban, Hizbullah, Hamas, Müslüman Kardeşler, PKK gibi örgütlerin kendi bağımsız davaları dışında varlıklarını uzun vadede ancak güçlü bir veya birkaç devletin gölgesine girerek sürdürebildikleri görüşünü hiçbir zaman terk etmiyorum.
Paylaşımın merkezine enerjiyi koyduğunuzda ve enerji kaynaklarının büyük bir kısmının Müslüman ülkelerde bulunduğunu göz önüne aldığınızda, belki de 21. yüzyılda dünyadaki terör hareketlerinin çoğunluğunun neden İslamcı kökenli olduğunu daha iyi anlarsınız.
* *Ê *
Artık açıktan kafa tutulan ABD halkına en iyi panzehir kendileri olduklarını kabul ettiren neo-conlar iki dönemdir iktidarda.
Açık bir şekilde müdahaleci oynuyorlar.
Teröre karşı "önleyici savaş" adı altında, terör kendi ülkelerini vurmadan, onu kendi yuvasında vurmak adına, terörün Müslüman ülkelerdeki enerji kaynakları ve çevrelerinde konaklamasından yararlanarak istedikleri ülkelere müdahale ediyorlar.
2001 yılından beri üç ülke üzerinde odaklandılar: Irak, Afganistan ve İran!
İlk ikisine açık müdahale ettiler, üçüncüsü üzerinde her an aktif hale gelebilirler.
Ancak, 2007’nin sonunda ortaya yeni bir odak noktası daha çıktı: Pakistan!
* *Ê *
Benim dünyanın paylaşım mücadelesi üzerine kurulduğuna inanan aklım, ABD’nin saldırgan tavrını yadırgamıyor. Tarih, ne yazık ki Osmanlı da dahil, hep böyle yazıldı.
Ancak, beni çok tedirgin eden bir husus var:
Başaktör son dönem müdahalelerinde çok başarısız, hep yüzüne gözüne bulaştırıyor!
Dünyanın en güçlü ülkesi adeta bir sürü çapsız güruh tarafından yönetiliyor.
Sonunda Pakistan’ı da yüzlerine gözlerine bulaştırdılar!
(Yarın devam edeceğim)
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2008
BİR yılbaşı sabahı sizi can sıkıcı bir yazıyla meşgul etmek istemem ama maalesef 21. yüzyılda dünya yeniden kurulur, 11 Eylül’den beri 3. Dünya Savaşı artan ivmeyle sürerken, elimde değil, bu köşede başka türlü yazılar yazamıyorum. Bana göre, dünyayı daha da beter kavuracak ateş topu patlaması 2008’de ABD-İran çatışmasında yaşanacaktı. Türkiye de, bu ateş topundan payına düşeni, şöyle veya böyle, ya İncirlik’te, ya Kuzey Irak’ta göğüsleyecekti.
Bush’tan giderayak bir son hamle yapması beklentisiyle ve 2009 yılında İran’da yapılacak başkanlık seçimlerini kaybetme ihtimali yüksek olan Ahmedinejad’a son bir toparlanma şansı tanıması açısından, işine geldiği için ABD-İran çatışmasının bu yıl ABD’nin hava saldırısıyla fiiliyata dökülme ihtimali oldukça yüksek.
Ancak kanımca, şimdi devreye yakıp kavurma kapasitesi çok daha yüksek yeni bir ateş topu girdi:
Pakistan!
* * *
Ne demek istediğimi hemen bir alıntıyla vurgulayayım.
ABD Uluslararası İlişkiler Senato Komisyonu Başkanı Senatör Joe Biden, Benazir Butto’nun öldürülmesinden önce ama yakın bir zamanda yaptığı bir konuşmada aynen şöyle diyor:
"İşin aslı odur ki; İranlılar 2.6 kg. zenginleştirilmiş uranyum elde edebilirler ama halihazırda Pakistanlıların elinde yüzlerce-binlerce kg. zenginleştirilmiş uranyum var."
Bugün itibarıyla dünyada İslamcı teröristlerin (El Kaide ve Taliban) en rahat cirit attığı yer de Pakistan’ın kuzeybatısındaki Veziristan bölgesidir!
* * *
Askerin ülkedeki rolü konusunda anlaşamasalar da terörle mücadele konusunda işbirliği yapmaları 8 Ocak seçimlerinden sonra beklenen Benazir Butto-Pervez Müşerref ittifakı geçen hafta çöktü.
Şimdi Pakistan’dan geriye kalan resme bir bakalım:
1) Bir hanedan partisi olarak Pakistan Halk Partisi, Benazir’in ardından, eşbaşkanlığına 19 yaşındaki oğlu Bilavel Zerdari ile milyar dolarlarla ifade edilen yolsuzluklarda başı çektiği genel kabul gören, bizzat Benazir Butto’nun annesi tarafında kendi oğlunu yani Benazir’in erkek kardeşini öldürttüğü iddia edilen, hakkındaki davalar düştüğü halde Butto’ya son mücadelesinde eşlik etmeyip yurtdışında bekleyen ve ancak cenazeye yetişen kocası Asif Ali Zerdari seçilmişlerdir.
2) Diğer muhalefet lideri Navaz Şerif, başbakanlığı döneminde, içinde Pervez Müşerref, karısı ve 200 sivil yolcu bulunan bir uçağın 1999 yılında inişine uzun süre izin vermemiş, uçak son anda bir askeri müdahaleyle havaalanına inebilmiştir. Müşerref’e göre uçak yere indiğinde içinde sadece 7 dakikalık yakıt vardı. Suikasttan son anda kurtulan Müşerref de Şerif’i darbeyle alaşağı etmiş ve içeri atmıştı. Ayrıca Şerif açık bir ABD karşıtıdır.
3) ABD’nin Pakistan’da terörle verilecek mücadelede yine de en fazla bel bağladığı unsurlar Pakistan ordusu ve istihbarat örgütü ISI’dır.
Bu iki kurum aynı zamanda Taliban’ın kurucusu ve El Kaide’nin hamisidirler. Halen bu kurumların "tavşana kaç, tazıya tut" politikaları devam etmektedir. Ayrıca asker de, ISI de hem Navaz Şerif’ten, hem de Asıf Ali Zerdari’den nefret etmektedir.
* * *
Bütün bu çıkmaz sokaklar bir araya konulunca Vasıf Öngören’in ünlü piyesinde kötü yola düşmesi mukadder Asiye için "Asiye nasıl kurtulur?" sorusunu oyun boyunca inatla sormak, "Pakistan nasıl kurtulur?" sorusu yanında çok masum bir soru olarak kalıyor.
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2007
SORUNUN doğal ve basit cevabı El Kaide’dir. Nitekim, Pakistanlı yetkililer, Güney Veziristan’da aşiret lideri olan Baitullah Mahsud (Beytullah Mahsud) adlı bir El Kaide yöneticisini sorumlu tutuyorlar. İddialara göre Mahsud uzun süredir El Kaide militanlarını yönlendirmekte ve eğitmekte imiş.
Ancak, birçok insana göre de sorunun cevabı bu kadar basit değil.
Benazir Butto’yu 54 yaşında mezara yollayan faktörler, çok ama çok karışık bir matriksin içinde! Uçsuz bucaksız bir labirentin herhangi bir köşe başında! Şöyle ki:
* * *
Pakistan’a istikrar gelmesi, hatta terör ile daha başarılı bir savaş verebilmek için 8 Ocak’ta yapılacak seçimlerde rahmetli Butto’yu ABD açık destekliyordu.
Ama, 1970’lerde Butto’nun babası Zülfikar Ali Butto’yu ipe götüren General Ziya Ül-Hak’ı da destekleyen ABD idi. Kenan Evren’in can arkadaşı Ziya Ül-Hak, Zülfikar Ali Butto’yu İslamcıları ezdiği, laikliği abarttığı için suçlamıştı.
Pakistan artan dozlarda şeriat hükümleri ile yönetilmeye Ziya Ül-Hak döneminde başladı.
Ziya Ül-Hak 1988’de bir uçak kazasında ölürken aynı uçakta ABD’nin Pakistan Büyükelçisi de vardı.
Bugün Pakistan’daki nükleer savaş rampalarının İslamcı terörün eline geçmesinden haklı olarak çekinen ABD, 1979’da SSCB, Afganistan’ı işgal ettikten sonra nükleer kapasitesini geliştirmesi için Pakistan’a bizzat destek vermişti. Destek "öküz öldü ortaklık bozuldu" kuralına uygun olarak "Afganistan Savaşı" bittikten sonra kesilmiş ama bu sefer Çin, Pakistan’a yardımcı olmuş ve Pakistan ilk atom bombasını 1988’de yapmıştır.
* * *
Afganistan’dan kovulduğu sanılan El Kaide ve Taliban’ın kendilerine en rahat yerleşim yeri buldukları topraklar, Pakistan’ın Afganistan ile sınırını belirleyen kuzeybatısındaki Veziristan bölgesindedir. Halbuki 11 Eylül sonrası bölgeden terörü yok etmesi ve Usame bin Ladin’i ABD’ye teslim etmesi için ABD, Pakistan’a 5-6 milyar dolar akıttı.
Aynı Veziristan, Ziya Ül-Hak döneminde, 80’li yıllarda, ABD fonları ile Afganistan’da savaşmak üzere İslamcı militan yetiştiren okullar (medreseler) ile dolu idi.
Zamanın ABD Başkanı Ronald Reagan, 1988 senesinde bugün "terörist" olarak nitelenen cihat liderlerini "özgürlük savaşçıları" nitelemesiyle Beyaz Saray’da ağırlamıştı.
Pakistan’ı yakından takip eden gözlemciler, Pakistan İstihbarat Örgütü’nün (ISI) Butto’yu öldürmüş olabileceğini düşünmüyorlar ama ISI’nin Butto için suikast planları yapıldığından hiç haberdar olmamasına da katiyen ihtimal vermiyorlar.
Aynı ISI, 80’li yıllarda ABD ile Usame bin Ladin arasında irtibatı kuran örgüttü!
* * *
Son yıllarda Pakistan, ABD’ye El Kaide’ye darbe vurma konusunda oldukça yardımcı da oldu. Ama aynı zamanda Doğu Keşmir’de Hindistan’a karşı terörizm yaratmak, hatta ABD’nin gitmesi durumunda Afganistan’da yeniden söz sahibi olabilmek hedefiyle İslamcı teröristler ile gizli münasebetlerin devam ettiği, ISI’nin Taliban’ın eski lideri Molla Ömer’i sakladığı, hatta ülkede çok sevilen Usame bin Ladin’in yakalanmasının bir halk ayaklanmasına yol açabilme ihtimaline karşı engellendiği iddiaları yine gözlemcilerin dilinde.
Dünyanın ilk kadın Müslüman başbakanı Benazir Butto, iki kere başbakanlık yapmıştı. Her iki seferde de yolsuzluk iddialarıyla koltuğunu kaybetmişti. Yolsuzluğun boyutlarını 1.5 milyar dolar olarak iddia edenler bile var. Yolsuzluğun başını eşi Asıf Ali Zardari’nin çektiği, hatta erkek kardeşinin öldürülmesinden de sorumlu olduğu çok söylendi.
Ama muhakkak olan şudur ki, Benazir Butto dünyanın en cesur insanlarından birisi idi!
Benazir Butto’yu kim öldürdü?
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2007
GENELKURMAY Başkanlığı’ndan beklenen 16 Aralık günkü hava harekátı ile ilgili resmi açıklama 25 Aralık 2007 günü yapıldı. Resmi bilanço çıkarılmasını ısrarla talep eden bir kişi olarak Genelkurmay’a teşekkür ederim. Açıklamada ortaya konan rakamlar kabaca şöyle:
"16 Aralık 2007 tarihinde icra edilen harekát esnasında, Irak’ın kuzeyinde Metina, Zap, Avaşin ve Hakurk bölgelerinde 22, Kandil Dağı bölgesinde 11 olmak üzere toplam 33 adet hedef grubu (200’den fazla münferit hedef) savaş uçaklarımız ve karada konuşlu ateş destek unsurlarımız tarafından ateş altına alınmıştır.
Bu kapsamda; PKK terör örgütünce kullanılan 3 adet komuta, 2 adet muhabere, 2 adet eğitim ve 9 adet lojistik tesisi ile 182 adet muhtelif sığınak/barınak, 10 adet uçaksavar mevzii (mürettebatı ile birlikte) ve 14 adet silah/mühimmat deposu tahrip edilmiştir.
Terörist kayıpları konusundaki çalışmalar devam etmekle birlikte; ilk belirlemelere göre, açıkta veya korunaksız yapılarda bulunan 150-175 teröristin etkisiz hale getirildiği anlaşılmıştır."
* * *
Ortaya konan rakamlarla ilgili yorumları ancak uzmanlar yapabilir. Harekát ile ilgili askeri bilanço, elde edilen getirilerin mali ve maddi olmayan götürüler ile karşılaştırılması ve daha önce yapılan kara harekátlarından alınan neticelerle mukayesesi ile belli olur.
Herhalde hava harekátı, kara harekátından çok daha pahalı bir eylemdir, bilanço çıkarılırken bu husus da göz önüne alınır.
* * *
Benim daha önce ortaya koyduğum soruların teknik yönleri cevabını buldu, ama zihinlerde hálá bazı sorular kaldı. Bu soruların muhatabı ise TSK değildir, sorular doğrudan siyasileri ilgilendirir.
TSK kendine verilen yetki çerçevesinde görevini yapmış ve 25 Aralık itibarıyla hesabını çıkarmıştır.
* * *
Ben cevabını hálá alamadığım sorumu, Başbakan, TBMM’den alınan yetkinin 28 Kasım’da TSK’ya devredildiğini açıkladığı 30 Kasım tarihinden iki gün sonra sormuştum. ("Yetki Neden Bu Kadar Gecikti?"- 2 Aralık 2007)
* * *
"1) 17 Ekim’de Meclis’ten hükümetçe alınan yetki ancak 47 gün sonra TSK’ya devrediliyor.
2) Halbuki, hükümet bir hafta içinde (17 Ekim-24 Ekim) Genelkurmay’a yazı yazıyor, Genelkurmay talepleriyle ilgili yollanan yazıya yine 1 haftada cevap veriyor (24 Ekim-1 Kasım). Ancak, hükümet bu cevaba dayanan yetkiyi TSK’ya vermek üzere tam 28 gün bekliyor (1 Kasım-28 Kasım).
3) Hükümet, TBMM’den aldığı yetkiyi 47 gün sonra TSK’ya devrederken en fazla zamanı 1 Kasım-28 Kasım arasında harcıyor. (47 günün 28 günü!)
Şırnak’ta 7 Ekim’de 13 evladımızı şehit vermemizin ardından 56 gündür bekleniyor."
* * *
Kaybedilen zamanı diplomatik taktiklere bağlamak teknoloji çağında bana hiç makul gelmiyor. Benim bu gecikmeye cevabım o gün de bugün de aynıdır:
"Bu arada ’oyalama taktiği’ ile Kuzey Irak’ta ’kar politikası’ güdenler muratlarına erdiler, nihayet kar fırtınalarının bölgeyi devraldığı aralık ayına ulaştılar." (2 Aralık)
Veri koşullar altında TSK’nın 16 Aralık günü en iyi neticeyi aldığını varsaymak gerekir. Ancak ben konunun uzmanlarına yine de soruyorum:
TSK 47 gün bekletilmeseydi ve kara harekátı ile beslenseydi harekátın getirileri çok daha yüksek olmaz mıydı?
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2007
BİLMEM dikkat ediyor musunuz?Kuzey Irak’a yapılan operasyonlar ile ilgili hemen her gazete neredeyse kelimesi kelimesine aynı cümlelerle bilgi veriyor, kanallar aynı kareleri kullanıyorlar. Diyeceksiniz ki; medya operasyon alanına giremediğine göre resmi kanalların ürettiği bilgileri kullanmak durumunda. Resmi kanalların da her gazete için ayrı haber, her TV kanalı için ayrı kareler üretecek hali yok.
Tamam kabul edelim, haber kanallarında tıkanıklık var.
Peki, yorumlar neden hemen hemen aynı?
Neden kimse bu konuda Hükümet’in bir icraatını, veya TSK’nın bir çıkışını sorgulamıyor.
Bu sefer de diyeceksiniz ki:
Mesele milli mesele, milli meselede ayrı gayrı olmaz!
İşte ben burada tıkanıyorum. Milli meselede bazı sorular sorulmaz mı, bazı ayrıntılara dikkat çekilemez mi, bazı uyarılar yapılamaz mı?
Bunlar yapılırsa illa ki münafık mı olunur?
* * *
Operasyon kaça mal oluyor? Resmi bilanço ne? (Ben ortaya çıkan "300 PKK’lı öldürüldü" ifadesinin ne kadar resmi olduğunu çözemedim.) ABD doğru istihbarat mı veriyor? Yoksa boş köyleri mi işaret ediyor? Yerle bir edilen PKK kamplarında teker teker zayiat hangi seviyede? Vb. vb...
Bu sorular neden sorulmuyor?
Ne olur, kimse bana "Bu sorular TSK’yı rencide eder" demesin. Sorular TSK’nın teknik açıdan başarısını sorgulamıyor ki! Uçaklarımız ve toplarımız gösterilen hedefleri milim şaşmadan vuruyor. Bunu TV’lerde çıplak gözle dahi takip edebiliyoruz. Sivillerin vurulmadığı da kesin. Meskun köylere değil mermi, taş dahi atılmadığı muhakkak.
Tamam, bu operasyonlar siyasi açıdan (şimdilik) Türkiye ile ABD’yi yeniden yaklaştırdı, hükümet ile TSK’nın işbirliğini de pekiştirdi.
Hiçbir itiraz yok!
Ama askeri bir operasyonun illa ki askeri bir bilançosu (kar-zarar hesabı) olmak zorundadır.
Akıl bunu söylüyor ve ister istemez yukarıda sorulan soruları da insan zihninden silemiyor.
* * *
Bir sürü unsuru birleştiren operasyonlar düşman kardeşleri de birleştirdi.
Hükümet yanlısı -İslamcı, eski liberal vb.- yazarlar ile hükümet karşıtı -ulusalcı, askerci, laikçi vb.- yazarlar nihayet operasyon hakkında soru sormama konusunda anlaştılar.
Birbirlerine sövmeye yine devam ediyorlar. Birbirlerini gammazlamaktan yine geri kalmıyorlar.
"Fikir sahibi olmadan küfür sahibi olmayı" yine bol bol tercih ediyorlar.
Ama operasyonla ilgili meselelerde tık yok! Asli görevi soru sormak, eleştiri üretmek olan normal yurdum aydını bu konuda arazi olmaya bayılıyor. Hiçbir detayı sorgulayamıyorlar, hiçbir konuda uyarıcı olmaya soyunamıyorlar.
Zira, biliyorlar ki tek bir soru bile ait oldukları kampta birilerini kızdırabilir. İtham altında kalabilirler. Bu da kendi konumlarını zora sokar.
* * *
Ben de Kuzey Irak’a yapılan operasyonların önemli getirileri olduğunu kabul ediyorum. Ama götürüleri de hesap etmeden, yarını sorgulamadan duramıyorum.
Ancak, şuna káni oldum ki:
Hükümetçiler ile laikçilerin suskunluk konusunda işbirliği muhakkak ki getiriler arasındadır!
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2007
TÜRKİYE’de önemli bir kitle, Barzani’nin ülkemize karşı hasmane tutum aldığını düşünüyor. Gerçekten de Barzani’nin bazı sözleri, iç siyasete hizmet etmeye yönelik olsa dahi, Türkleri rencide ediyor. Türkiye’de yine önemli bir kitleye göre, Barzani’nin nihai hedefi "bağımsız Kürt devleti"dir ve bu hedef Türkiye’nin güneydoğusunu da kapsamaktadır. Bu açıdan bakıldığında petrol zengini Kerkük’ün bir referandum sonunda Kuzey Irak’a bağlanması, Kürtlere bağımsızlık yolunda muazzam bir mali olanak sağlayacaktır. O halde, Kerkük’ün, yığma nüfusla yapılacak bir oylamayla Kuzey Irak’a doğrudan bağlanması, Türkiye’nin çıkarlarına aykırıdır. Bu açıdan Irak anayasasının açık hükmüne rağmen (madde 140) Kerkük’te 2007’de referandum yapıl(a)maması Türkiye’nin lehine olmuştur.
* * *
Barzani’nin ne istediğini, gönlünden ne geçtiğini tam olarak bilmek mümkün değil. Ancak, yüreğinin bir köşesinin "Kürtler için bağımsızlık türküleri" yaktığını varsaymak hiç de yanlış olmaz. Ama bu ideal ne kadar gerçekçi?
* * *
1) Kerkük, petrol yatakları açısından dünyanın en zengin şehirlerinden biridir ama Irak’ın (merkezi) Petrol Yasası, bilinen tüm rezervlerin gelirini Irak halkı açısından eşit paylaştırmaktadır. Kerkük’te oluşan geliri petrolsüz kalan Sünni unsurların ve hatta petrol yataklarına sahip olsalar dahi Şii unsurların "Bağımsız Kürdistan"a sessiz ve sakin bırakmayacaklarını herhalde Barzani de bilir.
Ancak, şu da bilinmelidir.
Merkezi hükümet, yeni bulunacak yatakların gelirinin nasıl paylaşılacağı konusunda bir türlü mutabakat sağlayamamaktadır. Kuzey Irak bu boşluğu kendine göre yorumlamakta ve yabancı petrol arama şirketleriyle Kuzey Irak için özel anlaşmalar yapmaktadır.
2) Petrol dünya piyasalarında satıldıktan sonra mali değer kazanır. Bunun için de alıcı ülkelere taşınması gerekir. Kerkük petrolü diğer ülkelere ancak Türkiye veya Arap-Irak üzerinden taşınabilir. "Bağımsız Kürdistan" fikrine dahi tahammül edemeyen Türkiye veya Arap-Irak’ın taşıma hizmetine yardımcı olmayacağını herhalde Barzani de hesap etmektedir.
3) ABD bölgeyi 2008 yılında tedrici olarak boşaltmaya başlayacaktır. Bu durumda Kuzey Irak’taki dağların Ansar al-İslam ve Ansar al-Sunnah gibi İslamcı terörist örgütlerce ele geçirilmesi an meselesi haline gelecektir. Hatta Barzani’nin dağlardaki PKK varlığına tahammül etmesinin bir nedeni de PKK’nın dağları İslamcı terör örgütlerine karşı savunmasıdır. Kuzey Irak dağlarının Afganistan’daki Tora Bora dağlarına dönmesini isteyip istemediğini birileri muhakkak ona soruyordur. Barzani bu örgütleri kışkırtacak komşular yerine bu örgütlere karşı işbirliği yapacağı güçlü komşular istemez mi?
* * *
Kuzey Irak yönetiminin, Türkiye 16 Aralık’ta ilk hava harekátını yapmadan evvel, bombalanan bölgeleri resmen boşalttığını, peşmergeyi bölgeden tamamen çektiğini hepimiz biliyoruz.
Türk uçaklarının ve toplarının "meskûn köyleri" vurmadığı da kesin.
Bu koşullar altında Kandil’i ziyaret eden Barzani’nin halka, "Sizler yalnız değilsiniz, bu Kürt halkıyla ilişkisi olan bir sorundur. Burasının bombalanması, Erbil, Süleymaniye ve Kürt bölgesinin diğer bölgelerinin bombardıman edilmesinden farksızdır" diye seslenmesine ne kadar kırılırsak kırılalım, özünde popülist bir çıkış olduğunu, sadece gaz almak amacıyla yapıldığını Türkiye’de soğukkanlı analistler görmelidirler.
* * *
Barzani’nin tek derdi, 5 Kasım sonrasında, o kendine düşeni oynadıktan sonra Türkiye’nin de edimlerini bir an evvel yerine getirmeye başladığını görmektir.
Barzani, güçlü Türkiye ile dost olmak zorunda olduğunu pekálá bilir!
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2007
SIK sık Demokrat Parti hakkında yazıyorum. Nedeni kendimi bir liberal-demokrat saymam ve liberal görüşlerin kendisini en iyi ifade edeceği ortam olan merkez sağın maalesef boşlukta olmasıdır. Bazı (eski) liberal arkadaşlar, "Yeni merkez sağ, AKP’dir" diyorlar ama ben ısrarla, zaman zaman liberal politikalar uygulasa da, "AKP özünde çok akıllı mahalle politikası yürüten milli görüşün etkisi altındadır" diyorum. Mahalle baskısı kavramı yeni çıktı. İsteyenler arşive bakarlar. 2004 yılından beri AKP’nin tabanını ve dolayısıyla mahalleyi milli görüşün tekrar teslim aldığını iddia ediyorum.
Bugün merkez sağ boşaldıysa, büyük mağlubiyetler yaşıyorsa bu onun son yıllarda çapsız yöneticiler tarafından yönetilmesi yüzündendir. Kullanılma süreleri çoktan bitmiş yöneticiler, merkez sağı kendi elleriyle AKP’ye hediye etmişlerdir.
* * *
Merkez sağı 28 Şubat ile başlayan süreçte göçerten üç isim, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Hüsamettin Cindoruk olmuştur.
Bu üç isim, kendi ikballeri uğruna Türkiye’de rejimin "askeri vesayet altında demokrasi" grubuna girmesine yardımcı olmuşlar, en büyük şiarı "demokrasi" olan merkez sağ bu dönemde millet ile tüm bağlarını koparmıştır. Bu üç lider, askere hoş görünerek kendilerine birer sandalye kapmaya veya ellerindeki sandalyeye yapışmaya kalkışınca merkez sağ örgütleri tepetaklak baş aşağı gitmeye başlamıştır.
Hüsamettin Cindoruk, hiç ders almamış ki, bu yaz yine askere hoş görünme uğruna "367 Hüsam" olmayı hazmedebilmiş, Mehmet Ağar da askerden gelen telkinle 27 Nisan 2007 günü cumhurbaşkanını seçecek oturuma katılmayarak merkez sağın ipini bir kez de kendi elleriyle çekmiştir.
Merkez sağ ancak zamanaşımıyla Yüce Divan’dan kurtulan veya 22 Temmuz öncesi yapılan parti harcamalarını temize çıkaramayan, üstüne üstlük ayyuka çıkan "koltuk satışları" iddialarını sükuta erdiremeyen liderler sayesinde bir de kirlilik yaftası yiyince taban elálemden utanır hale bile gelmiştir.
* * *
Bilmem kaçıncı kez ertelendikten sonra tekrar 6 Ocak’ta olağanüstü kongre kararı alan DP’de şimdi de Hüsamettin Cindoruk adaylıktan vazgeçmiş. Nedenini de Mehmet Ağar’ın kendisine tersine söz verdiği halde, son anda bir kazık atarak, GİK seçimini de kongre gündemine koymasına bağlamış.
Karşılıklı cinlik yapıldığını daha 6 Aralık’ta (Bkz: "367 Hüsamettin") yazmıştım.
Hüsamettin Bey kazığı yemenin ardından bunca gün bekledikten sonra ancak şimdi tepki verirken esasında acı bir gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyor:
Arada ne kadar uğraştıysa da tabandan yüz bulamadı!
Hatta Süleyman Abi’nin bile tabana artık söz geçiremeyeceğini gördü.
* * *
Başta Mehmet Ağar, ekibi ve tabii ki eski tüfekler de dahil olmak üzere şimdiye dek ellerine geçen fırsatları heba eden herkes artık merkez sağın üzerinden çekilmelidir.
Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Hüsamettin Cindoruk ve yoldaşlarının "Asiye nasıl kurtulur" diye akıl yormaları ancak emekli memurların emekli kahvelerinde "Ne olacak bizim müdüriyetin hali!" diye akıl yormaları kadar faydalıdır!
* * *
Politbüro üyeleri bıraksınlar, artık DP’de gençler mücadele etsinler. Kronik mafsal ağrıları artık merhem sürerek de geçmeyenlerin merkez sağa katabilecekleri tek bir şey kalmıştır:
Kenara çekilmek!
6 Ocak’ta DP’de gençler yarışsın!
Yazının Devamını Oku