Evliliğin ilk gecesi yani gerdek gecesi ülkemizde hala çok büyütülen meselelerin başında geliyor. İlk gece cinsel sorunla karşılaşan ve uzun yıllar bununla mücadele etmek zorunda kalan çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Kadınlarda ilk gece acı, ağrı ve çok kanama olmasıyla ilgili seks korkuları yaşanırken, erkeklerde ise eşini cinsel açıdan mutlu edememe ve cinsel ilişkide başarısız olma korkuları çok yaygın olarak görülüyor. Çünkü toplumumuzda ilk gece çok büyütülüyor, özellikle kadınlar çocukluklarından itibaren ilk ilişkinin çok ağrılı ve acı verici yaşanacağı, çok kanama olacağı ve dişlerini sıkarak katlanmaları gerektiği şeklinde yalan ve yanlış bilgilerle (cinsel hurafelerle, cinsel mitlerle) büyütülüyor. Ancak ilk gece korkusu sadece kadınlarda yok, erkeklerde de olabiliyor. Erkekler çok belli etmeseler bile ilk ilişkiyi kafalarına çok takıyorlar. Özellikle ilk ilişkide başarısız olma korkusu erkeklerin en büyük kabusu olabiliyor, bu nedenle sertleşmeme, sertliğin kaybı, ya da erken boşalma gibi sorunlar yaşayabiliyorlar. Eğer çiftler cinsel sorunları kabul edip, en kısa zamanda cinsel terapiye başvurmazlarsa, bu sorunlar yıllarca sürebiliyor ve hayatı çekilmez kılabiliyor.
İLK GECE ORTAYA ÇIKIYOR
Özellikle genç çiftlerde Cinsel İlişkiye Girememe (CİG) durumu ilk gece karşımıza üç şekilde ortaya çıkabiliyor. Seks yapma korkusu olarak bilinen ve kadının korkularından dolayı kasılması ve ilişkiye izin vermemesi durumu olan (1) vajinismus, erkeğin psikolojik nedenlere bağlı olarak cinsel ilişkiye girememe durumu olan (2) bağlanma (sertleşme sorunu, ileri derece erken boşalma, cinsel isteksizlik) ve çiftin cinsel deneyim ve bilgi eksikliğinden dolayı ortaya çıkan (3) balayı sendromu... Çoğu zaman bu üç sorunun temelinde cinsellikle ilgili olumsuz duygular, yanlış bilgiler ve beklentiler yatıyor ve bu sorunlar çiftin hayatını ilk geceden itibaren kâbusa çevirebiliyor. Çünkü teknoloji açısından gelişmemize rağmen cinsel konulardaki bilgi kirliliğiyle ülkemiz geriye doğru gidiyor. Günümüzde gençlerin cinselliği konuşabilecekleri ve doğru bilgiyi edinebilecekleri kişiler ve kurumlar çok az... Ülkemizde eskiden sağdıçlık kurumu vardı ve sağdıçlar evlenmeden önce genç ve tecrübesiz çiftlere ilk geceye, karı-koca olmaya dair bilgiler veriyordu. Şimdi bu kurum ortadan kalktı ve gençler cinselliği aile ile konuşamıyor, okulda öğrenemiyor, internetten, porno filmlerden ve arkadaşlarından bilgi edinmeye çalışıyor ve bu bilgiler de genellikle sağlıklı olmuyor. Bu nedenle yeni evlenen çiftler cinsellik hakkında hiçbir bilgileri olmadan ilk geceyi yaşıyorlar ve çok ciddi sorunlar ortaya çıkıyor.
EĞİTİM VERİLMESİ GEREKİYOR
Cinsel sorunların önlenmesinde ve çözümünde cinsel bilgi ve eğitim çok önemli... Bu nedenle evlenmek üzere olan çiftlere zorunlu ve ücretsiz olarak anne, baba ve eş eğitimlerinin ve evlilik öncesi cinsel danışma ve rehberlik hizmetlerinin verilmesi gerekiyor. Çünkü birçok çift cinsellikle ilgili hiçbir şey bilmeden evleniyor. Kadınlar utandıkları ve konuşacak kimse bulamadıkları için cinsel açıdan bilgisizken, erkekler de edindikleri yalan yanlış bilgiler ve porno filmler nedeniyle gerçekçi olmayan beklentilere giriyor. Böylece genç çiftler ilk gece çok farklı düşünce ve beklentilerle yatağa giriyor ve kaçınılmaz olarak cinsel sorunlar yaşıyor.
ANA-BABALIK EN UCUZ MESLEK OLAMAZ
Dünyadaki her meslek için bir eğitim, bir diploma gerekiyor. Mesela doktorluk yapabilmek için en az 6 yıl okunması ve gerekli sınavları geçmek gerekiyor. Ama karı-koca veya ana-baba olmak için penis ve vajina yetiyor. Eğitimsiz bir şekilde cinsellik yaşanabiliyor ama çoğu zaman sorunlar çıkıyor ve karı-koca veya ana-baba olunamıyor. Çiftlerin öncelikle cinselliği öğrenmeleri, anlamlarını keşfetmeleri ve onun sorumluluğunu taşıyabilecek doğru bilgileri öğrenmeleri gerekiyor. Çünkü cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatı olarak tarif ediliyor.
SORULAR VE YANITLAR
Soma maden faciası karşısında yüreğimiz yandı, günümüz karanlık, canlarımız hala yer altında, acımız çok büyük, başımız sağ olsun Türkiyem...
Her gideni “şehit ve mekanı cennet” sözleri ile kutsayıp, geride bırakılanların yaşadığı cehennemi bir zaman sonra unutan başka bir memleket var mıdır, bilinmez ama ölümün bu denli övgü aldığı çok az coğrafya vardır herhalde... Ne yazık ki bugünlerde duyduğumuz feryatları yarın duymayacağız ve o insanları acılarıyla, kendi cehennemiyle baş başa bırakacağız... Ve biz unuttuğumuz için bu acılar yine, yeni, yeniden yaşanacak ve bir zaman sonra bu yazılanları da unutacağız ta ki bir dahaki derin acıya kadar... Yapılanlar da yine her zaman ki gibi kar kalacak ihmali olanların yanına ve ateş hep düştüğü yeri yakmaya devam edecek... Ben bir çözüm var mı, bilemiyorum ama bildiğim tek şey, bir vicdanımız olduğunu sadece felaketlerde değil, her zaman hatırlamak...
YALNIZLIK, HÜZÜN, ÇARESİZLİK
Ekmek aslanın ağzındaydı, artık kömür karasında ve toprağın altında... Orhan Veli bir şiirinde, “Yüz karası değil, kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası” diyordu. Maden faciasında yaşamını yitiren işçilerden birinin avucunda bulunan kağıtta “Oğlum, hakkını helal et” yazması, ölümü göze alarak çalışanlar için yazılan bu şiiri bize tekrar hatırlattı... Bu nedenle söylenecek çok şey varken, derin acılar karşısında susmak, erdemdir... Ama maden ocakları matem ocaklarına dönüşmüşken, ‘insan’a değil ‘taş’a yatırım yapılmışken, susmak, acıların en beteri... Mevlana’nın dediği gibi; “Dokunamadığım, göremediğim dindiremediğim bir acı taşıyor yüreğim, biraz yalnızlık, biraz hüzün, biraz çaresizlik...” Geriye doğru baktığımızda, bir avuç kömür için, ömür verenlerin yaşadığı, kara ve karalar bağlamış bir şehir olan Soma, bize millet olduğumuzu tekrar hatırlattı...
TERAPİSTLER GÖREV BAŞINDA
Hayatı trajik kılan en temel özelliklerin başında ölüme doğru giden varlık oluşumuz geliyor. Bu nedenle gerek işçi yakınlarının mağduriyetinin giderilmesi, gerekse arama kurtarma görevi yürüten personelin olumsuz koşullar altında çalıştıkları göz önünde bulundurularak, Soma’daki maden ocağı faciasından sonra devletin çeşitli kurum ve kuruluşlarında görev alan psikiyatri hekimlerinin, terapistlerin, uzman psikologların ve sosyal hizmet uzmanlarının madencilerin ailelerine ve yakınlarına psikososyal destek vermesi çok önemli... Çünkü travmatik kayıplar kaygı bozukluklarına yol açabiliyor. Kişiler yaşadıkları travmaları zihinlerinde flashbackler, kabuslar veya travmayla ilgili gün içerisinde zihne gelen ve durdurulamayan düşüncelerle tekrar tekrar yaşayabiliyorlar, kaçınma davranışları, uyku problemleri, öfke ve konsantrasyon güçlüğü gibi fiziksel olarak uyarılma belirtileri gösterebiliyorlar. Kişinin kendisi ve dünya hakkındaki görüşlerini derinden etkileyen maden trajedileri gibi travmalarda, kendine zarar verme davranışları görülebiliyor, ilişki problemleri yaşanabiliyor ve kısa süreli paranoyalar görülebiliyor. Travma sadece zihinde, davranışta ya da duyguda kodlanmıyor, beden travma yaşandığı anda nasıl tepki verdiğini hep hatırlıyor. Bazı durumlarda zihin tarafından bastırılmış, hafıza tarafından getirilmekte zorlanan sahneler, anlar veya yaşantılar, beden tarafından hatırlanıyor.
Ama bazen evlenmeden önce yoğun olan cinsel istek, evlendikten sonra bitebiliyor ve aşağıdaki okuyucum gibi çaresiz bir durum yaşanabiliyor.
10 yıllık evli bir erkeğim. Karımı seviyorum, çok tatlı ve güzel bir kadın. Evlenmeden önce onu çok arzuluyordum ve onunla yatmak için her fırsatı değerlendiriyordum. Fakat evlendikten sonra sanki büyü bozuldu, artık onunla hiçbir şekilde seks yapmak istemiyorum. İşin ilginç yanı karıma karşı biten seks arzum, başka kadınlara karşı her geçen gün arttı ve artık dayanılmaz bir hal aldı. Eşimi aldatmak istemiyorum ama tek bir gecede birkaç kadınla sevişebileceğimi hissediyorum. Ne yapmam lazım? Lütfen bana yol gösterin.
BİLİNMESİ GEREKENLER
Yaşanılan sıkıntı birçok insana garip ve sıra dışı gelebilir ama şunların bilmesinde fayda var; eşe karşı hissedilen cinsel isteksizlik; (1) pek çok evli erkeğin yaşadığı bir problemdir, (2) halledilebilir ciddi bir evlilik ve ilişki uyumsuzluğudur, (3) eşler arasında hep aynı yoğunlukta cinsel arzu olmaz, (4) cinsel istek mutlaka cinsel birleşmeyi gerektirmez ve (5) uzun süren cinsel isteksizlik sorunları bir uzmana yazarak çözülemez, eşle birlikte alınacak bir cinsel terapi ile çözümlenebilir.
ÇOĞU ZAMAN GEÇİCİ BİR DURUM
Cinsel istek azalması çoğu zaman geçici bir durum ve ortada belirgin bir neden olmaksızın, en az 6 ay süren, sürekli bir cinsel istek azlığı durumu varsa, ciddi bir rahatsızlık söz edilebiliyor. Zamanla eşe karşı cinsel arzunun azalması veya bitmesinde; yoğun ve yorucu iş hayatı, ekonomik sorunlar, evlilik ve ilişki çatışmaları, monotonluk, günlük uğraşların artması, çocuklar, içinde bulunulan fiziksel şartlar, yorgunluk genellikle ortaya konan “bahaneler” olarak karşımıza çıkıyor. Ve bütün bu bahaneler sorunun esas nedeninden çiftin uzaklaşmasını sağlıyor. İlk başlarda elde etmek veya sahip olmak için eşe odaklanan düşünce ve davranışlar çaba sarf etmeden cinsel arzuyu uyandırırken, evlendikten sonra aşk oyunlarıyla seks hayatının renklendirilmemesi, reddedilmeyi göze alarak cinsel fantezilerin paylaşılmaması, zamanla cinselliğin konuşulmaması veya yanlış konuşulması cinsel isteksizliği doğuran nedenlerin başında geliyor.
CİNSELLİK HALA BİR TABU
Çok merak edilmesine rağmen yasaklanan, çok konuşulmasına rağmen bilimsel gerçekleri konuşulmayan, çok bilindiği iddia edilmesine rağmen az şey bilinen, çok abartılmasına rağmen utanılan bir konu olan cinsellik, ülkemizde hala bir tabu olma özelliğini sürdürüyor. Ancak tabu olmasına rağmen cinselliğin bir anayasası bulunuyor. Ve anayasamızın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” maddeleri olduğu gibi, cinsellik anayasasının da oluyor. Monoton cinsel yaşamın egemenliği altına girmek istemeyen ve hazzın doruklarına ulaşmayı hedefleyen çiftlerin hayallerine doğru ilerleyebilmelerinin yolu cinselliğin 3 anayasa maddesini uygulamaktan geçiyor.
Son aylarda vahşice işlenen çocuk cinayetleri ve tecavüzleri, hem vicdanları derinden yaralıyor hem de aileleri kaygıya sürüklüyor. “Kaçırılan, tecavüze uğrayan ve cansız bedenleri bulunan Gizemlerin, Umutların, Tanerlerin, İbrahimlerin ve daha pek çoğunun sayısı neden her geçen gün artıyor?” sorusunu tartışmak ve ailelere “korkmak yerine çocuklarınızı eğitin” uyarısında bulunmak gerekiyor.
YASAL ZORUNLULUK OLMALI
Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın ruhsal ve bedensel olarak yara almadan hayata hazırlanması çok önemli... Başta kamu kurum ve kuruluşları, medyamız ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkesin sokakta oyun oynayan küçük geleceklerimiz için tedbir alması, ailelerin ve çocukların eğitilmesi ve evlilik öncesi anne-baba ve eş eğitimlerinin yasal bir zorunluluk haline getirilmesi gerekiyor. ‘Eğitim şart!’ ezberinin sürekli tekrarlanmasındansa, kaçırılma olaylarına karşı küçük çocukların okul müfredatlarına ne gibi bir eğitimin bilgilendirici olabileceği yönündeki çalışmaların sonuçlandırılması ve bununla birlikte, ailelerin de çocuklarına karşı tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiği yönünde bilinçlendirilmesi, yani bu tedbirlerin artık bir an önce hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor.
CEZALAR ARTIRILMALI
Çocuklara yönelik suçlarda cezaların arttırılması gerekiyor. Çocuklara karşı işlenen suçlarda çok sıkı yaptırımlar olmalı... Özellikle çocuk tecavüzlerini önlemek için, çocukların oynayabileceği güvenli ve kontrollü çevresel düzenlemelerin yapılması ve hukuka karşı sarsılan güvenin bir an önce sağlanması gerekiyor. Çünkü insanlar artık şunu biliyor, af çıkıyor, bazı suçların af kapsamında olmaması, bu alanda hukuki ve cezai yaptırımların artırılması etkili olabiliyor. Ancak cezaların arttırılması da tek başına çözüm değil, ailelere ‘korkmak yerine çocuklarınızı eğitin’ uyarısında bulunmak gerekiyor.
ŞİFRE TEDBİRİ
Küçük çocukları sapıklardan ve kötü niyetli yetişkinlerden korumak mümkün... Yabancı bir adam, 8 yaşındaki erkek çocuğun yanına geliyor ve bazı aksilikler olduğunu, annesinin kendisini yolladığını, çocuğun kendisi ile gelmesi gerektiğini söylüyor. Bunun üzerine çocuk adama soruyor; ‘Pekala o zaman şifreyi söyle, şifreyi söylemezsen seninle gelmem!’ Adam bunu duyunca, uzaklaşıyor. Çünkü annesi daha önce çocuğu ile konuşmuş ve aralarında bir şifre oluşturmuş. Şifreyi söylemeyen hiç kimse ile gitmemesi gerektiğini tembihlemiş. Ve bu küçük ayrıntı, belki de küçük çocuğun hayatını kurtarıyor. Bu nedenle ailelerin çocuklarıyla konuşması ve gerektiğinde kullanılmak üzere aralarında bir şifre oluşturmaları gerekiyor. O şifreyi söylemeyen kimse ile çocuğun gitmemesi gerektiğinin vurgulanması büyük önem taşıyor. Belki de bu şekilde çocuklarımızı biraz daha koruyabilir, hiç olmazsa kendi dünyalarını biraz daha emniyetli hale getirebiliriz.
ÇOCUKLARI EĞİTMEK GEREKİYOR
Yaşarken herkes kendi yanıtını bulmaya çalışıyor ve ancak ölümle gerçekten bu soru yanıtlanabiliyor. Daha fazla güç, servet, seks, aşk, çikolata, futbol, entelektüel tartışmalar ya da günü yaşamak ilk akla gelen yanıtlar oluyor. Hayatın anlamını bazen mutluluk, sevgi ve erdem gibi kavram ve değerleri yorumlayan felsefede, Shakespeare’in tiyatral karakterlerinde, Wittgenstein’ın dil oyunlarında, Schopenhauer’un istenç kavramında, Heidegger’in hiç tartışmalarında, Sartre’nin endişe tarifinde, Samuel Beckett’in belki yaklaşımında veya Freud’un bilinçdışı tanımında, bazen de seks hayatında aramak gerekiyor. Çünkü yaşamak ve seks bir sanattır ve bu sanat bir insanın yapabileceği en önemli, en zor ve en çetrefilli sanat türü olarak biliniyor. Çoğu zaman bu sanatın özel araç ve gereçleri bulunmuyor, onun tek aracı insanın kendisi ve potansiyel güçleri oluyor.
SEKSİN VE AŞKIN GİZEMİ
Yaşama sanatının içinde insan, seks ile var oluyor, seks ile varlığını devam ettiriyor, seks ile neslinin devamını sağlıyor yani hem sanatçı hem de sanatçının ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda insanın yolundaki en büyük engellerin başında endişe, korku, kaygı, çekinme, suçluluk ve günahkârlık duyguları geliyor. Bu nedenle birçok çift yaşamlarının en mahrem ve gizli bölümü olan cinsel işlev sorunlarını başkalarına açmaktan ve bir cinsel terapiste anlatmaktan çekiniyorlar. Oysa insan seks ve aşk yaşantısı sağlıklı ve mutlu olduğunda hayatın anlamını keşfedebiliyor, yaşamdan zevk alabiliyor ve mükemmel birer insan olmak yoluna ilerleyebiliyor. Bu nedenle silgi kullanmadan resim çizme sanatı olan yaşam, seksten ibaret olmasa bile, insanca, güzel ve sağlıklı yaşamanın temeli seks yaşantısına dayanıyor ve seksin ve aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyük yaşanıyor. Bu nedenle aşktan ve seksten korkmak, yaşamdan korkmak anlamını ortaya çıkartıyor ve yaşamdan korkmak ise şimdiden üç kez ölmüş olmak manasına geliyor.
İYİ SEKS VE MÜKEMMEL SEKS
“İyi seks” içgüdüsel olarak biliniyor, insan zihnini kapatabilse, rahat olabilse ve kaslarını gevşetip, dokunuşlara odaklanabilse, bunu başarabiliyor. “Mükemmel seks” ise öğrenilebiliyor. İyi seksin çoğu zaman daha güzel görünmekle ya da performansla alakası olmuyor, sadece insanın kendisini istemi dışındaki bir alana çekebilmesi, kontrolü elden bırakması, istediğini yapması veya duyguların içinde kaybolması gibi çok özel kurallara uymak gerekiyor. Bu nedenle insanın ne istiyorsa onun hayalini kurması, kendisini her güzelliğe layık bulması ve rüyalarını gerçekleştirebilmek için uyanması önem taşıyor. İnsan gitmek istediği yere gitmeli, olmak istediğini olmalı, iyi seksi yaşamalı, mükemmel seksi öğrenmeli, çünkü sadece bir hayatı ve bütün yapmak istediklerini yapmak için sadece bir şansı var…
BOŞALMA VE ORGAZMIN GÜCÜ ADINA
İnsan elindekiyle yetinmiyor, daha fazlasını ve mükemmelini istiyor. Oysa mutluluk kapısı kapandığı zaman bir gün mutlaka bir diğeri açılıyor, fakat insan kapalı kapıya o kadar çok bakıyor ki, çoğu zaman yeni açılan kapıyı göremiyor ve yaşam gücü azalıyor. Boşalma ve orgazm ise insanın güç kaynağı olarak biliniyor ve hayatın anlamını içinde barındırıyor, aşk hayatında, iş hayatında, sosyal hayatta, aile ilişkilerinde insanın önünü aydınlatabiliyor. Boşalma ve orgazm yaşayan bir kişi daha enerjik ve canlı hissedebiliyor. Sağlıklı ve mutlu bir seks hayatı için (1) ne hissetmek ne söylemek ne yapmak gerektiğini düşünmek yerine sadece vücudu dinlemek, (2) acele seks yapmak yerine yavaş seks yapmak, (3) sonuca değil sürece odaklanmak, (4) performansa değil dokunuşların büyüsüne kapılmak, (5) finale gitmek yerine yolculuğun tadını çıkarmak, (6) susmak yerine ne istediğini söylemek, (7) monotonluk yerine aşk oyunlarına yer vermek, (8) suçlamak yerine sorumluluk almak, (9) olumsuz şeyleri konuşmak yerine seks konuşmak, (10) aşkı ve seksi bir serüven gibi görmek yerine yaşamının tüm öyküsü olarak görmek gerekiyor. Çünkü doruk noktasına ulaşmak boşalma ve orgazmın bir parçası ama tamamı değil... Boşalma ve orgazm hayat verebiliyor ve bu nedenle yaşanılan boşalma ve orgazm kişinin hayatının sırrı olabiliyor. Bu sırrı keşfetmek, güzel bir cinsel yaşam, yoğun yaşamak, özgür olmak ve tam uyanık bulunmak olarak tarif edilen hayatın anlamına ve amacına ulaşmayı kolaylaştırıyor. Böylece insan hayata nasıl bir anlam veriyorsa, hayatta ona öyle gözüküyor. Boşalma ve orgazmın gücü adına insan; üretici, geliştirici ve sevgi dolu yaşayarak kendi hayatını kurabiliyor ve belirleyebiliyor.
Efsaneye göre Gılgamış, evli bekâr, genç yaşlı demeden tüm kadınları ayartıyormuş. Daha da önemlisi, Gılgamış çapkınlık yaparken, kendine hâkim olamadığını hep dile getirirmiş. Asırlar öncesinde kendini gösteren “çapkınlık dürtüsü”, anlaşıldığı üzere bir “doyumsuzluk” biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Sevilen ve arzulanan kişinin varlığının doygunluk sağlamasının aksine, kadın ya da erkeğin ilgilendiği kişinin hemen arkasından, yeni arayışlara başlamasında “doyumsuzluk” yani “çapkınlık” söz konusu olabiliyor. “Çapkınlık”, kişinin kendi benlik duygusunu yüceltmek için kullandığı en önemli araçların başında geliyor. Dolayısıyla, çapkınların sorunu kendi benlik duygularıyla ilgili olduğundan bir beyin hastalığı olarak algılanıyor.
SOSYAL GELENEK DEĞİL
Binlerce yıl önce yaşanmış hikâyelere ve günümüz çift ilişkilerine baktığımızda, kadın ya da erkek tüm bireylerin evlilik kararlarının, tek eşliliği ya da aldatmayı seçmelerinin temelinde yatan sebebin sosyal gelenekler olmadığı net bir şekilde görülebiliyor. Dolayısıyla, insanların karşı cins tercihleri ve bu tercihlere olan bağlılıkları, karar verme merkezi olan beyin ve duyguları etkileyen hormonlarla alakalı olabiliyor. Düşünme, yargılama, irade, istek, arzu gibi pek çok duygu ve dürtüleri tetikleyen, dizginleyen ve davranış biçimlerini belirleyen beyin merkezleri var... Beynin bazı merkezlerinde yer alan adrenalin, fenilatilamin, vazopressin, noradrenalin, serotonin, dopamin, oksitosin, östrojen, progesteron, testesteron gibi çok özel hormonların içgüdüsel davranışları (annelik ve babalık gibi) tetiklediği gibi ödül beklentisiyle yapılan keşifleri, bağımlılık yaratan sevk verici madde ya da cinsel dürtüleri etkilediği biliniyor.
RESEPTÖRLERLE İLGİLİ
Dolayısıyla salgılanan bazı hormonlar bağımlılık ve şiddetli istek yaratırken, bazı beyin merkezleri baştan çıkarıcı olaylara karşı uyaran hormonların salgılanmasını arttırabiliyor ve baştan çıkarıcı olaylara karşı daha kolay ve keskin bir şekilde odaklanılmasını kolaylaştırabiliyor. Hatta bazı beyin bölgelerinin ve beyin reseptörlerinin normal bir şekilde çalışmaması hem kadın hem de erkekte sadakatsizlik, aldatma ve çapkınlık faaliyetlerini arttırıyor. Dolayısıyla dengesiz çalışan bir beyin bireyin kişisel hayatını etkileyeceği gibi, sosyal çevresini ve ikili ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyebiliyor.
ÖNÜNE GEÇİLEBİLİR Mİ
Bağımlılık ve şiddetli istek yaratan hormonların beyinde ve vücutta artış göstermesinin önüne geçilebilmesi için cinsel davranışlara doğru ve destekleyici yanıtlar verilmesi ve ödüllendirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, çapkınlığı arttıran ve sadakati önleyen kimyasallar beyinde artmaya başlayabiliyor ve kişiyi yeni fırsatlar aramaya teşvik edebiliyor. Diğer bir deyişle, karşı cinsin cinsel dürtülerini reddetmek aldatma, aldatılma, çapkınlık ve sadakatsizlik gibi davranış biçimlerini gerçekleştirmeye iten hormonları aktive edeceğinden, kişinin dikkatinin değişmesine ve ikili ilişkilerdeki bağlarının kopmasına neden olabiliyor. Unutulmamalıdır ki, davranışları yöneten insan beyni her şeye kolaylıkla uyum sağlayabiliyor.
Bu yıl 21.’si düzenlenecek Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’nde, dünyanın en ünlü cinsel tedavi uzmanları, cinsel sorunlarla ilgilenen hekimleri ve psikologları, cinsellik, cinsel işlev sorunları ve yeni tedavi tekniklerine dair her şeyi konuşacak ve cinsel sağlık bilimindeki en son gelişmeleri ve yeni bilgileri katılımcılarla paylaşacak.
KONGREDE NELER VAR?
Kongrenin teması “Seksoloji ve Cinsel İşlev Bozukluklarının Tedavisindeki Gelişmeler” şeklinde belirlenmiş. Seçilen bu tema, başta boşalma ve orgazm bozuklukları, erken boşalma ve iktidarsızlık, ağrılı cinsel ilişki ve cinsel istek sorunları olmak üzere cinsel işlev bozukluklarının tedavileri bakımından yeni yaklaşımların kongrede ayrıntısıyla tartışılmasını sağlayacak gibi görünüyor. Bilindiği üzere Türkiye’de cinsellik hem kadınlar hem erkekler hem çiftler hem de gençlerimiz için hala önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Bununla ters orantılı olarak ülkemizde önemli ölçüde cinsel terapist ve cinsel tedavi uzmanı eksikliği yaşanırken, sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama sahip olmak isteyen çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bu nedenle 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’nin önemi büyük...
* * *
Cinsel sorunların tedavisindeki en büyük engellerden biri multi-disipliner yaklaşım eksikliği... Cinsel sağlık bilimi multi-disipliner olmak zorunda... Psikiyatri, psikoloji, seksoloji, jinekoloji, üroloji, endokrinoloji, halk sağlığı ve aile hekimliği branşlarının bir arada olduğu 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’yle Türkiye’de bir ilk gerçekleştirilecek. Kongrede daha önce hiçbir kongrede konuşulmamış, yeni keşfedilmiş ve paylaşılmayı bekleyen pek çok özel konular ve yeni cinsel tedavi teknikleri katılımcılara ve medyaya sunulacak.
KİMLER KATILIYOR?
Detaylı bilgilerin www.cinselsaglik2014.org adresinden ulaşılabileceği kongrenin Türkiye’de gerçekleşmesi hem Türkiye’nin tanıtımı hem de ekonomik getirileriyle büyük önem taşıyor. Başta, 2009 yılında Amerikan Evlilik ve Aile Terapisi Derneği tarafından “Evlilik ve Aile Terapisi Üstün Katkı” ödülüne layık olan ve 2010 Yılı Aile Psikoloğu seçilen Prof. Dr. Gerald Weeks olmak üzere, Nobel Barış Ödülüne Aday gösterilen Prof. Dr. Vamık Volkan, dünyanın en saygın psikoloji profesörlerinden biri olan Dr. Marita McCabe, cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde uyguladığı kendine özgü teknikleriyle dikkat çeken Dr. Kathryn Hall, Philadelphia İlişkiler Konseyi’nde ve Seks Terapisi Enstitüsü’nde lisansüstü eğitim direktörü, Perelman Tıp Okulu ve Pennsylvania Üniversitesi’nde Psikiyatri alanında klinik doçent olan Dr. Nancy Gambescia, DGSS Başkanı Prof. Dr. Jacob Pastoetter olmak üzere, Prof. Dr. Cengiz Güleç, Prof. Dr. Mehmet Sungur, Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Prof. Dr. Neşe Kocabaşoğlu, Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, Prof. Dr. Remzi Oto, Seksolog Uz. Dr. Akif Poroy, Uz. Dr. Tahir Özakkaş, Prof. Dr. Orhan Derman, Hipnoterapist Uz. Dr. Bülent Uran gibi ülkemizin en seçkin isimleri 21. Cinsel Sağlık Kongresi’nde bir araya geliyor… Bu nedenle dünyanın ilgisini çeken ve gündeminde olan kongre çok dikkat çekeceğe benziyor. 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’ne Almanya’nın ve Avrupa Birliği’nin en saygın gazetelerinden biri olan “Bild Gazetesi” de katılıyor.
günün sözü
Ama ülkemizde hem siyasi krizler hem de seçimler vatandaşın yatağını vuruyor, seks hayatını olumsuz yönde etkiliyor. Araştırmalar, vatandaşlarımızın son siyasi krizlerden ve seçim sürecinden dolayı daha az cinsel ilişkiye girdiklerini, cinsel sorunlar yaşadıklarını ve bir şekilde yatak odalarına siyaseti soktuklarını gözler önüne seriyor.
Yüksek stres düzeyi, gerginlik, endişe hali ve öfke içeren siyaset, başta cinsel isteksizlik olmak üzere birçok cinsel soruna zemin hazırlayabiliyor. Bu nedenle çiftlerin cinsel yaşamlarında siyasetin streslerini bir kenara bırakmayı denemeleri gerekiyor.
Araştırmalar ülkemizde hem 17 Aralık 2013 tarihinde baş gösteren ve ülke ekonomisini derinden etkileyen olayların hem de çok yakında gerçekleşen seçim sürecinin korku, endişe, kaygı ve stres gibi olumsuz duyguların yoğun şekilde hissedilmesine neden olduğunu gösteriyor. Siyasi gerginlikler veya desteklenen partinin başarısızlığı, “Ya ben de başarılı olamazsam!” korkusuna yol açabiliyor, bilinçli ve bilinç dışı çatışmalar oluşturarak, erkek cinsel organının sertleşmesini engelleyip, erken boşalmaya neden olabiliyor, kadınlarda da boşalma ve orgazm sorunları, cinsel isteksizlik veya vajinal kuruluk olarak kendini gösterebiliyor.
NE YAPMAK LAZIM?
Seks yaparken yatağa olumsuz düşüncelerle girmek yerine dokunmanın ve sevişmenin verdiği hazza ve o ana odaklanmak gerekiyor. Zihni kapatarak, gevşeyerek, mutluluk hayallerinin peşinden giderek, güzel fanteziler kurarak, bilinç dışını doğru yönlendirerek nefes ve gevşeme egzersizleri yaparak cinsel sorunların aşılması mümkün olabiliyor. Cinsellik sadece bedenen birleşme değil, rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatı olarak tarif ediliyor. Olumsuz düşüncelerin etkisine kapılarak cinselliği sadece bir birleşme olarak düşünmek yerine yaşanılan ana odaklanarak daha kaliteli ve keyifli bir cinsellik yaşanabiliyor.
GÜZEL HAYALLER KURUN
Güzel hayaller ve cinsel fanteziler kurmak, seks konuşmak, erotik filmler izlemek, erotik romanlar okumak ve olumlu düşünmek, güzele olana odaklanmak, bilinç dışını olumlu etkileyen faktörlerin başında geliyor. Sürekli aynı şeyi hayal etmek ve gerçekleşeceğine inanmak, bilinç dışının, kişi farkında olmadan hayalini gerçekleştirecek planlar ve eylemler yapmasına yardımcı olabiliyor. Kişinin “Artık içimden seks yapmak geliyor” veya “Artık farklı ve keyifli şeyler denemeye hazırım” gibi cümleler sarf etmesi gerekiyor. Bu nedenle olumlu ve güzel hayaller kurulması önce zihni, sonra bedeni kışkırtabiliyor, bilinç dışı bu hayalleri gerçekleştirmek için gizli gizli çalışabiliyor. Çünkü bilinç dışı her neye odaklanırsa onu gerçekleştirme eyleminde oluyor. Ancak gerçekleşmesi imkansız ve sürekli değişen hayallerin peşinden giderek bilinç dışının gücünü boş yere harcamamak gerekiyor. Bilinç dışı her ne kadar teslimiyetçi bir karakteri olsa da, imkansız hayalleri fark edebiliyor ve kişiye yardımcı olamıyor. Dolayısıyla ısrarlı olarak güzel olanı hayal etmek, bilinç dışının bütün arzuları hayata geçirmesini sağlayacak esrarengiz gücünü harekete geçirebiliyor ve ihtiyaç duyulan her şeye, hiç beklenmeyen bir şekilde sahip olunmasını sağlayabiliyor.
GÜNÜN SÖZÜ