Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) evlilik ve ilişki terapistleri tarafından, partnerlerini aldatan kişiler üzerine yapılan bir anket çalışmasında aldatma sebepleri üzerinde duruldu.
300’ü erkek 200’ü ise kadın olan 500 evli yetişkinle hem sanal ortamda hem de yüz yüze yapılan anket çalışmasıyla, bir şekilde geçmişlerinde aldatmayla karşılaşmış kişilerin aldatma yani evlilikte paralel yapı kurma ihtimallerinin yüksek olduğu ortaya çıktı.
Evlilik kurumunun içinde bir şekilde yer alan ama çiftlerden birinin farkında olmadığı gayrimeşru yasak aşk için kullanılan evliliklerde paralel yapı; aldatma, yasak aşk veya sadakatsizlik olarak biliniyor. Paralel aynı düzlem içinde olan ve kesişmeyen, aynı zaman içerisinde gelişen ve aynı özellikleri gösteren olay, yapı ise evlilik kurumu anlamında kullanılıyor.
FARKLILIK GÖSTEREBİLİYOR
Meşru partnere alternatif gayrimeşru bir yapı, evlilik içinde evlilik gibi bir durum. Buna “paralel evlilik” adını veriyoruz. Haz, şiddet ve ihanetin tadıyla bezenmiş bir yasak meyve olan evliliklerdeki paralel yapının tanımı kültürden kültüre veya çiftler arasındaki anlaşmalara göre farklılık gösterebiliyor. Çünkü evliliklerde paralel yapı, duygusal düzeyde, cinsel ilişki düzeyinde veya sanal olarak kurulabiliyor ve kişinin romantizm, zaman ve ilgi gibi duygusal ve bedensel kaynaklarını ilişki dışındaki bir kimseye yöneltmesi şeklinde gerçekleşiyor. Yeni ilişkinin boyutu yüz yüze görüşme ile sosyal paylaşım sitesi facebook ve sohbet sitelerinde kurulan internet ilişkileri, mektup veya telefon aracılığıyla uzaktan görüşme arasında değişebiliyor. Evliliklerde paralel yapı kurmanın birçok sebebi var. Bilinen sebeplere ek olarak CİSED’in yaptığı anket çalışması acı bir gerçeği ortaya çıkarttı.
AİLEDE VARSA ÇOCUĞA DİKKAT
Bir şekilde geçmişlerinde aldatmayla karşılaşmış kişiler yetişkinliklerinde aldatabiliyorlar. CİSED’in evliliklerinde paralel yapı kuran 500 kişi üzerinde yaptığı anket çalışmasına göre aldatan kadınların yüzde 30’unun ve aldatan erkeklerin ise yüzde 50’sinin ebeveynleri aldatmış, aldatan kadınların yüzde 20’si ve aldatan erkeklerin ise yüzde 40’ı ebeveynleri aldatmasa bile geniş ailelerinde aldatmaya şahit olmuş veya duymuş ve aldatan kadınların yüzde 40’ı ve aldatan erkeklerin ise yüzde 60’ı ise ebeveynleri ve yakın aile üyeleri aldatmasa bile çevrelerindeki aldatma hikâyeleriyle büyümüş. Buradan çıkan sonuç; insana ne ekerseniz onu biçiyorsunuz.
BİR YOL KAZASIDIR
Özellikle son birkaç senedir sosyal ağ paylaşım sitelerine (Blogspot, Facebook, Flixster, Fourmspring, Mypace, Path, Siberalem, Twitter, Windows Live, vb.) olan ilginin hızla arttığı gözlemleniyor. Konu teknoloji olunca, internet iletişimi ve internet vasıtasıyla yapılan her şey, masa üstü bilgisayarlarından sonra laptop, cep telefonları, tabletler ve akıllı cihazlarda yapılır hale geldi... Hal böyle olunca, kadın-erkek demeden, her yaştan insan istediği zaman, istediği bilgiye ve kişiye, hatta hiç tanımadığı kişilere dahi rahatlıkla ulaşabiliyor. Ayrıca, teknoloji insan hayatına o denli çok işledi ki, insanlar iş yerlerinde, evlerinde ve girdikleri sosyal ortamlarda ya bilgisayar başında sörf yapıyor ya da son teknoloji telefonlarından sanal âleme akıyor. Bu durum, dış mekânlarda da aynı... Bu nedenle hem insanlar karşı cinsle internet üzerinden görüntülü ve sesli sohbet yapma ihtiyacı duyduğu için gerçek cinsellikten uzak duruyor, hem de sosyal bağın ve özellikle iş ortamının internet ağı üzerinden gerçekleşebilirliğinin artması nedeniyle ikili ilişkiler olması gerektiği gibi olmuyor.
ÇİFT İLİŞKİSİNİ OLUMSUZ ETKİLİYOR
Günümüz koşullarında internet erişiminin olmadığı ev ve iş yeri kalmadı… Bilindiği üzere iş yerlerinde bile haberleşmek, istek bildirmek, tavsiye vermek, veri göndermek, sunum yapmak ve hatta fırça atmak için bile sosyal ağlar (e-mail adresleri, google talk gibi anlık konuşma sağlanabilecek paneller) kullanılıyor. Dolayısıyla, pek çok işveren ve işçi her türlü iletişimlerini internet üzerinden halledebiliyor. Hal böyle olunca, internet erişiminin ve iş yerlerinde uygulanan internet sisteminin verdiği rahatlıkla hem işveren çalışanından evde çalışmasını talep edebiliyor hem de çalışan yetiştiremediği işleri evde yapmayı tercih edebiliyor. Hal böyle olunca çiftlerin hem bireysel hem de cinsel hayatları olumsuz etkileniyor. Dolayısıyla, eve iş getirmek, belki de tek yüz yüze iletişim sağlanan ortak alanını istila ediyor. Bu durum da, günün özlemini giderebilecek kadar birbirine zaman ayıramayan, ortak alanda farklı köşelerde sessiz sedasız oturmak zorunda kalan ve yatma vakti geldiğinde yalnızlığa mahkum kalan çiftlerin artmasına, bireysel ilişkilerin ve cinselliğin ikinci hatta üçüncü sıraya atılmasına neden oluyor.
GERÇEĞİ VARKEN SANAL OLANI TERCİH ETMEYİN
Sanal âlemde flört etmenin sınırlarını çizmek oldukça zor... Genellikle bir oyun gibi başlayan yazışmalar daha sonra tutkulu birer ilişkiye dönüşebiliyor. Bireyler yolunda giden ilişkileri olsa bile, zamanla kendilerini sanal ortamdaki cazibeli duruma kaptırabiliyor. Sevgiliden ya da eşten zaman çalınarak, çeşitli bahanelerle sosyal paylaşım ağlarına girilmeye çalışılması ilişkilerde sorunlar yaşanmasına ortam hazırlıyor. Cinsellik sevgi, saygı güvenin paylaşıldığı, dokunmanın verdiği hazların yaşandığı ve ancak ruh, zihin ve beden bütünlüğünde yaşanıldığında sağlıklı olan bir eylem... Oysa sanal seks bu bütünlüğü sağlayamıyor, kişiyi paylaşmanın verdiği hazlardan yoksun bırakıyor ve yalnızlaştırıyor. Dolayısıyla, cinselliği tüm boyutlarından soyutlayıp sadece zevki ön plana alan ve mekanikleştiren sanal seks dünyasına alışmış bir kişi, gerçek yaşamda cinsellikte sorunlarla karşılaşabiliyor. Çünkü sanal seks sonrası, gerçek yaşamda fanteziler daha zor paylaşılıyor, cinsel beklentilerin sadece sanal ortamdaki gibi olacağına inanılıyor. Bu nedenle zamanla sanal ortamda yaşanılan cinselliğin verdiği haz, partnerden alınmaz bir hale geliyor. Bunu biraz daha açacak olursak, kişinin sanal sekste mastürbasyonla boşalması, gerçek yaşamda partneri tarafından yapılan uyaranlara cevap vermesini zorlaştırıyor ve cinsel işlev bozukluklarına zemin hazırlıyor.
NE YAPMAK GEREKİYOR
İş ve ev yani çalışma hayatıyla özel hayat arasındaki farkı anlayabilmek için iyi bir zaman yönetimine ihtiyaç var... Eve iş getirmemek, partnerler arası iletişimi ve cinsel ilişkiyi iyileştirebilmek için olduğu kadar beynin rahatlayabilmesi ve vücutta oluşan stresin boşalabilmesi için de bir hayli önemli... Özellikle ev ortamına ayak basıldığında, akıllı telefonları kafesine kapatmak, laptop ve tabletleri rafa kaldırmak, sanal alemden uzak durabilmek için önemli bir adım... İkinci adım ise gün boyu mahrum kalınan aile ya da partner ilişkilerine yeterince zaman ayırabilmek için ortak yapılabilecekler listesi (zeka oyunları oynamak, film izlemek, müzik dinlemek, sohbet etmek, sosyalleşmek vb.) hazırlamak olmalı. Böylece geç saatlere kadar olan yalnızlaşma son bulabiliyor ve çiftler ruhu ve bedeni paylaşabilme sanatı olan cinselliği doyasıya yaşayabiliyor. Sosyal ağların kullanımının yaygınlaşması sonucu ortaya çıkan “sanal seks” uygulamasının önüne geçebilmenin üçüncü yolu ise, ev ortamında internet kullanımının sınırlandırılması ve çift odaklı aktivitelerin arttırılması... Aksi takdirde sanal alem bağımlılığı başlayabiliyor.
GÜNÜN SÖZÜ
Bağışlamak ve acıdan kurtulmak demek olan affetmek; öfke, intikam, kin, hayal kırıklığı, ve cezalandırma gibi olumsuz tepkilerin yerine koşulsuz sevgi, şefkat, merhamet, empati ve cömertlik gibi olumlu sonuçlara yol açabilecek tepkilerin isteyerek ve bilinçli olarak geliştirilmesi için çaba göstermek şeklinde tanımlanıyor. Affetmek sevginin her şeye rağmen verilmesini sağlıyor ve sevgi verip sevgi almayı kolaylaştırıyor. Yakın bir ilişkide kalp kapalı kalınca atışları zayıflıyor. Bu nedenle insanların birbirlerine kalplerini açabilmeleri ve bir yaşam boyu sürecek aşka sahip olabilmeleri için gerekli en önemli becerilerden biri affetmek olarak biliniyor. Çiftler birbirlerinin hatalarını affettiklerinde sadece sevmekte birbirlerini özgür bırakmakla kalmıyorlar, aynı zamanda, hem birbirlerini hem de kendilerini olduğu gibi kabul edebiliyorlar, kendi kusurlarını da affedebiliyorlar.
HERKES BİRBİRİNİ SUÇLUYOR
Affetmek, insanın kendisine olan saygısını arttırıyor, depresyona karşı insanı koruyor, romantik ilişkilerde, evliliklerde, toplumsal yaşamda ve siyasette gerilimi azaltıyor. Toplumun çivisi çıktı, âdete herkes birbirini suçluyor. Bu nedenle ülkemizde affetmek ve affetmeye hazır olunup olunmadığını test etmek için yapılan araştırmalar son yıllarda hızla artış gösteriyor. Günümüzde affetmeyi anlamak için psikoterapistler çeşitli öneriler ileri sürüyor. Bu öneriler genel olarak insanların ruhsal ve bedensel sağlığı ve yakın ilişkilerinde huzuru bulabilmeleri için affetmenin önemli ve gerekli olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye Psikoterapi ve Psikoterapistler Derneği (PSİKODER) terapistleri tarafından yapılan bir araştırmada, insanların affetmeye hazır olup olmadıkları test edildi. Testi uygulayanlar kendilerini ve başkalarını affetmeye hazır olup olmadıklarını keşfetti. Testin yarattığı farkındalıkla olumsuz düşünceleri fark etmek, empati kurabilmek ve alternatif düşünceler geliştirebilmek gibi bazı beceriler geliştirilebiliyor ve affetme eğilimleri olumlu düzeyde arttırılabiliyor. Yani, affetme eğilimi çeşitli farkındalık testleri ve bilgilendirmeyle olumlu yönde ilerleyebiliyor.
HAZIR OLUP OLMADIĞINIZI TEST EDİN
Affetmeye hazır olup olmadığınızı anlamak için, aşağıda sıralanan cümleleri size en uygun olan seçenek ile doldurmaya çalışın. Sizin için hazırladığım doldurmalı cümlelerden oluşan testimi okumadan önce, affetmenin imkânsız olduğu durumları şöyle bir düşünün. Bu cümleleri doldururken, sizi üzen, canınızı acıtan veya yaralayan kişi veya kişilerin karşınızda durduğunu hayal etmenizde fayda var. Lütfen yanıtlarınızda olabildiğince dürüst ve samimi olunuz.
1-Olanlar
(a) Senin suçun, ben masumum.
Hafif, orta veya ağır nöbetlerin görüldüğü depresif nöbet, bir duygudurum bozukluğu olarak biliniyor. Depresif nöbet bozukluğunda, duygu durum çökmesi, enerji azlığı, fiziksel aktivitelerde azalma, haz alma kapasitesinde düşme, ilgi ve konsantrasyon kaybı, iştah kaybı, kayda değer bir yorgunluk, cinsel istekte azalma, olağan zamandan sabahları saatler önce uyanma gibi uyku bozuklukları, sabahları daha çok kötüleşen depresyon hali, kendine güvende azalma ve iştah azalması sık görülüyor. Bazı suçluluk fikirleri veya değersizlik düşünceleri sık bulunuyor. Duygudurum çöküntüsü günden güne küçük değişiklikler gösteriyor. Olaylara cevapsız kalınıyor. Gurur ve özgüven hemen hemen her zaman azalıyor ve en hafif şekillerinde bile kişide çoğu zaman kendini suçlu ve değersiz görme gibi fikirler oluşuyor. Çökkün ruh hali günden güne çok az değişiklik gösteriyor.
BİRÇOK TİPİ VAR
Hafif depresif nöbette, yukarıdaki belirtilerin iki veya üçünden fazlası o anda genellikle oluyor. Kişi genellikle bu belirtilerden dert yanıyor ama aktivitelerini sürdürebiliyor. Orta depresif nöbette, yukarıdaki belirtilerden dört veya daha fazlası tabloya eşlik ediyor. Kişi olağan aktivitelerini sürdürmede zorlanıyor. Psikotik belirtisiz ağır depresif nöbette, ağır belirti veren depresyon nöbetleri belirgin oluyor. Çok sıkıntıda olan kişide kendine güven kaybı tipik olarak ortaya çıkıyor.
İNTİHARA SÜRÜKLEYEBİLİR
Değersizlik ve suçluluk hissi tabloya eşlik ediyor. İntihar düşüncesi ve eylemleri sıkça görülüyor. Ruhsal zorlanmaya tepki olarak, olağan bedensel duyumlara olağandışı duyarlılık olarak ya da yalnızca kültürel bir ifade tarzı olarak somatik belirtiler (Karın ağrısı, baş dönmesi, sırt ağrısı, bayılma nöbetleri, nefes darlığı, kabızlık ya da ishal, vb.) ortaya çıkar.
Psikotik belirtili ağır depresif nöbette, yukarıdaki tabloya ek olarak hallusinasyonlar (Ruhsal bozukluklarda sıklıkla karşılaşılan bir durum olan varsanı, bir his organını uyaran hiçbir nesne veya uyarıcı olmaksızın, alınan bir sanının varlığına inanma durumudur.), hezeyanlar (Saçma sapan konuşma, saçmalama.), psikomotor gerilik (Fiziksel yapıda ve sinir kas işlevlerinde bozulma) tabloya hâkim olabiliyor. Bu durumdaki kişi, istirahat halinde bilinçsiz oluyor.
MÜCADELE YÖNTEMLERİ
Bir erkek için ilgi göstermeyi öğrenmek ne kadar zorsa, bir kadın için de güvenmeyi öğrenmek o kadar zor. İlişki ve evliliklerin mutlulukla beslenebilmesi için hayata geçirilmesi gereken sekiz temel duygusal gereksinim bulunuyor.
KOŞULSUZCA KABULLENİN
Kabul etme duygusu minnet duyma duygusuyla birlikte gelişiyor. Bir kişiyi olduğu gibi ve koşulsuzca kabul etmek, dünyanın en değerli armağanlarının başında geliyor. Karşı tarafta yeterlilik hissinin gelişmesine yardımcı oluyor.
İLGİNİZİ DAVRANIŞLARINIZLA GÖSTERİN
Yüreklerin en çok susadığı duygu koşulsuz sevgi ve çıkarsız sevmek... Birleştirici, paylaştırıcı ve bir araya toplayıcı bir yaklaşım olan koşulsuz sevgi; sevgilerin en güzeli ve en gerçeği olarak biliniyor ve çiftin birbirinin iyi taraflarını da kötü taraflarını da sevmesi ve olduğu gibi kabul etmesi olarak tarif ediliyor. İlgi duymak partnerin iyiliği ve mutluluğu için endişelenmeyi, onu değerli ve çok özel görmeyi de içeriyor.
“SEN” MERKEZLİ OLUN
Partner ilişkilerindeki görüş ve inanış etmenlerinin etkisiyle beliren düşünüş biçimi ve zihniyet olarak tarif edilen anlayış, ‘hoş görme ve hâlden anlama’ olarak anlam kazanıyor. Çift birbirinin yerine kendini koyduğunda, olaylara onun bakış açısıyla bakmaya çalıştığında anlayışlı olmanın ilk adımını atmış oluyor. Gülümseyerek ve yumuşak bir ses tonuyla çift birbirini anlamaya çalıştığında, koşulsuzca sevdiğini ve kabul ettiğini gösterdiğinde düşünce ve duygu kanallarını açabiliyor, empati kurabiliyor. ‘Ben’ merkezli değil de ’sen’ merkezli bakış açısı ortaya konulabiliyor. Anlayışlı olan bu yaklaşımla herhangi bir sözün, duygunun ya da durumun anlamı daha derin hissedilebiliyor. Çift birbirini anlayarak dünyayı bir başkasının görüş açısından değerlendirebiliyor.
SABIR VE NEZAKET GÖSTERİN
Duygusal, davranışsal, bedensel ve zihinsel bir takım değişikliklerle kendisini gösteren depresyonun en belirgin özellikleri arasında, hayattan keyif alamama, kendini değersiz, yetersiz ve çaresiz hissetme, iştah bozuklukları ve uyku sorunları yaşama yer alıyor. Erken teşhis edilemeyerek ya da önemsenmeyerek bir terapiste başvurulmadığı takdirde, kronik yorgunluk, halsizlik, sessiz kalma ve ağlama nöbetleri tabloya eklenebiliyor. Ama bazen bu belirtiler görülmeyebiliyor. Terapistler buna “maskeli depresyon”, “bedenselleşmiş depresyon” veya “örtük depresyon” adını veriyor. Yani kişi gerçekte bedensel bir hastalığı olmadığı halde fiziksel rahatsızlıklar ve ağrı çekiyorsa maskeli depresyonda olabiliyor.
NASIL BELLİ EDİYOR
İnsan bedenen sağlıklı olduğu halde, kendini hasta hissedip bir hastalığın tüm ağrılarını çekebilir mi? Yani gerçekte fiziksel bir hastalığı olmadığı halde, fiziksel yakınmalarla hastaneye başvurabilir mi? Evet, böyle bir tablo olabiliyor. Özellikle öfkesini bastıran kişilerde görülen maskeli depresyon normal depresyondan farklı olarak ruhsal sıkıntılar yerine fiziksel belirtilerle kendini gösteriyor. Örneğin kronik bel veya baş ağrısı, mide ve bağırsak ile sıkıntılar (ishal, kabızlık, şişkinlik, gaz), baş dönmesi, başta ağırlık gibi baş bölgesi ile sıkıntılar, nefes darlığı, nefesin yetmemesi, kalpte sıkışma, kalp atışlarının hızlanması, kaslarda ve eklemlerde ağrı olabiliyor. Bu şekilde kendini gösteren bedensel sıkıntıların altında ruhsal problemlerin yatabiliyor. Maskeli depresyonda beyindeki seratonin salınımı azalıyor, bu nedenle kişi kendini mutsuz, halsiz, çaresiz ve değersiz hissetmeye başlıyor. Seratonin hormonu ağrı kesici özelliği var. Seratonin salınımı azaldığı zaman insanların ağrıları artıyor. Maskeli depresyondaki ağrılar bununla ilgili.
NASIL ANLAŞILIYOR?
Kadınlarda erkeklere göre daha çok yaşanan maskeli depresyon daha çok orta yaş ve ileri yaşlarda daha sık görülüyor. Maskeli depresyona sahip kişiler genellikle fiziksel şikâyetleri için hekime başvuruyor ve ilaç tedavisine alınıyor ama depresyonda oldukları anlaşılamıyor. Hekimler vücudun çeşitli yerlerindeki ağrı ve sızılardan dolayı depresyon tanısını koyamadığı gibi ruhsal bir sorun olduğunu da fark edemiyor. Eğer hekim fiziksel şikâyetleri açıklayacak bir durum tespit edemezse ve maskeli depresyon konusunda bilgiliyse, kişiye ruh haliyle ve kendini nasıl hissettiğiyle ilgili sorular sorabiliyorsa, onun maskeli depresyonda olduğu anlayabiliyor ve bir terapiste veya psikiyatri uzmanına sevk edebiliyor. Ancak çoğu zaman fiziksel belirtilerin ön planda olduğu maskeli depresyonda kişi depresyona girdiği bilincine sahip olamıyor. Fiziksel belirtiler özellikle sabah saatlerinde ortaya çıkmakla birlikte, kişide genel bir yorgunluk hali ve keyifsizlik olarak görülüyor. Diğer depresyon çeşitlerinin aksine, maskeli depresyon kişinin sosyal çevresinden uzaklaşmasına, ikili ilişkilerinde sorun yaşamasına ve yalnızlaşmasına neden olmuyor. Bu nedenle tanı koymak zor oluyor.
TEDAVİ EDİLEBİLİYOR MU?
Kişinin kendine zarar vermesi ve intihara kalkışması gibi olumsuz sonuçlara meyil hazırlayabilecek kadar tehlikeli ve ciddiye alınması gereken bir depresyon çeşidi olan maskeli depresyonda “farkındalık ile erken teşhis” bir hayli önem taşıyor. Maskeli depresyonun tedavisinde, diğer depresyon türlerinde uygulanan tedavi teknikleri kullanılıyor. Terapistler tarafından tedavi edilen maskeli depresyonla başa çıkabilme yolunda ilk hedef, kişinin hayatında ve özellikle ikili ilişkilerinde nelerin eksikliğini hissettiğini bulmaya yönelik oluyor. Bu süreçte kişinin kendisi kadar ikili ilişkileri (cinsel hayatı, davranım biçimi ve iletişimi) de önem taşıyor. Çünkü istemsiz olarak maskelenmeye çalışılan depresyon ikili ilişkilerdeki davranış, tutum ve iletişim değişiklikleri ile daha rahat ortaya çıkabiliyor. İkinci olarak ise depresyonun kişinin hayatına ne kadar girdiği bulunmaya çalışılıyor. Kişi ikili ilişkilerini, ev ve iş hayatını sürdüremeyecek durumda ise ve ağlama nöbetleri oluyorsa psikiyatri uzmanına yönlendirilerek ilaç tedavisine başlanıyor. Psikoterapi ve ilaç tedavisi ile kişinin kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olunuyor. Maskeli depresyonun ne kadar zamandır olduğu, kişinin entelektüel yeteneği ve yaşı, cinsiyeti veya çalışıyor olup olmadığı terapinin süresini belirliyor.
İlişkilerde uyumu ve mutluluğu yakalamak, zamanla sevgiye dönüşen aşkı devam ettirmek için çok önemli! Bunun için sekiz temel duygusal gereksinimin ya da yaklaşımın ilişkilerde hayata geçirilmesi gerekiyor: “Koşulsuz sevgi, ilgi, anlayış, saygı, takdir, kabullenme, güvenme ve sabır.”
KOŞULSUZ SEVGİ
Yüreklerin en çok susadığı duygu olan koşulsuz sevgi, çıkarsız sevmek olarak biliniyor. Kişinin yapacağı uygun davranışlar karşılığında verilen bir sevgi olmuyor, karşılıksız, hesapsız bir sevgiyi tarif ediyor. Bu nedenle bağlayıcı, birleştirici, paylaştırıcı ve bir araya toplayıcı bir yaklaşım olan koşulsuz sevgi, sevgilerin en güzelini, en gerçeğini, çiftin birbirinin iyi taraflarını da kötü taraflarını da sevmesini, olduğu gibi kabul etmesini ifade ediyor.
İLGİ
Dikkati öncelikle belirli birşey üzerinde toplama eğilimi olarak tarif edilen ilgi, çiftin birbirine yakınlık duyması, birbirlerinden ve birlikte yaptıkları etkinlerden hoşlanması ve birbirlerine öncelik tanımaları eğilimi olarak biliniyor. Bu nedenle ilgi duymak partnerin iyiliği ve mutluluğu için endişelenmeyi, onu değerli ve çok özel görmeyi de içeriyor.
ANLAYIŞ
Partner ilişkilerindeki görüş ve inanış etmenlerinin etkisiyle beliren düşünüş biçimi ve zihniyet olarak tarif edilen anlayış, “hoş görme ve hâlden anlama” olarak anlam kazanıyor. İnsan ilişkilerinin temelini sağlıklı iletişim oluşturuyor. Bu iletişimi daha doğrusu ilişkileri geliştirmek, iyileştirmek, barış ve huzur getirmesi için yönlendirmek şansına sahip olan da yine çiftin kendisi… Bu şansı doğru ve bilinçli bir şekilde ve iyi kullanmak, çiftin birbirine anlayışla davranması, “anlayış ve hoşgörü” kavramlarına günlük yaşamda ve özellikle çatışma hallerinde kurtarıcı unsur olarak dört elle sarılmak, sorunsuz iletişimin en kestirme yolu olarak biliniyor. Çift birbirinin yerine kendini koyduğunda, olaylara onun bakış açısıyla bakmaya çalıştığında anlayışlı olmanın ilk adımını atmış oluyor. Çift “Partnerimin duyguları nasıl?”, “Bugüne kadar yaşadıklarından nasıl etkilendi?” gibi soruların yanıtını bulmaya çalıştığında, birbirleri hakkında düşünmeye başladığında da ikinci adım atılmış oluyor. Son adım ise tüm bunları çiftin birbirine hissettirilmesinde yatıyor. Gülümseyerek ve yumuşak bir ses tonuyla çift birbirini anlamaya çalıştığında, koşulsuzca sevdiğini ve kabul ettiğini gösterdiğinde düşünce ve duygu kanallarını açabiliyor, empati kurabiliyor, “ben” merkezli değil de “sen” merkezli bakış açısını ortaya koyabiliyor. Anlayışlı olan bu yaklaşımla herhangi bir sözün, duygunun ya da durumun anlamı daha derin hissedilebiliyor. Çift birbirini anlayarak dünyayı bir başkasının görüş açısından değerlendirebiliyor. Bu nedenle anlayışlı yaklaşım adeta, “Seni yargılamadan önce, senin ayakkabılarınla yürüyeceğim!” anlamına geliyor.
Diğer yandan, vajinismuz tedavisi sırasında pek çok kadın mağdur ediliyor. Vajinismus tedavisi adı altında çiftler, doktor kontrolünde ilişkiye zorlanıyor, bu doğru değil. Bu yöntem bir çeşit tecavüz. Cinsellikte, kadın ve erkeğin hazzı esas olmalı.
Vajinismuslu çiftler süre uzadıkça çevreden gelen yoğun bir çocuk baskısı ile karşılaşıyorlar ve alternatif çözüm yolları aramaya başlıyorlar. Anne olmak isteyen vajinismuslu kadınlara tüp bebek tedavisini önermiyoruz. Çünkü bu, tedavinin imkânsızlığını kabullenmek anlamına geliyor ve çoğu zaman çocuk sahibi olmak da çiftin kendini mutlu hissetmesine yetmiyor.
İKİ AŞAMALI TEDAVİ
Çok ama çok düşük oranda da olsa vajinismusun fiziksel bir nedeni olabiliyor. Bu nedenle kadının mutlaka cinsel terapi öncesi bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına görünmesi gerekiyor. Vajinismusu mekanik olarak çözmek yetmiyor. Çifte, sağlıklı bir cinsel hayat sunmak için tedavide iki aşama izleniyor. Birinci aşamada, cinsel birleşmenin olması hedefleniyor. İkinci aşamada ise cinsel ilişkiden zevk alma teknikleri öğretiliyor.
Kadına verilen sakinleştirici ilaç ve kremlerle çifti, hekimin gözetiminde cinsel ilişkiye zorlamak, tıbbi etiği ihlal ettiği için kınanmış bir tedavi. Yurtdışında cinsel terapistin veya doktorun gözü önünde cinsel ilişkiye girebileceğiniz özel cinsel tedavi merkezleri var. Ama burası Türkiye... Türk hekimlerinin ve cinsel terapistlerinin kendi toplumsal yapısına, örf ve adetlerine uygun tedavi yöntemlerini tercih etmeleri gerekiyor. Aksi durumlarda tedaviye muhtaç insanlar ve cinsel sağlık bilimi de zarar görebiliyor.
İSTEĞİ AZALTIYOR
Lokal uyuşturucu kremler ve pomatların ilişki öncesi vajinaya sürülerek kullanılması, kadınların bilinçdışı korkularını ortadan kaldırmadığı için yararsız… Kadının cinsel ilişki öncesi fazla alkol alması, kişinin bilincini kaybetmesine yol açtığından bir işe yaramıyor. Cinsel ilişki öncesi alınan sakinleştirici ilaçlar, cinsel isteği azalttığı için normalde de tavsiye edilmiyor. İlişki öncesi vajinaya buhar tutulması, sıcak su banyosu, ağrı kesici ve sıkıntı giderici ilaçların birlikte kullanılması sadece cinsel birleşme korkusu yaşayan kişilerde, bazen işe yarayan veya geçici çözüm yöntemleri. .
PSİKOLOJİK NEDENLER