Cinsellik sadece arada bir yapılması zorunlu bir alışkanlık veya görev haline geldiyse ve zamanla birbirinizden soğumaya başladıysanız, çift olarak cinsel isteksizlik sorunuyla karşı karşıyasınız demektir. Uzun süreli ilişkilerin en büyük sorunlarından biri olan cinsel isteksizliğin birçok nedeni olabilir. Birlikteliklerde erkeklerin kadın algılayışına yönelik hatalı tutumları, sonunda kadınlarda cinsel soğukluk adı verilen bir süreci başlatabilir.
Kadınlar kutsal anneyi oynamak, orgazm taklidi yapmak, ilişkideki gizemi kaybetmek, eşin erotik film veya porno izleme isteğini aşağılamak, ilişki sırasında sessiz kalmak, seksi amaçlar için kullanmak gibi tipik hatalarının yanında erkekler de tıpkı kadınlar gibi kendilerine özgü birtakım yanlışları ilişkilerde tekrarlarlar. Peki, bunun sonu nereye varıyor?
KADIN SOĞUYOR
Cinsel soğukluk veya cinsel isteksizlik, cinsel eylem yetisinin sağlam olmasına karşın cinsel etkinlik ile ilgili isteğin olmamasıdır. Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması ya da hiç olmamasıdır. Tanının konabilmesi için cinsel terapistin, hastanın yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevlerini etkileyen etkenleri göz önünde bulundurarak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varması gerekir. Gerçekten de azalmış cinsel isteği değerlendirmek, kültürel, sosyal, dini, psikolojik ve bedensel bir dizi etkenle son derece karmaşık bir etkileşim içerisinde olması nedeniyle ciddi güçlükler içerir. Bunu tanımlamanın bir koşulu da bu alanda deneyimli olmayı gerektirir. Kadınlarda cinsel duyguların azalması ya da tamamen yok olması, partnere karşı duyulan cinsel çekiciliğin kaybedilmesi şeklinde tarif edilir. Cinsel soğukluk, sonunda orgazma ulaşamamaya ve cinsel birleşmeden tamamen kaçmaya kadar varabilir.
Dünyada her yıl yaklaşık 4 milyon insan AIDS nedeniyle hayatını kaybediyor. Elde edilen son verilere göre dünyada HIV virüsü taşıyanların sayısı 50 milyona yaklaşıyor. Dünya çapında sürdürülen yoğun bilinçlendirme kampanyalarına rağmen her gün AIDS‘e yakalananların sayısı hızla artıyor.
NASIL BULAŞIYOR?
AIDS hastalığına yakalanmanın tek yolu HIV olarak adlandırılan virüsün bulaşması... Bu virüsün bulaşması için de yaygın olan iki yol var, virüs taşıyıcısı ya da AIDS hastası biriyle vajinal, anal ya da oral yoldan cinsel ilişkide bulunmak ve virüs taşıyıcısı ya da AIDS hastası biriyle aynı enjektör iğnesini kullanmak... Yaygın olan bu yolların dışında virüs taşıyıcısı kadının hamile kalıp doğum sırasında veya emzirme sırasında sütüyle bebeğine bulaştırması, virüs taşıyan kanın sağlam bir kişiye verilmesiyle veya kandan üretilen bazı ürünlerin kullanılmasıyla da bulaşmalar görülebiliyor.
GRİP GİBİ BULAŞMAZ
HIV virüsü nezle grip gibi aksırık ya da öksürükle bulaşmıyor. İş yerinde, evde ya da toplu yerlerde birarada bulunmakla bulaşmıyor. Yıkanmadan bile olsa aynı giysileri giymekle, telefon ahizesiyle, aynı tuvaleti kullanmakla, bardak, çatal, kaşıkla geçmiyor. Sivrisinek ısırması da risk değil... Aynı şekilde bit, pire gibi haşerelerle de bulaşmıyor. Sosyal öpüşmeler de tehlike değil...
SADECE EŞCİNSEL HASTALIĞI DEĞİL
Birçok insan AIDS’e neden olan HIV virüsünün hayat kadınlarında, uyuşturucu kullananlarda, eşcinsellerde bulunduğunu ve kendisine bulaşmayacağını sanıyor, kesin tedavisi olmayan AIDS’in sadece eşcinsel bireylerin hastalığı olduğunu düşünüyor. Oysa AIDS belirli bir sosyal grubun hastalığı değil... HIV virüsü cins, ırk, renk, din, yaş farkı gözetmeden herkese bulaşabiliyor. Birçok kişi korunmasız cinsel ilişkiden üç ay sonra Anti HIV Testi yaptırmak zorunda olmasına rağmen, AIDS’in sadece eşcinsellerin hastalığı olduğunu düşündüğü için test yaptırmak istemiyor, bu durum HIV virüsünün bulaşmasını yaygınlaştırıyor. Bunun sebebi eğitimsizlik...
EĞİTİM ŞART
NASIL BULAŞIYOR?
AIDS hastalığına yakalanmanın tek yolu HIV olarak adlandırılan virüsün bulaşması... Bu virüsün bulaşması için de yaygın olan iki yol var, virüs taşıyıcısı ya da AIDS hastası biriyle vajinal, anal ya da oral yoldan cinsel ilişkide bulunmak ve virüs taşıyıcısı ya da AIDS hastası biriyle aynı enjektör iğnesini kullanmak... Yaygın olan bu yolların dışında virüs taşıyıcısı kadının hamile kalıp doğum sırasında veya emzirme sırasında sütüyle bebeğine bulaştırması, virüs taşıyan kanın sağlam bir kişiye verilmesiyle veya kandan üretilen bazı ürünlerin kullanılmasıyla da bulaşmalar görülebiliyor.
HIV VİRÜSÜ NEZLE GRİP GİBİ AKSIRIK YA DA ÖKSÜRÜKLE BULAŞMAZ...
HIV virüsü nezle grip gibi aksırık ya da öksürükle bulaşmıyor. İş yerinde, evde ya da toplu yerlerde bir arada bulunmakla bulaşmıyor. Yıkanmadan bile olsa aynı giysileri giymekle, telefon ahizesiyle, aynı tuvaleti kullanmakla, bardak, çatal, kaşıkla geçmiyor. Sivrisinek ısırması da risk değil... Aynı şekilde bit, pire gibi haşerelerle de bulaşmıyor. Sosyal öpüşmeler de tehlike değil...
SERTLEŞME SORUNU NEDİR?
Erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluklarının başında gelen sertleşme sorunu, erkeğin üç ayı aşkın bir süre, cinsellikle ilgili arzu duymasına rağmen, cinsel birleşme için gerekli sertleşmeyi sağlayamaması veya sürdürememesi durumu olarak biliniyor. Aşağıdaki durumları yaşayan her erkek sertleşme fonksiyonunda bir değişim meydana fark edebiliyor: (1) Cinsel birleşme için gerekli olan sertliği sağlayamama, (2) elde edilen sertliği sürdürememe, (3) cinsel birleşme için yeterli olan ancak eskiye göre daha zayıf algılanan sertleşme ve (4) sertleşebilme veya sertliği koruyabilmeye olan güvenin azalması... Erkeklerin fiziksel olduğu kadar cinsel sağlığını ve partner ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyebilen ve damar hastalıklarından hormonsal bozukluklara, yaşlılıktan sinirsel durumlara, geçirilmiş cerrahi müdahalelerden psikolojik faktörlere kadar hemen hemen pek çok risk faktörünün neden olabildiği sertleşme bozukluklarının, bir diğer ve günümüzde en çok rastlanan nedenlerinden biri de, tüketilen ağır ve yağlı yiyecekler...
PENİS NASIL SERTLEŞİYOR...
Penis içerisinde süngere benzeyen bir yapı var... Sünger nasıl suyu içine çekerek emerse, penisteki süngere benzer yapı da içinde bulunan damarlardan kan çekerek şişiyor, penis sertleşiyor ve yukarı doğru kalkıyor. Peniste sertleşme üç etkene bağlı olarak oluşuyor. (1) İlki doğrudan doğruya penisin baş kısmına ve penisin çevresine yapılacak dokunmalar beyne iletiliyor, bunun sonucunda bir refleks hareket ile kan penisteki sünger dokuya akıyor ve penisin sertleşmesini sağlıyor. (2) İkinci olarak erotik film izleme veya cinsel fantezi kurma gibi duygusal heyecanlanma sonucu sertleşmede, doğrudan doğruya beyin sertleşme emrini veriyor. (3) Üçüncü olarak idrar torbasının dolu olmasıyla refleks hareketi şeklinde görülen sertleşmelere ise sabah erken saatlerde rastlanıyor. Yani penisin sertleşmesi fiziksel ve psikolojik nedenlere dayandığı gibi duygusal yaşantılarla da ilişkili olabiliyor. Ancak penis cinsel uyarı ve boşalma anında en sert halini alıyor.
Yaşarken herkes kendi yanıtını bulmaya çalışıyor ve ancak ölümle gerçekten bu soru yanıtlanabiliyor. Daha fazla güç, servet, seks, aşk, çikolata, futbol, entelektüel tartışmalar ya da günü yaşamak ilk akla gelen yanıtlar oluyor. Hayatın anlamını bazen mutluluk, sevgi ve erdem gibi kavram ve değerleri yorumlayan felsefede, Shakespeare'in tiyatral karakterlerinde, Wittgenstein'ın dil oyunlarında,Schopenhauer'un istenç kavramında, Heidegger'in hiç tartışmalarında, Sartre'nin endişe tarifinde, Samuel Beckett'in belki yaklaşımında veya Freud'un bilinçdışı tanımında, bazen de seks hayatında aramak gerekiyor. Çünkü yaşamak ve seks bir sanattır ve bu sanat bir insanın yapabileceği en önemli, en zor ve en çetrefilli sanat türü olarak biliniyor. Çoğu zaman bu sanatın özel araç ve gereçleri bulunmuyor, onun tek aracı insanın kendisi ve potansiyel güçleri oluyor.
SEKSİN VE AŞKIN GİZEMİ…
Yaşama sanatının içinde insan, seks ile var oluyor, seks ile varlığını devam ettiriyor, seks ile neslinin devamını sağlıyor yani hem sanatçı hem de sanatçının ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda insanın yolundaki en büyük engellerin başında endişe, korku, kaygı, çekinme, suçluluk ve günahkârlık duyguları geliyor. Bu nedenle birçok çift yaşamlarının en mahrem ve gizli bölümü olan cinsel işlev sorunlarını başkalarına açmaktan ve bir cinsel terapiste anlatmaktan çekiniyorlar. Oysa insan seks ve aşk yaşantısı sağlıklı ve mutlu olduğunda hayatın anlamını keşfedebiliyor, yaşamdan zevk alabiliyor ve mükemmel birer insan olmak yoluna ilerleyebiliyor. Bu nedenle silgi kullanmadan resim çizme sanatı olan yaşam, seksten ibaret olmasa bile, insanca, güzel ve sağlıklı yaşamanın temeli seks yaşantısına dayanıyor ve seksin ve aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyük yaşanıyor. Bu nedenle aşktan ve seksten korkmak, yaşamdan korkmak anlamını ortaya çıkartıyor ve yaşamdan korkmak ise şimdiden üç kez ölmüş olmak manasına geliyor.
İYİ SEKS VE MÜKEMMEL SEKS…
“İyi seks” içgüdüsel olarak biliniyor, insan zihnini kapatabilse, rahat olabilse ve kaslarını gevşetip, dokunuşlara odaklanabilse, bunu başarabiliyor. “Mükemmel seks” ise öğrenilebiliyor. İyi seksin çoğu zaman daha güzel görünmekle ya da performansla alakası olmuyor, sadece insanın kendisini istemi dışındaki bir alana çekebilmesi, kontrolü elden bırakması, istediğini yapmasıveya duyguların içinde kaybolması gibi çok özel kurallara uymak gerekiyor. Bu nedenle insanın ne istiyorsa onun hayalini kurması, kendisini her güzelliğe layık bulması ve rüyalarını gerçekleştirebilmek için uyanması önem taşıyor. İnsan gitmek istediği yere gitmeli, olmak istediğini olmalı, iyi seksi yaşamalı, mükemmel seksi öğrenmeli, çünkü sadece bir hayatı ve bütün yapmak istediklerini yapmak için sadece bir şansı var…
BOŞALMA VE ORGAZMIN GÜCÜ ADINA…
İnsan elindekiyle yetinmiyor, daha fazlasını ve mükemmelini istiyor. Oysa mutluluk kapısı kapandığı zaman bir gün mutlaka bir diğeri açılıyor, fakat insan kapalı kapıya o kadar çok bakıyor ki, çoğu zaman yeni açılan kapıyı göremiyor ve yaşam gücü azalıyor. Boşalma ve orgazm ise insanın güç kaynağı olarak biliniyor ve hayatın anlamını içinde barındırıyor, aşk hayatında, iş hayatında, sosyal hayatta, aile ilişkilerinde insanın önünü aydınlatabiliyor. Boşalma ve orgazm yaşayan bir kişi daha enerjik ve canlı hissedebiliyor. Sağlıklı ve mutlu bir seks hayatı için
Kaygı korkudan farklı bir duygu… Belli bir derecede kaygı her zaman insana gerekli oluyor, çünkü bu kaygı kişiyi tedbirli olmaya sevk ediyor. Ancak “savaş veya kaç” olarak tepki verilen kaygı, kişinin günlük hayatındaki işlevselliğini olumsuz yönde etkilemeye başladığı zaman bir sorun olarak kabul ediliyor. Telefonla sürekli tehdit edilen kişinin bazı ruhsal ve fiziksel endişe belirtileri göstermesi gibi, kaygının süresi ve belirtileri, içinde bulunulan stresli duruma uygunluk gösteriyorsa bir bozukluk olarak kabul edilmiyor. “Anksiyete (kaygı) bozukluğu” ise kişinin ruhsal, zihinsel ve bedensel işlevselliğini olumsuz yönde etkileyen, süresi ve belirtileri içinde bulunulan duruma uygunluk göstermeyen çeşitli kaygı durumlarına verilen genel kapsamlı bir tanım… (1) Kişinin kaygıdan dolayı meslek ve aile yaşamında güçlüklerle karşılaşması, (2) arkadaş, komşu, tanıdık ve aile üyeleri ile olan ilişkilerde sorunlar yaşaması, (3) günün büyük bir bölümünde kişinin aklını olumsuz yönde meşgul etmesi, (4) kişinin korku ve kaygılarını kontrol altında bulundurmakta güçlük çekmesi ve (5) bu sorunların en az 6 aydır devam ediyor olması durumlarında kaygı bozukluğundan söz edilebiliyor.
EN SIK GÖRÜLEN KAYGI BOZUKLUKLARI…
Sosyal ortamlarda endişe hissini artıran ve kişinin rahatsızlık duymasına yol açan sosyal kaygı ve sosyal fobi, sınavda performans düşüklüğüne yol açan sınav kaygısı, hastalanma veya kirlenme gibi endişelerle gelişen obsesif bozukluk gibi durumlar kaygı bozukluğu olarak biliniyor. Yani kaygı birden fazla biçimde ortaya çıkabiliyor. En sık görülen kaygı bozuklukları ise; (1) panik bozukluğu ve agorafobi, (2) yaygın anksiyete bozukluğu, (3) özgül fobiler, (4) sosyal fobi, (5) obsesif kompulsif bozukluk veya (6) posttravmatik (travma sonrası) stres bozukluğuşeklinde sıralanabiliyor.
NE TÜR BELİRTİLERİ OLUYOR?
Aşırı sinirlilik, kalp çarpıntısı, gerginlik, yerinde duramama gibi şekillerde kendisini gösteren kaygı bozukluğu kişide bazen sadece hafif bir rahatsızlık şeklinde kendini gösterebiliyor, bazenpanik hali, yerinde duramama, nefes alamama belli yerlere gitmekten kaçınma gibi şekillerde ortaya çıkabiliyor, bazen de sınav kaygısı gibi durumlarda sindirim bozuklukları gibi bedensel sorunlara, dikkat eksikliği gibi ruhsal sorunlara yol açarak başarısızlığa yol açabiliyor. Kaygı bozukluklarında endişe, korku, kötü bir haber alacağı beklentisi, sinirlilik, irkilme, aklını kaybedeceği korkusu, gerçek dışılık hissi, dış dünyaya yabancılık hissi, kendi bedenine veya vücudunun bir parçasına yabancılık hissi, kontrolünü kaybetme hissi, ölüm korkusu gibi ruhsal belirtiler ve titreme, ağız kuruluğu, soğuk-sıcak basması, kalp atışında artış, nefes alamama, yutma güçlüğü, baş dönmesi, uyuşukluk, kas ve göğüste ağrı, sindirim sisteminde sorunlar, sık idrara çıkma gibi bedensel belirtiler ortaya çıkabiliyor.
KAYGI BOZUKLUKLARINA NELER YOL AÇABİLİYOR?
Aşırı stres, doğal afetler, büyük kazalar, hastalıklar, uyku bozuklukları ve yeme bozuklukları, cinsel işlev sorunları, yakınlarını kaybetme, sevdiklerinin ölümü, ağır hastalık geçirilmesi, büyük acılar yaşama, sevilmeme ve değerli hissedeme gibi çocukluk travmaları, olumsuz anne baba tutumları, fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalma veya şahit olma, aşırı koruyuculuk, fiziksel veya ruhsal istismar veya aşırı baskı kaygı bozukluklarına yol açabiliyor.
KOŞULSUZ SEVGİ
Yüreklerin en çok susadığı duygu olan koşulsuz sevgi, çıkarsız sevmek olarak biliniyor. Kişinin yapacağı uygun davranışlar karşılığında verilen bir sevgi olmuyor, karşılıksız, hesapsız bir sevgiyi tarif ediyor. Bu nedenle bağlayıcı, birleştirici, paylaştırıcı ve bir araya toplayıcı bir yaklaşım olan koşulsuz sevgi, sevgilerin en güzelini, en gerçeğini, çiftin birbirinin iyi taraflarını da kötü taraflarını da sevmesini, olduğu gibi kabul etmesini ifade ediyor.
İLGİ
Dikkati öncelikle belirli bir şey üzerinde toplama eğilimi olarak tarif edilen ilgi, çiftin birbirine yakınlık duyması, birbirlerinden ve birlikte yaptıkları etkinlerden hoşlanması ve birbirlerine öncelik tanımaları eğilimi olarak biliniyor. Bu nedenle ilgi duymak partnerin iyiliği ve mutluluğu için endişelenmeyi, onu değerli ve çok özel görmeyi de içeriyor.
ANLAYIŞ
Partner ilişkilerindeki görüş ve inanış etmenlerinin etkisiyle beliren düşünüş biçimi ve zihniyet olarak tarif edilen anlayış, “hoş görme ve hâlden anlama” olarak anlam kazanıyor. İnsan ilişkilerinin temelini sağlıklı iletişim oluşturuyor. Bu iletişimi daha doğrusu ilişkileri geliştirmek, iyileştirmek, barış ve huzur getirmesi için yönlendirmek şansına sahip olan da yine çiftin kendisi… Bu şansı doğru ve bilinçli bir şekilde ve iyi kullanmak, çiftin birbirine anlayışla davranması, “anlayış ve hoşgörü” kavramlarına günlük yaşamda ve özellikle çatışma hallerinde kurtarıcı unsur olarak dört elle sarılmak, sorunsuz iletişimin en kestirme yolu olarak biliniyor. Çift birbirinin yerine kendini koyduğunda, olaylara onun bakış açısıyla bakmaya çalıştığında anlayışlı olmanın ilk adımını atmış oluyor. Çift “Partnerimin duyguları nasıl?”, “Bugüne kadar yaşadıklarından nasıl etkilendi?” gibi soruların yanıtını bulmaya çalıştığında, birbirleri hakkında düşünmeye başladığında da ikinci adım atılmış oluyor. Son adım ise tüm bunları çiftin birbirine hissettirilmesinde yatıyor. Gülümseyerek ve yumuşak bir ses tonuyla çift birbirini anlamaya çalıştığında, koşulsuzca sevdiğini ve kabul ettiğini gösterdiğinde düşünce ve duygu kanallarını açabiliyor, empati kurabiliyor, “ben” merkezli değil de “sen” merkezli bakış açısını ortaya koyabiliyor. Anlayışlı olan bu yaklaşımla herhangi bir sözün, duygunun ya da durumun anlamı daha derin hissedilebiliyor. Çift birbirini anlayarak dünyayı bir başkasının görüş açısından değerlendirebiliyor. Bu nedenle anlayışlı yaklaşım adeta, “Seni yargılamadan önce, senin ayakkabılarınla yürüyeceğim!” anlamına geliyor.
SAYGI
Özel ve değerli olmayı içine alan, partnere karşı
Çiftler özgürce, çığlık atarak sevişemiyor. Çünkü binaların iç ve dış yapısında kullanılan malzemelerin gösterişli olduğu kadar kullanışlı olması önemli ama daha çok önemli olan ev ergonomisi, duvarlara ve kapılara ses yalıtımı, ebeveyn banyosu gibi özel yaşam alanlarının mahremiyete uygun yapılması konuları göz ardı ediliyor. Bu nedenle keyifli ve mutlu bir cinsel yaşam, toplumsal huzur, güzel partner ilişkileri ve sağlıklı çocuk gelişimi için, iskân kanunlarında ses yalıtımı ve ebeveyn banyosu yapımının zorunlu kılınmasını tavsiye ediyorum.
CİNSEL MUTLULUK İÇİN EV ERGONOMİSİ ÇOK ÖNEMLİ…
Oturma odası gibi kullanılan salonlara açılan yatak odası kapıları günümüz inşaat sektöründe her ne kadar maziye karışsa da, hala yapılan konutların pek çoğu çiftlerin sağlıklı, doyumlu ve doyurucu bir cinsellik yaşaması için uygun değil. Ülkemizde “hayalinizdeki ev” diye dillendirilen konutların neredeyse çok azında çiftler arzuladıkları cinselliği yaşayabiliyor. Bu nedenle fiziksel çevrenin insanlarla uyumlu olması gerekiyor. Çiftin fiziksel sağlığını etkilediği kadar, ruh sağlığını, dolayısıyla mutluluğunu ve partner ilişkilerini de etkileyen önemli bir faktör olan ev ergonomisinin mutlaka cinsel yaşama uygun düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü cinsellik özgürce yaşandığında zevk verebiliyor, birbirine dokunan ve arzuları doğrultusunda cinsel beklentilerini sakınarak değil, aksine zevk alarak gerçekleştirebilen çiftlerin ilişkisi diğerlerine nazaran daha uzun ömürlü olabiliyor.
SES YALITIMI VE EBEVEYN BANYOSUNUN YENİ BİNALARDA ZORUNLU KILINMASI GEREKİYOR...
Sağlıklı, mutlu ve uzun ömürlü bir cinsel yaşam için çiftin özgürlüğünü ve özelini betimleyen mahremiyet oldukça önemli bir ihtiyaç... Mahremiyet olmadan sağlıklı bir birey, ebeveyn ya da karı-koca olunamıyor. İnsanlar farklı psikolojik ihtiyaçlarından dolayı seks yapabiliyor. Karşı cins tarafından beğenilmek, arzulanmak, tercih edilmek kişinin içinde var olan güvensizlik ve değersizlik duyularının tatmin edilmesine yardımcı olabiliyor. Bununla birlikte, bireyin arzu, istek ve beklentilerinin gerçekleşebilmesi çiftin daha mutlu, sorumlu, başarılı, sıcak, samimi ve iyi birer ebeveyn olabilmesini sağlıyor. Bu nedenle T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Türkiye Müteahhitler Birliği’nin mahrem bir cinsel yaşam için binalarımıza yeni standartlar getirmesi önem taşıyor. Özellikle yatak odalarının duvarlarında ve kapılarında ses yalıtımının olması ve ebeveyn banyolarına yer verilmesi üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu... Çiftlerin cinselliği gerektiği gibi yaşayamaması cinsel işlev bozukluklarına neden olabileceği gibi, partnerlerin birbirinden uzaklaşmasına, cinsel ilişkiye girmekten kaçınmalarına hatta boşanmalara bile neden olabiliyor. CİSED olarak keyifli ve mutlu bir cinsel yaşam, toplumsal huzur, güzel partner ilişkileri ve sağlıklı çocuk gelişimi için iskân kanunlarında ses yalıtımı ve ebeveyn banyosu yapımının zorunlu kılınmasını tavsiye ediyoruz.
ÇOCUKLAR DUYDUKLARI SESLERİ YANLIŞ ALGILAYABİLİYOR...
Ebeveynlerin cinsel aktivitede bulunurken çıkardıkları normal ama çocuklar üzerinde olumsuz etkilere yaratabilecek olan sesleri, çocukların erken yaşta cinsellikle tanışmalarına mehil vereceği gibi, cinselliğe olan ilgi ve meraklarının artmasına da ortam hazırlayabiliyor. Gereğinden önce öğrenilen cinselliğin keşfedilmeye çalışılması, çocuğun cinsel içerikli davranışlar sergilemesine ve arkadaş ortamlarında cinsel keşiflerde bulunmasına neden olabiliyor. Bu tür davranışlar, ebeveynler tarafından anlık verilen bilinçsiz tepkilerle birleştiğinde, küçük yaştaki çocukların cinselliği ayıp ve yasak olarak algılaması, kötü ve yapılmaması gereken bir aktivite olarak öğrenmesi gibi istenmeyen tablolarla karşılaşılabiliyor ve bu tablo gelecekte cinsel işlev bozukluklarına zemin hazırlayabiliyor. Bununla birlikte, ebeveynler tarafından çıkarılan cinsel içerikli sesler küçük çocuklar tarafından yanlış anlamlandırılabiliyor, babalarının annelerine kötü bir şey yaptığını düşünebiliyorlar ve babalarına karşı öfke duyabiliyorlar. Son olarak mahremiyet duygusunun küçük yaştaki çocuklara aşılanamaması, sağlıklı cinsel kimlik gelişimini olumsuz etkileyebileceği gibi çocukların istismara uğramasına da neden olabiliyor.