Bülent Katarcı

Ömrümüz uzadı

18 Ağustos 2020
PEK çok faktörün etkisiyle insan ömrü uzuyor.

Ne var ki, ömrümüzün uzayan kısmı gençlik çağlarımız değil, orta yaş ve yaşlılık dönemleri. Peki, buna ne kadar hazırız? Dünyada beklenen yaşam süresi son 15 yılda ortalama 5-7 yaş arttı. Türkiye’de ‘doğuşta beklenen yaşam süresi’ 1950’de 46 yıldı. 2000’de 66 yıl oldu. 2015’te 78 yıla (kadınlarda 80.7, erkeklerde 75.3) çıktı. Bugün Türkiye’de 65 ve üstünde 6 milyon 495 bin 239 kişi yaşıyor. Bu hesaba göre, nüfusumuzun yüzde 8 kadarı 65 yaş üzerinde. Japonya’da nüfusun yüzde 21’inden fazlası 65’inde ya da daha büyük. Almanya, Yunanistan, İtalya ve İsveç’te yaşlı nüfus oranı yüzde 20’ye yükseldi. Amerika’da 65 ve daha büyük bireylerin oranı son 100 yılda üçe katlandı. Bugün Avrupa’da doğuşta beklenen ortalama yaşam süresi 80 yıl, Afganistan’da ise 42 yıl. Dahiliye uzmanı Dr. Ülkümen Rodoplu, insan ömrünün neden uzadığını bakın nasıl anlatıyor:

BİR İYİ, BİR DE KÖTÜ HABER
Antibiyotiğin keşfi, hijyen konusunda çok ciddi yenilikler, aşıda devrim niteliğinde gelişmeler, yeni tedavi yöntemleri, teknolojik gelişmeler, sağlık hizmetlerine ve sağlıkla ilgili bilgilere erişimin kolaylaşması, yaşlanmayı geciktirmek için yapılan çalışmalar... İyi haber, herkesin ömrü öyle ya da böyle uzuyor. Kötü haber, sadece kendine bakanlar bu uzun ömürde rahat ediyor. Birçok bilimsel makaleye göre bir sonraki kuşak için 100’üncü doğum gününü görmek normal bir şey olacak. Ama ömrünüzün 30-40 yılını hasta ve yaşlı olarak geçirmek istemiyorsanız dikkat etmeniz gereken şeyler var:

100 YAŞ ARTIK HAYAL DEĞİL
Sigara ve alkol tüketimi, obezite, stresli yaşam, kötü beslenme, hareketsizlik, düzensiz uyku yaşlanmayı hızlandırırken; hobilere zaman ayırmak, hedefler belirlemek, toplumsal faaliyetlere katılmak, teknolojiye uyum sağlamak, düzenli doktor kontrolünden geçmek bireyin ileri yaşta başkasına bağımlı olmasını engelliyor. Anti-Aging tıp dergisinin yaptığı araştırmada, 60 yaşlılık uzmanından 2100 yılında dünyaya gelecek bir bebeğin ne kadar yaşacağını tahmin etmeleri istendi. Uzmanların çoğu “En az 100 yıl’ diye cevap verirken, bazıları yaşam süresinin 150, hatta 200 yıl olabileceğini söyledi. Geçtiğimiz yüzyılda insan ömrü, çiçek, sıtma, çocuk felci ve tüberküloz gibi hastalıkların kontrol altına alınması ve daha temiz çevre koşulları sayesinde uzadı. Bu yüzyılda da genetik çalışmaların insan ömrünü uzatacağı söyleniyor.


UZUN VE SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN 11 ÖNERİ

Yazının Devamını Oku

Sıcak ve nemli havalarda gebelik

10 Ağustos 2020
YAZ mevsiminde hamilelik sıkıntılı bir süreç gibi görünse de sanılanın aksine avantajları da var.

Kışın hava koşulları yüzünden eve kapanarak geçirilen hamilelik sürecine kıyasla yazın açık havada geçirilen saatler, bol sulu gıdalar ve hamilelikte en faydalı spor olan yürüme ve yüzme alternatifleri, bebeği daha konforlu bir şekilde beklemeyi sağlayabiliyor. İzmir Özel Çınarlı Kadın Doğum Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Güngör Tuncay, yaz aylarında sağlıklı bir hamilelik geçirmek isteyen anne adaylarına dikkat etmeleri gereken noktaları anlattı...

TANSİYON VE UYKUSUZLUK

“Gebelik, anne adayının her yönüyle kendisine daha çok dikkat etmesini gerektiren bir dönem. Çevresel faktörler, özellikle gebelik döneminde kadınları diğer zamanlara göre daha fazla etkiler. Özellikle sıcak yaz aylarında gebeliğin getirdiği yük biraz daha ağırlaşır. Bu dönemde anne, beslenmesine, giyimine, temizliğine daha çok dikkat etmelidir. Çünkü sıcak, ek bir yük olarak gebeliğe eklenir. Yaz deyince aklımıza ilk gelen sıcak ve nemli havadır. Yaz aylarında sıcak ve nem etkisiyle tansiyon oynamaları, el ve ayaklarda şişlikler, halsizlik, uykusuzluk, nefes darlığı, sıcak basmaları, avuç içi ve ayak tabanlarında yanmalar, alerjik problemler, bulantı ve kusmalardaki artış, besin zehirlenmeleri gibi şikayetler ortaya çıkabilir. Bunların hepsini birden yaşamanız mümkün değildir. Ancak bir veya birkaçı gebelik yaz aylarına denk geldiği takdirde anne adayını rahatsız edebilecek sonuçlar arasındadır.”

BUNLARA DİKKAT EDİN

Gebelerin özellikle 11.00- 15.00 saatleri arasında, güneş ışınları daha dik ve etkili geldiğinden dışarı çıkmamalarında fayda vardır. 

Geniş kenarlı şapkalar, güneş ışınlarını yansıtan açık renkli giysiler ve sağlıklı güneş gözlüklerinin kullanılması yararlı olur.

Yaz aylarında herkesin ve özellikle yüksek risk grubunda olan gebelerin bilinen güneşin zararlı ışınlarının kötü etkilerini azaltan koruyucu kremler kullanmaları, gebeliğe zarar vermez. 

Gebelikte zaten az da olsa yükselmiş vücut ısısı nedeniyle yaz sıcakları, gebeliği yorucu, hatta bazen riskli kılar. Bu nedenle ter emici, rahat, hafif, kolay değiştirilebilir ve yıkanabilir giysilerin tercih edilmesi gerekir.

Yazının Devamını Oku

Yemekle ilişkiniz hayatla ilişkinizdir

3 Ağustos 2020
NEYİ, nasıl, ne zaman, nelerle birlikte yemeliyim sorusunun yanıtlarını merak ediyorsanız buyurun...

Psikolog Yasemin Karaçay, yiyeceklerle aramızda olması gereken sağlıklı ilişkiyi ve sürekli yemek yeme isteğini azaltacak önemli tavsiyeleri şöyle anlattı:
Elbette atılacak ilk önemli adım, yiyeceklerle nasıl bir ilişkiniz olduğunu tespit etmek olmalı. Sağlıksız bir ilişkinin ifadeleri şunlar olabilir: Her zaman açım. Hiçbir zaman açlık hissetmem. Zayıflamama yardımcı olur düşüncesiyle açlığımı görmezden geliyorum. Aç olmadığımı biliyorum, ama yine de yiyiyorum. Acıktığım zaman önümde ne varsa yerim. Tıka basa doyana kadar yerim. Sağlıksız gıdalar yerken kendimi durdurmakta zorlanıyorum. Yemeği yemek saati geldiğinde yerim. Tüm gün boyunca o gün ne yiyeceğimi düşünüyorum. Ne yemem gerektiği konusunda kafam karışık. Bence sağlıklı yiyecekler çok sıkıcı. Bazı yiyecekleri yediğimde kendimi suçlu hissediyorum. Zayıf insanların benim gösteremediğim iradeyi gösterdiklerini düşünüyorum. Bazı yiyecekleri mucize olarak görüyorum. Bazı yiyecekleri asla yememem gereken zehir olarak görüyor ve onlardan kaçıyorum. Sıkıldığım, sinirlendiğim, üzüldüğüm, yalnız hissettiğim, yorgun olduğum zaman yemek yerim. Kendimi yemekle ödüllendiririm, yemek yiyerek rahatlatırım.
Egzersiz yapmaktan nefret ediyorum. Egzersiz yapmaktan zevk almıyorum ama istediklerimi yiyebilmek için mecburen yapıyorum. Çok yediğim zamanlar daha çok egzersiz yapıyorum. Denemediğim diyet kalmadı. Ya diyet yapıyorum ya da çok fazla yiyiyorum. Yeni bir diyete başlamak istemiyorum ancak başka bir alternatifim yok. Diyetle zayıflayamıyorken diyet yapmazsam daha fazla kilo alırım.
Acaba bu ifadelerden size tanıdık gelen var mı? Eğer varsa, günlük hayatınızda ne kadar sıklıkla yer alıyor?
Sıklıkla yer alması yemeğin hayatınızda başrolde olduğu anlamına gelebilir mi? Sizce başrolde olması sağlıklı bir yaşam sürmenize katkı mı sunar, yoksa engel mi olur? Yiyeceklerle ilişkinize dair tespit ettiğiniz tutumlarınızla insanlarla olan ilişkilerinizdeki tutumlarınız arasında bir benzerlik gözlemliyor musunuz?
Yemekle ilişkiniz, hayatla ilişkinizdir!

Yazının Devamını Oku

Koronavirüs ve spor

27 Temmuz 2020
BULAŞICI Hastalıkları Önleme Derneği Başkanı, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastenesi Enfeksiyon Hastalıkları ve İmmünoloji Alerji Uzmanı Prof. Dr. Şükran Köse, korona sürecinde enfeksiyonun bulaşmaması için spor faaliyetlerinde dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.


* Mümkün olan yerlerde sportif faaliyetler dış ortamlarda yapılmalıdır.
* Tesis, havalandırma sistemleri yürütülen faaliyetler için uygun olmalı ve yüksek verimli hava filtreleri kullanılmalıdır.
* Fiziksel olarak uygunsa, pencere ve kapıları açarak doğal havalandırma tercih edilmelidir.
* Hapşırma ve öksürmeyi önlemek için baskın kokulu oda spreyleri ve parfümler kullanılmamalıdır.
* Aynı anda daha az kişinin bulunması sağlanmalıdır.
* Tesisteki tüm çalışanlara gerekli eğitimler verilmelidir.

Yazının Devamını Oku

Süt dişlerine dikkat!

20 Temmuz 2020
İLK dişi çıktığında büyük sevinçle karşılanan diş çıkarma dönemi, bebek ve anne-babaları biraz zorlayabiliyor.

Bu dönemi rahat geçirmeniz ve çocuğunuzun ağız-diş sağlığını koruyabilmeniz için Ege Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Pedodonti (Çocuk Diş Hekimliği) Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rıza Alpöz’ün sizlere önerileri var.
Diş çürüğü insanlık tarihi kadar eski bir hastalıktır. Başlıca etkeni ‘Streptococcus mutans’ isimli bakteridir. Çocuk doğduğu zaman ağzında çürük yapıcı hiçbir bakteri bulunmaz. Ancak 6’ncı aydan itibaren bu bakteri diş sert dokuları üzerinde kolonize olmaya başlar. Ülkemizde 3-12 yaş grubunda çürük prevalansı yüzde 98 civarındadır. Hazır ve katkılı gıdalar, glukoz, fruktoz ya da mısır şurupları, nişasta bazlı şeker, boyalı şekerli ürünler, çocuklarımızın hem genel, hem de diş sağlığını tehdit eder.

ALTTAN GELENİ ETKİLER
Süt dişleri daimi dişlerin sağlıklı olarak oluşup sürmelerini sağlayan çok önemli rehberlerdir. Daimi dişlerin oluşumu ve çenelerin gelişimi esnasında hem fonksiyonu sağlarlar, hem de kalıcı dişlerin sürecekleri yolu oluştururlar. Çocuğun konuşması, beslenmesi ve alttan gelecek daimi dişlere yer tutması açısından çok önemlidirler. İltihaplı ya da çürümüş bir süt dişi, altında gelişen daimi dişin oluşumunu yavaşlatır veya bozar. Süt dişindeki harabiyetin durumuna göre bu çok hafif bir hasar olabileceği gibi, ileride daimi dişin tam fonksiyon görmesini engelleyecek ya da çürüğe dayanıksız hale gelmesine sebep olacak bir hasar da olabilir. Ön dişleri çürük nedeniyle tamamen harap olmuş bir çocukta estetik ve konuşma bozukluğunun yanında beslenme bozuklukları da ortaya çıkar.

BİBERON ÇÜRÜĞÜ NEDİR?
“Erken çocukluk çağı çürüğü” demektir. Sadece biberonla uzun süreli beslenmeyle değil, anne sütü ile 1 yıldan fazla beslenen çocuklarda da görülür. Nedeni, anne sütünde bulunan doğal bir şeker olan laktozdur. Eğer şekerli meyve suyu, ballı ya da şekerli süt gibi sıvıları biberonla gece yatarken çocuğumuza veriyorsak çürük riskimiz yüksek olur. Son yıllarda biberon çürüğünün görülme sıklığında ciddi bir artış gözlenmektedir. Bunun nedenleri arasında şekerli gıdaların çocuklarda çok sık tüketilen gıdaların başında olması ve diş fırçalama alışkanlığının hiç olmaması ya da az olmasıdır. “Süt dişidir nasıl olsa alttan yenileri gelir” düşüncesi tamamen yanlıştır.

NELER YAPMAMIZ GEREK?

Yazının Devamını Oku

Bebeklikten yaşlılığa hastalıksız yeni hayat

14 Temmuz 2020
GÜNLÜK hayatınızda yapacağınız küçük değişikliklerle hastalıklardan korunup sağlıklı, mutlu ve uzun bir ömür yaşamanız mümkün.

Sağlıklı ve uzun bir ömür herkesin en büyük dileği. Ama bunun için çaba göstermek gerekiyor. Dahiliye uzmanı Dr. Ümit Yoket, bebeklikten yaşlılığa hastalıksız yeni hayatı anlattı:


ANA RAHMİNE DÜŞTÜĞÜMÜZ AN
Sağlıklı bir yaşam için öneriler ana rahmine düştüğümüz andan itibaren başlar. Burada anne ve babanın sağlık durumlarının ve genetik yapılarının nasıl olduğunun bilinmesi, bunu hekimleri ile paylaşıp danışmaları ilk akla gelecek adımlardır.
Artık günümüzde rahimdeki bebeğin genetik problemlerinin olup olmadığının saptanması rutin uygulamalardan biridir. Hamilelik esnasında gestasyonel diabetes mellitus, gebelik hipertansiyonu olarak bilinen eklampsiye kadar gidebilen durumlar, hipotiroidi, anemi, hormonların, vitaminlerin ve minerallerin durumu, fetusun normal gelişimleri üstünde direkt etkili olan ve bireyin doğduğu andan itibaren nasıl bir yaşam süreceğini belirleyen faktörlerdir.
Doğumdan itibaren öncelikle uygun süre anne sütü ile beslenme özellikle bağışıklık sistemimiz açısından, sonrası için de yaşamsal değeri olan en önemli faktördür. Aşılanma tablosuna uyulması, dengeli beslenme, uyku süreleri, özellikle karbonhidratlar dediğimiz başta şeker ve undan, ileri yıllarda da fast-food değimiz hamburger, cipsler ve şekerlemelerden uzak durulması ilk yıllardan yaşamın sonuna kadar başa gelebilecek hastalıklardan korunmada birinci derece önem taşır.
Toplumumuzun üçte birinin şeker, yine üçte birinin hipertansiyon hastası olduğunu hatırlarsak, bunlara bağlı obezite, damar, kalp ve beyin, böbrek hastalıkları ve hatta kanser çeşitlerinden korunmada yukarıda belirttiğimiz uyarılara uygun davranmak yaşamımız boyunca sağlıklı olmamızın önünü açacak temel yapı taşlarıdır.

Yazının Devamını Oku

Kovid-19 salgınında kronik kalp hastalarına özel takip

7 Temmuz 2020
AYDIN Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Hasan Güngör, Kovid-19 sürecinde kronik kalp hastalarının yakından takip edilmesi gerektiğine dikkat çekti, şunları paylaştı:

 


“Her ne kadar telefon veya sosyal medya üzerinden bazı sorunlar çözülebilse de, doğru olan, hastanın hekim tarafından görülmesidir. Takiplerin düzenli yapılamaması ve hastaların virüs korkusu ile şikayetlerini gizlemesi kötüleşmiş bir şekilde acil servislere başvuruyu veya istenmeyen sonuçları artırdı. Ölümlerin bu dönemde büyük çoğunluğunun 60 yaş üzerindeki kişilerde meydana geldi ve erkek hastalar daha çok kaybedildi. Ölen kişilerin yüzde 70’inde hipertansiyon, yüzde 35’inde diyabet, yüzde 30’unda kalp damar hastalığı, yüzde 20’sinde atriyal fibrilasyon isimli ritim bozukluğu mevcut.
Virüsün en önemli özelliği öncelikle enfeksiyon zemininde birçok inflamasyon ilaçlarının bırakılmasına sebep olarak hem kalp krizini tetiklemesi, hem de pıhtılaşmayı artırmasıdır. Buna ek olarak virüs direkt kalp kasına saldırarak miyokardit ismini verdiğimiz kalp kası iltihabına yol açmaktadır. Bu durum ya yeni kalp yetersizliğine yol açmakta veya zemindeki kalp yetersizliği miktarını artırmaktadır. Sonuçta kalp yetersizliği nedeni ve ölümcül ritim bozukluğu nedeniyle hastanın kaybedilmesine neden olmaktadır.
Özellikle stent takılmış ya da koroner arter hastalığı olan olguyu ele alırsak, kan sulandırıcı ilaçlarını kesmesi stentlerin pıhtılaşmasına veya yeni krizlerin oluşmasına yol açar. Tansiyon ilaçlarını aksatan kişilerde yüksek kan basıncına bağlı beyin kanaması, inme, kalp krizi ve kalp yetersizliğinde kötüleşme görülmesi muhtemeldir.
Kalp yetersizliği ilaçlarını bırakanlarda vücudun tekrar su toplaması ve akciğer ödemi dediğimiz tablo görülebilir. Kapak değişim ameliyatı yapılmış veya atriyal fibrilasyon nedeniyle özel takip gereken kan sulandırıcı kullananlarda dozun az gelmesi pıhtılaşmanın artmasına bağlı felç veya kapağın tıkanması gibi çok ciddi sıkıntılara, dozun fazla gelmesi de ölümcül kanamalara yol açabilir.


Yazının Devamını Oku

Hayatın dişli çarkları

22 Haziran 2020
GÜNÜMÜZÜN en yaygın sorunlarından stres pek çok soruna yol açıyor. Hayatımızda yapacağımız küçük değişiklikler, alacağımız yeni kararlar, hobiler ya da soruna biraz farklı açıdan yaklaşmak stresle mücadele etmede etkili olabilir. İzmir İl Sağlık Müdürü Opr. Dr. Mehmet Burak Öztop, hayatın dişli çarklarını bakın nasıl anlatıyor...

 


“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...”
Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtına sahip Kanuni Sultan Süleyman’ın bütün zenginliklerin üstünde tuttuğu sağlık kavramını Dünya Sağlık Örgütü şu üç temel iyilik haline bağlar:
Bedensel iyilik: Vücudu oluşturan doku ve organlarda eksiklik, işlev bozukluğu, mikrop taşıma gibi durumların olmaması hali.
Ruhsal iyilik: Yaşına uygun olarak düşünebilen, düşündüklerini anlaşılır şekilde ifade edebilen, başkalarını anlayabilen, kendisiyle barışık olma hali.
Sosyal iyilik: Nerede, nasıl davranacağını ve sorumluluklarını bilip, insanlarla iyi ilişkiler içinde olup çevresiyle barışık olma hali.

Yazının Devamını Oku