İşte bu noktada ülke ve de özellikle İzmir ile çevresi çok şanslı. Devletimizin acil vakalarda vatandaşın sağlığı için tüm gücü ile emek sarf edip kurduğu ülkemizin medarı iftiharı bir sağlık kuruluşu var: 112 Ambulans Servisi. Düşünün ki trafik kazası geçirdiniz ve yaralısınız ya da kalp krizi, beyin kanaması veya solunum sıkıntısı geçiriyorsunuz. Acilen uygun şartlarda, ilk tedaviniz düzenlendikten, acil hayati tehlikeniz kontrol altına alındıktan sonra, en uygun tıbbi şartlarda ve hızlı ama güvenilir bir şekilde en yakın ve uygun sağlık kuruluşuna nakledilmek ister misiniz? Evet, işte o zaman karşımıza devletimizin güçlü ve güvenilir hizmeti 112 Ambulans Servisi çıkıyor.
PEK ÇOK İLK İZMİR’DE BAŞLADI
1994 yılında Ankara ve İstanbul ile birlikte İzmir’de bu hizmetin kurucusu Dr. Turhan Sofuoğlu’nun sorumluluğunda hizmet vermeye başlayan İzmir 112 Ambulans Servisi, ülkemizdeki birçok yenilik ve ilklerinde öncüsü. Erken doğan, düşük doğum ağırlıklı bebeklerin kuvöz içerisinde güvenle taşındığı yenidoğan ambulansı ilk kez 2002 yılında İzmir’de hayata geçirildi. Yine askeri ambulanslar 112 sistemine ilk kez İzmir’de entegre edildi. 2005 yılında düzenlenen Dünya Üniversitelerarası Atletizm Oyunları’nda ilk motosikletli 112 ekipleri İzmir’de görev yaptı. Hastaneler ile 112 ambulans sisteminin işbirliğini düzenleyen Acil Sağlık Hizmetleri Koordinasyon Komisyonu (ASKOM) ilk kez İzmir’de uygulandı. 2005 yılında ilk uluslararası ambulans rallisi İzmir’de düzenlendi. Bu açıdan İzmir çok şanslı bir il ve deneyimli, işini iyi bilen, uluslararası gelişmeleri takip eden bir ekip hizmet ediyor.
BİN 460 KİŞİ GÖREV YAPIYOR
İl Sağlık Müdürlüğü yetkililerinden aldığım son bilgilere göre İzmir 112’de toplam bin 460 kişi görev yapıyor. Aralarında hekimler, paramedikler, acil tıp teknisyenleri, deneyimli, sürücüler var ve her ambulans ekibi üç kişiden oluşuyor. İzmir 112 Acil Sağlık Hizmetleri’nde toplam 163 ambulans hizmet veriyor. Bunlarınn, 148’i kara ambulansı, 10’u motosiklet ambulansı, 3’ü yoğun bakım ambulansı, biri 4 sedyeli özellikli ambulans ve biri kar paletli ambulans. İzmir 112’nin il genelinde 107 tane istasyonu bulunuyor ve 107 aktif ambulansı ile acil hastalara sağlık hizmeti dağıtmaya devam ediyor. İzmir 112 Acil Sağlık Hizmetleri, kadın istihdamında da fark yaratıyor. Örneğin ambulans sürücüsü olarak 48 kadın strese karşı, sağlık için direksiyon sallıyor. Ayrıca Ege Bölgesi’ne hizmet veren helikopter ambulans da 2009 yılından bu yana İzmir’de görev yapıyor.
KOVİD-19’DA DA İŞBAŞINDALAR
Peki sizce 112 Acil Çağrı Merkezi’ni her gün ortalama kaç kişi acil sağlık sorunları için arıyor? Çağrı merkezinde her gün bıkmadan usanmadan ortalama 3 bin 200 kişinin derdine çözüm aranıyor. Bunların içinden her gün ortalama 850 kişiye de acil yardım ambulansı görevlendiriliyor. İzmir’de 2020 yılının ilk 8 ayında tam 219 bin kişiye ulaşılmış. Bu sayı bazı ilçelerimizin, hatta bir çok Anadolu kentinin nüfusundan daha fazla kişiye denk geliyor.
Tıbbın insanlık tarihi kadar eski ve klasik uygulamalarından olan ellerden gelen şifa olarak adlandırılan ameliyatsız, iğnesiz ve ilaçsız tedavi yöntemi manuel terapi, sağlık sorunu yaşayan kişiler tarafından özellikle bu dönemde büyük ilgi görüyor. Dr. Halil Akşit, çok eskilere dayanan bu yöntemi ve deneyimlerini anlattı...
ANİ HAREKETLE OLUŞUYOR
“Ağrı ve deprem ilişkisine baktığımızda, depremin kişilerin önceden var olan kronik rahatsızlıkları ve bunların sonucu oluşan ağrılarının artmasına, sarsıntının yarattığı fiziksel etkiye maruz kalan kişilerde bu durumda ani hareketlerle oluşan kaçma uzaklaşma güdüsü ile yaptıkları eylemler ile başta bel, kalça olmak üzere omurgaya ani ve şiddetli yükün binmesinde etken olmaktadır. Bu etkileri bedenimizin yük taşıyan diğer eklemlerinde de görmekteyiz. Bu durum eskiden var olan rahatsızlıkları artırdığı gibi bel, boyun, sırt ve kalça gibi omurganın farklı bölgelerinde yeni fonksiyon bozukluklarına da neden olabilmektedir.”
BEDEN VE RUH SAĞLIĞI
“Doğal afetler, kazalar ve benzeri durumlar kişilerde akut stres bozukluğu durumunun oluşmasına etken olmaktadır. Bu tablonun bir aydan daha fazla sürdüğü durumlarda post travmatik stres bozukluğu bulguları ortaya çıkabilmektedir. Bu tablo kişinin yaşam konforunu ve ağrı algısını oldukça olumsuz yönde etkilemektedir. Bunun sonucunda da depreme maruz kalan insanların beden ve ruh sağlığı bütünlüğü ile yakından ilgisi olan sırt, bel, boyun ağrıları ve fibromiyalji gibi sağlık sorunlarının hem şiddetinde hem de oluşan ağrının algılanmasında artış olmasında etkili olabilmektedir.”
GÜVENLİ VE ETKİN TEDAVİ
“Böyle durumlarda beden ve ruh bütünlüğünü olumsuz etkileyen, bireylerin yaşam kalitesinin yükseltilmesinde ve oluşan ağrılı fonksiyon bozukluklarının düzeltilmesinde eğitimli hekim tarafından uygulanan manuel terapi sorunların anlaşılması ve çözülmesinde son derece etkin rol oynamaktadır. Hekim tarafından yapılan muayene ve ayırıcı tanı sonucu, uygulanan manuel terapi ağrılı bölgeye ellerle bastırma, çekme ve döndürme gibi tekniklerle uygulanan, omurga ve eklem sorunlarının giderilmesinde uygulaması güvenli ve son derece etkili bir tedavi şeklidir. Dünya genelinde çok yaygın ve etkin olarak kullanılmasına rağmen ne yazık ki, ülkemizde manuel tedaviyi yeterli uygulayabilen, eğitimli hekim sayısı oldukça sınırlıdır. Bu tedaviyi almak isteyen kişilerin tanı koyma ve tedaviyi düzenleme yetkisi ve yeterliliğinin sadece hekimde olduğunu göz önünde bulundurmalarında fayda vardır.”
TAMAMLAYICI OLDUĞU UNUTULMAMALI
Şu an için virüse özgü bir ilaç bulunmadığını, ancak antiviral ilaçlar, sıtma tedavisinde kullanılan hidroksiklorokin ve alt solunum yolu enfeksiyonlarında kullanılan azitromisinin hastalığın tedavisinde kullanıldığını ifade eden Aksu, ‘iğnelemek’ anlamına gelen ve binlerce yıllık tarihiyle Çin tıbbının önemli bir parçasını oluşturan akupunkturun bağışıklık sisteminin düzenlenmesine yardımcı olduğunu kaydetti. Akupunkturun immün sistem üzerindeki etkisini ortaya koyan birçok çalışma bulunduğunu ifade eden Aksu, şu bilgileri verdi: “2003’te Pekin Hastanesi araştırmacılarının yaptıkları çalışmaya göre, SARS hastalığında akupunktur tedavide etkili olmuştur. Yine Çin Tıp Bilimleri Akademisi araştırmacıları akupunktur tedavisiyle SARS hastalarında radyografik iyileşmeleri ve hastalık etkeniyle savaşan CD4+T hücre yüzdesinin hastaların yarısında arttığını göstermişlerdir. Çin’de Kovid-19 tedavisinde akupunktur, modern tedavilerle birlikte entegre olarak kullanılmıştır ve bu hastalarda daha etkili sonuçlar alındığı yapılan çalışmalarla anlaşılmıştır. Kovid-19 tedavisinde akupunkturun tek başına değil, mevcut tıbbi tedavilere destekleyici olarak uygulanması gerektiği unutulmamalıdır. Akupunktur, Kovid-19 hastalarının iştahsızlık, öksürük, uykusuzluk, baş ağrısı gibi semptomlarını etkin bir şekilde iyileştirmektedir. Hastalığın tedavisinde akupunktur uygulanabilmesi için Dünya Akupunktur Dernekleri Federasyonu (WFAS) ‘Kovid-19 için Akupunktur Uygulama Rehberi’ yayınlamıştır.”
HASTALIĞIN OLUMSUZ ETKİLERİ AZALTILABİLİR
Modern klinik ve deneysel çalışmaların akupunkturun bağışıklık fonksiyonunu, antienflamatuvar ve antienfeksiyöz etkileriyle düzenleyebileceğini gösterdiğini aktaran Aksu, uygulama hakkında ise şunları söyledi: “Kovid-19 akupunktur tedavi yaklaşımında yapılacak uygulama hastanın genel durumuna uygun olarak değerlendirilir ve Sağlık Bakanlığı Kovid-19 Bilimsel Danışma Kurulu rehberlerine uygun önlemler alınarak yapılır. Akupunktur tedavisi uygulaması sırasında kesinlikle Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenmiş olan karantina ve dezenfeksiyon şartlarına uyulmaktadır. Kovid-19 için yapılacak akupunktur tedavisi öncesinde geleneksel Çin tıbbına göre hastada görülen semptomlar tespit edilir, sendromlar ayırt edilerek klinik evreleme yapılır. Akupunktur tedavisindeki amaç, vücuttaki akupunktur noktalarını uyararak meridyen boyunca iç organları uyarmaktır. Bu doğrultuda akupunktur noktalarının uyarılmasıyla iç organları ve vücuttaki ‘çi’yi uyarmış ve güçlendirmiş oluruz. Geleneksel Çin tıbbına göre ‘çi’, yaşam enerjisi anlamına gelir. Bu enerji akışı bozulduğunda, arttığında ya da azaldığında hastalıklar oluşur. Akupunktur, Kovid-19 salgınına neden olan patojeni vücuttan ayırıp uzaklaştırabilir, organlarda meydana gelen hasarı azaltabilir, immün sistemin düzenlenmesini ve semptomların gerilemesini sağlayabilir. Risk grubu altındaki bireylere profilaktik olarak uygulama yapılarak olası hastalığın olumsuz etkileri azaltılabilir.”
GÖZ, AĞIZ VE BURUN
MUKOZASI ÖNCELİKLİ
KOVİD-19 pandemisinde koruyucu önlemlerin her geçen gün önem kazandığını da vurgulayan Doç. Dr. Funda Aksu, “Kovid-19’un bulaşma yolları düşünülerek göz, ağız ve burun mukozası ile ilgili lokal akupunktur noktaları ilk olarak tercih edilir” dedi. Aksu, Çin’de hastaların neredeyse tamamına modern tedavilerle birlikte akupunkturun da uygulandığını hatırlatarak, şöyle devam etti: “Akupunktur esas etkisini olası vaka ve ilk evre hastalarda göstermekte, hastalığın ileri evrelere geçişini önlemeye ve iyileşme evresinde de hastalığa ait olası bozuklukların azaltılmasına önemli derecede katkı sağlamaktadır. Buna karşın, orta ve kritik evredeki hastaların tedavisine katkısının daha sınırlı olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle ilk evrelerdeki ve iyileşme dönemindeki her hastaya, mevcut tedaviye mutlaka akupunktur ilave edilerek bütünsel anlayışla uygulanması gerekmektedir.”
Hastalıksız sağlıklı yaşam dendiğinde Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımını hatırlatan ve sadece bedence değil, ruhça ve sosyal yönden sağlığın da bulunması gerektiğine dikkat çeken Buket, eskiden hastalıkların eldeki yöntemlerle fiziksel olarak saptanabilen, damar sertliği, ülser gibi hastalıklar ve fiziksel yollarla lezyon saptanamayan depresyon fonksiyonel hastalıklar olarak ikiye ayrıldığını anımsattı. Buket, tıpta sağlanan ilerlemelerle fonksiyonel olarak adlandırılan bu hastalıkların da biyokimyasal sorunlarla yakından bağlantılı olduğunu, örneğin depresyonun temelde beyin kimyası ile ilgili bir sorun olmadan ortaya çıkmadığının anlaşıldığına dikkat çekti.
RUHSAL SAĞLIK, SOSYAL UYUM
Buket, bu yüzden hastalıklara yaklaşımda ana ilkenin, temelde yatan kimyasal sorunun tespiti olduğunu belirterek, şöyle dedi: “Ben bir kalp damar cerrahı olarak en sık kalp damar hastalıkları ile karşılaşmaktayım ve onların tedavisi benim ilgi alanım. İnsanla uğraştığım için ve insanın kalp damar sitemi diğer vücut sistemlerinden ve psikososyal yapısından ayrılamıyacağı ve bir bütün olarak ele alınması gerektiği için, önerilerim sadece kalp damar sistemine kısıtlı olmayacak. İnsan, kalp damar ve diğer sistemler açısından ne kadar sağlıklı olursa olsun, psikososyal sorunlar yaşıyorsa mutlu olabilmesi mümkün değil. Bu nedenle tüm sistemlerin sağlığının ötesinde ruhsal sağlık ve sosyal uyum da çağımız insanı için çok önemli ve gerekli. Özellikle içinde bulunduğumuz çağda insanlar arası ilişkilerin giderek kopuklaştığı ve maddesel hale geldiği günümüzde. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki sosyal olan ve diğer insanlar ile iyi ve yapıcı ilişkide bulunan insanlarda yaşam süresi, izole yaşıyan ve iyi sosyal ilişkileri olmayan insanlara göre daha uzun. Uzun olmasının ötesinde, daha da mutlu.”
EN ÖNEMLİLERİNDEN BİRİ BESLENME
Vücudumuzdaki kemiklerin sertliklerinin azalıp kalitelerinin bozulması sonucunda daha zayıf ve kırılabilir hale gelmeleriyle ortaya çıkar. Tüm iskeletimizi etkileyen sistemik bir hastalıktır. Osteoporoz ortalama yaşam süresinin uzaması ve yaşlı nüfusun artmasıyla günümüzde en sık görülen hastalıklardan biri haline geldi. Bu yazımızda, “Osteoporoz nedir ve niçin bu kadar günceldir?” sorusunun yanıtını arayacağız.
KADINLARIN KORKULU RÜYASI
Bu konuda uzman bilgisini bizimle paylaşan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortapedi Kliniği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Aktuğlu, osteoporozun özellikle menopoz çağı kadınlarının korkulu rüyası haline geldiğini ancak bunun biraz da gereğinden çok büyütüldüğünü savunuyor. Bu rahatsızlığın menopoz döneminde arttığının doğru olduğunu ancak bunun her kadında ağır bir osteoporozun çıkacağı anlamına gelmediğini belirten Prof. Dr. Aktuğlu, risk erken belirlenirse koruyucu ve tedavi edici yöntemlerin de erken uygulanabileceğini kaydetti.
Prof. Dr. Kemal Aktuğlu, “Osteoporoz, düşük kemik kütlesi ve kemik mikromimarisinde bozulma sonucu kemik kırıkganlığında ve kırığa yatkınlıkta artışla karakterize sistemik bir iskelet sistemi hastalığıdır” diyerek, bu rahatsızlığın günümüzde artan yaşlı nüfusla birlikte arttığını, kırık tedavisi açısından bakıldığında ortopedi kliniğinde yatakların önemli bir kısmında osteoporotic kalça kırıklı hastaların yattığını dile getirdi.
KEMİK DANSİMETRESİ YAPTIRIN
Kemik dansimetresinin herkes tarafından yaptırılmaması gerektiğini, hekimin gerekli göreceği özel durumlar dışında menopoz sonrasında 10’uncu yılda yapılmasının uygun olduğunu ifade eden Prof. Dr. Aktuğlu, cihaz farklılıklarının da yanıltıcı olabileceğini, hep aynı cihazla yapılmasının daha doğru olduğunu söyledi. Prof. Dr. Kemal Aktuğlu, osteoporozun bel ve sırt ağrıları, boy kısalması, kamburlaşma, takma dişlerde uyumsuzluk, halsizlik gibi belirtiler gösterdiğini ifade ederek, osteoporozu önlemek için beslenme ve harekete büyük önem düştüğünü, güneş ışığı ile D vitamininin aktive edilmesinin de önemli olduğunu vurguladı.
İzmir’de 30 yıllık geçmişe sahip EMOT, haziran ayında Dr. Nuri Erel, Dr. Murat Aydın, Dr. Hüseyin Öztürk ile Omurga Sağlığı Merkezi’ni hizmete soktu. İzmir’de ilk defa çok branşlı yaklaşımla tedavi imkanı sunan merkez, doğru teşhis ve ona göre cerrahi veya cerrahi dışı tedavileri odağa alıyor. Çok branşlılıktan kasıt, omurgayı ilgilendiren kim varsa; yani ortopedi ve travmatoloji, beyin ve sinir cerrahisi ile fizyoterapistler ortak çalışma yürütüyor, değerlendirmeler de bu çerçevede yapılıyor. Eğer rahatsızlığın omurga dışı kaynaklı olduğu düşünülürse de omuz ve kalça konusunda uzmanlaşmış bir hekimce değerlendiriliyor. Uygulanan tedavi seçeneklerinden sonuç alınmazsa ameliyat planlaması da hasta açısından “maksimum fayda- minimun travma” ilkesine göre yapılıyor.
CERRAHİ VE CERRAHİ DIŞI
EMOT yetkilileri, “Son zamanlarda güncel olan bel ve boyuna yapılan enjeksiyonlar ağrının tanısında bir rolü olması yanında, ağrının uzun süreli olarak ortadan kalkmasına da olanak sağlayabilmektedir. Merkezimizde ultrason, skopi (röntgen) eşliğinde bel, boyun ve kuyruk sokumuna enjeksiyonlar yapılabilmekte, bu işlemlere ek olarak tamamlayıcı fizik tedavi uygulanmakta ve bazı durumlarda ameliyata gerek kalmadan hastaların günlük yaşama dönmeleri sağlanmaktadır. Benzer şekilde omurga eğriliklerinin (skolyoz) fizik tedavi ve korse ile tedavisi, kuyruk sokumu ağrılarında (koksidinya) manipülasyon merkezimizde yapılan diğer cerrahi dışı tedaviler olarak sayılabilir” bilgilerini verdi.
OMURGA OKULU GELİYOR
Hastanenin mikrocerrahi tedavisi için de donanıma sahip olduğunu, aynı zamanda ekibin kapalı (Endoskopik) bel fıtığı ameliyatlarına başladığını, yine kapalı yöntemle özellikle kemik erimesine bağlı omurga kırıklarının da başarıyla tedavi edilebildiğini söyleyen yetkililer, “Çağımızın en önemli sorunları olan bel ve boyun ağrılarının önlenmesi hepimizin dileğidir. Hipokrat yüzyıllar önce ‘Hastalığın en güzel ilacı, o hastalıktan korunmanın çarelerini öğrenmektir’ demiş. Bu sözden yola çıkarak merkezimizde hastaların günlük hayatta omurgalarını doğru kullanmayı öğrenmelerini sağlayacak ‘Omurga Okulu’, deneyimli fizyoterapistler eşliğinde izmet vermeye başlayacaktır” dedi.
Ne yaşadıklarını masanın öbür tarafından görebilelim diye Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Herkes İçin Acil Sağlık Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Gürkan Ersoy’la konuyu tüm detaylarıyla ele aldık.
***
Kovid- 19’un en büyük sorununun bulaşıcılığının çok fazla olması ve etkin tedavisi ile aşısının olmaması olarak tanımlayan Prof. Dr. Ersoy, koronavirüse karşı risk grubundaki insanların daha dikkatli olması gerektiğini belirterek, “Herkes ölmüyor, sakat kalmıyor” sözleriyle paniğe de mahal olmadığına işaret etti.
Virüs bulaşanların yüzde 80’inin hafif, yüzde 15’inin ağır atlattığını, yüzde 5’lik kısmın yoğun bakımda tedavi gördüğünü, ölüm oranının ise yüzde 2-4 arası seyrettiğini aktaran Prof. Dr. Gürkan Ersoy, hastalığın toplumlarda kaygı, kaybetme, gerginlik gibi psikolojik hasarlar yarattığına da dikkat çekti. Prof. Dr. Ersoy, 65 yaş üzeri kişiler, kronik hastalığı olanlar, hamileler, aşırı kilolular, sigara kullananlar ve yüksek tansiyon hastalarının risk grubunda olduğunu belirterek, “Ateş, halsizlik, karın ağrısı, ishal, öksürük, nefes darlığı, tat ve koku almada azalma gibi şikayetlerimiz varsa hemen en yakın sağlık kuruluşuna müracaat edelim” dedi.
***
Hastalıktan korunmak için neler yapılması gerektiğine de değinen Prof. Dr. Gürkan Ersoy, “Bunun için davranış şeklimizi değiştirmek ve bazı çok basit uygulanabilir kurallara uymamız gerekir. Davranış şekli olarak önerim ofansif değil, defansif olalım” diye konuştu. Maske, mesafe ve hijyen gibi temel kuralların yanı sıra kaliteli uyku, meyve tüketimi, alkol ve sigara kullanımını kısıtlamanın da fayda sağlayacağını dile getiren Prof. Dr. Ersoy, ikinci dalga söylentilerine ilişkin ise, “Hayır, ikinci dalga gelmeyecek. Çünkü halen azalıp çoğalarak devam eden birinci dalganın etkisindeyiz” ifadelerini kullandı.
Kovid-19’un tamamen bitmeyeceğini, dünyadaki onlarca bulaşıcı hastalığın yüzyıllardır varlığını sürdürdüğünü anımsatan Prof. Dr. Ersoy, çalıştığı acil serviste pandeminin ilk günlerinde hasta sayısının ciddi oranda düştüğünü, gerçekten acil olan vakaların da gelmekten kaçınarak başka sağlık sorunları yaşayabildiğini, dünyada da durumun böyle olduğuna dair makalelerin yayınlandığını paylaştı.
Sağlıklı olmak insan yaşamının belki de en önemli öğesidir. İnsanın mutlu bir yaşam sürmesinde öncelikli bir unsurdur. Ancak sanılanın aksine sağlık kendiliğinden ortaya çıkan bir durum değildir. Sağlıklı olmak amacıyla bireylerin çaba göstermesi gerekmektedir. Bu çabalar genellikle günlük yaşamımızda uygulamamız gereken küçük ve kolay çabalardır. Bunlardan en temel olanları temizlik, sağlıklı beslenme, düzenli yaşam, bağımlılık yapıcı maddelerden uzak durma ve sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullanarak stresten uzak kalabilmektir.
Bütün bunlar hepimiz tarafından gayet iyi bilinmesine rağmen bilgilerimizi eyleme dökmek noktasında sıkıntı yaşamaktayız. Örneğin, el hijyeni ve el yıkama alışkanlığı olarak dünyanın birçok ülkesine göre en ön sıralarda yer almamıza rağmen, sigara gibi sağlığa ciddi zararları kanıtlanmış bir maddenin bağımlılık oranı hala toplumumuzda çok yüksek oranlardadır. Toplumun küçük bir kesimi sağlıklı yaşamın gerekliliklerini gündelik hayatının bir parçası haline getirmiştir. Bu nedenle bence sağlıklı yaşam, hastalıklardan korunmayı içerdiği gibi hastalıkların erken tedavisini de içermektedir.
DÜZENLİ CHECK-UP YAPTIRIN
Düzenli sağlık kontrolü yaptırmak, henüz erken dönemde iken belirti vermeyen hastalıkları saptamaya ve bunlara karşı erken önlem almaya olanak sağlar. Düzenli sağlık kontrolleri hem yaşam süresi, hem de yaşam kalitesi açısından son derece önemlidir. Basit bir check-up muayenesi ile yüksek tansiyon, şeker hastalığı, damar sertliği, kalp hastalıkları gibi kronik hastalıklar; hepatit, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar ve birçok kanser türünün erken dönemde tanısı konulabilir. Bu hastalıklarda erken tanı ile vücutta herhangi bir organ hasarı oluşmadan tedavi sağlanabilir. Son yıllarda ülkemizde sayıca artan sağlık kuruluşları ve yine artmış sağlık hizmet kalitesi nedeniyle çoğu hastalığa eskisine göre daha erken dönemde tanı konulup tedavisi sağlanabilmektedir.
BESİNLERİ ÇİĞNEYEREK TÜKETİN
Bir kulak burun boğaz uzmanı olarak kendi alanımla ilgili bir uyarıda bulunmak isterim. Bizlerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşamalarından biri çiğnemedir. Aldığımız besinleri iyice çiğneyip tüketmeliyiz. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz, gıdaları hızlı tüketme alışkanlığımız bizi çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğneme bizim için biyomekanik bir olaydır ve vücuttaki bazı sistemleri harekete geçirir. Parçalanan gıdalar daha kolay hazmedilir. Gıdaları iyi çiğnememek hazımsızlık gibi birçok mide ve barsak rahatsızlığına yol açar. Bunun yanında hızlı yemek alışkanlığı obeziteye ve bunun yanında getirdiği birçok sağlık sorununa davetiye çıkarmaktadır. Yemek yemeye vakit ayırmalı ve gıdaları iyice çiğneyerek tüketmeliyiz. Bunun sayesinde tokluk hissi ortaya çıkacak ve kişiyi ölçüsüz yemek yeme alışkanlığından ve obeziteden uzak tutmaya yardımcı olacaktır. Son yıllarda gerek görsel, gerek yazılı basın, gerekse internet daha sağlıklı bir yaşama ulaşabilmek adına yol gösterici rol oynamaktadır. Ancak bu çabalar toplumda farklı nedenlere bağlı olarak gerektiği ölçüde henüz karşılık bulamamıştır. Dileğimiz tüm toplumda bu yöndeki farkındalığın hızlıca artması ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarının nesiller boyunca iletilmesidir.