BİREYİN ÖZ SAYGISI
Ağız, günlük yaşam içinde defalarca yaptığımız, konuşma, yeme, gülme gibi aktiviteleri yapan temel organımız. Bu nedenle, ağız hijyeni bireyin benlik saygısını, konuşmasını, beslenmesini ve genel olarak kendisini iyi hissetmesini doğrudan etkiler. Ağız hijyeni uygulamaları, ağız içindeki yapıların (diş, dişeti, dil vb.) temizlenmesi, ağız içi enfeksiyonlarının önlenmesi, temizlik ve rahatlık duygusu kazandırmak amacı ile yapılır. Fırçalama, diş etlerindeki kan akımını hızlandırır ve sağlıklı dokunun korunmasına yardım eder. Ağız yıkama ve diğer ağız temizliği solüsyonları dişlerin temizliğinin sürdürülmesine yardım eder ve sağlıklı oral mukozanın sürdürülmesi için tükürük salgısını artırır. Aaksi halde diş çürükleri oluşur. Ağız florası içinde bulunan bakteriler ile alınan karbonhidratlar içindeki laktik asit ve muküs birleşerek diş yüzeyini kaplayan yapışkan bir madde oluşturur. Bu yapışkan, ince tabaka halinde bulunan mikrop topluluğuna, bakteri plağı denir. Dişlerin fırçalanmaması, temizlenmemesi durumunda, 8 saat içinde plaklar oluşmaya başlar ve 48 saat içinde diş taşlarına dönüşür.
BUNLARA DİKKAT
* Diş çürükleri: Her yaş grubu için diş kayıplarının temel nedenidir. Dişin en dış tabakası olan mine tabakasından başlayarak, alttaki dentin tabakaya doğru ilerler. Korunmak için öğün aralarında karbonhidrat ağırlıklı yiyeceklerin tüketilmemesi, iyi bir ağız bakımı sağlanması, düzenli diş bakımının yaptırılması önemlidir.
Kadınlarda en sık rastlanan iyi huylu tümörler olan ve yaş ilerledikçe görülme sıklığı artan myomların kesin oluşum nedeni henüz bilinmiyor, ancak hormonal ve genetik faktörler sorumlu tutuluyor. Obez kadınlarda daha yaygın olan myomlar menopozda geriliyor.
Konuyu, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Aslı Öztekin ile konuştuk. Myomların genellikle rutin jinekolojik muayene ile fark edildiğini, myomlu olgunların ancak yüzde 50’sinden az bir kısmının hekime başvurduğunu hatırlatan Öztekin, en sık şikayetin anormal kanama olduğunu, ağrı, kasık bölgesinde basınç hissi, sık idrara çıkma, kısırlık, tekrarlayan gebelik kayıpları, erken doğum, karında şişlik hissi gibi şikayetlerle de başvurulduğunu aktardı. Myom tanısının çoğunlukla ultrasonografi tetkiki ile koyulduğunu, bazı durumlarda manyetik rezonans görüntülemeye gidildiğini belirtti. Öztekin, myomlarda kanserleşmenin çok nadir görüldüğünü, tedavi için hastanın yaşı, şikayeti, çocuk isteği, tercihleri gibi faktörlerin göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekti.
DÜZENLİ KONTROL ŞART
Düzenli kontrollerin de önemini vurgulayan Öztekin, myomları ortadan kaldıracak bir ilaç tedavisinin bulunmadığını belirtti. Gebelik ve myom hakkında da bilgi veren Öztekin, gebelikte myomların büyük bölümünün büyümeden kaldığını, bir bölümünün gebelik sonrası 3-6 ay arasında yüzde 50’ye yakın küçülme görüldüğünü kaydetti. Öztekin, şunları söyledi: “Gebelikte büyük olmayan myomların belirgin bir zararı yoktur. Ancak, büyük myomlar çocuğun başının doğum kanalına girmesine engel olabilecek bir yerleşimde olabilir. Myomlar düşük ve erken doğum riskini artırabilir. Myomların plasenta previa (plasenta yerleşim bozuklukları), sezeryan operasyonu ihtimalini ve doğum sonrası kanama riskini arttırdığı bilinmektedir.
SEZERYANDA DURUM
Sezaryen sırasında myom çıkarılması tercih edilen bir yöntem değildir. Bunun nedeni gebe uterusunun aşırı derecede kanlanması ve bunun sonucunda çıkarılan myom yerinden kanamanın durdurulamaması riskinin bulunmasıdır. Kanamanın durdurulamaması sonucu rahmin alınma durumu söz konusu olabilir. Eğer myom rahmin dış duvarında ve özellikle saplı ise sezaryen sırasında alınabilir. Daha derine yerleşmiş olan myomların ise ancak bu konuda deneyimli olan cerrahlar tarafından, eğer cerrah tarafından gerekli görülürse, alınmaları önerilir.”
BUHASDER Başkanı Prof. Dr. Şükran Köse, derneğin Samsun İl Temsilcisi Uzm. Dr. Teoman Kaynar ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Muhammed Alpaydın, BUHASDER Kongresi’nde de sunulan “Halkın el hijyeni alışkanlıkları ve el hijyenini etkileyen faktörler” konulu bir araştırmaya imza attılar. Çalışma kapsamında Ekim 2019 tarihinde internet aracılığıyla tüm Türkiye’den 1068 kişiye ulaşıldı ve el yıkama alışkanlıklarına ilişkin sorular yöneltildi.
EL YIKAMA ANKETİ
Ankete katılanların yüzde 95.8’i tuvaletten çıktıktan sonra, yüzde 92.3’ü ellerini kirli gördüğünde, yüzde 87.1’i de çöplere dokunduktan sonra ellerini yıkadığını belirtiyor.
Katılımcıların yüzde 28.5’i günde 6-10, yüzde 48.6’sı 3-5, yüzde 20.9’u ise en fazla 1-2 kez elini yıkıyor. Yemeklerden önce ellerini yıkadığını aktaranlar yüzde 31.8’de kalırken, yemekt sonra ise “her zaman ellerini yıkayanlar” yüzde 50.93. Para alışverişinden sonra her zaman su ve sabun kullananlar yüzde 28.8, “bazen” kullananlar ise yüzde 35.8 olarak ankete yansıyor. Katılımcıların yüzde 70.5’i de “burnunu temizledikten sonra ellerini yıkadığını” ifade etmiş. Yemek hazırlamadan önce el hijyenine özen gösterenler yüzde 83.1 düzeyindeyken, hayvanlara dokunduktan sonra lavabonun yolunu tutanlar ise yüzde 69.9 olarak kayıtlara geçiyor.
GEREK GÖRMEYEN DE VAR
Araştırmaya göre, el yıkaması gerektiği halde ellerini yıkamayanların yüzde 65’i gerek görmediğini, yüzde 12.1’i unuttuğunu, yüzde 7.3’ü el yıkamada kullanılan maddelerin yan etki oluşturduğunu, yüzde 5’i musluk veya el yıkanacak ortamın uzak olduğunu, yüzde 2.7’si ise zaman bulamadığını belirtti.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre dünyadaki ölümlerin yüzde 54’ünün ilk 10 nedene bağlı olduğunu, bunların içinde inme ve kalp hastalığı ilk sırayı teşkil etse de enfeksiyon hastalıklarının oldukça önemli yer tuttuğunu söyleyen Biolab Laboratuvarlar Grubu Kurucusu Dr. Ahmet Tuncay Batur, şöyle anlattı:
İLK SIRADA AŞILAMA
Her 50 tetanoz hastasından 5’i, her 10 difteri hastasında biri yaşamını kaybetmektedir. Bunlar aşı ile önlenebilir hastalıklardandır. Yine yılda bir milyondan fazla kişinin ölümüne neden olan Hepatit B’den aşı ile korunmak mümkün. Yılda 250 bin ile 650 bin kişi ise grip ve buna bağlı komplikasyonlardan ölmektedir. Görünen çok nettir. Aşı ile bağışıklama enfeksiyon hastalıklarına bağlı ölümleri ve sakatlıkları azaltmada en önemli mücadele araçlarındandır.
DOĞRU BESLENME ŞART
Enfeksiyon hastalıklarına karşı koymada probiyotikler, taze sebze ve meyve, çay, demir, çinko, magnezyum, selenyum, vitamin A-D-E ve en önemlisi vitamin C’nin önemi biliniyor. Düzenli ve yeterli sıvı alımının da başta idrar yolu enfeksiyonları olmak üzere direnci artırdığı gözlemlenmiştir.
TEMEL KURAL HİJYEN
Kendi sağlıklarını hiçe sayan ve sosyal hayatlarını sıfırlayan kadınların unutulmaması gerektiğini belirten Kınay, “Bakım ihtiyacı farklı seviyelerde olsa bile çoğunun sıkıntısı ortak. Bakım verme; duygusal, fiziksel veya maddi destek vermek, sağlık bakımını üstlenmek, kişisel bakımını desteklemek, ulaşım, alışveriş, ev işlerinin yapılması, para yönetimi gibi değişik alanlarda olabilmektedir. Bu, aynı zamanda sosyal yükü de getirir. Çevre ile ilgili sorunlar, sözel iletişim azalması, bazen de sosyal izolasyon başlar. Bakım verirken karşılaşılan fiziksel yüke, tedavi süresince duygusal yük de eklenecektir” dedi.
ÖNCE BİLGİ
Bu durumda psikososyal problemler, uyku bozukluğu, ağrı ve diğer kronik hastalıkların meydana geldiğini, yakınları sürekli bakım gerektiren kişilerin sıklıkla depresyona girebildiğini belirten Kınay, şöyle devam etti: “Hasta yakınının, kendini suçlama, yardım edememekten doğan acizlik, kaybetme endişesi, yalnız kalma korkusu gibi nedenlerle depresyona girebildiğini, onların da bir uzman desteğine ihtiyaç duyabildiğini unutmamak gerekiyor. Ayrıca bakım verenin, hastanın tanıyı aldığında hissettiği şok, inkar, depresyon ve kaygı gibi duyguları hakkında bilgilendirilmesi gerekiyor. Hasta yakınlarında en fazla rastlanan rahatsızlıklardan biri de hipertansiyon. Koroner arter hastalıkları da hasta yakınını bekleyen sorunların başında geliyor. Psikiyatrik bozukluklardan anksiyete ve depresyon ise kan şekerini yükseltebiliyor. Uzman desteğinin yanı sıra yoga ve pilates gibi sporlardan da faydalanmak şart. Tükenmişlik sendromu, doğrudan hastaya hizmet eden kişilerde görülüyor. Tükenmişliğin başlıca belirtileri enerji kaybı, motivasyon eksikliği ve içe kapanma olarak sıralanabilir.”
Kimi zaman sizi hayal kırıklığına uğratır, üzer ve sinirlendirir, kimi zaman da daha hırslı, üretken ve yenilikçi olmanızı sağlar. Her gün düzenli yürüyüş yapmanın faydaları da şaşırtıyor. Düzenli yürüyüş, kalp hastalıklarından obeziteye kadar birçok sağlık sorununu önleyebiliyor. Ancak uzmanlar, ‘aşk’ın uzun vadede kalp krizi riskini azalttığını, mutlu ve huzurlu bir ilişki yaşayan çiftlerde uyku kalitesin arttığını ve kalp krizi riskinin azaldığını ifade ediyor.
Özel Tınaztepe Galen Hastanesi Başhekimi, genel cerrahi uzmanı Prof. Dr. Gökhan Akbulut, “stres faydalı, yürüyüş çok faydalı, ancak aşık olmak çok daha faydalı” dedi ve şu bilgileri verdi:
1- Aşık ol, sev. Aşık olmak vücutta mutluluk hissi oluşturan serotonin ve oksitosin gibi kimyasal maddelerin en fazla salgılanmasını sağlayan olaylardan biri. Bu kimyasallar, sevdiğimiz bir insana sarıldığımızda da bol miktarda salgılanıyor. Mutluluğun iyileştirici gücü var.
2- Hareket et! Açık havada uzun yürüyüşler yapmak en iyi sporlardan biri. Kalbi, vücut kaslarını çalıştırıyor ve eklemleri çok zorlamıyor. Özellikle ileri yaşlarda tercih edilmeli. Yüzmek de buna eklenebilir. Özellikle açık havada ve doğa içinde yapılacak uzun yürüyüşler, sohbetini sevdiğiniz bir kişiyle yapıyorsanız, zihninizi, ruhunuzu ve akciğerlerinizi temizliyor.
3- Stressiz hayat olur mu? Olmaz. Stres vücudu zinde tutar. Zihniniz, bedeniniz savaşmaya, mücadele etmeye hazır hale gelir. Avcı ve toplayıcı olarak yaşadığımız zamanlarda hayatımızı tehdit eden durumlara karşı yoğun miktarda adrenalin salgılardık. Bu salgılar, savaşmak ya da kaçmak için vücudun ihtiyaç duyacağı değişimleri sağlardı. Ancak günümüzde trafik, gürültü, hava kirliliği, hayat pahalılığı da benzer hormonları salgılamamıza neden oluyor. Bu aşırıya kaçtığında dengemiz bozuluyor. Bu sebeple kararında stres gerekiyor. Hayatın içindeyseniz, stres her zaman var olacaktır. Dozunu siz ayarlayabilirseniz, vücudunuza zarar vermeden atalarımızdan kalan bu mirası etkin bir şekilde kullanabilirsiniz. İşleyen Demir ışıldar...
4- Ne yersen ye, yeterince ye! Paracelcus’un bir sözü var: ‘Her şey zehirdir, gereğinden fazla alınmamalıdır’. Yaşadığınız ortamda yetişen sebzeler ve meyveler, taze tüketilen yiyecekler, genetik yapınıza en uygun yiyeceklerdir. Dengeli beslenen bir kişinin ek vitamine ve destekleyici gıdalara ihtiyacı olmaz. Bulunduğunuz coğrafyadaki gıdalar atalarınız tarafından da tüketiliyordu. Genleriniz onları tanıyacaktır. Genetiği değiştirilmiş gıdalar, genetik yapınıza zarar veriyor mu? Bunu çok iyi bilmiyoruz. Ama mantık silsilesi içinde doğru olabilir. Ancak şunu da unutmamak gerek: Dünyamız, sadece 500 milyon insanı besleyebilecek güce sahip. Daha fazla üreyerek bunun 15 katı nüfusa ulaştık. Bu kadar insanı doğal beslemek çok kolay değil.
5- Dumandan uzak dur! Sigara, dünyada önlenebilir ölümlerin yüzde 95’inden sorumlu. Özellikle dumanındaki katran. Sigara gibi hava kirliliği, asfalt buharı ve duman, kansere ve akciğer hastalıklarına neden oluyor. ‘Sağlıklı bir nefes gibisi yoktur’ demiş Sultan Süleyman. Temiz hava, dumansız hava, sağlıklı alınan bir nefes, en güzel armağan değil mi? Sonuç olarak, ne yaparsanız yapın, orta karar ve keyifle yapın.
Alzheimer Derneği İzmir Şubesi Onursal Başkanı, nöroloji uzmanı Dr. Aysel Gürsoy, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her 3 saniyede 1 kişiye alzheimer tanısı koyulduğunu belirterek, dünya genelinde şu anda 50 milyondan fazla insanın alzheimer hastası olduğunu söyledi. Bu sayıya her yıl 1 milyon kişinin eklendiğini ifade eden Gürsoy, alzheimerin çoğunlukla ileri yaşta ortaya çıkan, 65 yaşından itibaren görülme sıklığı yüzde 10, 85 yaş üzerinde ise yüzde 50’lere ulaşan bir hastalık olduğunu hatırlattı.
YENİ İŞLER ÖĞRENMEK
Yeni bir iş öğrenmenin beyne faydalı olduğunu dile getiren Gürsoy, özellikle parmakla yapılan hareketlerin beynimizde daha fazla hücrenin devreye girmesine neden olduğunu vurguladı. Beyindeki el bölgesini çalıştıran hücrelerin gövdemizi çalıştıran hücrelerden daha çok olduğunu belirten Gürsoy, “Sürekli aynı işi yaparsak beynimiz kullanılmayan hücrelerin enerjisini kapatıyor. Bu nedenle kendimizle konuşurken bile sık sık yapmak istediğimiz yeni işlerden bahsetmeliyiz. Bunu duyan beynimiz gerekli hücreleri devrede tutar. ‘Emekli olacağım, artık hiçbir iş yapmayacağım, domates-biber ekeceğim’ dersiniz, alzheimer ‘birini daha yakaladım’ der. Bu nedenle biz, ‘eşler aynı, işler farklı’ sloganını kullanıyoruz” dedi.
Yaşam biçimimizde yapacağımız değişikliklerin bizi depresyon, alzheimer, parkinson gibi pek çok hastalıktan koruduğunu ve hastalıklarla başa çıkabilirliğimizi artırdığını da sözlerine ekleyen Gürsoy, bakım verenin yükünü de hafiflettiğini dile getirdi. Beyin hücrelerinin zamanla ölümüne bağlı olarak hafıza kaybı, bunama (demans) ve genel anlamda bilişsel fonksiyonların azaldığını ifade eden Gürsoy, şöyle devam etti:
BUNLARI MUTLAKA YAPIN
“Nörolojik bir hastalık olan alzheimer, aynı zamanda en yaygın görülen demans türü. Hastalığın bulunduğu kişilerde beyinde beta amiloid plaklarının görülmesi söz konusu. Başlangıç evresinde yalnızca basit unutkanlıklarla kendini belli eden hastalık, zaman geçtikçe hastanın yakın geçmişte yaşadığı olayları unutmasına ve aile fertleriyle yakın çevresini tanıyamamasına kadar ilerleyebilir. Hastalığın daha ileri evrelerinde ise hastalar temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanarak, bakıma muhtaç duruma gelir. Bilimsel çalışmalar sağlıklı yaş almak için egzersizin (yürüme-yüzme), müziğin (söylemek-dinlemek), sağlıklı ve yeterli beslenmenin, sosyal ilişkilerin ve yeni bilgiler öğrenmenin çok önemli olduğunu gösteriyor. Dans etmenin (özellikle tai-chi), saat 16.00’ya kadar 4 kahve içmenin, çikolata (bitter) yemenin de beyin faaliyetleri üzerinde olumlu etkileri bulunuyor. Yeni yerler görmek, yeni insanlarla sohbet etmek, parmaklarımızı sıkça kullanmak, sosyal problemlerin çözümüne katılmak da beynimizde yeni kök hücre üretimini ve beyin hücreleri arasındaki bağlantıları artırıyor.”
Bebeklerde görülen sarılık genellikle fizyolojik olduğu için tehlike sınırını aşmayıp kısa süre içerisinde kendiliğinden geçmektedir. Peki, yeni doğan bebeğin sarılık tedavisi için neler yapılmalıdır? İşte, bebeklerde sarılık hastalığı hakkında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’nden Neonatoloji Uzmanı Prof. Dr. Esra Özer şunları paylaştı:
KENDİLİĞİNDEN DÜZELİR
“Yenidoğan döneminde bebeklerde en sık karşılaşılan durumlardan birisi olan sarılık, genellikle kendiliğinden ve sorunsuz düzelen bir durumdur. Ancak sarılığa neden olan bilirubin adı verilen maddenin aşırı yükselmesi, beyinde kalıcı ve geri dönüşümü olmayan hasara yol açabilir. Bu nedenle sarılık fark edilen bebeklerin mutlaka bir hekim tarafından tarafından muayene edilmesi ve biluribin düzeyinin ölçülmesi gereklidir.
Yenidoğan bebeklerde sarılık genellikle 2 veya 3’üncü günde başlar, birinci haftaya doğru azalır. Zamanında doğan sağlıklı bir bebeğin ikinci haftadan sonra artık sarı görünmemesi gerekir. Eğer görülürse bu duruma uzamış sarılık adı verilir.
ANNE SÜTÜ SARILIĞI
Uzamış sarılığın en sık nedeni anne sütü sarılığıdır. Anne sütü alan bebeklerin bazılarında genellikle birinci haftada sarılık başlar ve 1-3 ay kadar sürer. Anne sütü sarılığı dışında, bazı hastalıkların da bebeklerde bu duruma neden olabileceği bilinmelidir. Safra yollarının dar olması (atrezi), doğumsal tiroid bezinin az çalışması (hipotiroidi) ve galaktozemi gibi metabolik hastalıklar bu açıdan önemlidir. Bu hastalıklarda acil tanı ve tedavi yaşamsal önem gösterir. Yenidoğan bebeklerde idrar yolu enfeksiyonları da uzamış sarılıkla bulgu verebilir, sinsi seyrettiğinden mutlaka akılda tutulmalıdır.
NE YAPILMALI?