Bükre İkizer

Tesadüf mü? Mucize mi?

29 Kasım 2019
Hepimizin başına her gün değişik onlarca şey geliyor. Birçok plan yapıyoruz. İşe gidiyoruz, seyahat ediyoruz, yemek için arkadaşlarla buluşuyoruz, çocuğumuzu okuldan almaya gidiyor ya da eve giderken manavdan bir şeyler alıyoruz. Bu eylemleri gerçekleştirirken çeşitli konuşmalar, tanışmalar, karşılaşmalar yaşıyoruz. Ve bu gelişmelerin birçoğunu fark etmiyoruz bile.

Plan yaptığımıza ve her şeyin kontrolümüz altında olduğuna eminken bir de bakıyoruz ki çoğu şey planladığımız gibi gelişmiyor. Ya da planladığımıza yakın gelişse de hesapta olmayan birçok detayla karşılaşabiliyoruz. Pakta, restoranda ya da bir arkadaşımızı beklediğimiz kafede yanımıza gelen biriyle tanışıyoruz. Bu bazen bir kadın, bazen bir erkek, bazen bir çocuk olabildiği gibi bezen de bir sokak hayvanı olabiliyor. Duymamız gereken bir şeyi bize söyleyip, görevlerini tamamlayıp gidiyorlar. Peki bu mesajları duyabiliyor muyuz? Farkına varabiliyor muyuz? Varıyorsak, bunlardan faydalanabiliyor muyuz? Hani diyorlar ya ‘hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir’ diye, işte tam da öyle oluyor ama çoğu zaman biz bunu kabullenmiyoruz. Ama biz kabullenmesek de her şey bir akış içinde olmaya devam ediyor. 

‘Tesadüf’ ne de çok kullandığımız bir kelime. Ama hayatta her olan şeyin bir sebebi var. ‘Kötü’ diye algıladığımız şeylerin bile hayatımıza ‘iyi’ olarak geldiğine şahit oluyoruz. Ya şahane olaylara sebep olduklarına ya ders alıp aynı durumlarla karşılaşmamak için neler yapmamız/yapmamamız gerektiğine, ya da olmayan bir şey için üzülürken çok daha iyisi olacağı için bunun gerçekleşmediğine tanıklık ediyoruz. Bu sürece hayat deniyor işte. Akışta başımıza gelen ve bizi bir yerden tamamen başka bir yere taşıyan o sihirli ‘an’da yaşanıyor her şey.  Biraz uzaktan ve dikkatlice bakabildiğimizde de tesadüfen bir şey olmadığını, her şeyin mucizevi bir şekilde kendiliğinden olması gerekene zemin hazırladığını görüyoruz.

Mucizelere inanın. Onları görmek ve duymak için daha dikkatli bakın. Her an her yerde mucizeler olduğundan şüphe duymayın. Hayat kendi başına bir mucize zaten. Akışta olanları izlemeye odaklanın. Bakın neler neler oluyor o sıradan gelişmeler içinde. Duygu durumunuzu ve dürtülerinizi kontrol altında tutarak izleyin sadece. Nasıl da her şeyin bir ahenk içinde hareket ettiğine odaklanın. Yargılamadan, dürtülerinizin sonucunda diğer kişilere acı çektirmeden, sakin ve sessizce izleyin. Üzerinize düşeni yapın tabii ki, emek harcayın, çalışın, sevin, sevilin, eğlenin, dinlenin ama görün. Her an ne mucizelerin gözlerinizin önünde gerçekleştiğine şahit olun.

INSTAGRAM: Bükre İkizer 

Yazının Devamını Oku

Arzulamaktan Yaşayamıyoruz

20 Kasım 2019
İnsanların neredeyse tamamının hayatı durmadan bir şeyler arzulamakla geçiyor. Hep bir telaş ve koşuşturma içinde arzuladıklarına ulaşma çabasıyla oradan oraya savruluyorlar. İçinde bulunduğu durumdan memnun olan neredeyse kimse yok.

Hep daha fazlası, daha yenisi, daha değişiği, daha güzeli, daha iyisi, daha çoğu, dahası da dahası. Ne kendilerine ne çevrelerinde olup bitenlere ne sahip olduklarına ne de gerçekte kim olduklarına ve nasıl bir yaşam istediklerine bir defa bile dönüp bakamadan yıllar geçiren bu mutsuz insan topluluğu dünya nüfusunun oldukça büyük bir kısmını oluşturuyor. İşte bu koşuşturma, telaş, umursamazlık, zamansızlık ve devamlı arzulama halinden kaynaklanan kaos maalesef genel yaşam biçimi haline geldi. Daha da kötüsü normalleşti. 

Hiç durmuyoruz. Durmayı bilmiyoruz. Durup sakince anda kalmayı başaramıyoruz. Ne rahat edebiliyoruz ne de ettirebiliyoruz. Hayatımıza giren herkesi kaosumuza dahil etmeye ve negatife çekmeye çalışıyoruz. Bundan kaçanları da suçlayıp, kötüleyip, eleştiriyoruz. Arzuladıklarımız da ne yaparsak yapalım bir türlü istediğimiz gibi olmuyor. Dolayısı ile aynı kısır döngü içerisinde sadece debeleniyoruz. Söyleniyoruz, mutsuz oluyoruz, acı çekiyoruz ve başa dönüyoruz.

Arzulamak olandan mutsuz olmak, devamlı dışarıdan gelecek bir yardım olduğuna inanmak, yetinmemek, farkında olmamak, hayatı kaçırmak demek. Dışarıdan gelecek hiçbir yardım olmadığını fark edip, her ne istiyorsak ona odaklandığımız, elimizden gelen her şeyi yapıp enerji, zaman, para, emek ve inancımızı istediğimiz şey için harcamaya devam ettiğimiz sürece her şeyin zaten yoluna gireceğine inanmıyoruz. Haddimizi aşıyor ve her şeyi planlayabildiğimizi ve kontrol edebildiğimizi zannediyoruz. Ama aslında hiçbir şeyi kontrol edemiyoruz. Her defasında böyle olmadığını bize hatırlatan onlarca olay, gelişme ya da durumla karşı karşıya geldiğimiz halde bir durup kafamızı kaldırıp bakmıyoruz. 

Bugüne kadar bu şekilde devamlı arzulayan olarak yaşamayı seçtik te ne oldu? Hiçbir şey… O zaman değişik bir şey denesek ne kaybederiz? Yine hiçbir şey… Biraz anda kalıp, sahip olduklarımız için şükür edip, olmasını istediklerimiz için her şeyi yapıp sonrası için sürece teslim olup, sakince beklesek ve durmayı öğrensek, olmasını istediklerimizin nasıl da zahmetsizce, hızlı, tam zamanında ve olması gerektiği gibi olduğuna tanık olacağız. Evet olacağız ama bunu yapabilmek için önce iç dünyamızdaki kaosu fark etmemiz ve onu bitirmeye niyet etmemiz gerek. Hayat bu kadar komplike ve karmaşık bir şey değilken, onu zorla bu kadar çekilmez hale getirenin bizden başkası olmadığını anladığımız an değişime hazırız demektir. Sonrası çok daha kolay.

Sakin olun. Geçmişte neleri atlattığınıza, başardığınıza odaklanın. Kendinize inancınızı tam ve sağlam tutun. Önce kendinizi sonra hayatı, insanları, doğayı ve hayvanları sevin. Beklenti duygunuzun yerine şükür ve motivasyonu koyun. Nefes alın, gülün, güldürün, sevin, aşık olun, gezin, konuşun, dinleyin. Yaşayın yani. Hayata karışın.

Arzulamayın.

Düşleyin.

INSTAGRAM: Bükre İkizer 

Yazının Devamını Oku

İçimizin Güzelliği Dışımıza Yansıyor

15 Kasım 2019
Hani hep derler ya içinin güzelliği kişinin yüzüne yansır diye, işte bu gerçek. Tabii ki güzellik çok göreceli bir kavram ve kişiye göre değişkenlik gösteriyor. Dolayısı ile hepimizin güzellik anlayışı birbirinden çok farklı. Ancak burada anlatılmak istenen sadece biçimsel güzellik değil. Yaydığımız enerji, cildimizin ışıltısı, sıcak gülümsememiz ya da dinç vücudumuz bunun göstergelerinden bazıları.

İçimizde kimseye karşı öfke, nefret, kin gibi duygular barındırmamamız hem bizi negatif düğümlerden ve negatif gelişmelerden uzak tuttuğu gibi dingin, sade, keyifli ve olanı olduğu kabul eden bir yaşam şeklini de benimsememiz demek. Bunu yapabilmek için anlayışlı, empatik ve sakin olmakla işe başlayabiliriz.

Kaygılar ruh hâlimizi en kötü etkileyen duygular. Peki bu bitmek tükenmek bilmeyen onlarca kaygıdan nasıl kurtulacağız?

Öncelikle konu her ne olursa olsun objektif olmakla işe başlayacağız. İstediğimiz bir şeyi yapmak için dış etkenlerden bağımsızlığımızı ilan edip, elimizden gelen bütün çabayı harcayacağız. Gerekli bütün şartları sağlamaya odaklanacağız. Var gücümüzle bütün emek, zaman, para ve inancımızı o işe harcamaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Elimizden gelen her şeyi yaptığımıza emin olduğumuz sürece o işin olacağına ve bize olumlu bir şekilde geri döneceğine olan inancımızı alsa kaybetmeyeceğiz. Her şeyi yaptığımız halde istediğimiz şey olmuyorsa, ya buradan almamız gereken bir ders olduğunu anlayarak o dersi almaya odaklanacağız, ya da bundan çok daha iyi bir şey olacağına emin olup yolumuza devam edeceğiz. Negatif duygu ve düşünceleri ruhumuzda barındırmayacağız.

Yediklerimize çok dikkat edip vücudumuza ne alıp almadığımızı kontrol edeceğiz. Vücudumuza ne alırsak bedenimize onların yansıdığını unutmayacağız. Evet yediğimiz her şeyde kalori var. Ama iyi kalori kötü kalori ayırıp, vücudumuzu kötü ve ihtiyacı olmayan kalorilerden koruyacağız. Su tüketimini arttırıp, besin değeri yüksek besinler tükettiğimizde cildimizin ve vücudumuzun nasıl da değişim gösterdiğine şahit olacağız. 

Bağımlılık yaratan her alışkanlıktan uzak durup bedenimizi kötü ve negatif her şeyden koruyacağız. Bağımlılık yaratan maddeler bizi günlük yaşam enerjimizden uzaklaştırmakla kalmaz, üretim ve yaratıcılık taraflarımızı sekteye uğratarak hem ilişki hem iş hem de sağlık olarak çöküş yaşamamıza neden olurlar. Kendimize bile bile kötülük yapmaya bir son verip yenilenmeye odaklanacağız.

Uyku düzenimize dikkat edip, spor yapmaya daha çok zaman harcayacağız. Çok fazla uyku uyumanın insanın ömründen çalmakla birlikte, halsizlik, motivasyon düşüklüğü ve tembellik yarattığını biliyoruz. Gereği kadar uyumaya başladığınızda hayattan ne de çok zaman kazanacağınızı göreceksiniz. Ve tabii ki spor vücuda yapılan en önemli yatırımlardan biri, vücudunuza ne kadar iyi bakarsanız o da size o kadar iyi hizmet eder. Hem ruhen kendinizi iyi hissedip hem de bedenen canlanmak için hareketten kaçmayacağız. 

Ruhumuzu beslemenin bir başka yöntemi ise okumak. Okumayı sevip sevmemeniz hiç önemli değil, manevi yolculuğunuzda okuduklarınız bilgi birikimi olarak sizleri hep daha ileriye taşır. Merak ettiğiniz, gelişebileceğiniz, farklı bakış açıları geliştirebileceğiniz ve beslenebileceğiniz şeyler okuyun. Her gece yatmadan önce en az bir saatinizi okumaya ayırın. Ruhunuza nasıl da iyi bir yatırım yaptığınızı bir süre sonra fark edeceksiniz. 

Merhametli, anlayışlı ve iyi niyetli olacağız.

Yazının Devamını Oku

Hayır Grip Olmuyorum

6 Kasım 2019
Mevsim değişikliğinin ilk yansımalarından hastalıklar her mevsim geçişinde olduğu gibi çoktan aramıza sızmaya başladılar.

Halsizlik, kırgınlık, boğaz ağrısı, baş ağrısı, burun akıntısı gibi şikayetlerde ciddi artış olduğunun sanırım herkes farkında. Evet kışa girmek istemiyoruz, direniyoruz, giyinmiyoruz, inatla t-shirtle geziyoruz ama gerçekleri artık hızlıca kabullenmemiz lazım çünkü ciddi ciddi Kasım’a girdik. Önümüzdeki ay Aralık. Hani o yılın en son ve hatta yılbaşını getiren ayı. Yani kışın ta kendisi. Ne kadar hızlı kışa olan direncimizi bir kenara bırakıp mevsimle barışma yoluna girersek o kadar sağlıklı ve mutlu oluruz. Dolayısı ile hasta olmamak, depresyona girmemek, karanlık bir ruh haline bürünmemek için yapabileceğimiz birçok şey var. 

Öncelikle ‘üşümüyorum’ yalanından kurtulmak sureti ile üzerinize sizi gerçekten sıcak tutan bir şeyler giyin. Ayaklarınızı, belinizi ve boynunuzu korumaya alın. Kalın bir mont ya da kaban giymeden artık evden çıkmayın. Giyinin yani. 

Baktınız halsizlik, yorgunluk, hasta olma hali var sıcak banyo yapın, ayaklarınıza krem sürüp sıcak çoraplarınızı giyin. Sıcak su torbanızı ayaklarınızın altına alın, hırkanızı da giyin ve keyfinize bakın. 

Çeşit çeşit şahane kış çaylarından için. Hatta vaktiniz varsa bu çayları evde kendiniz yapın.

C vitamini tüketiminizi arttırın. Sadece portakalı değil, bol miktarda C vitamini içeren kivi, greyfurt, siyah frenk üzümü, maydanoz, kırmızı biber, limon ve karnabahar gibi besinleri yiyecek listenize ekleyin.

Saçlarınızı kurutmadan bırakın dışarı çıkmayı evde bile oturmayın. Saçı ıslak kalan kişi hastalığı bile bile çağırıyor demektir. Islak saçın baş ağrısı, saç derisinde acı ve hassasiyet, boğaz ağrısı ve devamlı üşüme gibi etkileri diğer zararlı etkilerinden sadece bir kaçı. 

Evinizi çok fazla ısıtmayın, çok fazla da soğuk olmasın, normal ısılarda kalmaya özen gösterin. İç mekan dış mekan geçişlerinde dikkatli olun. Gün içinde ısı değişimi olan ortamlarda bulunduğunuzu göz önünde bulundurup sıcak geldiğinde çıkartıp üşüdüğünüzde giyebileceğiniz türden hırka, yelek, ceket gibi parçalarla kıyafetlerinizi tamamlayın.

Enerjinizi ve motivasyonunuzu yükseltecek iç mekan organizasyonları yapın ve değişik etkinliklere katılın. Üşenmeyin, evden çıkın. Tamam kapalı mekanlarda sıcak ve keyifli yerlerde bulunun ama evden çıkın. Havanız değişsin. Devamlı dışarıda program yapın demek değil tabii ki bu. Eviniz de arkadaşlarınızı ağırlayın, kahve saatlerinizi birlikte geçireceğiniz sevdikleriniz arayın, battaniye altında film seansları düzenleyin, hatta birbirinize kitap okuyun.

Yazının Devamını Oku

Hastalık Hastası Mıyım, Yoksa Umursamaz mı?

30 Ekim 2019
Halk arasında pimpirikli ya da evhamlı diye adlandırdığımız, fiziksel bir rahatsızlığı olmadığı halde bedeninde kesin kötü bir hastalığın var olduğuna ancak henüz bulunamadığına emin olan kişilerle bir arada yaşıyoruz.

Bu kişilerin bu davranışları bilerek isteyerek sergilemediklerini ve aslında başta kendileri olmak üzere aile ve sevdiklerine sıkıntı yarattıklarını bilmediklerini anlayarak yaklaşmamızda fayda var. Gerçekten bir hastalığı olmadığı halde bu şekilde kendilerini yıpratan kişileri durumları hakkında nazikçe uyarıp belli bir süre sonunda değişiklik olmadığı takdirde tıbbi yardım almaları gerekliliğinde ikna yoluna gidilmesi yapılması gerekenlerin başında geliyor. Diğer taraftan çağımızda adını daha önce duymadığımız çok sayıda hastalığın varlığını öğrenmemiz ve bildiğimiz bilmediğimiz birçok hastalıkla ilgili internet üzerinden doğru yanlış bütün bilgilere ulaşıyor olmamızın faydaları kadar zararları da uzun zamandır tartışılıyor. Bu iki konu bir araya geldiğinde evhamlı kişilerin evhamları daha da artabildiğinden, doktor hariç kimseye sağlıkları ile ilgili yoruma açık soru ya da bilgi paylaşımında bulunmamalarının gerekliliği de anlatılmalı.

Bu tablonun tam tersi başka bir tablo da bir o kadar önemli. Sağlığını, bedenini, ruhunu, duygularını ihmal etme eğiliminde olan bu kitle çok büyük ihtimalle hastalık hastası olarak adlandırdığımız kitleye oranla çok daha büyük. Bu anlayışa sahip kişiler de başlarına ne gelirse gelsin kesinlikle doktora gitmeye direnen ve içten içe korktukları halde bu direnci devam ettiren bir topluluk. En ufak şeyde kendini hastaneye atmak ve hem kendisine hem çevresine panik, üzüntü ve sıkıntı yaşatmak ile, gerçekten bir hastalığı olduğunda ‘aman ya önemli bir şey değildir’ diye asla sağlığıyla ilgilenmeyen ve doktora başvurma gereği duymayan, sonunda da kendilerini, ailelerini ve sevdiklerini zor ve üzücü tablolar içinde bırakan insanlar aslında aynı derecede kendilerine zarar verme ihtimali olan ama bunun farkında olmayan kişiler.

Yaşadığımız hayat şekli, beslenmemiz, spor alışkanlıklarımız, hayata olan yaklaşımımız ve diğer etkenlere bağlı olarak farklı tepkiler veren vücudumuz aslında ihtiyacı olan her şeyi bize söylüyor olduğunu biliyor musunuz? Yeter ki onu duymayı ve dinlemeyi bilelim. Yorulduğunda ‘ben artık yoruldum dinlenmek istiyorum’ dediği gibi, su eksikliği yaşadığında da ‘çok susuz kaldım, acilen sıvı tüketimi gerekiyor’ gibi uyarıları hemen yollar. Bizler bu sesi duymadığımızda uyarıları biraz daha sertleşerek ileten vücudumuzun, zaman zaman yorulabileceğini, farklı sebeplerden ağrılar yaşayabileceğini, susuzluk, uykusuzluk gibi etkenlerden yorgun ve bitkin düşebileceğini ve bu durumların kendimizi dinlersek hemen düzelebileceğini bildiğimizde gereksiz kuruntuya sebep olacak ve telaşa yol açacak hiçbir şey olmadığını da kolayca anlarız.

Aynı derecede ufak ya da önemsiz görünen bir sağlık sıkıntısı yaşadığımızda ‘önemli değildir, kendiliğinden geçer’ dediğimiz ve üzerinden bir süre geçtiği halde ağrı seviyesinde ya da başka bulgularda değişiklik gözlemlenmeyen durumlarda da doktora gitmeye direnmek ve gerçekten müdahale edilmesi gereken bir şey olup olmadığına bakılmasına yanaşmamak kesinlikle sağlığı tehlikeye atan davranışlar.Hastalık Hastası 

Öncelikle kendinize, sonrasında sevdiklerinize, ailenize, yakınlarınıza gereksiz sıkıntı ve üzüntü yaşatmamak için ne pimpirikli ne de ihmalkar olun. Bunlardan biri olduğunuzu düşünüyorsanız da mutlaka profesyonel bir destek alın ve şöyle rahat ve huzurlu bir hayat yaşamaya başlayın.

INSTAGRAM: Bükre İkizer 

Yazının Devamını Oku

Kendimle İlişkim Ne Durumda?

19 Ekim 2019
Akşam eve geldikten ve bütün koşturmalarınız bittikten sonra, şöyle güzel bir kahve yapıp rahat bir yere oturun ve sorun ‘bugün kendim için ne yaptım?’ diye.

Bir bakın bakalım kendiniz için rutinde yaptığınız neler var. Hayatın koşuşturmasına dalıp otomatikleşen yaşamınızın içinde farkındalık seviyenizin, kendinize gösterdiğiniz özenin ve ayırdığınız zamanın ne durumda olduğuna bir göz atın. Hayatı sadece zaman doldurmak için mi, yoksa gelişip, değişip, bir şeylerin anlamı üzerine kafa yormak ve ilerlemek için mi yaşıyorsunuz?

Birçok kişi yaşamı ceza gibi algılayıp başa gelen olayları olduğu gibi yaşamak zorunda olduklarını ve bunları değiştirmek için ellerinden bir şey gelmediğini düşünüyorlar. Sadece süreci tamamlamaya odaklanıp hayata geliş amaçlarını, kendi güçlerini ve yapabileceklerini fark edemeden de ölüp gidiyorlar. Hem de bütün bu süreci kendileri dahil herkesle kavga ederek geçirerek. Konuya bu taraftan bakıldığında hayat anlamsızmış gibi görünüyor olsa da aslında sadece sıkıntılarla dolu ve tamamlanması beklenecek ceza alanı olmadığı anlaşıldığında da muazzam bir süreç olduğu kolayca anlaşılabilen bir kavram.

Herkes bu hayata deneyimlemeye geliyor. Sevgiyi, aşkı, üzüntüyü, acıyı, ayrılığı, mutluluğu, güzellikleri, zorlukları ve daha onca durumu, duyguyu ve ilişkiyi deneyimlemeye. Peki bu deneyimlerin bize ne faydası var? Eğer başınıza geldiğini düşündüğünüz olay ve durumları, verdiğiniz kararları, etrafınızdaki gelişmeleri yaşarken, ‘bu durumla karşılaşmamdaki sebep ne, neyi anlamalıyım ki bu durum benim başıma geliyor?’ gibi basit soruları kendinize sorabiliyor ve objektif cevaplara açık olabiliyorsanız, o zaman kendinizi aniden muhteşem bir yolculuğun içinde bulacak ve nasıl da yol alıyor olduğunuzu göreceksiniz.

Kendi ruhsal ve bedensel gelişiminize önem vermenin değerini ne kadar erken anlarsanız, o kadar erken hayat yolunda yürümeye başlarsınız. Dünya aslında bu sorulara gerek duyulmadan yaşanıyor olduğu için bugün hepimizin memnun olmadığı bir durumda. Buna dur demek maalesef ki politikacıların, din adamlarının ya da bir mekanizmanın başarabileceği bir konu değil. İçinde bulunulan durumun olumlu anlamda değişebilmesinin tek yolu her bir bireyin değişmesinden geçiyor. Değişime direnmeye dur demek zorundasınız. İsteseniz de istemeseniz de. Sorumluluğunuzu fark etmek ve üzerinize düşenleri yapıp yapmadığınızın cevabını kendinize vermek zorundasınız ister bugün ister başka bir gün.

Kendiniz için hemen bir şeyler yapmaya başlayın. Siz kendiniz için bir şeyler yaptığınızda öz değerliliğiniz artacak ve hayata daha olumlu ve keyifli bakıyor olacaksınız. Dolayısı ile ailenize, arkadaşlarınıza, sevdiklerinize, iş arkadaşlarınıza, hayvanlara, doğaya ve bütünlüğe daha sevgi ve saygı dolu olunabileceğini göreceksiniz. Geçmişle kavgalarınıza son verip, anda kalarak çevrenizle uyumlandığınızda nasıl da güzel bir akış halinde hayatın hareket ettiğini görebileceksiniz. Sizdeki pozitif gelişme ile değişen hayatınızın tadını çıkartmaya başladığınızda mutluluğun yaşanan anda olduğunu anlayıp daha da mutlu olacaksınız. Mutluluğu kişilerde, mekanlarda, mesleklerde aramanın bir işe yaramadığını fark edecek sizin dışınızda mutluluğunuzu bağlayacak bir şeye ihtiyaç duymadığınız zaman bu hayat sürecini neden yaşıyor olduğumuzu anlayacak ve gerçek bir hayat yaşamaya başlayacaksınız.

Her gün kendiniz için bir şey yapın. İster ruhunuz ister bedeniniz olsun kendiniz için çaba harcamaya başlayın. Gülümseyin, hareket edin, iyilik yapın, eğlenin, sevdiklerinize sarılın, trafikte yol verin, müzik dinleyin. Hayatla, olanlarla, insanlar ve çevrenizdekilerle kavga etmeye son verip uyumlanmaya başlayın ki hayatınızı yaşamaya ve hissetmeye başlayın. Negatifler değil pozitifler hayatı hayat yapar unutmayın.

INSTAGRAM: Bükre İkizer 

Yazının Devamını Oku

Sonbahar Depresyonu

15 Ekim 2019
Cıvıl cıvıl aydınlık yaz günlerinin geride kaldığı sonbahar, daha karanlık, serin ve dingin etkisiyle insanlar üzerinde depresif bir ruh hali oluşturabiliyor.

İnsanın daha çok düşündüğü, daha fazla detaylara odaklandığı, sorgulamalara ağırlık verdiği ve kendine döndüğü zamanlar bu geçiş döneminde fazlalaşıyor. Dolayısı ile çoğunluğun üzerindeki negatif etkiler daha çok ön plana çıkabiliyor. Daha yorgun, motivasyonsuz, isteksiz ve bıkkın hissettiren soğuk kış günlerine girişin habercisi sonbahar aslında pozitif birçok etkisi olduğu halde negatif yönleri ile biraz daha öne çıkabiliyor.

Peki bu depresif etkiye kapılmamak için neler yapmalıyız?

Kendinizi doğaya verin: Daha çok doğa ile iç içe kalabileceğiniz yerlere gitmeye, oralarda zaman geçirmeye çalışın. Doğanın dönüşüm evresinin muhteşemliğini izleyin ve kendinizi rahatlatın.

Hareket edin: Spor yapın. Yürüyüş, yüzme, pilates, tenis, dans her ne olursa olsun vücudunuzu harekete geçiren ve severek yaptığınız fiziksel bir faaliyet sizi çok rahatlatacaktır. Üşenmeyin ve harekete geçmeyi ertelemeyin.

Okuyun: Okumak zihninizi rahatlatacaktır. Sevdiğiniz, merak ettiğiniz, öğrenmek istediğiniz herhangi bir şey okuyun. Düzenli olarak okumak, hikayelerin içinde kaybolmak ruha her zaman iyi gelir. Serüvenlere dalmaktan korkmayın.

Müzik ruhun gıdası: Pozitif ve canlı müzikler dinleyin. Ruhunuz depresyon eğiliminde ise onu yukarıya çekecek müziklerle besleyin. Acı dolu, düşük enerjili müziklerden uzak durun. Mümkün olan her fırsatta enerji veren ve eğlenceli müzikler dinlemek ruh haliniz üzerinde çok ciddi bir pozitif etki yaratacaktır.

Gün ışığından olabildiğince fazla faydalanın: Bütün gün dört duvar arasında çalışıyor olsanız bile mümkün olan her fırsatta gün ışığından faydalanmaya bakın. Öğle tatillerinde dışarı çıkın. Sabah işe giderken, akşam dönerken az da olsa dışarıda yürüyün. Kahve molasını masa başında değil, açık alanlarda geçirmeye çalışın. Ama en önemlisi sabah perdeleri ve pencereleri kısa bir süreliğine olsa bile iyice açın. Derin nefes alın ve gün ışığını izleyin. İçinizin nasıl da aydınlandığına şaşıracaksınız.

Hobilerinize sıkıca tutunun:

Yazının Devamını Oku

Ekim’de Kaş

8 Ekim 2019
Yazın artık kesin bittiği bu sonbahar günlerinde hala otuz derece havası, mis gibi denizi, şirin cafeleri, ısıtan güneşi, Arnavut kaldırımı sokakları ile Kaş tam bir cennet.

Şirin, güzel, temiz ve dingin olmasıyla ün salan bu minik sahil kasabasında yaz en muhteşem haliyle devam ediyor. Plajları ve civarındaki çok sayıda antik kent sebebi ile de büyük bir kitlenin dikkatini çeken bu minik ilçe, ne yazık ki her yıl önceki yıllara oranla daha çok kalabalıklaşıyor ve betonlaşma yolunda hızlı adımlarla ilerliyor. Tatil için bölgeyi ziyaret eden kitlenin değişmesinin olumsuz etkileri yaz kış orada yaşayan ilçe halkının konuştuğu tek konu diyebiliriz. Son dönemlerde artan yoğun talebin sonucunda geçen yıllara oranla daha pahalı, gürültülü, stresli, kalabalık olduğunu eskiden beri oraya gidenler hemen gözlemleyebiliyorlar. Bütün bu negatif etkenlere rağmen hala güzelliğinden bir şey kaybetmeyen Kaş, değerli bir pırlanta gibi ışıldamaya ve tatilcileri kendine mıknatıs gibi çekmeye devam ediyor.

Kaş Merkez, Kaputaş, Büyük Çakıl, Küçük Çakıl, Limanağzı gibi farklı plajları, Xanthos, Antiphellos, Tysse, Apollonia, Kyaenai, İsinda antik kentleri, başta Mavi Mağara olmak üzere çok sayıda mağarası, tabii ki göz nuru Kekova’sı, kırk beş dakika uzaklıktaki Saklıkent’i, hemen yanı başındaki Kalkan’ı, kırk kilometrelik mesafede bulunan Noel Baba’nın doğduğu yer olarak bilinen Demre’si ve sadece iki kilometre mesafedeki Yunan komşusu Meis Adası ile tarihin, denizin, eğlencenin, kültürün ve doğanın kalbi.

An itibari ile hala denize girebileceğiniz gibi, kafa dinleme, kitap okuma, araba ile değişik yerlere yol alma, yakınlardaki tarihi ya da doğa ile iç içe mekanlara takılma aktivitelerine dalış, tekne turları, paraşüt ve doğa yürüyüşlerini de eklerseniz şahane zamanlarınıza yenilerini eklemeniz an meselesi.

Farklı lezzetlere ulaşabileceğiniz hem eski hem de yeni açılan restoranları, kahve içip etrafı izleyip rahatça zaman geçirebileceğiniz kahvecileri, eğlencenin minik mekanlarındaki güzel müzikleri, el emeği yapılan takı, aksesuar ve kıyafetleri ile ile her yaşa her zevke hitap eden Kaş’ı kışa girmeden bir görün derim.

INSTAGRAM: Bükre İkizer

Yazının Devamını Oku