Konu ile ilgili bilgi sahibi olduğum konusunda hiçbir iddiada bulunmamakla birlikte uzun zamandır bu konu hakkında bir şeyler yazmak istediğim için kendi çapımda bir araştırma yapıp etrafımda olan, yeni tanıştığım ya da pek tanımadığım yerli yabancı değişik yaş grubundan birçok kişiye "Hiç aşık oldunuz mu?" diye sordum durdum. Sorduğum bu sade ve basit soruya çoğunlukla enteresan yanıtlar aldım. Bu yanıtların açık ara liste başına oturan en popülerlerinden birkaçı "evet tabii ki oldum, o ne biçim soru? Aşık olmayan var mı ki şu hayatta? Evet evet ben de onlardanım" oldu. "Emin misin? Kesin aşk mıydı? Aşık olduğunu hissettin mi? Kesin bilgi mi? Yani mesela alev alev yandın mı? Aşktan ölmek nedir biliyor musun? Kesin olduysan ondan kaçmadan aşka odaklanıp duyguyu anlamaya çalıştın mı? Ya da yandığını bile bile, halini dışarıdan göre göre o ateşin içinde bile isteye oturdun mu?" diye üstelediğimde ise "Bilmiyorum sanırım oldum.. Hmmm oldum ya oldum.. Evet ya aşktı o kesin aşk.." gibi belirsiz, ikilemde ve kendilerinden şüphe eden ifadelerle yanıtladılar.
Bir şey anlatmaya çabalayan ama aslında ne söylediğinin farkında olmayan, eğer aşk adına bir şeyler bildiğine inanan biri ise bile nasıl anlatacağını bilemeyen bu insanların neredeyse hepsi yüzlerindeki kocaman soru işaretleri ile bana bakarken geveledikleri belirsiz sözcük topluluklarını kafası karışık bir tebessümle desteklediler.
Aşkın plansız, zamansız, öngörülemez, engellenemez ve doğal akışın bir parçası olduğunu ve aslında hayatın sevgi ve aşk üzerine kurulu olduğunu biliyor muyuz? Peki bir zaman biliyorduk da sonradan mı unuttuk? Yoksa hiç mi bilemedik? Peki bu bilginin hücrelerimizde yazılı olduğunu biliyor muyuz? Bize sonradan öğretilen saçmalıkların sonucunda bugün böylesine yalnızlaştığımızı anlayabiliyor muyuz?
Türkçe’de ‘aşık olmak’ bir durum gibi ifade edilirken, İngilizcede ‘fall in love’ yani ‘aşka düşmek’ olarak bana göre çok daha konuya uygun şekilde kullanılmakta. Aşk aslında tam da öyle bir şey değil mi? İçine güm diye düşülen ve bir türlü çıkış yolu bulunamayan derin bir kuyunun dibine çakılmak değil mi? Bakın tarihe neler yaşanmış neler… Tarihteki birçok önemli olayın kaynağında aşk hikayeleri, büyük kavuşmalar, asla kavuşamamalar, aşk çocukları ya da aşk acıları yok mu? Var. Aşk hep var. Hep vardı. Hep de var olacak. Aşkın evrimleşmiş halleri, amacından çıkıp alışkanlıklarla yer değiştirmeleri, nefrete dönmüş modelleri ya da en kötüsü tek taraflı yaşananları yok mu? Onlar da var. Tam da yazının başında dediğim gibi konu aslında hem çok basit, hem de bir o kadar karmaşık.
Aşk var ve bütün insanlık olarak yaşadığımız bu zaman diliminde biz ondan koşarak kaçıyoruz. Çünkü bize öyle öğretildiği için öncelikle ona inanmıyoruz. Tüketim çağının handikaplarından payımızı alıyor, hep daha iyisi vardır diyerek gözümüzü dışarıya dikip elimizdekinden olmuyor muyuz? Yaşadığımız ailesel sorunların sorumluluğunu karşı tarafa hoyratça yüklemiyor muyuz? Hayat sürecinde karşılaştığımız travmalardan dolayı aslında aşık olduğumuz kişiye onunla ilgili olmayan duygu ve durumları yükleyip aşka yazık etmiyor muyuz? İşte bunları yapmaya son verip, aşk duygusunu tanımaya, anlamaya, ne şahane bir şey olduğuna tanıklık edecek cesareti kendimizde bulmaya her zaman imkanımız var. Hiçbir zaman geç değil.
‘İmkansız olursa aşk olur, imkanlıysa o zaten aşk değildir’, ‘aşk henüz yaşamadıklarımızdır’, ‘yaşayamadığın yarıda kalan şeydir aşk’ gibi saçmalıkları ortaya atıp kaçan birilerine körü körüne inandığımız için karşılıklı aşkın büyüsünden mahrum kalmıyor muyuz onlarca yıldır? Bir de ironiye bakın ki aşk filmleri izleyip, imrenip, ağlayıp, inanmadığımız bu durumu tam bir acı kaynağına dönüştürmüyor muyuz? Bu saçmalıklara inandığımız için de aşık bir çift gördüğümüzde aklımızdan hemen ‘kesin bunlar da ayrılır, böyle aşk olmaz, aman canım sadece gösteriş’ gibi ayrılmalarını dileyen kıskançlık tabanlı cümleler kurmuyor muyuz? Maalesef kuruyoruz…
Aşkı sadece karşı tarafa bağlı bir duygu gibi düşünmeyin. Karşılıklı olunca dünyanın en şahane şeyi haline gelen aşk, tek taraflı yaşandığında ya da olumsuzluklarla mücadele edilmesi gereken durumlarda kalındığında tekamülün en hızla gerçekleştiği alanı açar bizlere. İçinde kalabilmeyi, cayır cayır yanabilmeyi, kavrulup küllere dönüşüp yok olmayı göze alabildiğimizde de ‘ölmeden önce ölünüz’ noktasına eriştiren en büyük öğreticidir. Siz yeter ki aşkı görünce tanıyın, ondan kaçmayın, düşün içine, karşılıklıysa tadını çıkartın ama kıymetini bilin, sorunlu ya da olumsuz bir durum gibi yaşanması gerekiyorsa da teslim olun, yanın, kül olun. Olun ki yeniden doğun...
Hep diyorum, her zaman diyeceğim… Dünyayı aşk, sevgi ve merhamet kurtaracak. Aşka inanın! Her şey aslında tam olarak oradan başlıyor.
Kilo almanın, ruhen düşük hissetmenin, sağlıksız olmanın ve negatif döngüde kalmanın ortak özelliği genel olarak bir şeylerin değişebileceğine olan inançsızlık. Bu inançsızlığın yanına karamsarlık, tembellik, iradesizlik ve isteksizlik te eklendiğinde bu içinden çıkılması olanaksız tablo tamamlanıyor.
Vücuda ve ruha zorlama ile yapılan ya da yaptırılmaya çalışılan her türlü eylem strese yol açtığından uzun vadede başarısızlık kaçınılmaz oluyor. Strese giren vücut ve ruh kendini korumaya alma eğiliminde olacağından direnç göstererek değişime karşı çıkıyor. Dolayısı ile öncelikle istediğiniz her şeyi yapabileceğinizi, hayatınızı, bedeninizi ve ilişkilerinizi hayalleriniz ve istekleriniz doğrultusunda değiştirecek güce sahip olduğunuzu fark etmekle işe başlamanız lazım. Bunu yapabilmek için de önce sevdiğiniz sevmediğiniz, istediğiniz istemediğiniz her şeyi açık ve dürüst bir şekilde kendinize söylemeniz ve bunları hayata geçirmek için de yeterli cesarete sahip olmanız.
Ne oturarak çalışıyor olmanız ne vaktiniz olmadığı için spor yapamıyor olmanız kilolu olmanızın sebebi olamaz. Kilolu olmak sadece yenen yemekle ilgili bir konudur. Doğru beslenme sporla desteklendiğinde tabii ki kilo kaybı, sıkılaşmış şekilli bir vücut ve yükselen motivasyonun hızı ve sürekliliği muhteşem bir ivme ile artacaktır. Kilo vermek için diyet yapmayın. Yeme alışkanlığınızı değiştirin. Bugüne kadar yediklerinize sayın ve kötü kalori ve yağ içeren besinlerden uzak durun. Tembelliğe artık bir son verin. Sabah erken kalkın, hobiler edinin, sosyal aktivitelere katılın. Her gün mutlaka kitap okuyun. Günün iki saatini fiziken ve ruhen tamamen kendinize ayırın. ‘Bugün kendim için ne yaptım?’ sorusunu sorduğunuzda alacağınız cevap sizi gururlandırsın. Negatif döngüden çıkın. Tam olarak nasıl biri olmak istiyorsanız öyle olun. Mümkün olduğuna inanın ve hemen harekete geçin. Sadece yapmak istediklerinize odaklanın ve akışta kalın.
Herkesin hayat akışı içinde kaybetmekten korktuğu şeyler olduğu konusunda sanırım hepimiz hem fikiriz. ‘Hiçbir şeyi kaybetmekten korkmam’ diyen birine rastlamak sizce ne kadar mümkün? Kişiye, duruma, ortama, şartlara ve geçmişten getirdiğimiz bilgilere bağlı olmakla birlikte farklı farklı konular korkularımızı tetikleyebiliyor. Bazılarını zaman içinde bırakmayı başarabilsek bile daha bunun rahatlığını yaşayamadan yeni korkularla açılan alanı çoktan doldurmuş olduğumuzun farkına bile varamıyoruz. Peki korkularımızdan nasıl kurtulacağız? Hadi korkusuz olmanın mümkün olduğunu öğrendik, bu korkusuzluğu nasıl hayata geçirebilecek ve daha da önemlisi nasıl sürdürülebilir kılacağız?
Biliyorum mümkün değilmiş gibi görünüyor ancak mümkün. Öncelikle hayatta her şeyi kontrol edebildiğiniz ve planlayabildiğiniz yanılgısından bir an önce kurtulun. Hayat denilen süreç her ne kadar planlanabilir ve kontrol edilebilir bir şeymiş gibi öğretilmiş olsa da şu an dönüp geçmişinize baktığınızda aslında hiçbir şeyi kontrol edemediğinizi ve planlarınızın çoğunun düşündüklerinizden, öngörülerinizden ve beklentilerinizden çok daha farklı gerçekleşmiş olduğunu göreceksiniz. Ama bu sizi sakın korkutmasın. Olması gereken bu. Hayat aslında tam da bu demek. Her şey kontrol edilebilir, öngörülebilir ve başkalarının tecrübelerine göre düzenlenebilir olsaydı hayatın hiçbir anlamı kalmazdı. Herkes birbirinin yaşadıklarının tekrarını yaşıyor olurdu. Tekdüze ve robotik bir döngüde sallanıp duran kuklalar gibi yaşıyor olurduk. Dolayısı ile öncelikle hayatın kişiye, duruma, bölgeye, şartlara ve başka birçok etkene bağlı olarak değişkenlik gösteren ve şekillenen bir şey olduğunu kabullenerek işe başlamak gerekiyor.
Şimdi korkularınızı düşünün… Kaybetmekten korktuğunuz her şeyi düşünün… Korkmayın düşünün… Evet bugüne kadar bu korkuların yaşadığınız olay ve durumlara pozitif etkisi olup olmadığını sorun kendinize. Panik hali, çaresizlik hissinden kaynaklı baş dönmesi ya da mide ağrısı, anksiyete nedeni ile aşırı huzursuzluk ve negatif duygu durumu yaşatan bu kaybetme korkusu bugüne kadar size bir fayda sağladı mı sağlamadı mı samimi olarak kendinize cevap verin. Gördüğünüz gibi maalesef sağlamadı. Peki bu durumdan çıkmanın yolu var mı? Çıkabilmek gerçekten mümkün mü? Tabii ki mümkün.
Öncelikle korkulan konu ne ise bütün detayları ile hayatın neresine ve ne şekilde konumlandırıldığına ve hayata olan etkisine bakılıp, korkunun asıl kaynağının ne olduğunun anlaşılmaya çalışılması gerekiyor. Asıl kaynak anlaşıldıktan sonra, yapılabileceklerin ve kaybetmemek adına alınabilecek önlemlerin belirlenmesi çok önemli. Alınabilecek önlemlerin alınıp yapılabilecek her şeyin yapıldığına emin olunduktan sonra da her şeyin gerçekten oluruna bırakılması ve bunun kas hafızası gibi oturması için kişisel telkin ve devamlılığın sağlanması tek çözüm. Bu durumda elimizden gelen her şeyi yaptıktan sonra her ne olacaksa olsun bizim yararımıza sonuçlanacağına inanmak ve teslim olmak gerekiyor. Bu teslimiyet duygusu aslında her şeyin en iyi şekilde sizin yararınıza şekilleneceğine inanmanız demek. Başınıza henüz gelmemiş olan şeyler için acı çekmekten vaz geçtiğinizde çok büyük oranda şartların ve durumların nasıl da pozitife döndüğüne tanık olmaya başlayacaksınız. Bugüne kadar ‘kötü düşün ki iyisi olursa sevinirsin, kötü olursa zaten hazırlıklı olursun’ yaklaşımının nasıl da yanlış ve işe yaramayan bir şey olduğunu yeterince deneyimledik. Biraz da tersini denesek ne kaybederiz? Hiçbir şey… İşte tam da bu yüzden hadi şimdi tersini denemeye başlayalım. Artık hayatımızın iyi yönde değişmesine tanık olalım. Bu kadar karamsarlık yeter. Bir kapının kapandığı yerde başka birçok kapı açılır. Bu kapıları görmeye ve olan bitene olumlu bakmaya başladığınızda aslında hayatta korkulacak hiçbir şey olmadığını berrak bir şekilde görmeye başlayacaksınız. Her olan şey başka bir şeye vesile oluyor ve bizlere bir şeyler öğretiyor. Akışa izin verip almamız gerekenlere odaklanmaya başladığımızda her şey muhteşem bir biçimde şekillenmeye başlayacak. Korkularınızı bırakın ki pozitifler gelsin hayatınıza. Niyet edin… Deneyin… Göreceksiniz hiç te düşündüğünüz kadar zor değil!
Öncelikle yüzde yüz gideceğinize emin olmadığınız hiçbir program için kimseye söz vermeyin. Söz verirseniz gitmek zorunda hissedeceğinizden gitmeniz çok ta gerekli olmayan bir yer olsa bile kendinize durduk yere stres yaratmanıza sebep olacaktır. Eğer kesinlikle gitmek istediğiniz bir yer ya da yanında olmanız gereken bir kişi söz konusu ise tabii ki söz verin. Plana göre organize olun yeter.
İşlerinizi ertelemeyin. Üşenmeyin. Hemen yapın bitsin ki hem rahat edin hem de unutma ya da birkaç şeyin aynı ana denk gelme ihtimallerini ortadan kaldırın. Her üşendiğinizde ya da erteleme kararı aldığınızda bunun sonucunda sıkıntıya düşeceğinizi hatırlayın ve kararınızı değiştirin.
Tek bir şey yapın. Aynı anda birden fazla şeyi yapmaya çalışırsanız, hiçbirinden verim alamazsınız. Bir işi bitirdikten sonra yenisine başlayın ve özenli olun.
Mutlaka liste yapın. İster cep telefonunuza ister bir kağıda alt alta öncelik ve önem sırasına göre yapmanız gerekenleri not edin. Her gerçekleştirdiğiniz eylem ve biten işin sonunda listenize tik atmayı unutmayın.
Her şeyi tek başına yapmaya çalışmayın. Artık öğrenmiş olmanız gerekiyor ki tek başına yapmaya çalıştığınız hiçbir işin altından kalkamıyorsunuz! Mümkün olduğunca görev paylaşımı yapın. ‘Ama benim kadar iyi kimse yapamıyor’ savunması arkasına saklanıp kendinize zulüm etmeye bir son verin.
Yaptığınız her işi aynı derecede özenle ve önem vererek yapın ya da hiç yapmayın. Eğer yapmaya kesin karar verdiğiniz ve bildiğiniz bir konu söz konusu ise gerekli olduğunda hayır demekten kaçınmayın.
Yapmanız gereken bir şeyi nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız destek alın. Yeterli zaman ve alan varken yapın bunu. İş son raddeye geldiğinde yaparsanız size bir faydası olmayacağı gibi, çok daha büyük bir stres yaratabilir.
Kendi
Şahane bir yıl başlıyor.
Hepimize mutlu yıllar…
Ancak uzunca yıllar boyunca bu yılbaşı hediyesi mevzu "Ay şimdi ona aldık buna almazsak ayıp olur", "Müşterilere yılbaşı hediyesi göndermek lazım", "Ay ama böyle bir adama şu markadan hediye alınmaz, kesin şu bilinen yerden almalıyız", "Bizim çocuk ne zamandır bunu istiyor, borca girsek bile yılbaşında istediği bisikleti alacağız" gibi düşüncelerden dolayı amacını aşıp bugünkü noktalara geldiğinden ciddi şekilde sorun teşkil etmekle birlikte aynı zamanda da gereksiz bir harcama şekline dönüştü. Bir zorunluluk, statü göstergesi ya da gösteriş gibi farklı amaçlara hizmet etmeye başladığı için de ne samimiyeti ne de mutlu etme etkisi olmayan bir eylem haline dönüştü.
Başlıkta da açıkça belirttiğim gibi öncelikle yeni yıl heyecanını sevdiklerinizle paylaşmanız gerektiğini anımsayın ve sadece o özel kişilere, içinizden geldiği için hediye almakla işe başlayın. Ona ayıp olur, buna ayıp olur diye sevmediğiniz ve içinizden gelmeyen kimseye hediye almayın. Kendinize yalan söylemeye gerek yok. İnsanlara olduğunuzdan farklı görünmeye çalışmayın. Neden mi? Kendinize olan saygınız için.
Herkesin samimi bir şekilde sevdikleri ile geçirmek istediği özel bir gece yılbaşı gecesi. Yepyeni bir yılın başlangıcı. Zaten özel kişilerle paylaşılıyor olması bu geceyi anlamlı kılan tek nokta. İşte tam da bu yüzden yeni yıl dileklerinizi o gece yanınızda olamayacak olan ve sadece kalpten paylaşmak istediğiniz kişilere vaktiniz varsa telefon ederek iletin. Yok eğer vakit sorununuz varsa, yine biraz zaman ayırıp sevdiklerinize kendilerine özel ve kendi isimleri ile hitap eden iyi dilek mesajları yollayın.
Hediye konusuna biraz daha odaklanırsak;
*Alacağınız hediyenin kişisel bir eşya olduğuna emin olun. Annelere mutfak robotu almak gibi bir hataya düşmeyin.
*Hediye alacağınız kişinin ilgi alanlarını, kişisel özelliklerini, sevdiği renkleri ve kullandığı eşyaları düşünün ve gerçekten ilgilendiği bir alanla ilgili, ona özel bir hediye bulmaya odaklanın.
*Sizin kullanmayacağınız kalitede bir şeyi hiç kimseye hediye etmeyin. Böyle bir tercih yapacağınıza sadece tek bir balon alın ama kalitesiz bir hediye almayın.
*Hediyeyi karşınızdaki kişiyi mutlu etmek için alıyor olduğunuzu asla unutmayın. Kendinizi maddi sıkıntıya sokmak için değil. Gereksiz harcamalardan kaçının.
Yılın ilk gününe ilk adımı atarken evde olmak yerine bu geceyi dışarıda kutlamak isteyen birçok kişi, çeşitli eğlence mekanları ve restoranlarda rezervasyonlarını yaptırdı bile. Birçok yerde düzenlenen yılbaşı konser biletleri çoktan tükendi. Uzun zaman önceden planlanan yurt içi yurt dışı seyahatleri için son hazırlık aşamaları da tamamlanmak üzere. Peki sizin hala bir planınız yoksa ve değişik bir şeyler yapmak istiyorsanız, yeni yıla iki hafta kala neler yapabileceğinize bir göz atalım.
Tabii ki birçok kişinin tercihi yeni yıla evde girmek. Peki yeni yıla evde girerken nasıl bir plan ve hazırlık yapabiliriz? Evimizi güzelce süsleyebiliriz. Yılbaşı ağacı süsleyip, güzel yemekler yapıp arkadaşları davet edip evde eğlenmek için keyifli aktiviteler düşünebilirsiniz. Akşamın erken saatlerinde eve gelen misafirlerle güzel bir yemek masası hazırlayıp, yemeğin devamında oyunlar oynayabilir, evde dans edebilir, hediye açma aktivitesi yapabilir ve yeni yıla girer girmez kucaklaşarak iyi dileklerde bulunma ritüelini muhteşem bir şekilde tamamlayabilirsiniz. Evdeki bu eğlencenin üzerine muhitiniz müsaitse sokaklarda dolaşabilir şarkılar söyleyebilirsiniz.
Yok evde oturmayalım ama klasik bir şey de yapmayalım derseniz, lunaparka gidip deliler gibi eğlenebilir, yeni yıla pamuk şeker ya da dondurma yiyerek girebilirsiniz.
Arkadaşlarınızla sahilde oturup soğuktan donarak piknik yapabilirsiniz. Aman dikkat edin hasta olmayın. Kalın giyinip, piknik malzemelerini toplayıp, battaniye ve yastıkları alıp sahillere akın edin.
Tek bir mekana bağlı kalmaksızın değişik mekanlara uğraya uğraya gezebilir, her gittiğiniz mekandan farklı bir yeni yıl dileğinizi video şeklinde yayınlayabilirsiniz.
Yeni yılda sevdiklerinize aldığınız manevi değeri yüksek ve düşünülerek özenle seçilmiş hediyelerinizi kapıdan vermek sureti ile kapı kapı gezebilir, mutluluklarına mutluluk ekleyebilirsiniz.
Çocuklarınızı, yeğen, kuzen, komşu çocuğu gibi diğer bütün yavrularla toplayıp akşamüzeri güzel bir müze, sinema, park ya da konser etkinliğine götürebilir, yüzlerindeki o muhteşem gülümsemelere bir yenisini ekleyebilirsiniz. Ama hamburgerciye uğramadan eve dönmeyin sakın.
Evde muhteşem bir klasik müzik eşliğinde, mumları da yakıp battaniye altında kitap okuyabilir. Sahip olduklarınıza şükredebilirsiniz.
Peki keyifle kışın tadını çıkartmak için neler yapabiliriz?
Öncelikle kışı sevgi ile kucaklamakla işe başlayın.
Ailenizle, arkadaşlarınızla, sevdiklerinizle sık sık ev buluşmaları organize edin. Yemek, kahve, kahvaltı programlarını arttırın. Ama yediklerinize dikkat tabii ki.. Kış geldi diye tamamen ipin ucunu bırakmayın çünkü kış bu, sadece birkaç ay kalıp gidecek. Gittiğinde geriye fazla kilolarınız kalmasın.
Ailenizle, sevdiklerinizle karın tadını çıkartın. Bol bol kar topu oynayın. Şehirde, şehir dışında, dağda ya da yurt dışında kar tatilleri organize edip karın güzelliğinde kaybolun. Tabii ki kardan adam yapmayı da ihmal etmeyin.
Uyku, yemek ve spor düzeninize dikkat edip hem keyifli hem sağlıklı hem de fit bir kış geçirin. Yeterince uyuyun. Güzelce giyinin. Fazla yemeyin ama az da yemeyin. Gereksiz vitamin yüklemesi yapmayın, çünkü bitkisel de olsa her ilaç bir kimyasaldır unutmayın. Bol bol sebze meyve tüketin. Su içmeye özen gösterin.
Daha çok okuyup, beyninizi yenilerken bedeninizi de dinlendirin. Bir şeyler yazın. Resim yapın. Bir enstrüman çalmaya başlayın. Her ne yaparsanız yapın kendinizle kalmaya çalışın. Yani kafanızı dinleyin. Yavaşlayın ama içinize kapanmayın. Yavaşlamanın ve sakinliğin keyfini sürün.
Sergilere, tiyatrolara, müzelere, konser ve söyleşilere gidip sosyalleşin. Kış diye üşenmeyin. "Aman şimdi hava da soğuk… Şimdi kim gidecek taaa oraya kadar?"ların ağına düşmeyin. Gün aynı gün, siz aynı kişi, şehir de aynı şehir. Yaşamaya ara vermeyin.
Mum ışığında battaniye altında sıcak meyve çayları ile sohbetler yapın. Ama sadece siz konuşmayın. Tam motivasyon ve dikkatle karşınızdaki kişiyi dinleyin. Birbirinize daha da verimli bireyler olmaya ve birbirinizle daha sağlıklı ilişkiler kurmaya odaklanın.