Ancak kontrolden çıkmış inflamasyon, bize yardımcı olmak yerine diyabet, kalp hastalığı, artrit, demans, kanser gibi daha birçok ciddi hastalığa yakalanmamıza neden oluyor. Oysaki vücudumuzda inflamasyonu azaltarak, sağlığımızı desteklemek elimizde... Nasıl mı? İnflamasyon kelimesi genellikle kötü bir şeymiş gibi algılanır. Ancak halk arasında iltihap olarak da bilinen inflamasyon aslında vücudumuzun hastalıklara, enfeksiyonlara ya da yaralanmalara karşı kendisini korumak için verdiği bir tepkidir. Vücudumuza bakteriler, virüsler veya alerjenler gibi yabancı bir istilacılar girdiğinde ya da bir yaralanma meydana geldiğinde, bağışıklık hücrelerimiz hızla harekete geçer.
Böylece hasarlı doku yavaş yavaş iyileşmeye başlar. Ancak inflamasyon, vücudunuza her zaman yardımcı olmaz ve vücut kendi hücrelerine saldırarak artirit, ülseratif kolit, kalp hastalıkları, kanser, demans gibi hastalıklara neden olur. Vücudun inflamasyon cevabı akut ya da kronik olmak üzere iki şekilde görülür. Hızlı başlayan, kısa sürede şiddetlenen ve belirtileri birkaç gün süren akut inflamasyon sorun değildir. Ancak birkaç aydan uzun süren kronik inflamasyon, kalp hastalığı, diyabet, kanser, romatoid artrit ve lupus gibi otoimmün hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle ciddiye alınması gereken bir sağlık sorunudur.
SAĞLIKSIZ BESLENME VE HAREKETSİZ YAŞAM TETİKLİYOR
Vücutta devamlı ve kontrolsüz inflamasyon varlığı, birçok ciddi hastalığın ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor. Bakteriler, virüsler, mantarlar, parazitler veya alerjenler, bağışıklık sistemini zorlayan çevresel toksinler, inflamasyonu tetikleyebiliyor. Günlük hayatımızda stresten uzak duramıyoruz. Ancak diğer kötü bir haber ise stres, vücudumuzda inflamasyonu da tetikleyen önemli bir faktör. Bu nedenle öncelikle sağlıklı ve yeterli beslenmeye dikkat etmek ve hareketli bir yaşam tarzını benimsemek, inflamasyonla savaşımızdaki en güçlü iki silahımız. Özellikle anti-inflamatuar beslenme tarzıyla inflamasyonu azaltarak, sağlığınızı desteklemeniz mümkün.
Özellikle Ramazan Bayramı, ‘hem bedenimize hem de ruhumuza iyilik, huzur ve şifa kattığımız zamanlar’ demektir. Bir aylık oruç dönemi sonrasında ise bayram günlerinde kurulan sofralar, bir nevi kendimizi ödüllendirmek anlamına da gelir. Ancak kalorilerle dolu sofraların beraberinde fazla kiloları da getirdiği bir gerçektir. Ancak uygulayacağınız detokslarla bu kilolardan kolayca kurtulmanız mümkün.
Sevdiklerimizle doyasıya vakit geçirme imkânı bulduğumuz 3-4 günlük bayram tatillerinde herkesin istediğini yiyip içmesi ve ağır yemekleri biraz abartmak, sağlığımızı çok fazla olumsuz etkilemez. Zaten, kahkahalarla şenlenen ve ziyafetlere dönüşen bayram sofralarına kim hayır diyebilir ki! Elbette ki, şekerli gıdaların ve ağır yemeklerin tüketiminin artması bizlere fazla kilo olarak geri döner. Ancak bayramdan sonra beslenme tarzınızda yapacağınız bazı değişiklikler ve detokslar, sizleri rahatlatıp, eski enerjinize kavuşmanıza yardımcı olabilir.
DİYET YERİNE DETOKS YAPIN
Bayram süresinde hem kahvaltılar hem de diğer öğünlerde ağır yemekler, börekler, kızartmalar, şarküteri ürünleri ve tabi ki tatlılar geniş yer tutar. Ancak bu durum, bir ay boyunca kendini uzun süre açlığa alıştırmış olan sindirim sisteminin yorulmasına neden olur. Bayram tatilini otellerde geçirenlerde açık büfelerde yeme alışkanlıklarının dışına çıkarlar. Tüm bunlar bir araya geldiği zaman da vücudumuzda toksik etkiler meydana gelir ve yediklerimiz bizlere fazla kilo olarak geri döner. Bayram sonrası eski beslenme alışkanlıklarınıza dönmek ve kilo vermek içinse kesinlikle kalorisi düşük diyet uygulamalarından uzak durun. Çünkü bilinçsizce yapılan diyetler, metabolizmanızın daha da yavaşlamasına neden olacaktır. Bu nedenle bayram sonrası alınan kilolardan sağlıklı bir şekilde kurtulmak için detokslardan faydalanılması en sağlıklı yoldur.
Ancak bu güzel günlerde maalesef ki, her 3 kişiden biri kendini yorgunluk, bitkinlik, halsizlik ve mutsuz bir ruh haliyle mücadele ederken buluyor. Kaliteli bir gece uykusundan sonra bile, gün içinde uyuma isteği peşinizi bırakmıyor. Durum böyle olunca da enerji depolamak için şekerli atıştırmalıklar tüketip, fincanlar dolusu kahve ve çay içmeye çalışıyorsunuz. O zaman şimdi, bahar yorgunluğunun peşimizi bırakmadığı bu günlerde anlık enerji veren çözümleri bir kenara bırakalım ve gerçek enerji kaynaklarıyla tanışalım. Bahar mevsiminin başlamasıyla birlikte ortaya çıkan bahar yorgunluğu, bitkinlik, enerji noksanlığı, isteksizlik, mutsuzluk ve uykusuzluk gibi belirtilerle seyreden bir rahatsızlıktır. Özellikle gün içinde yarattığı halsizlik ve motivasyon eksikliği birçok kişinin yaşam kalitesinin düşmesine de neden olur. Bu durumun ortaya çıkmasının en önemli nedeni ise mevsimsel değişimlerin bedensel ve ruhsal biyoritmimizi etkilemesidir. Kısaca belirtmek gerekirse bahar yorgunluğu, yeni mevsime uyum sağlamaya çalışan bedenimizin doğal bir tepkimesidir. Bu nedenle bahar aylarında sadece bedensel sağlığımızla değil, zihinsel ve ruhsal sağlığımızla da ilgilenmemiz gerekir. Bunu yapmanın en kolay yollarından biri de yorgunlukla savaşan enerji deposu yiyecekler ile mutluluk hormonlarının salınımını artıran besinleri düzenli olarak tüketmektir.
GERÇEK ENERJİ DEPOLARI ANANAS, KİVİ, ÇİLEK ÜÇLÜSÜ
İçeriğindeki fenolik, flavonoid ve C vitamini bulunan ananas, en zengin antioksidan kaynaklarından biridir. Vücuttaki serbest radikallerle savaşarak, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur. Yine potasyum ve C vitamini kaynağı olan kivi de sabahları ya da gün içinde tüketildiği zaman içerisindeki basit şeker sayesinde size anında enerji verir ve metabolizmanızın canlanmasına yardımcı olur. Antioksidan bakımından zengin olan çilek, yorgunluğa iyi gelen besinlerin başında gelir. Ayrıca ödemin atılmasına da fayda sağlar.
YEŞİL YAPRAKLI SEBZELERDEN ASLA VAZGEÇMEYİN!
Yeşil yapraklı sebzeleri, tüketmekten asla vazgeçmemelisiniz. Güçlü birer antioksidan olmalarının yanı sıra zengin C vitamini kaynaklarıdırlar. İçerdikleri lifler, bağırsak hareketlerini de arttırır. Bu nedenle öğünlerinizde özellikle roka, nane ve maydanoz tüketmeye özen göstermelisiniz. A, C vitamini, niasin, potasyum ve liften zengin içeriğiyle sindirim sisteminin iyi çalışmasını ve toksinlerin vücuttan atılmasını kolaylaştıran enginarı da haftada 2 kez tüketmeye özen gösterin. Gün içerisinde enerjik hissetmenize yardımcı olacaktır.
Mevsim nedeniyle polenlerin oranında yaşanan artış, alerjisi olanların hayatını kâbusa çevirmeye başladı. Etrafımızda birçok kişi dış alerjenler nedeniyle sokağa çıkmakta zorlanıyor. Burun akıntısı, göz sulanması, hapşırma, kaşıntı, deri döküntüsü gibi belirtileri yaşamak istemeyenler, mümkün olduğunca kapalı alanlarda kalmaya ve ilaç kullanarak bu süreci geçirmeye çalışıyor. Ancak iyi haber şu ki bu dönemi ilaç kullanmadan ya da sürekli kapalı alanda kalmak zorunda olmadan geçirebilmeniz mümkün. Bahar aylarının gelmesiyle birlikte alerjik hastalıkların görülme sıklığı da artış gösteriyor. Bunun en önemli nedeni ise ağaçlardan, çiçeklerden ve çimenlerden yayılan polenler. Ancak polenlerin yanı sıra gıda alerjileri, deri kaşıntısı ve döküntüleri de kişilerin hayatını kâbusa çevirebiliyor. Alerji, aslında basit tanımıyla normalde zararlı olmayan maddelere karşı vücudun verdiği abartılı cevaptır. Alerjik kişilerin immün sistemi, bazı maddelere karşı oldukça hassastır ve bunun sonucunda da bağışıklık sistemi kontrolden çıkarak, kaşıntı, kızarıklık, şişme, göz yaşarması, burun akıntısı ve hapşırma gibi şikâyetlerin ortaya çıkmasına neden olur. Günümüzde birçok kişi birtakım ilaçlar kullanarak alerji sorunuyla mücadele etmeye çalışıyor. Ancak alerji tedavilerinde bitkisel yöntemlerin yanı sıra akupunktur gibi tamamlayıcı tıp yöntemleri de son derece etkili olabiliyor.
AKUPUNKTUR İLE ALERJİNİZİ YENEBİLİRSİNİZ
Geleneksel Çin tıbbının vazgeçilmez yöntemlerinden biri olan ve binlerce yıldır kullanılan akupunktur tedavisi, alerji ile mücadele etmenize yardımcı olan seçeneklerin başında geliyor. Özellikle polen yoğunluğunun arttığı dönemde 2 ya da 3 hafta sürecek seanslarla şikâyetleri büyük oranda azaltabiliyoruz. Tedavinin devamıyla birlikte şikâyetler, tamamen de ortadan kalkabiliyor. Bu nedenle hastaların, ilaçlara başlamadan önce hiçbir yan etkisi olmayan akupunktur yöntemine başvurmaları hem vücut dengelerinin yeniden sağlanmasına hem de hapşırma, kırgınlık, kaşıntı, halsizlik gibi can sıkıcı belirtilerin görülme oranının azalmasına yardımcı olacaktır.
Araştırmalar da kanser oluşmasında, beslenme hatalarının yüzde 35’lik bir role sahip olduğunu kanıtlıyor. Bu nedenle sağlıklı beslenmeyi yaşam tarzı haline getirmek, kansere yakalanma riskinizi sıfırlamasa bile büyük oranda tehdidi azaltabiliyor.
Gelin, bugün Kanser Haftası vesilesiyle kanserle savaşan besinlerin neler olduğuna ve beslenme alışkanlıklarınızda neleri değiştirmeniz gerektiğine bir göz atalım. Çünkü kansere karşı bizleri kalkan gibi koruyabilecek yüzlerce doğal besin kaynağı bulunuyor. Yeter ki bunların ne olduğunu bilelim ve beslenme listemizden eksik etmeyelim.
ZEYTİNYAĞINDAN VAZGEÇMEYİN!
Beslenme ve kanser ilişkisi denildiği zaman ilk dikkat etmemiz gereken konuların başında yağlar gelir. Özellikle trans yağlardan ve margarinden uzak durmalı, bunların yerine bitkisel yağları tercih etmeniz gerekir. Önceliğinizi de zeytinyağından yana kullanabilirsiniz. Çünkü en sağlıklı yağlardan biridir ve antioksidan özelliği vardır. Ayrıca zeytinyağının meme, kalın bağırsak, yumurtalık ve prostat kanseri riskini azalttığını gösteren çok sayıda bilimsel çalışma bulunmaktadır. Natural sızma zeytinyağı ise en kaliteli olanıdır. Ancak zeytinyağı, ısıl işleme tabi tutulmadan tüketilmelidir. Mesela bir kâse salataya 1 yemek kaşığı zeytinyağı ekleyebilirsiniz. Sebze yemeklerinin pişmesine 5-10 dakika kala yağınızı kullanabilirsiniz. Bunun yanı sıra günde 1 yemek kaşığı zeytinyağı da içebilirsiniz.
YEMEKLERİNİZDEN SOĞAN VE SARIMSAĞI EKSİK ETMEYİN
Özellikle iftar ve sahur sofralarında normal zamanlara göre daha kalorili yemeklerin tüketilmesi, hazımsızlık, şişkinlik, mide sorunları, yorgunluk ve baş ağrıları gibi bazı sağlık sorunlarını da beraberinde getirebiliyor. Bu nedenle uzun süre aç ve susuz kaldığımız bu dönemde dengeli ve yeterli beslenmek, çok daha önemli bir hale geliyor. Ramazan ayının bu ilk günlerinde gelin hep birlikte sağlıklı iftar ve sahur sofralarının nasıl hazırlanabileceğine, tokluk hissi sağlayan besinlerin neler olduğuna bir göz atalım.
SAĞLIKLI İFTAR SOFRALARI İÇİN BESLENME ÖNERİLERİ
Beslenme alışkanlıklarımızın değiştiği ramazan ayını sağlıklı geçirebilmek ve orucun vücudumuza kattığı faydalardan yararlanabilmek için bazı önemli ayrıntılara dikkat etmek gerekiyor. Peki, iftar sofralarımızı nasıl sağlıklı hale getirebiliriz? Hangi besinlerden uzak durmalıyız? İşte ayrıntılar...
- İftarınızı öncelikle hurma, zeytin, kuru meyve ya da badem gibi küçük bir başlangıçla açabilirsiniz. Yanında da fazla olmayacak şekilde biraz su içebilirsiniz.
- Daha sonra bir kâse çorba ile öğüne devam edin. Çünkü çorba, içeriğindeki besin öğeleri ile hem faydalıdır hem de sindirimi kolaylaştırır.
- Çorbadan sonra yemeğinize 15-20 dakika ara verin ve sonra ana öğüne geçin.
Vücudumuzu tam anlamıyla içten çökertebilme gücüne de sahip olan strese karşı en az onun kadar güçlü olan doğal silahlarımız da var. Bu doğal silahlarımızın adı, aslında binlerce yıldır Çin tıbbında ve Ayurveda şifa geleneklerinde de kullanılan adaptojen bitkiler...
Günlük yaşantımızda artık o kadar çok strese maruz kalıyoruz ki bu durumu kontrol altında tutmak birçok kişi için kolay olmayabiliyor. Artık biliyoruz ki uzun süren ve kontrol altına alınamayan stres hem fizyolojik hem de psikolojik anlamda bizleri tüketebiliyor. Günümüzde birçok kişi stresten kurtulmanın ya da stres yükünü hafifletmenin yollarını arıyor. İşte tam da bu noktada adaptojenlerin devreye girdiğini söyleyebiliriz. Adaptojenler, fiziksel, kimyasal ya da biyolojik strese karşı vücudu koruduğu bilinen ve herhangi bir toksik etkisi olmayan bitkilerdir. Vücutta ayrıca dengeleyici bir etki de yaratırlar. Aslında binlerce yıldır geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanında kullanılan adaptojen bitkiler, son yıllarda strese karşı etkili olmaları nedeniyle yeniden popüler bir hale geldiler. Çünkü bu bitkiler, stresi azaltmalarının yanı sıra enerjimizi yükselten, hormon ve sindirim bozuklukları ile bağışıklık sistemimize iyi gelen, en güçlü destekçilerimiz.
ZORLU ÇEVRE KOŞULLARINDA HAYATTA KALAN BİTKİLER
Adaptojen bitkilerin en önemli özellikleri, dağların zirvelerinde, çöl ortamında ve çorak topraklarda çevreye uyum sağlayarak hayatta kalmayı başarabilmeleridir. Öyle ki adaptojen bitkilerin bir kısmının Buz Devri’nden bile kurtulduğu biliniyor. ‘Süper besinler’ olarak da adlandırılan adaptojenler, aslında vücudun strese karşı direnç mekanizmasını güçlendirmekle kalmıyor aynı zamanda hücresel seviyede yenilenmeye de destek sağlıyor. Geçmişte adaptojen bitkilerin etkileri üzerine birçok bilimsel çalışmalar yapıldı. Günümüzde de konuyla ilgili araştırmalar yapılmaya devam ediyor. Elde edilen veriler doğrultusunda artık biliyoruz ki kortizol ve adrenal seviyelerini düzenlemek ya da kronik stresi yok etmek için adaptojen bitkilerden faydalanabiliriz. Peki, bu adaptojen bitkiler nelerdir? Vücudumuza hangi destekleri sağlarlar? Gelin, bu mucizevi bitkilerin dünyasını birlikte inceleyelim.
ADAPTOJEN BİTKİLER NELERDİR?
Asya Ginsengi (Panax Ginseng):
Çünkü her vitamin çeşidinin vücut sağlığımız açısından önemli birer görevi var ve yeterli miktarda alınmadıkları zaman, ciddi sağlık sorunları da ortaya çıkmaya başlıyor. Günümüzde ihtiyaç duyduğumuz vitaminleri, takviye olarak hazırlanan ürünlerden karşılayabiliyoruz. Ancak vitaminlerin öncelikli olarak doğal kaynaklardan alınması gerekiyor. Çünkü düzenli sebze ve meyve tüketimiyle vücudunuzun ihtiyaç duyduğu vitamin değerleri normal seviyelerde tutulabilir. Hadi, gelin bugün hep birlikte doğal yollarla vücudumuzda vitamin dengesini nasıl sağlayabileceğimize ve hangi besinde hangi vitaminlerin bulunduğuna bir göz atalım. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki her türlü vitamin eksikliği, vücudumuzu ve sistemimizi olumsuz yönde etkileyerek, kaliteli bir yaşam sürmemizin önüne geçer. Aslında bizler, bu konuda oldukça şanslı bir toplumuz. Çünkü ülkemizde her mevsim vitamin deposu olan sebze ve meyveleri bulmamız mümkün. Yapmanız gereken tek şey, hangi besinden hangi vitaminleri alabileceğinizi öğrenmek.
HANGİ BESİNDE HANGİ VİTAMİN BULUNUR?
A Vitamini
Yağda eriyen bir vitamindir ve vücutta depo edilebilir. A vitamini, özellikle büyüme çağındaki çocukların kemiklerini güçlendirici bir rol oynar. Ayrıca göz sağlığı için önemlidir. A vitamini, peynir, süt, tereyağı, yumurta ve balık gibi hayvansal ürünlerden alınabilir. Ayrıca greyfurt, havuç, portakal, bal kabağı gibi bitkisel gıdalarda da bolca bulunur.
B1 Vitamini (Tiamin)
Suda eriyen bir vitamindir. Halsizlik, kas yorgunluğu, iştahsızlık gibi durumların giderilmesinde kullanılır ve vücudun ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlar. Hücre yaşlanmasını geciktirmeye de yardımcı olur. Bu vitamin, bulgur, yulaf, kinoa gibi tahıllarda, fındık, ceviz ve fıstık gibi yağlı tohumlar ile et, süt ve yumurtada oldukça fazla bulunur.