Bilal Çelik

Murisin haklarının mirasçılara intikali mümkün müdür?

13 Mart 2022
Miras hukuku çok boyutlu ve oldukça farklı alanlara temas eden, her konu özelinde ayrıca hukuki değerlendirme yapılmasını gerektiren spesifik bir çalışma alanıdır.

Bugünkü köşe yazımda sizlerden gelen soruları ve talepleri dikkate alarak, vefat eden kişinin manevi tazminat taleplerine ilişkin haklarının miras yoluyla mirasçılarına intikal edip edemeyeceği konusunda kısa bir değerlendirme gerçekleştireceğim. Zira hukuki açıdan son derece izaha muhtaç bir konudur.

Belirleyici husus nedir?

Hukuki değerlendirme bakımından belirleyici olan husus ise murisin manevi tazminat talebinden doğan haklarının murise özgü kişi hakları mı, yoksa murisin malvarlığı hakları kapsamında mı değerlendirileceği sorununun cevabıdır. Ancak hukuken sorunun cevabı açıktır. Zira kişinin, manevi tazminat talebine ilişkin hakları salt kişiliğe özgü ve bağlı haklardandır. Aslında her ne kadar manevi tazminat talebi maddi açıdan belirlenebilir bir değere tekabül etse keza para ile ölçülebilir olsa da söz konusu talebin temelinde kişinin şahsına yönelik haksız bir eylemin mevcudiyeti söz konudur.

Bu nedenle kişinin manevi tazminat talebi hak sahibinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Keza kişiliğe bağlı hakların ölümle birlikte sona ermesi nedeniyle yasal veya atanmış mirasçılara devri ve dolayısı ile miras yolu ile intikal etmesi de olanak dahilinde değildir. Örneğin boşanma hakkı; salt kişiliğe bağlı ve özgü nitelikte bir hak olup kişinin ölümünden sonra ileri sürülmesine hukuk düzeni cevaz vermemektedir. Manevi tazminat talebi de bu minvalde değerlendirilmesi gereken ve hukuki nitelendirme açısından kişiliğe özgü ve kişiliğe sıkı sıkıya bağlı nitelikte haklardandır. Dolayısı ile vefat eden kişinin manevi tazminat taleplerine ilişkin hakları her ne kadar tazminat, niteliği gereği para ile ölçülmesi mümkün olsa da, manevi tazminat talebinin de kişiliğe bağlı haklardan olması nedeniyle talep etme hakkının devri ve miras yolu ile üçüncü kişilere intikal etmesi mümkün değildir.

Türk Medeni Kanunu’muzun 25. Maddesi’nin 4. Fıkrasında açıkça hükmedildiği üzere:

Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez ve miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez. Dolayısı ile bu noktada; miras bırakanın vefatından önce manevi tazminat taleplerini usulüne uygun şekilde ileri sürmüş olması gerektiğinde bir şüphe yoktur. Örneğin; kişinin şahsına yönelik bir hakarete veya başka bir haksız eyleme maruz kalması durumunda söz konusu haksız fiillerden kaynaklanan manevi tazminat taleplerini vefat etmeden önce ve hukuk düzeninin cevaz verdiği şekilde talep etmiş olması gerekli ve yeterlidir.

Bu anlamda devam eden bir dava söz konusu olduğunda; mahkemece mirasçılara tebligat yapılarak davayı takip etmek isteyip istemedikleri sorulmalıdır. Mirasçılar şayet isterlerse, murisin vefatından önce manevi tazminat taleplerine ilişkin başlattığı hukuki süreci takip etmek ve sonuçlandırmak hakkına sahiptirler. Yine mirasçılar, dava neticesinde muris lehine hükmedilen manevi tazminat bedelinin terekeye istinaden kendilerine ödenmesini talep edebilirler.

Yazının Devamını Oku

Miras hukukunda evlatlığın yeri nedir?

24 Şubat 2022
Hukuk sistemimizde miras, miras bırakanın vefatı ile geçer. Esasen mirasın vefat ile geçeceği kuralının hukukumuzda bir tek istinası vardır ve bu istisna kişinin gaipliğine karar verilmesi durumudur.

Miras kelime anlamı itibari ile de vefat eden kişinin hak ve borçlarını yani terekeyi ifade etmektedir. Bu kapsamda, miras hukuku; kişinin vefat etmesinden sonra vefatına bağlı tasarruflarını, mirasa konu olan mallarının ve varsa borçlarının kanuni mirasçılara ve iradi olarak kişinin kendisinin belirlediği hukuki açıdan atanmış mirasçı olarak ifade ettiğimiz diğer mirasçılara ne şekilde paylaştırılacağını düzenleyen hukuk dalıdır ve spesifik bir çalışma alanımızdır. Aslında toplumumuzda miras hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklar oldukça fazladır. Bu uyuşmazlıkların nasıl ve ne şekilde giderileceği hususunda çok sayıda yasal düzenleme mevcuttur.

Diğer yandan evlatlık kurumu ise asıl olarak sevgi ve şefkat göstermeyi arzulayan ebeveynlerin başka bir kişiyle hukuki prosedürleri yerine getirmek suretiyle altsoy ilişkisi kurmasıdır. Peki, evlatlık, evlat edinenin mirasçısı olur mu? Evlatlığın ne şekilde ve hangi oranda mirasçı olacağı hususunda Türk Medeni Kanunu’muzda yer verilen yasal düzenlemeler konuya ışık tutmaktadır.

Evlatlık, miras hukuku açısından nasıl bir konumdadır?

Kan hısımı olmayıp da zümre mirasçısı olabilen kişiler sadece evlatlık ve kişinin altsoyudur. Zümre mirasçılığı sistemi, basit ve sade bir sistem olmakla beraber kimlerin ne oranda mirasçı olabileceği kolaylıkla hesaplanabilmekte olup hukuk sistemimizde benimsenen sistemdir. Bu anlamda evlatlık, evlat edinene adeta kan hısımı gibi mirasçı olur. Bununla beraber yasal düzenlemelere göre; evlatlık, çifte mirasçılığa sahiptir yani hem onu evlat edinen kişiye hem de biyolojik ailesine mirasçı olur.

Evlatlığın, evlat edinene mirasçı olmasında iki önemli hususa değinmek gerekir, birincisi evlat edinen kişinin vefatı sırasında evlatlık ilişkisinin geçerli olarak kurulmuş ve devam ediyor olması gerekmektedir. Bu şartların gerçekleşmediği durumlarda evlatlık, kendisini evlat edinene yasal mirasçı olamayacaktır. İkinci önemli husus ise evlatlığın mirasçılığının tek yönlü oluşudur. Daha açıklayıcı olmak gerekirse evlatlık, evlat edinenin mirasçısı olur fakat evlat edinen, evlatlığın mirasçısı olamayacaktır.

Evlatlık, evlat edinenin kan hısımlarına veya mirasçılarına mirasçı olabilir mi?

Evlatlık ilişkisi sadece evlat edinen ve evlatlık arasında kurulur. Bu nedenle evlatlık, evlat edinene yasal mirasçı olabilir fakat evlat edinenin kan hısımlarına mirasçı olması mümkün değildir.

 

Yazının Devamını Oku

Mirastan feragat nedir?

10 Şubat 2022
Mirastan feragat; muhtemel ve müstakbel mirasçının, miras bırakana karşı ileri sürebileceği hakkından miras bırakan ile aralarında yapacakları bir sözleşme ile vazgeçmesidir. Feragat edilen şey sanıldığı üzere mevcut bir miras hakkından vazgeçme değil, aksine doğacak miras hakkından vazgeçmedir. Bahsi geçen bu sözleşmeye ise mirastan feragat sözleşmesi denir.

Mirastan feragat işleminde karşı tarafın mirastan vazgeçme iradesi miras bırakan tarafında kabul edilmektedir. Bu sebeple mirastan feragat işlemi, ölüme bağlı tasarruf kapsamında değerlendirilmeyecektir. Buna rağmen miras bırakan açısından, ölüme bağlı tasarruf hükümleri uygulanır. Bunun nedeni ise mirastan feragat sonucunda onun, tereke üzerinde tasarruf imkanının genişletmesini sağlamaktadır.

Mirastan feragat, muhteviyatı gereği sadece miras bırakan ile mirastan feragat eden kişi ve kişiler arasında yapılır. 16/14 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararına göre; “Kanunumuza göre mirastan feragat mukavelesi miras sözleşmesinin bir nevinden ibarettir. Bu itibarla mirastan feragat mukavelesinin bütün miras mukaveleleri gibi kanunen resmi vasiyetname şeklinde yapılması gerekir. Bunun sonucu olarak mirastan feragat mukavelesi hariçte düzenlenip noter tarafından onama suretiyle yapılmaz. Resmi senet gibi noterde resen düzenlenmelidir.” Gerek Türk Medeni Kanunu’na gerekse İçtihatı Birleştirme kararına göre mirastan feragat sadece miras sözleşmesi ile yapılmaktadır.

Mirastan feragat sözleşmesi; miras bırakanın, ölüme bağlı tasarrufu mahiyeti taşıdığından diğer ölüme bağlı tasarruflar gibi temsilci kullanmadan yapması gereken bir işlemdir. Mirastan feragat tam anlamıyla vazgeçme anlamında olabileceği gibi kısmen de yapılabilir. Kişi muhtemel ve müstakbel miras hakkından tam anlamıyla feragat ederse, doğacak miras hakkının tamamından vazgeçmiş olur. Fakat kişi kısmi olarak miras hakkından vazgeçerse, miras pay oranı azalır ve mirasçılık sıfatını kaybetmez.

Mirastan Feragat Sözleşmesinin Türleri

Mirastan feragat ivazlı ve ivazsız olarak ikiye ayrılmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

İvazlı miras sözleşmesinde; mirastan feragat eden kişi, miras bırakanın ölümünden önce alacağı veya aldığı bir bedel karşılığında miras hakkından feragat eder. İvazsız miras sözleşmesinde ise tam tersi olarak; miras bırakanın sağlığında hiçbir şey talep etmeden miras hakkından feragat edilir. Kanunen mirastan tam olarak feragat eden kişi veya kişiler mirasçı sıfatını kaybeder. Şayet bir kişi kısmi miras sözleşmesi ile mirastan feragat ederse, mirasçılık sıfatını kaybetmeyecektir. Çünkü kısmi olarak mirastan feragat eden kişinin miras payı azalacak ya da saklı payı korunmayacaktır.

Mirastan feragat sözleşmesi altsoya etki eder mi?

Medeni Kanun’un 528/3’e göre; “Bir karşılık sağlanarak mirastan feragat, sözleşmede aksi öngörülmedikçe feragat edenin altsoyu için de sonuç doğurur…” Görüldüğü üzere kanunumuzda mirastan feragat sözleşmesinin ivazlı olması halinde sözleşmede aksi bir hüküm düzenlenmedikçe, feragat edenin altsoyu da mirasçılık sıfatını kaybedecektir. İvazsız mirastan feragat sözleşmesinde ise mirastan feragat edenin altsoyu bu sözleşmeden hukuki anlamda etkilenmeyecek ve mirasçılık sıfatını kaybetmeyecektir.

Yazının Devamını Oku

Devletin yasal mirasçılığı nedir?

31 Ocak 2022
Bu yazımızda devletin yasal mirasçılığının ne anlama geldiğini ve hangi koşullarda söz konusu olacağına yanıt vereceğiz.

Türk hukukunda vefat eden kişinin ardında yasal ya da atanmış bir mirasçısının olmaması durumunda Türk Medeni Kanun’un 501. Maddesinin “Mirasçı bırakmaksızın vefat eden kimsenin mirası devlete geçer” hükmü gereğince devletin mirasçılığı söz konusu olur.

Devletin mirasçılığının şartları nelerdir?

Devletin mirasçı olmasının ilk koşulu terekenin mirasçısız olduğunun belirlenmesidir. Bu koşulun gerçekleşmesi için birinci, ikinci ve üçüncü zümrelerde herhangi bir yasal mirasçının bulunmaması gerekmektedir. Birinci, ikinci ya da üçüncü zümrede mirasçı bulunsa dahi eğer bu mirasçıların; yoksunluk, çıkarılma, feragat veya mirası ret gibi nedenlerle mirasçılık sıfatlarını kazanamamış ya da kaybetmiş olmaları da, vefat eden kişinin ilk üç zümrede mirasçısı olmadığı sonucunu doğurmaktadır.

Bir diğer koşul ise, vefat eden kişinin vefatına bağlı tasarrufu ile terekenin tamamına atanmış bir ya da birden fazla mirasçının bulunmamasıdır. Şayet terekenin tamamına atanmış bir ya da birden fazla mirasçı bulunuyorsa devlet nihai olarak yasal mirasçı olamayacaktır. Bunun sebebi devletin Türk Hukuku’nda saklı paylı olarak yasal mirasçılığının bulunmamasıdır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak saklı paylı mirasçılığa sahip olmayan devlet, tenkis davası açmak hakkını haiz değildir.

Son olarak, hak sahiplerinin mirasçılık sıfatlarını bildirmesi için Sulh Hukuk Mahkemeleri Hakimi tarafından çağırılmış olması gereklidir. Türk Medeni Kanun’un 594. maddesi hükmü uyarınca, miras bırakanın mirasçısının bulunup bulunmadığının tespiti için ve mirasçılarının tamamı bilinmiyorsa hak sahiplerinin belirlenebilmesi amacıyla, Sulh Hukuk Mahkemeleri Hakimi tarafından ilan yapılmalıdır ve yapılan iki ilan aracılığıyla mirasçılık sıfatı bulunanlar durumu bildirmek üzere davet edilmelidir.

Devletin mirasçılığında hak ve borçlardan sorumluluğu nasıldır?

Bilindiği üzere iradi mirasçılar ve devlet dışındaki yasal mirasçılar terekenin hak ve borçlarından sorumludur. Fakat, devletin mirasçılığında bu durum hukukumuzda farklı bir düzenlemeye tabii olacaktır. Devletin mirasçılığında, devlet terekenin sadece haklarına ve hakları oranında borçlarından sorumlu mirasçı olacaktır. Yani devletin miras bırakanın terekesindeki borçlardan sınırsız bir sorumluluğu olmayacaktır. Medeni Kanun 631/II’ hükmüne göre; “Devlet, deftere yazılmış olan tereke borçlarından sınırsız ve kişisel olarak değil, sadece miras yoluyla edindiği değerler ölçüsünde sorumludur.”

Sonuç olarak devlet; mirasçılıkta, vefat eden kişinin terekesine ait aktif malvarlığı oranında pasif malvarlığından yani borçlarından sorumlu olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Kiracıların yasal hakları nelerdir?

21 Ocak 2022
Ülkemizde son dönemlerde yaşanan ekonomik sorunlar göz önünde bulundurulduğunda, konut kiralarında enflasyona bağlı olan fahiş oranlardaki artışlar uygulamada oldukça önemli sorunlara yol açtı. Özellikle büyükşehirlerde konut kira fiyatların da yüzde 55’in üzerinde artışlar gözlenmektedir.

Hal böyle iken, içinde bulunduğumuz ekonomik konjonktür de kiralık konutlar için ev sahiplerinin fahiş oranda ve yasalara aykırı kira bedeli artırımı yapmaları ve talepleri karşılanmadığında da kiracıyı tahliye etmeye yönelik hukuki süreçlere başvurmaları, durumun daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olmaktadır.

Bu yazımız bu anlamda kiracıları bilgilendirme amaçlıdır. Esasen bir taşınmaz kiralanırken tarafların irade beyanlarını ortaya koyan bir anlaşmanın mevcut olması gereklidir. Genellikle taraflar bunu aralarında düzenledikleri irade özgürlüğünü esas olan bir kira sözleşmesiyle gerçekleştirmektedir.

Kira sözleşmeleri nasıl yapılır?

Kira sözleşmeleri asıl olarak şekle bağlı değildir fakat, ispat edilebilirlik açısından yazılı şekilde yapılması son derece mühimdir. Kiracı haklarına kısaca değinmek gerekirse;

Özetle her geçen gün mağduriyetlerin arttığı bu süreçte kiracıların haklarını bilmeleri, yasalara aykırı taleplere cevaz vermemeleri ve bu anlamda karşılaşabilecekleri sorunlara yönelik hukuki mücadele vermeleri önem arz etmektedir.

 

Yazının Devamını Oku

Onur kırıcı davranış nedeniyle boşanmaya dair değerlendirme

11 Ocak 2022
Onur kırıcı davranışlar günümüzde sıkça rastlanılan boşanma sebeplerindendir. Türk Medeni Kanunu’nda onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma özel boşanma nedenleri arasında düzenlenmiştir.

Onur kırıcı davranış nedir?

Kişinin karakterini, kültür düzeyini, sosyal niteliğini, eğitim durumunu, yaşadığı çevrenin geleneklerini, yöresel yaşam ve davranış biçimlerini aşağılayıcı nitelikteki davranışların bütünü olarak ifade edebiliriz. Örneğin evlilik birliği içerisinde komşuların, arkadaşların aile üyelerinin ya da diğer üçüncü kişilerin veya günümüzde karşılaştığımız üzere sosyal medya aracılığı ile ve neticeten toplumun huzurunda eşini küçük düşürücü davranışlarda bulunan eş, onur kırıcı davranışta bulunmuş sayılır.

Onur kırıcı davranışlar yazılı ya da sözlü şekilde herhangi bir vasıta ile gerçekleşebilir. Örneğin sosyal platformlarda eş hakkında yapılan paylaşımlarda bu kapsamda değerlendirilebilir. Her halükarda genel prensipler uyarınca iddia sahibi iddiası ispatla mükelleftir. Dolayısı ile onur kırıcı davranış nedeni ile ikame edilecek boşanma davasında davalı tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen onur kırıcı davranış, davacı eş tarafından ispatlanmalıdır.

Onur kırıcı davranışlar boşanma sebebi sayılabilir

Bilinmesi gereken bir diğer husus ise her türlü onur kırıcı davranışın değil, ağır derece niteliğindeki davranışların bu özel boşanma nedeni kapsamında boşanma sebebi sayılmasıdır.

(“…Dava, münhasıran onur kırıcı kavranış nedeni ile boşanmaya ilişkindir. Onur kırıcı davranış nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için her türlü onur kırıcı davranış değil, ağır derecede onur kırıcı bir davranışın gerçekleşmesi gerekir…’’ Yargıtay 2. HD. 2010/10334 E. , 2010/13767 K.’’)

Dolayısıyla diğer durumlarda genel sebeplere dayanarak boşanma talep edilebilir.

Yargıtay ilgili hukuk daireleri çok sayıda karar ile, namus ve şerefe yönelik özel bir ağırlığı ve niteliği olan hakarete ilişkin eylemlerin de Türk Medeni Kanun’un 162. hükmü kapsamında ve onur kırıcı eylem niteliğinde değerlendirmiştir ve boşanma sebebi olduğuna hükmetmiştir. Nitekim bir davranışın onur kırıcı nitelikte olup olmadığını davaya bakan hakim tayin ve tespit edecektir. Aile mahkemesi hakimi söz konusu tespiti yaparken tarafların; karakterlerini, kültür düzeylerini, sosyal niteliklerini, eğitim durumlarını yaşadığı çevrenin yargı ve geleneklerini, yöresel davranış ve yaşam biçimlerini dikkate almalıdır. Ancak taraflar karşılıklı olarak birbirlerine hakaret etme şeklindeki eylemlerini alışkanlık haline getirmiş iseler, bu eylemlerinin özel boşanma sebebi sayılması mümkün olmamalıdır.

Yazının Devamını Oku

Murisin manevi tazminat taleplerine ilişkin haklarının, mirasçılara intikali mümkün müdür?

10 Aralık 2021
Miras hukuku çok boyutlu ve oldukça farklı alanlara temas eden, her konu özelinde ayrıca hukuki değerlendirme yapılmasını gerektiren spesifik bir çalışma alanıdır. Bugün ki köşe yazımda sizlerden gelen soruları ve talepleri dikkate alarak, vefat eden kişinin manevi tazminat taleplerine ilişkin haklarının miras yoluyla mirasçılarına intikal edip edemeyeceği konusunda kısa bir değerlendirme gerçekleştireceğim.

Miras, hukuki açıdan son derece izaha muhtaç bir konudur. Bu noktada hukuki değerlendirme bakımından belirleyici olan husus ise murisin manevi tazminat talebinden doğan haklarının murise özgü kişi hakları mı, yoksa murisin malvarlığı hakları kapsamında mı değerlendirileceği sorununun cevabıdır.

Ancak hukuken sorunun cevabı açıktır. Zira kişinin, manevi tazminat talebine ilişkin hakları salt kişiliğe özgü ve bağlı haklardandır. Aslında her ne kadar manevi tazminat talebi maddi açıdan belirlenebilir bir değere tekabül etse keza para ile ölçülebilir olsa da söz konusu talebin temelinde kişinin şahsına yönelik haksız bir eylemin mevcudiyeti söz konudur. Bu nedenle kişinin manevi tazminat talebi hak sahibinden bağımsız olarak değerlendirilemez.

Keza kişiliğe bağlı hakların ölümle birlikte sona ermesi nedeniyle yasal veya atanmış mirasçılara devri ve dolayısı ile miras yolu ile intikal etmesi de olanak dahilinde değildir. Örneğin boşanma hakkı; salt kişiliğe bağlı ve özgü nitelikte bir hak olup kişinin ölümünden sonra ileri sürülmesine hukuk düzeni cevaz vermemektedir. Manevi tazminat talebi de bu minvalde değerlendirilmesi gereken ve hukuki nitelendirme açısından kişiliğe özgü ve kişiliğe sıkı sıkıya bağlı nitelikte haklardandır.

Dolayısı ile vefat eden kişinin manevi tazminat taleplerine ilişkin hakları her ne kadar tazminat, niteliği gereği para ile ölçülmesi mümkün olsa da, manevi tazminat talebinin de kişiliğe bağlı haklardan olması nedeniyle talep etme hakkının devri ve miras yolu ile üçüncü kişilere intikal etmesi mümkün değildir.

Bu kapsamda Türk Medeni Kanunumuz’un 25. Maddesi’nin 4. Fıkrasında açıkça hükmedildiği üzere; manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez ve mirasbırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez. Dolayısı ile bu noktada; miras bırakanın ölümünden önce manevi tazminat taleplerini usulüne uygun şekilde ileri sürmüş olması gerektiğinde bir şüphe yoktur.

Örneğin kişinin şahsına yönelik bir hakarete veya başka bir haksız eyleme maruz kalması durumunda söz konusu haksız fiilerden kaynaklanan manevi tazminat taleplerini vefat etmeden önce ve hukuk düzeninin cevaz verdiği şekilde talep etmiş olması gerekli ve yeterlidir. Bu anlamda devam eden bir dava söz konusu olduğunda; mahkemece mirasçılara tebligat yapılarak davayı takip etmek isteyip istemedikleri sorulmalıdır. Mirasçılar şayet isterlerse, murisin vefatından önce manevi tazminat taleplerine ilişkin başlattığı hukuki süreci takip etmek ve sonuçlandırmak hakkına sahiptirler. Yine mirasçılar, dava neticesinde muris lehine hükmedilen manevi tazminat bedelinin terekeye istinaden kendilerine ödenmesini talep edebilirler.

 

Yazının Devamını Oku

Aile şirketleri ve süreklilik sorunu

16 Mart 2021
Aile şirketleri iş dünyasında yalnızca ülkemizde değil dünya çapında etkili olan ve bakıldığında en sağlıklı olduğu söylenen sistemdir. Aile bireylerinin nesilden nesile aktarılması şekliyle varlığını ve yapısını korumaya çalışan yönetim anlayışına aile şirketleri denir.

Dünyanın en zenginleri listesine bakıldığında dahi görülecektir ki aile şirketi sahiplerinin çoğunlukta olduğu ve süreklilik bakımından da ileri gelenlerden olacakları ortadadır. Ülkemizde de örnekleri herkesçe bilinen aile şirketlerinde 1. kuşak ardından sorunlar baş göstermektedir. Çoğu aile şirketi 2. kuşakta ayrıma gidebilirken 3. kuşağa kalabilen şirket yüzdesi de yalnızca yüzde 3’tür.

Aile şirketleriyle birlikte ailelerin mahremiyetlerinin korunması, paylaşım durumlarının düzenlenebilmesi, şirketle birlikte yatırımların gelecek nesillere aktarımının kolay olması sebebiyle görmekteyiz ki şirketler çoğunlukla aile şirketleridir. Şirket kurulumunda ve yönetiminde aile kararları ön plandadır.

Aile şirketleri düşüncede ve ilk nesillerde sorunsuz şekillerde ilerleyeceği planlama yapılmış olsa dahi uygulamada görmekteyiz ki aile şirketleri birçok sorun yaşamakta ve büyük bir kısmı üçüncü nesilden öteye gidememektedir. Ana sebep olarak aile bireylerinin tamamının tatmin edilebilmesinin imkansızlığı, kişisel çıkarların uyuşmaması, ortak bir amaç etrafında toplanamaması veya ortak amacın kaybedilmesidir.

Aile şirketlerinin kurulmasıyla birlikte temel problemlerin başında liyakat ilkesine uygun hareket edilmemesidir. Aile şirketinde kişilerin ilerleyişi, menfaatlerinin göz edilmesi ve esas olanın şirket olduğunun vurgulanabilmesi için öncelikli olarak biz hukukçuların tavsiyesi bir Aile Anayasası oluşturmaktan geçmektedir.

Yazının Devamını Oku