13 Ocak 2007
BUGÜN itibarıyla yazı stilimi olumlu yönde değiştiriyorum. Bu köşede şöyle başlıklar görürseniz şaşırmamalısınız diyorum:<br><br>"Ne yaptın Hülya?.." Ya da:
"Arzu doğru yolda ilerliyor..."
Bundan sonra böyle...
Her zaman önemle eğileceğim meseleye ve "Arzu doğru yolda ilerliyor mu, ilerlemiyor mu" bakacağım.
Kim kiminle?
Kim kimi kimledi?
Hangi namlı kadın, hangi işadamı ile yattı ve kalktı?.. Hangisinin şeyi, eli... Kimin şeyinde, cebinde?..
Benim sorunum olacak dostlar.
Söylemedi demeyin.
*
İzmir’de popstar elemelerine, sabah karanlığında kuyruğa giren 5 bin kişi katıldı, miting alanı gibiydi orası diyorlar.
Popstar yarışmalarında Bülent Ersoy’un bir erkek yarışmacıyla fingirdemesi müziğin, şarkıların, sanatın önüne geçti biliyorsunuz.
Gazeteler "Rezillik" diye başlık attılar.
Ama 5 bin kişi karanlıkta koşuyor.
Böyle ilgi duyulan bir demokratik eylem, bir tepki toplantısı, bir hak arama mitingi gördünüz mü?
Hayır...
Yine dün Hürriyet’in internet sayfasına baktım, orada "En çok okunan haberler" bölümünde, en çok okunan "g-string" haberiydi.
Oysa aynı sayfada; düşen uçaklardan Irak’ta yeni stratejiye... Çocukların geleceğinden küresel afetlere kadar birçok "insani" haber vardı.
"G-string" öndeydi.
*
Kimi yazarlarımızın niye "bacak arası yazıları" yazdıklarını, kimisinin niye "bar yorumlarına" bayıldıklarını... Kimisinin niye "mürekkep olarak ruj" kullandıklarını, kimisinin niye "ağdacı sohbetlerine" yer verdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum:
Bu milletin yazarı olmak için...
Ve işte ben de başlıyorum, burnumu sokacak bir delik arıyorum.
Dikkatle bakıyorum; "Arzu ilerliyor" mu?..
Yazılarıma "Arzu’nun ilerlemesindeki son görüşlerime gelince..." diye giriyorum.
Oradan, "Ece’nin poposu konusuna farklı bir bakış"a geçiyorum.
Söylemedi demeyin, yepyeni bir yazar oluyorum...
Yazının Devamını Oku 12 Ocak 2007
İKTİDARDAKİLER değişmiyor, siz değişiyorsunuz.<br><br>Yavaş yavaş... Farkına varsanız da varmasanız da, bir sinsi değişimin içindesiniz ve eskisi gibi değilsiniz.
Direnseniz de, arada bir "Ben değişmedim" deseniz de, bir "ulusal değişimin" parçasısınız.
İşte; sadece son bir haftada Türkiye’nin ne kadar değiştiğini size sıralamalıyım:
- Erkek için erkek hemşire TBMM’deki komisyonlardan geçti.
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan şehir hatları vapurlarında birer "dua odası" olması (Mescid’in adını bu sefer böyle uygun görmüşler) kesinleşti.
- Şeriatçıların "Doğurabildiğin kadar çok doğur" kaidesine uygun olarak, çok çocuk doğuranların daha az vergi vermesi yeni vergi sisteminde yerini aldı.
- İzmir ve çevre illerde ünlü heykeltıraşların eserleri, özellikle kadın heykelleri bir gecede kırıldı.
- Selamlaşmada "Günaydın", "Merhaba", "Tünaydın", "İyi günler" gibi dileklerin dinen uygun olmadığı, bunun yerine "Selamünaleyküm" demenin gerekli olduğu resmen açıklandı.
- Başbakan’ın "Tanırım ve kefilim" dediği, BM’ye göre uluslararası terörist sayılan El Kadı’yı soruşturan maliye başmüfettişine bir günde tam yedi ceza verildi.
Tüm bunlar sadece bir haftadaki değişim.
Değişime devam:
- İmam hatiplerin önünü açmak zor gözüktüğüne göre, gelecek yıl uygulanacak müfredatta, tüm ilköğretim imam hatipleştiriliyor. Çocuklara cami krokisi çizdirmek de var müfredatta, CD’lerle "hac ibadeti" de, uygulamalı abdest de...
*
Doğum sayısından çocuğun eğitimine... Sanat düşmanlığından suç tanımına... Vapurlara sokulan mescitlerden selamlaşmaya kadar...
Yavaş yavaş değiştiriliyorsunuz.
Ve değişiyorsunuz.
"Arkadaşlar değişti mi, değişmedi mi?" derken, bu koca toplum kendi seçtiği iktidarın rüzgárına kapılıverdi.
Dönüp bakın çevrenize:
Sokaklara, koridorlara, bekleme salonlarına, selamlaşmalara, kılıklara, kıyafetlere, çarşıya, pazara, insanlara bakın; Türkiye giderek Arabistan’a benziyor, herhalde Belçika’ya değil.
Değişen sizsiniz...
Yazının Devamını Oku 11 Ocak 2007
BENCE bu istikrarı bozmayın.<br><br>İstikrar bir kez kaçtı mı, bir daha ele geçmez. Nedir istikrar?
Allah başımızdan eksik etmesin, AKP iktidarıdır. Tabii ki onun da başı büyük devlet adamı Tayyip Erdoğan’dır.
Ne getirir istikrar?..
Yabancı sermaye, sıcak para, euro, dolar, holdinglere bol kár...
*
Aslında istikrar sözcüğünün mucizesi, kendi içinde gizlidir.
İlk birbuçuk hece "isti..."dir. Bu "istemenin" Mardincesidir:
"Patron kar isti..."
O sonra gelen "..tik..." bildiğiniz "tik"tir.
Nasıl ki darbe dönemlerinde arkadaşların "paşam..." tiki tutarsa... Ya da nasıl ki Demirel döneminde arkadaşların "Baba..." tiki tuttuysa... Bu dönemde de "istikrar" tiki tutmuştur.
Aradaki hecelerde gizli "...ikrar" sözcüğü (itiraf) ise bizi yeniden ilk heceye götürür:
"İsti..."
En sondaki "ar"a gelince.
"Ar" arkada kalmıştır.
En son "ar" gelir.
*
Söyler misiniz; hangi istikrar?..
Türkiye’de devlet hiç bu kadar paramparça olmamıştı.
Hükümet, Cumhurbaşkanı ile kavgalı. İktidar ile ülkenin ordusu hesaplaşıyor. Parlamento çoğunluğu, rejim ile dalaşta. Meclis Başkanı, Anayasa’yı istemiyor.
Başbakan; her gün devlet politikalarını tekmeliyor.
Hiçbir lafı öbürünü tutmuyor ve her sözü bir başka sözünün tersi... Bu yüzden de devlet paramparça...
Ve MİT Müsteşarı, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli güvenlik kurumunun başındaki adam, açık ve net uyarıyor:
"Ulus devlet tehdit altında..."
Söyler misiniz; bunun neresinde "istikrar" var?..
Bu nasıl "istikrar"dır?..
*
Yok eğer istikrar; "Ulusal devletin tehdit altında olduğuna" bakmadan, holdinglerin kasasını doldurmaksa...
O var:
"İstikrar..."
İnsanları aptal yerine koymanın diğer adı gibi...
Yazının Devamını Oku 10 Ocak 2007
ORHAN Pamuk’un bir günlüğüne Radikal’in genel yayın yönetmenliğini yapması ve gazetenin o gün çıkmış olması başarıdır. Radikal çıkmayabilirdi.
Çünkü; romancıların rahat tavırları, zamanlarının sınırsızlığı ve ilham gelmesini bekleme süreçleri gazete yapmaya uygun değildir.
Romancılar, önce yazı masasının başındaki minderli sandalyenin başına gelip, uzun uzun sandalyeye bakarlar.
Sandalyeyi alıp bir başka mekana gitme olasılıkları yüksektir.
Yani Radikal’in Genel yayın Yönetmeni İsmet Berkan’ın sandalyenin bir ayağından çekip Orhan Pamuk’a "Toplantı masasından çok uzaklaşmayalım, martıları görmek için Beşiktaş İskelesi’ne gidip oturmak iyi fikir değil" deme ihtimali vardı.
Romancılar sonra kurşun kalemlerini tıraşa başlarlar.
Bu uzun bir süreçtir.
İsmet Berkan ve arkadaşlarının Radikal’deki tüm kalemleri Orhan Pamuk’un önüne dökmeleri yararlı olmayacaktı.
Tam kalem tıraşı bittiğinde, açtığı ucunu kırar romancı.
*
Onların tavırları farklıdır.
(Oysa bizim editörlerimizde akıl almaz bir hız, çabuk kavrama yeteneği, ani karar verme becerisi vardır. En karmaşık haberleri kelime sayısı sınırlı tek başlıkla ve çok kısa bir zaman içinde topluma anlatma kabiliyetleri olağanüstüdür.)
Romancılar tuvalete gittiklerinde çıkmazlar.
Genelde içerden bir İspanyol şarkısının sesi gelir.
Ne bileyim ben; bizim editörlerimiz çoğu zaman toplantı masasının başında ve ayakta yemek yerken, Orhan Pamuk’un şehrin öbür ucundaki lokantaya gitmiş, garsondan "uçları üçgen kesilmiş patateslerden frıture" isteme olasılığı da vardı.
İsmet Berkan garsona "Çabuk ol kardeş, koş..." derken.
(Nitekim Orhan Pamuk’un 56 yıl önce Cumhuriyet’in Názım Hikmet ile ilgili bir yayınını, 56 yıl sonra Radikal’e manşet yapması beni doğruluyor.)
Rahattır romancılar.
İsmet Berkan büyük bir riske girdi.
Radikal çıkmayabilirdi.
Yürürken düşünmeyi sevdiği bilinen Orhan Pamuk’un, paltosunun yakalarını kaldırıp, manşeti düşünmek üzere Küçükçekmece’ye doğru yola çıkması... İsmet Berkan’ın da yürüme hızına uyumlu otomobilin arka koltuğundan kafasını uzatıp arada bir "Orhancığım, biliyorsun, gazete yarın çıkacak..." diye sorması da olasıydı.
Neyse ki tüm bunlar olmadı ve Radikal çıkabildi.
Yazının Devamını Oku 9 Ocak 2007
EĞER Yeni Şafak Gazetesi önceki gün sekiz sütuna manşet yapmasaydı ve kimi televizyonlar ile Milliyet’ten arkadaşlarımız arayıp "Cumhurbaşkanı ’Allah’ dedi mi, demedi mi?" diye tanık olarak bana sormasalardı, bu yazıyı yazmayacaktım. Konu şu:
Muhafazakár gazetenin haberine göre; Kanaltürk’ün gecesinde Emel Sayın "Çile bülbülüm çile"yi okurken, Cumhurbaşkanı tüm ısrarlara rağmen "Allah" demedi.
Herhalde ne demek istediklerini anlamışsınızdır:
"Bu Cumhurbaşkanı ’Allah’ bile demiyor..."
*
Diyelim ki tersi olsaydı?
"Çile bülbülüm çile"nin nakaratında, mağrur ve ağırlığı ile tanıdığınız bu Cumhurbaşkanı fırlayıp "Allaaahhhh!.." diye bağırsaydı?..
Düşünebiliyor musunuz; tam "Çekilmez çile çektin, kim derdi gülecektin"e gelindiğinde, Emel Sayın karpuza alttan vurur gibi eliyle "haydi..." işareti yapıyor ve Cumhurbaşkanı var gücüyle "Allahhhhh..." diye fırlıyor...
Olacak şey mi?
*
İşte bu noktada, Yeni Şafak’ın haberine eğilen diğer medyadaki arkadaşlarımız, "Cumhurbaşkanımız Allah dedi mi, demedi mi?" diye tanık olarak bana sordular.
Birincisi; Emel Sayın benim "Allah" dediğimi haberde zaten belirtiyor mümin kardeşlerim.
O zaman ben kurtarıyorum.
İkincisi; böyle durumlarda "Allah..." diye bağırdığımda ağzım çok açıldığı için gözlerim kapanır.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın ne yaptığını görememişimdir.
*
Ne yapacaksınız, siyaset magazinleşti.
Deniz Baykal’ın eşini yanında götürüp götürmediği... Siyasi yelpazede metres ile imam nikáhlı eş farkı... "Çile bülbülüm çile"nin nakaratı...
Memleketin barlarında erkekler sabahlara kadar "Allah..." diye bağırırken, bunu bir adam gibi adam Cumhurbaşkanı’nı eleştirmek için kullanmak, bence muhafazakárların şu magazin işine bayıldıklarını da gösteriyor.
Diyelim ki Sezer ayağa fırladı ve "Allahhhh..." diye bağırdı... Ve ben de tek gözümü açık tutarak bunu gördüm.
Bu din kardeşlerimizi mutlu eder miydi?..
Ya da "Allah"a saygı mıdır?..
Bu kadar sığ mı inanç?..
Siz söyleyin.
Yazının Devamını Oku 7 Ocak 2007
KARŞI dağlardan gelen ince bir derenin, şirin köyümüz Tülmen’in önündeki harman yerinden akıp gittiğini hatırlıyorum. Etrafı sık bahçelerle kaplıydı Tülmen’in.
Çeşmelerden sular akardı.
Pınarın önündeki minik gölette, ceviz ağacının dalından atlayarak yüzerdik, o zaman çocuktuk biz.
Erik bahçemizde, babamın minik minik su kanalları açarak, taşlardan küçük havuzlar yaparak bizimle su oyunları oynadığını da hatırlıyorum.
(.......)
Sonra sular çekilmeye başladı.
Liseyi bitirdiğim sene çeşmeler, üniversiteyi bitirdiğim yıllarda pınar kurudu.
Bahçeler bir bir kalktı ortadan.
Evimizin avlusundaki kuyuda su 14 metre derindeydi artık.
Yazının tam burasında, Urfa’ya telefon açıp babama sordum, babam doğaya sevdalıdır, bilir:
Tülmen’de kuraklıktan sonra açılan birçok kuyunun da kuruduğunu, kimi yerlerde suyun 60-70 metreye çekildikten sonra kaybolduğunu anlattı.
*
Ben sadece yaşamımın tanığıyım.
Ama her yerde sular derinlere doğru çekilip kayboluyor, izliyorsunuzdur.
Dünya; güneşte kalmış mandalina gibi kuruyor.
Anadolu’da birçok göl artık yok. Nehirler cılızlaştı, ırmaklar "eski dere yatakları" oluverdiler.
Bugün ocak ayının 7’si...
Ne kar yağıyor, ne yağmur.
Önümüzdeki günlerde yağsa bile, giderek kuraklaşan bir süreçte, fazla bir anlamı yok.
Dünya kuruyor...
*
Bunun sorumlusu insanoğludur.
Akıl almaz biçimde kirletilen atmosfer, yok edilen yeşil örtü, nükleer denemeler, zehir püskürten milyonlarca baca, egzoz, makine...
Temiz bir damlası kalmamış denizler...
Ve aç karınca ordusu gibi yeryüzünün her santimini işgal edip bozan, kirleten, yok eden insanoğlu...
Sadece benim tanık olduğum bölümdür bu.
Bir gün bir tas su için birbirine kurşun sıkacak çocuklarımız.
Çünkü insanoğlu; hálá farkına varmış değil, hálá bir planı yok, hálá bildiğini okuyor, hálá yok ediyor, hálá çıkarcı, hálá yağmacı, hálá hırsız, hálá ahmak...
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2007
TRAFİK düzenleri, toplumların aynasıdır.<br><br>Kadınlar yüksek topuklu ayakkabılarla ciplere biniyorlarsa yoğun görgüsüzlük ifadesidir. Sol şeritten dalıp en öne geçmek yoğun yüzsüzlük, arabalardan yükselen dım-tıs sesleri yoğun ipsizlik, lüks arabaların önde gitme hakkı öküzlük işaretidir.
Tankların yola çıkma olasılığı varsa; hah... Demek ki militarizm orada egemendir.
Başbakan ve bakanların arabaları kırmızı ışıkta durmuyorsa ve onlar geçerken tali yollar kapatılıyorsa; demokrasi yok, varsa bile göstermelik demektir.
Siyah araba çokluğu devletçiliği, tamponlara yazılan yazılar kederciliği, kaldırımlara park beleşçiliği gösterir.
Trafik düzeni aynasıdır toplumun.
*
Ben trafik polisini görünce, ona biraz káğıt çıkartıp gösterme duygusuna kapılırım.
Zaten o da araçtan, sürücüden, yoldan, gidişten, gelişten çok káğıtlara bakmayı sever.
Kırtasiyeci devletin belirtisidir bu.
Çıkartırım káğıtlarımı:
Ruhsat, ehliyet, sigorta, vergi káğıtları...
Yetmedi park makbuzu, krikonun faturası, yangın söndürücünün garanti káğıdı, akü kullanma talimatnamesi, su-elektrik ödemeleri, evin tapusu, yatırılmamış möble taksitinin ihbarnamesi...
Yetmezse eklerim:
"Bakmak isterseniz, bu da var memur bey..."
"Bu ne?.."
"Eniştemden mektup..."
*
İşte tüm bunların toplamıdır bizim trafik...
Yollardaki kalitesizlik asfaltın çalındığını, emniyet kemeri takmamak "bize bir şey olmaz" inadını, ilk virajda 180 ile uçmak Osman’ın kendini kuş sandığını gösterir.
Dönüp bakın trafiğe; yeryüzünün en kötü, en düzensiz, en keşmekeş, en curcuna trafik düzenlerinden birisidir bizimkisi...
Tıpkı hukukumuz, tıpkı güvenliğimiz, tıpkı eğitimimiz, tıpkı gelir dağılımımız, tıpkı sağlık sistemimiz, tıpkı siyasetimiz, tıpkı demokrasimiz gibi...
Biz gibidir trafiğimiz.
Aynamız...
Yazının Devamını Oku 5 Ocak 2007
BÜYÜK bir misyon üstlenerek ve tarihin ona verdiği görevi icra ederek Lübnan’a da el attı. Gazeteler bunu şöyle duyurdular:
"Lübnan’a Erdoğan önerisi..."
Türkiye’yi halletti, Lübnan kaldı çünkü.
Ben size söyleyeyim, Lübnanlılar geleceklerini buna göre düzenlerlerse yakında Lübnan bölünür.
Taş üzerinde taş kalmaz.
Erdoğan Lübnanlılara demiş ki:
"Duygusallığı bir kenara bırakıp ulusal çıkarları öne çıkartmak zamanı gelmiştir..."
Büyük söz...
Peşinden Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora’ya uzun uzun "taktik verdiği" bildiriliyor.
Ben biliyorum; bu değerli görüşleri dinledikten sonra, Fuad Sinyora’nın çölde bir hurma ağacının altında ağlayarak "Başıma bir şey geldi, o neydi?.." diye sorması büyük olasılık.
*
Bu, Başbakan ve yanında değerli bakanları ile Lübnan’a gidişinin serüvenidir.
Geçiyorum dönüşe:
Dönüşte uçakta PKK’nın faaliyetlerini sürdürdüğünü, koordinatörlük kurumunun işe yaramadığını, ABD’nin ciddi adım atmadığını... Kısacası; Türkiye’nin aczini ve çaresizliğini anlattı gazetecilere.
Akıllı insanlar "Koordinatörlük" dümeninin PKK ile pazarlık anlamına geleceğini, uyduruk ve oyalama işi olduğunu söylediklerinde, sinirlenip bunun başarı sağlayacağını söyleyen kimdi?..
Yine Başbakan...
Uçakta şunları söyleyen de Başbakan:
"PKK ile mücadelede özel temsilci (Koordinatör’ün adını özel temsilci olarak değiştirmiş, ki çelişkisi fazla anlaşılmasın) konusunda somut adım yok. ABD’den de ciddi adım bekledik, bu da yok..."
*
PKK; Türkiye’yi bölmek üzere kurulmuş, eli kanlı, hain bir terör örgütüdür.
Ve kim ne derse desin, PKK bildiğini okuyor.
Aczini ifade eden, atılacak adımı ABD’den bekleyen ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan’ı...
Bir de gitmiş Lübnan’ı kurtarmaya.
Fuad Sinyora’yı bir hurma ağacının altında görürseniz, keçilerle konuşurken...
Yazının Devamını Oku