KARŞI dağlardan gelen ince bir derenin, şirin köyümüz Tülmen’in önündeki harman yerinden akıp gittiğini hatırlıyorum.
Etrafı sık bahçelerle kaplıydı Tülmen’in.
Çeşmelerden sular akardı.
Pınarın önündeki minik gölette, ceviz ağacının dalından atlayarak yüzerdik, o zaman çocuktuk biz.
Erik bahçemizde, babamın minik minik su kanalları açarak, taşlardan küçük havuzlar yaparak bizimle su oyunları oynadığını da hatırlıyorum.
(.......)
Sonra sular çekilmeye başladı.
Liseyi bitirdiğim sene çeşmeler, üniversiteyi bitirdiğim yıllarda pınar kurudu.
Bahçeler bir bir kalktı ortadan.
Evimizin avlusundaki kuyuda su 14 metre derindeydi artık.
Yazının tam burasında, Urfa’ya telefon açıp babama sordum, babam doğaya sevdalıdır, bilir:
Tülmen’de kuraklıktan sonra açılan birçok kuyunun da kuruduğunu, kimi yerlerde suyun 60-70 metreye çekildikten sonra kaybolduğunu anlattı.
*
Ben sadece yaşamımın tanığıyım.
Ama her yerde sular derinlere doğru çekilip kayboluyor, izliyorsunuzdur.
Dünya; güneşte kalmış mandalina gibi kuruyor.
Anadolu’da birçok göl artık yok. Nehirler cılızlaştı, ırmaklar "eski dere yatakları" oluverdiler.
Bugün ocak ayının 7’si...
Ne kar yağıyor, ne yağmur.
Önümüzdeki günlerde yağsa bile, giderek kuraklaşan bir süreçte, fazla bir anlamı yok.
Dünya kuruyor...
*
Bunun sorumlusu insanoğludur.
Akıl almaz biçimde kirletilen atmosfer, yok edilen yeşil örtü, nükleer denemeler, zehir püskürten milyonlarca baca, egzoz, makine...
Temiz bir damlası kalmamış denizler...
Ve aç karınca ordusu gibi yeryüzünün her santimini işgal edip bozan, kirleten, yok eden insanoğlu...
Sadece benim tanık olduğum bölümdür bu.
Bir gün bir tas su için birbirine kurşun sıkacak çocuklarımız.
Çünkü insanoğlu; hálá farkına varmış değil, hálá bir planı yok, hálá bildiğini okuyor, hálá yok ediyor, hálá çıkarcı, hálá yağmacı, hálá hırsız, hálá ahmak...