BAŞBAKAN diline engel olamayıp çamlar devirdiğinde ve kıyamet koptuğunda iki gün öyle bekler.
İkinci günün sonunda akşama doğru, görevi Başbakan’ın söylediklerini düzeltmek olan sözcüsü Akif Beki’yi çağırır.
Ona "Akif de ki..." diye talimat verir.
Akif Deki "Peki" der.
Nitekim Akif Deki’nin açıklamasını duydunuz; Başbakan’ın "Çek git" dediği ben değilmişim, bu zihniyette olanlarmış.
Yani ben tek başıma gitmiyorum, siz de geliyorsunuz.
*
Bu açıklama keşke hemen yapılsaydı, o altın madeni işleten gazetenin yazarı bana köşesinde "Defol git..." demeseydi.
(Doğayı ve insanları zehirleyen o altın madeni için çok sayıda yazı yazmıştım. Belki de "Defol git" demek en çok onların hakkı.)
Ya da; dün bir gazetedeki "Türbanlı kadınlara ulusal salak dedi" yalanı...
Ben öyle bir şey asla söylemedim, türban tartışmalarının "ulusal salaklık" olduğunu (kendimi de içine koyarak) yazmıştım. Bunu kullanmak isteyen din simsarları beş ayrı ilde suç duyurusunda bulundular, tümünden beraat ettim.
Ayrıca bu tartışmalarla gündemi değiştirmek istediğimiz de doğru değil.
Çünkü Başbakan benim sözümü hiç dinlemez. Yani ona "Çek git" cümlesini benim söyletme imkánım yok.
*
Ne yapacaksınız?
Belki bana da bir Akif Deki lazım.
Ortalığı berbat ettikten sonra, kulaklarımı diker, gözlerim fırfır döne döne iki gün beklerim. İkinci gün akşama doğru çağırırım Akif Deki’yi:
"Akif de ki..."
"Peki..."
Bu kadar.
Akif Deki’nin açıklamasında en ilgimi çeken, Başbakan’ın "seçilecek cumhurbaşkanına saygı göstermenin yasal zorunluluk olduğu" düşüncesinde olduğuydu.
O zaman ben de "İlgili yasanın 112’nci maddesine göre saygılar..." derim. Hani sigaraların üzerindeki "Yasaya göre sağlığa zararlıdır" yazıları gibi.
Neyse...
Sanırım sonunda Başbakan çekip gitmeyeceğimizi anladı.