LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
URFA’nın o beyaz lahit taştan yüksek duvarları olan sokağından aşağı doğru yürüdük yine.
Kemerli kapıları, kapıların üzerinde el şeklinde kocaman tokmaklar olan sokaktan.
İniş aşağı...
Başında beyaz fötr şapkası, upuzun pardösüsü, çatık kaşlı yüzü ile yanımda o hayran olduğum adam.
Tekrar geçtik o taş sokaktan.
Elimi tutmuştu babam.
*
Şimdi daha iyi anlıyorum korkan tavşan yavrularının niye bir zıplayışta yuvalarına kaçtıklarını.
Ya da kuşların uçsuz bucaksız gökyüzünde dolanıp dolanıp, ama akşamları niye aynı ağaca döndüklerini.
Aidiyet duygusu çoğu zaman bir adres belirler bize.
Korktuğumuzda döneriz...
Uçup uçup döneriz.
Ve insanoğlunun en iyi bildiği adrestir o işte:
Baba ocakları...
*
Geçen hafta adresimi yitirdim.
Uçup uçup yorulduğumda, ürküp korktuğumda, sığınmak istediğimde, ait olduğum dizin dibine dönmek istesem...
(..........)
Aidiyet duygum, bir cenaze töreniyle birlikte, bir köy mezarlığında kaldı.
Ve kuşlar kadar özgür olup uçmanın, tavşan yavruları kadar mutlu oynamanın "garantisini" arkamda bıraktığımı, o mezarlıktan ayrılırken anladım.
*
O zaman hayallerle yetiniyor insan.
İşte o eski siyah-beyaz film makarasını yeni baştan takıyorum gözkapaklarıma.
O dar, taş sokaktayız.
İniş aşağı...
Elini tutuyorum babamın, arada bir eğilip yüzüne bakıyorum biraz temkinli ama hayran hayran...
Yanımda o sert yüzlü adam.
Ama bu sefer...
Bu sefer arkasından ağladım.
İlk kez elimi bıraktı babam.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları