- Bu soruya kesin bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Sanırım bu tür hikâyeleri anlatmaya hâlâ ilgi duymamın bir nedeni alegoriler. Amerikan Western’inin de alegorileri olduğunu söyleyebiliriz. Aslında masallardan folklora, mitolojiden dini hikâyelere zamanın veya mekânın neresinde olursanız olun hikâye izleyenin gözündeki yerdedir. Hikâyede size dokunan şeylere tepki veriyorsunuz. Her izleyici farklı manalar yüklüyor. Hikâye gözlerle buluştuğu anda izleyen kişinin kattığı anlama bürünüyor. Yani eğer varsa nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Doğru sebebi asla bilemezsin. Biz hikâyeleri anlatırız, sunarız ve onlar da alır ve istediklerini anlamı yükler.
YÖNETMEN OYUNCULARA REHBERLİK EDER PERFORMANS ONLARA AİT
Hemsworth)Bilemiyorsun aslında. Bu kararlar her zaman teoriktir. Sezgisel bir karar. Elbette Chris’in çalışmalarını biliyordum ve o karakteri oynayabilecek başka kimseyi tanımıyordum. Karakteri yazdığımızda belli çizgileri vardı. Üzerinde konsept çizimimiz bile vardı. Chris başlangıçta sahip olduğumuz çizgilerden daha fazlasını yaptı.Chris’le tanıştım, onunla konuştum. Her bakımdan çok boyutlu bir insan olduğunu gördüm. Oyunculuğa yaklaşımı hoşuma gitti. ‘Ve Tanrım ne olursa olsun bu gerçekten ilginç olacak’ dedim. Ve Chris durumun böyle olduğu kanıtlandı. Eğer sinemayı atletizme benzetirsek oyuncu, harika bir sporcu olmalı. Siz oyuncuları hazırlıyorsunuz, onlarla birlikte hazırlanıyorsunuz, elinizden geldiğince rehberlik ediyorsunuz. Ancak hazırlıklar ne kadar zorlu olursa olsun, performans anında basketbol oyuncusunun ne yapacağını bilemezsiniz. Aktörün ne yapacağını da bilmiyorsun. Temel olarak oyuncu sezgiye teslim oluyor, ben de izin veriyorum, bir şeylerin ortaya çıkacağını umuyorum. Bu harika bir şey. Gerçek bir kontrolünüz yok. Rehberlik edebilirsiniz. Ama performans onlara ait.
Edgar Wright, “Dün Gece Soho’da”nın bir bölümünü izletti. Anya’yı ilk kez orada gördüm. Çok ilgi çekici bir şey vardı. Edgar “Onda her şey var George. Ne yapması gerekiyorsa yapabilir” dedi. Onun fikrine gerçekten güvendim. Kararın doğru olduğu ortaya çıktı. Zor bir rol. Bu tarz filmlerde baş karakter ikoniktir.
ÖNCE BENİ HİKÂYE ÇEKER
- Bir doktor olarak yaptığınız ilk şey hastanın durumunun hikâyesini dinlemektir. Temelde hastanın durumunun geçmişini istiyorsunuz. Daha sonra eğer varsa spesifik patolojiyi daraltırsınız. Bazen sorunlu doğumlarla karşılaşıyorsunuz. Doğumun kahramanca bir yanı var. Özellikle bir başkası için kendi kişisel çıkarlarından vazgeçen bir kadın. Joseph Campbell’in dediği gibi, bu kahramanın temel niteliğidir. Biz bunu sürekli görüyoruz ve bizim için neredeyse normal. Ve sonra tıbbın uygulaması var. Hekimliği gerçekten iyi yapabilmek için, iyi koordine edilmiş, benzer düşüncelere sahip ekiple çalışmalısınız. Cerrahi üniteler sizinle koordine olmalı. Bunların hepsi, tam olarak bir film ekibinin yaptığı şeyler. Sorunlarla uğraşırken sorunların önceliklerini belirlemek tam olarak sette her gün yaptığınız şey... Herkesin enerjisini ve kendi enerjinizi nereye odaklayacağınızı bulmaya çalışmak. Ve sonra insan davranışlarımızın altında yatan temel sebebi anlayabilmek veya anlamaya çalışabilmek.
DAKOTA FANNING
Kendime meydan okumaya devam etmek istiyorum
◊ Öncelikle karakteriniz Marge’ın oynadığınız diğer rollerden çok farklı olduğunu söylemek istiyorum. Sizin projeye özellikle ilgi duymanızı sağlayan şey neydi?
- Her şeyden önce projeye dahil olan isimler sonrasında benim de bir parçası olmamın istenmesi.
◊ Projeye dahil olan isimler demişken hemen Andrew Scott’ı sormak istiyorum. Yeteneği ve oyunculuğuyla sektörde takdir gören bir isim, onunla çalışmaktan bahsedebilir misiniz?
- Andrew’un dışında bu kadar samimi çalışan başka biri olamazdı. İşimize benzer bir yaklaşımımız olduğunu düşünüyorum. Çalışırken ayrıca biraz keyif almamız da gerekiyor. Ayrıca çekimler süresince birbirimize yaslanabildik. Destek olabildik.
Performans sırasında diğer oyuncunun ne kadar mükemmel olduğunu gördüğünüzde etkilenmeniz nadir bir durumdur ve onunla çalışırken bu kesinlikle oldu. Onu insan olarak da aktör olarak da seviyorum. Marge ve Tom’un olduğu o sahneleri yapmak çok eğlenceliydi. Zorlu ama eğlenceliydi.
◊
◊ Prens Andrew röportajının sadece Birleşik Krallık’ta değil tüm dünyada yankıları oldu. 16 Kasım 2019’da yayınlanan röportajdan sonra prensin tüm görevlerine son verildi. O dönem prensin röportajıyla ilgili neler hatırlıyorsunuz?
- Gillian Anderson: Röportajı canlı izlemedim. Sanırım izleyemeyecek kadar gergindim çünkü bunun utanç verici olduğu açıktı. Ama konu büyüdükçe kaçma şansınız olmuyor. Açıkçası rol için hazırlanırken yoğun bir şekilde çalıştım.
◊ Canlandırdığınız Emily Maitlis dışında performansınızı temel almak için takip ettiğiniz başka bir TV spikeri oldu mu?
- Gillian Anderson: Sadece Emily’yi izlemek ve analiz etmek yeterli oldu. Onu gerektiği gibi incelemek için elimden gelen her şeyi izledim, kitabını okudum, kitabını sesli dinledim. İşi dışında onun kişiliği, jestleri, başını nasıl eğdiği, nasıl yürüdüğü, nasıl hareket ettiği… Tüm bu şeyleri inceledim ve analiz ettim.
◊ Gerçek hayattan bir insanı canlandırırken karakteri yaratmak ve taklit etmek arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
- Gillian Anderson: “The Crown”da Margaret Thatcher’ı oynadığım dönem gerçek bir insanı canlandırmaya yönelik bana bir tavsiye verildi. Ve o tavsiyenin ne zaman gerçek bir insanı canlandırsam faydalı olacağını düşünüyorum.
◊ Neydi size verilen tavsiye?
- Gillian Anderson:
◊ Zendaya bu proje size geldiğinde kariyerinizin neresindeydiniz ve neden bu filmi yapmak istediniz?
- Sanırım hâlâ “Euphoria”yı çekiyordum. Bu senaryo gelince menajerimle evinde sahte bir masa okuması yaptık. Ve senaryoya âşık oldum. Harikaydı. Ayrıca karakterlerin karmaşık olması beni tedirgin etti. Sanırım aynı zamanda ne tür bir film olduğunu tanımlayamadım. Çok komikti ama komedi olduğunu söyleyemem. İçinde dram vardı. Ama sadece dram olduğunu söyleyemem.İçinde tenis vardı ama spor filmlerine benzemiyordu. Her şeyin aynı anda ve bu kadar güzel bir şekilde var olması dehşet verici ama aynı derecede heyecan vericiydi. Daha önce hiç okumadığım, hiç görmediğim bir karakterdi. Beni çok korkuttu. “Belki de bu filmi yapmam gerekiyor” dedim. Sonra Luca’nın (Guadagnino) senaryoyu okuduğunu ve filmi yapmakla ilgilendiğini duymak bir rüya gibiydi çünkü onun çalışmalarının çok uzun zamandır hayranıydım.
◊ Peki birebir tanıyor muydunuz yönetmen Luca Guadagnino’yu?
- Rihanna’nın Fenty Beauty markasının akşam yemeğinde tanışmıştık. Ve bana karşı çok nazik ve çok tatlıydı. İtalyanca konuşamadığım için vejetaryen yemek seçenekleri bulmama yardım etmişti. (Gülüyor) Onu çok sevdim. Luca’yla bir şekilde çalışmayı umuyordum. Oturduk ve zoom üzerinden konuştuk. Ne tür bir film yaratmak istediğimizi anladı. Filmdeki karakterleri o kadar derinden anlıyordu ki, karakterimin gece yatmadan önce nasıl bir losyon kullanacağı konusunda bile şakalaşıyorduk. “Aman Tanrım, bu kadını tanıyorsun. Onu anlıyorsun. Onu görüyorsun” dedim. Ve filmde birçok karakter için aynı içgüdüye sahipti.
DEHŞET VERİCİ BİR MEYDAN OKUMAYDI
◊
Hasret kaldığım yemekleri yemek ve doğup büyüdüğüm Kuzguncuk sokaklarında dolaşmak için gün sayıyorum.
Kuzguncuk’ta her karşılaşma hatıralarla dolu. Yerel esnafın sıcak selamı, sokaklarda dolaşan kediler, mahalle bostanındaki huzur ve İstanbul Boğaz’ı...
Kuzguncuk lezzet duraklarında en özlediklerim arasında ilk sırada Klass Köfte yer alıyor. Kendine özgü tarifiyle yıllardır hem yerel halkı hem de ziyaretçileri memnun eden Kadri Abi’nin mütevazı mekanı geleneğin ve lezzetin birleştiği bir aile işletmesi.
Kadri Şahin, “17 yaşımdan beri bu dükkandayım. 27 senedir aralıksız hizmet veriyoruz. Köftelerimin sırrı ‘günlük’ olmaları ve kaliteden ödün vermeden hazırlamamız. Zaman zaman müşterilerimizle istişareler ediyoruz, onları dinliyoruz. Yıllardan beri misafirlerimizle içli dışlı olduk” diyor.
◊ En başa dönelim. Sektördeki ilk işinizi hatırlıyor musunuz?
- Owen Wilson: Yapımcı Jim Brooks, bizi “Bottle Rocket” filmi üzerinde çalışmamız için Los Angeles’a getirmişti. Aynı isimle bir kısa film çekmiştik Dallas’ta. Onu geliştirmek ve uzun metraj yapmak için Los Angeles’a getirilmiştik.
- Tom Hiddleston: Benim ilk işim, 2000 yılında, setteki çağrı listesinde 75 numarada yer aldığım “The Life and Adventures of Nicholas Nickleby” filmiydi. Bir lordu oynuyordum. Üç repliğim vardı. Profesyonel olarak ilk ücretli işimdi.
◊ 15 yıldır Loki’yi canlandıran bir aktör olarak, karakteri herkesten daha iyi biliyorsunuz. Dizide hikâyenin gideceği yöne nasıl karar verdiniz? Birkaç farklı hikâye üzerinde çalıştığınızı biliyorum...
- Tom Hiddleston: Zorlama olmadan, organik bir şekilde gelişti. Hepimiz hikâyeyi tam bir döngüye sokmak istiyorduk. Hikâyenin başladığı yere yeni bir anlam katarak geri dönmenin yolunu bulmak istedik. Bunun için Loki’nin kökenlerine geri döndük. Onun kırık kalbine, dışlanmış olma duygusuna ve kenarlarda kalmış kırık ruhuna dönüş yaptık. Sonra Loki’nin bu kederinin şikâyete dönüştüğünü konuştuk. “Yenilmezler”deki (The Avengers) “Ben Asgard’lı Loki’yim ve görkemli bir amacın yükü altındayım” sözü aklımıza geldi. Senaristlerle yazım odasındayken, beyaz tahtada “görkemli amaç” yazıyordu.
Loki için bu görkemli amaç neydi? İşte bunu araştırmaya, yeniden tanımlamaya ve görkemli amacın ne anlama geldiğini keşfetmeye çalıştık. Loki alçakgönüllülüğü, merakı, Mobius ve Sylvie ile olan dostlukları sayesinde bazen amacın zaferden daha ağır bir yük olabildiğini öğrendi. İyi insan olabilmek için geçmişinizi kabul etmelisiniz, hatalarınızla, yanlış adımlarınızla ve başarısızlıklarınızla barışmalısınız. Loki de öğrendi ve yeni amacını buldu. Çünkü sevdiği ve değer verdiği arkadaşları oldu. Bu sevgiyi bulduktan sonra sevdiklerinin hayatlarını korumak istiyor.
O BİR PİYANO
■ Dizinin uyarlandığı kitapları okumuş muydunuz?
- John Bradley: Ben hiç duymamıştım bu kitap serisini. İnsanlara “3 Cisim Problemi”nin adaptasyonunu yapacağımızı söylediğimde, ne kadar geniş çapta okunduğunu ve ne kadar saygı duyulduğunu öğrendim. Kitapların bu kadar sevilmesi, diziyi takip edecek bir izleyici kitlemizin olacağı konusunda bana güven ve aynı zamanda sorumluluk duygusu verdi. Keza görevimin büyüklüğünü anlamamı sağladı ve beni gerçekten etkiledi.
- Eiza González: Ben duymuştum ama okumamıştım. Bilimkurguyla ilgilenen, onları okumuş ve bana tavsiye eden arkadaşlarım vardı. Ayrıca kitapları anlayacak kadar akıllı olmadığımı söyleyen bir grup arkadaşım da vardı. İkinci grup yanılmadı, haklılardı! (Gülüyor) Okumaya çalıştım, “Ah Tanrım, bu çok fazla!” dedim. Her şeye rağmen okumaya devam ettim. Sonra durdum. Çünkü sonunda ne olacağını bilmek istemedim. Bilmemenin özgürleştirici bir yanı var.
PROJENİN SAYGINLIĞI AKLIMI BAŞIMDAN ALDI
■ John, “Game of Thrones”tan sonra David Benioff ve D.B. Weiss ile tekrar çalışmak nasıldı?
◊ Bu dizide kara komedi yapmak ve Elena rolüyle tamamen farklı bir alanı deneyimlemek ne kadar heyecan vericiydi?
- Bu proje mutluluktu. Olağanüstü oyuncu kadrosu nedeniyle bardağımın boş değil dolu olacağını biliyordum. Senaryoyu okuduğumda çok net bir şekilde hissettiğim şey şuydu: Aman Tanrım, bu kadar çok oyuncunun olduğu o odada olmak istiyorum!
COVID’den sonra böyle bir ortama ne kadar ihtiyacım olduğunu hissedince çok şaşırdım. Duygusal olarak başkalarıyla iş birliği yaptığım ve birlikte ürettiğim o ortama sahip olunca da çalışmak sadece mutluluk verdi. Tüm oyuncular birbirimizi kolladık. Sohbet ettik, fikir alışverişleri yaptık. O ortamda bulunmak olağanüstü bir hediyeydi.
◊ Ortamdan bahsetmişken sizin başladığınız yıllara dönüp baktığınızda ve bugünle karşılaştırdığınızda sektörü nasıl yorumluyorsunuz?
- Çok şey değişti... Zayıf bir kadın değilim, kıvrımlarım var. Benim başladığım yıllarda biraz kilolu olmak ayıplanıyordu. Bu değişti. Çünkü artık gençler susmuyor. Kendi değerlerini biliyor ve kendilerini savunuyor.
◊ Oyunculuk dışında başka bir iş yapmak aklınızdan geçti mi hiç?
- Çocukken diğer çocuklardan büyüdüğünde yapmak istediklerini duyardım. “Büyüyünce doktor olacağım” ya da “Veteriner olacağım” gibi... Benim aklımdan geçen tek şey büyüyünce sahnede olacağımdı. Ama nasıl söyleyeceğimi ve tanımlayacağımı bilmiyordum. Sahnede olmak istiyordum ama filmlerde oynayacağımı hiç hayal etmemiştim.