Banu Tuna

Deposite’in daha çok işi var

22 Şubat 2008
Bu hafta, İkitelli’de açılan Deposite Outlet Merkezi’nden bildiriyorum. İstanbul kar altında ve okullar buzlanma tehlikesine karşı tatildeyken, ben kalkıp Deposite’e gittim. Boştu haliyle. Ama merkezin tek eksiği insan kalabalığı değildi zaten. Bu ayın başında açılan Deposite, 365 gün ucuzluk vaat ediyor. Baktım, gerçekten de ucuz. Fakat mağazaların yarısı daha açılmamış.

Önce açık olanlardan bahsedelim. Mango’da 30 liraya palto, 4 liraya kazak, 2 liraya tişört, 5 liraya çanta var. Tabii bu kadar ucuz olanlar, epey geçmiş sezonların ürünleri. Fakat korkmayın, 1980’ler modası da değil. Hepsini gözüm bir yerden ısırdı. Daha yeni sezonların ürünleri biraz daha pahalı, toplamda her şey çok ucuz.

YKM’nin epey büyük bir yeri var. En kalabalık mağazalardan biri. Ben girmedim, YKM Outlet’leri bende neden bilmem sıkıntı yapıyor. Normal mağazalarına lafım yok ama.

Tergan Deri’de 39 liraya ayakkabı vardı. Step’te 200 liraya kocaman halı, 100 liraya kilim, 12 liraya büyük boy havlu bulunuyor. Üstelik çalışanları da çok cana yakın. Tefal’deki fiyatları görünce, geçen hafta mahalledeki beyaz eşya bayiinden aldığım su ısıtıcısı içime oturdu. Samsung, Roman ve Mavi Jeans gözüme çarpan diğer mağazalar.

Dediğim gibi dükkanların yarısı daha açılmamış. Beymen, Benetton, Mudo, Tchibo, Atasay ve Yataş açılması beklenen mağazalardan birkaçı.

Deposite iki bloktan oluşuyor. Biri yeşil, diğeri turuncu. Rengine dikkat etmedim ama Tekzen mağazası diğerlerinden ayrı bir binadaydı, darbeli matkap ihtiyacı bulunmadığından içine girmedim. Alışveriş merkezinin mimarisi biraz karışık. Ben önce Tekzen’in olduğu binaya gittim. İki kuaför, bir köfteci, bir kebapçı, bir de Tekzen var koca binada. Vahşi Batı’nın terk edilmiş kasabaları gibiydi ortam. Meğer diğer herkes öteki binadaymış.

Netice olarak Deposite’in daha çok işi var. Ama bu haliyle de görülebilir.

Son bir tavsiye; yakın zamanda alışveriş yaptıysanız, burayı ziyaret etmek için biraz bekleyin. Aradaki fiyat farkını görünce insanda moral kalmıyor.

Sevgililer Günü’nde 420 milyon YTL harcadık

Bir Sevgililer Günü daha geride kaldı. Çift ya da yalnız, bu yılı da atlatan herkese geçmiş olsun. 14 Şubat’ın ardından Medya Takip Merkezi ile Bankalararası Kart Merkezi birer rapor yayınladı. Anlaşılan Sevgililer Günü her geçen yıl daha fazla taraftar topluyor. Geçenlerde harcamaların Anneler Günü’nü bile geride bıraktığını söylüyorlardı. Arkadaşlarla hadiseyi enine boyuna tartıştık ve bu durumun normal olduğuna karar verdik. Neticede insanın bir tek annesi oluyor, annesini kaybetmiş olabiliyor. Ama sevgilinin kaç tane olduğu belli olmaz.

İşte bu yılın Sevgililer Günü bilançosu:

13-14 Şubat’ta kredi kartları ile toplam 420 milyon 300 bin YTL’Lik harcama yapıldı.

Aynı tarihler arasında kredi kartıyla 3.136.069 işlem gerçekleşti.

Harcamalar geçen yıla göre yüzde 25 arttı.

En çok kuyumculardan alışveriş yapıldı. 14 Şubat’ta kuyumcularda kredi kartıyla 27 milyon 537 bin 835 YTL harcama yapıldı (Tek taş kampanyasının tuttuğu anlaşılıyor).

Bu rakam restoranlarda 10 milyon 304 bin 308.

Giyim ve aksesuvara ise 23 milyon 664 bin 835 lira harcandı.

1-15 Şubat arasında Sevgililer Günü ile ilgili 3 bin 125 haber yapıldı.
Yazının Devamını Oku

Her kapıda hortlayan zombi alarmlar

15 Şubat 2008
İnsanların, çirkinliğini görmeye katlanamadığı, vebalıymışçasına kaçtığı Notre Dame’ın kamburu Quasimodo, ya da alnına yapışan hırsız damgasıyla oradan oraya sürüklenen sefil Jean Valjean - her ne kadar kurmaca karakterler olsalar da - kendini nasıl hissetti artık biliyorum. Kalabalıkların içinde bir lanetli olmak nedir anladım. Hepsi de küçücük bir beyaz plastik parçası yüzünden başıma geldi. Onun yüzünden çalmadık kapı bırakmadım. Hem de kelimenin tam anlamıyla...

*

Birkaç gün evvel yine birtakım alışveriş faaliyetlerinde bulunmak üzere alışveriş merkezine gittim. İlk girdiğim mağazanın çıkışında kapı öttü, hiç üzerime alınmadım. Alışveriş bile yapmamışım, niye benim yüzümden ötsün ki. Kapıya yakın duran rafları karıştıran kadınlardan biri öttürmüştür mutlaka.

İkinci mağazanın kapısı bu sefer girerken öttü. Canım bunlar çıkarken öter, girerken ötmez ki! Mutlaka başka bir açıklaması olmalı, benimle alakası yok. Şu yanımdan geçip giden adam yüzünden, kesin.

Dördüncü mağazadan girerken, orada bulunan müşterilerden biri şarladı sonunda: "Hanfendi, kapıyı öttürdünüz!" Sanki kendi kapısı, niye azarladı anlamadım. Ne o öyle "Çocuğu ağlattınız" der gibi.

Kadın yaygarayı basınca güvenlik görevlisi geldi. Gözüne fener tutulmuş tavşan gibi durmaktayım. Hakikaten ben öttürdüm galiba kapıyı.

Görevli durumu teyit etti: Hanfendi üzerinizde alarm var, kapıyı öttürdünüz!

- Ama yok, olamaz, alışveriş bile yapmadım.

- Kapı var diyor, ötüyorsunuz...

Ter bastı, korkarım zan altında kalmaktan. Zorba güvenlik görevlilerine ise gıcık kaparım. Çantanı aç derse, nasıl bir karşılık vereceğimi hesaplamaya başladım. Bir yandan da pis pis ispiyoncu müşteriye bakıyorum.

Bendeki yüksek gerilimi hissetmiş olsa gerek, görevli ortamı daha fazla germeye gerek görmedi ve üzerinizde yeni aldığınız ve ilk kez giydiğiniz bir şey var mı diye sordu.

Evet, üzerimde ilk kez giydiğim bir şey var ama bunu o görevliyle paylaşacak durumda değilim. Oysa inatla gelin kontrol edelim, üzerinde etiket kalmıştır, çıkaralım diyor. Niye el birliğiyle çıkarıyoruz anlamadım ki.

Neyse kendisi sonunda durumu anladı ve beni teselli etme gayretine girdi:

- Üzülmeyin, çok sık oluyor bu. Gizli alarmları kasada öldürüyoruz, bazen kapıda diriliyor.

- ?

Ne bu, yaşayan ölülerin gecesi mi?

*

O gün birkaç mağazaya daha girdim, üzerimdeki etiketi çıkarmak o anda mümkün olmadığından hepsinde de kapıyı öttürdüm. Ama her seferinde girmeden evvel içeriye seslendim: "Pardooonnn, ben şimdi içeri geliyorum. Kapı ötecek, telaş etmeyin. Üzerimde yeri tespit edilememiş alarm var."

Alışveriş fazla uzun sürmedi tabii. İnsan alışveriş merkezinin delisi unvanı için fazla ısrarcı olamıyor haliyle.

Eve gidince alarmın yerini 10 dakika aradım. Atletin yakasındaki etiketin içine yerleştirip, iki yandan da dikmişler. Toptan etiketi kesmeniz gerekiyor yani. Pes, buna resmen tuzak kurmak denir.

Sonradan öğrendim ki aynı şey bir dolu insanın başına gelmiş.

Zombi etiketler her yerde karşınıza çıkabilir, aman dikkat.
Yazının Devamını Oku

Jennifer Lopez’in hastane geceliği

8 Şubat 2008
Bu hafta alışveriş dünyasından bir magazin haberimiz var: Jennifer Lopez, yaklaşan doğumu sırasında giyeceği hastane geceliğini satın almış. Rica ederim hafife almayınız, kadın hamileliği boyunca Roberto Cavalli’den başka bir şey giymedi. Kimbilir gecelik nasıl bir şeydir.

Haberi duyunca, Jennifer Lopez’in giyeceği bu hastane geceliği çok mühim bir şey olmalı diye, kendisi hakkında araştırma yaptım ve DearJohnnies marka olduğunu tespit ettim. Araştırmalarımı biraz daha derinleştirince DearJohnnies’in de kendi çapında bir şöhret olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Bugüne kadar Jennifer Garner ve Tori Spelling gibi pek çok Amerikan ünlüsü kadın, doğuma giderken bu geceliklerden satın almış.

Doğum hastanede gerçekleşse de, bir hastalık olmadığından, kadınlar hastanelerin tek tip ve aslında tipsiz gecelikleri yerine bunları tercih ediyor. By-pass ameliyatına DearJohnnies gecelikle giren var mı, bilmiyorum.

Markanın sahibi Rachel Zinny. Fikir, kendi kızının doğumundan kısa bir süre önce aklına düşmüş. Kocasıyla doğum sonrası fotoğraflar çekip, eşe dosta göndermeyi planlıyorlarmış. O sırada Rachel’ın yüzüne bir gölge düşmüş. Yıllar sonra bile bakılacak, hatta belki çerçeveletilip baş köşeye konacak bir fotoğrafta, hastanenin çirkin geceliğiyle görünme fikri canını çok sıkmış.

Böyle bir tecrübem yok ama söylediğine göre doğumdan sonra kendini zaten çirkin hisseden kadınlar, üzerlerine bol gelen hastane gecelikleri yüzünden fotoğraflarda daha da kötü çıkıyormuş.

İkinci kızına hamileyken, fikrini fiiliyata dökmeye karar vermiş. Rahat, yürürken insanın arkasını kapatan, ziyaretçilere karşı mahcup etmeyen ve giyene kendini iyi hissettiren iki gecelik yapmış. Önce hemşirelerden, sonra da hastaneye ziyaretine gelen yakınlardan olumlu eleştiriler ve hatta siparişler almış. Geçen mayısta da son kızını doğurduktan sonra şirketi kurmuş.

Rachel, tasarladığı modellere de kızlarının adını vermiş. Jennifer Lopez hangisini aldı, bilmiyorum.

Tavsiye edeceğim ama DearJohnnies maalesef sadece ABD’de satılıyor. Gerçi, her yıl artan sayıda Türk kadını, gidip ABD’de doğum yapıyor. Onlar bu markadan alışveriş yapabilir. Burada kalanlar da üzülmesin, giden birilerine sipariş edebilirler.

Bu arada, geceliklerin tanesi 65 dolar. Sabahlık ve battaniyeyle birlikte set de alabiliyorsunuz. Sabahlık 70, battaniye 26 dolara satılıyor. S/M, L/XL ve Plus olmak üzere üç bedeni var. Tıbbi müdahaleyi ve emzirmeyi kolaylaştıracak şekilde düşünülmüşler. Modeller aynı ama baskısı değişebiliyor. Çok neşeli olanlar var aralarında. Alışveriş yapacaklara iki tane almalarını tavsiye ediyorlar. Biri doğum sırasında, diğeri sonrasında giymek için.
Yazının Devamını Oku

Yetişkinlerin alışveriş merkezi

1 Şubat 2008
"Dünyanın en lüks markaları mağaza açtı", "özel müşteriler için özel asansör kondu", "gelenleri kapıda doorman’ler karşılayacak", "otoparkın günlüğü 150 lira" gibi haberleri okudukça, aldı mı beni bir korku! Günler geçiyor, Nişantaşı’na City’s’i görmeye gidemiyorum. Ya o beni görmek istemezse, diye kara kara düşünüyorum. Sabah açıyorum gardırobun kapısını, dakikalarca bakıyorum, giysilerin hiçbiri City’s’e layık görünmüyor, gerisin geri kapatıyorum. Acaba City’s’e gitmek için önce başka bir alışveriş merkezine gidip yeni giysiler mi alsam, diye kuruyorum kafamda. Sonra tekrar dolabın kapısını açıp seyretmeye başlıyorum.

Ben böyle tarifsiz korkular içindeyken, City’s beni aradı. "Herkes geldi, bir siz gelmediniz, neredesiniz" diye sordular. Kendilerine içinde bulunduğum ruhsal bunalımdan bahsetmeyip derhal geleceğimi söyledim. İki gün sonra gittim.

Meğer günlerce boşuna kendimi üzmüşüm. City’s hiç de korkulacak bir yer değilmiş. Bildiğiniz alışveriş merkezi işte. Ne kadar lüks olursa olsun, dünyanın en pahalı markalarını ne kadar yanyana dizerseniz dizin, bir alışveriş merkezinin içinde her şey ehlileşiyor. Korkutucu olmaktan çıkıyor. Çünkü buranın koridorlarında (tüm alışveriş merkezlerinin koridorlarında) herkes eşit. Biri Versace’ye, diğeri Tchibo’ya uğruyor ama herkes aynı çatının altında para harcıyor.

Bu pek kıymetli sosyolojik saptamalarımdan sonra gelelim City’s izlenimlerine:

Belli ki Nişantaşı-Teşvikiye ahalisi hava koşullarından etkilenmeden vitrin bakmaktan çok memnun. Bu kış babet ayakkabıların moda olduğunu düşünecek olursak normal. Hareketlilik 13.00’ten sonra başlıyor. Hafta sonu 15.00 civarı güvenlikte yer yer sıralar oluşuyor.

8 katlı alışveriş merkezinde sadece bir yürüyen merdiven var. Etrafı sürekli kalabalık. Kat değiştirmek için diğer bir alternatif, aksi uçtaki asansörler. Katlar küçük olduğundan ve 5 dakikada gezilebildiğinden, sürekli inmeniz veya çıkmanız gerekiyor. Yani asansörlerin önü de kalabalık. Bazen kabinlerin içi o kadar kalabalık oluyor ki, insanın gözü bir Akbil makinesi arıyor. Görevliler yine de güleryüzlü. Tek tek herkesi selamlıyor, gideceği katı soruyor, her katta anons yapıyorlar. Fakat böyle giderse yakında psikolojik desteğe ihtiyaçları olabilir. Genel olarak asansör konusuna ayrı bir yazı ayırmak niyetindeyim, insan asla istediği yöne gidemiyor.

City’s’teki en kalabalık mekan, en alt kattaki Cookshop. Sürekli bir trafik var, masalar hiç boş kalmıyor. Sanırım bir tür buluşma mekanı olmuş. Yalnız başınızı kaldırıp yukarı baktığınızda hafif başdönmesi yaşayabilirsiniz. En kalabalık mağaza ise Lush. Rengarenk sabunların kokusu insanı yüzlerce metre öteden çekiyor.

City’s küçük bir alışveriş merkezi olmasına rağmen, hayatımda gördüğüm en iyi yönlendirme sistemine sahip. Her katta yürüyen merdivenin başına elektronik kat şemaları konmuş. Dokunmatik çalışan ekranda gitmek istediğiniz mağaza, kafe, restoranı dürtüyorsunuz, hemen bulunduğu katın şeması geliyor. Ayrıca yine her kattaki asansör kapılarında, o kattaki mağazaların listesi bulunuyor.

Kimbilir kaç kere bu köşeden, alışveriş merkezlerine emanet dolabı konsun demiştim. City’s’te emanet dolabı yok ama vestiyer var. Üzerinizdeki paltoyu, kabanı, şemsiyeyi, poşetleri bırakabiliyorsunuz. Özellikle kışın önemli bir husus bu, insan eli dolu alışveriş yapamıyor.

Ama City’s’te ben başka bir şeyi sevdim en çok: Burası tam bir yetişkin alışveriş merkezi. Ortalıkta çok fazla çocuk yok. Çocuk giysileri, oyuncakları, mobilyaları satan mağazalar var tabii. Ama kat ortasına kurulmuş atlıkarınca, şeker makinesi, jetonla çalışan diğer gürültülü oyuncaklar yok. Çocuk çığlıkları ve ağlamaları yok. Şimdi eminim pek çok anne-baba bu söylediğime kızacaktır, kusura bakmasınlar.
Yazının Devamını Oku

Mahallenin alışveriş merkezi

25 Ocak 2008
İstanbul’da her mahalleye bir alışveriş merkezi kampanyası hızla devam ediyor. Önceki hafta Nişantaşı’nda açılan City’s’den sonra, iki gün önce de Esentepe Astoria hizmete girdi. Tam adı Astoria Alışveriş ve Yaşam Merkezi. Kempinski Residences denen ikiz kulelerin altında bulunuyor. Hani şu yükseldikçe geriye yatıyormuş gibi görünen binalar var ya, onların altında.

Beş katlı alışveriş merkezinde 110 mağaza var. Ama gezerken 110 vitrin görmüş gibi olmuyorsunuz. Açılıştan bir gün önce gezdim, mağazaların üçte biri daha hazır değildi. Restoranların toplandığı alan da boştu. Belki hepsi birden hizmete girdiğinde bu his de kalmaz.

En büyük avantajı, içine güneş ışığı girmesi. Ferah bir havası var, bunaltmıyor. Katlar fazla büyük olmadığından ziyaretçisini yormuyor. Merkezi konumunu da unutmamak lazım.

Kabaca bakıldığında Astoria’nın içinde her şey var: Kadın, erkek, çocuk giyim markaları, kafe ve restoranlar, dekorasyon mağazası, sinema, kitapçı, market, teknoloji mağazası, kozmetikçi, aksesuvar ve mücevherci, SPA, spor salonu, ayakkabıcı, terzi, kuru temizlemeci, çiçekçi, fotoğrafçı, döviz bürosu, sigara bayii, lostra, falan ve filan... Fakat bu kalemlerin her birinin onlarca alternatifi yok. En geniş grup elbette giyim ve restoranlar. Tüm katları dolaştıktan sonra "Eee bitti mi" diye düşündüğümü itiraf etmeliyim.

Diyeceğim o ki, hangi mağazadan ne alacağınızı biliyorsanız ve o mağaza Astoria’da varsa sorun yok.

Buna karşılık Esentepe bir iş merkezi. Çevrede yüzlerce ofis, binlerce çalışan var. Elbette kulelerde yaşayacak insanları da unutmamak lazım. Onların yerinde olsam Astoria’nın açılışı bana çok iyi gelirdi. Bir defa öğle yemekleri için artık pek çok alternatifleri var. Akşam iş çıkışı bir iki kadeh içebilecekleri adresleri de... Eve gitmeden uğrayıp mutfak eksiklerini buradan tamamlayabilirler. Öğle arasında acil alışverişlerini yapabilirler. İş görüşmesine giderken sökülen etek, boyasız ayakkabı sorunları burada halledilebilirler. Anlayacağınız Astoria bana tam bir mahalle çarşısı, mahallelinin buluşma noktası hissi verdi.

Mahalleli değilseniz de ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Özellikle de bugün ve haftasonu. Çünkü Astoria’nın açılışı 40 gün 40 gece etkinliklerle kutlanıyor. Örneğin bugün öğlene doğru gidenler tango ve salsa gösterilerini izleyebilir. 15.00-17.00 arasında salon dansları öğretilecek. Ardından yine dans gösterileri var. Akşam sekiz buçukta Anjelika Akbar’ın piyano resitalini dinleyebilirsiniz. Astroloji meraklıları yarın ve pazar günü Yasemin Boran’dan yıldız haritasını isteyebilir. Yarın akşam altıda Semih Saygıner’in bilardo şovu olacak. Hafta sonu gün boyu çocuklara yönelik aktiviteler de olacak.

HANGİ MAĞAZALAR VAR

Brandroom, Cacharel, Cache Cache, De Facto, Haute Toman&Beyaz Yaka, Herry, İpekyol, Journey, Koton, LCW, Marlboro Classic, Network, Nisse, NU, Sarar, Stefanel, Tommy Hilfiger, U.S Polo, Vakko, Moj, Sabri Özel, W, Adidas, Columbia Shop, DKNY Jeans, Lacoste, LTB, Manhattan, Mavi Jeans, Reno, Bizart, Chackra, D&R, Electroworld, Genpatech, Samsung Complex, Yataş, Yalçınlar, Inglot, Pagi Organik, Sephora, Assortie, Damas, Delmira P&B Store, Goldaş, Guess Accesories, So Chic, Swatch, Şişli Optik, Tosca Blu, Zen Diamond, Pets R Us, Aldo, Charles&Keith, Desa, Pretty Fit, Etam, Suwen International, B&G, Goose, Mothercare.

Restoranlarıyla iddialı

Kitchenette, Grey Cafe, Sharma, Cafe Clementine, Bistrom, Burger King, Caffe Nero, Starbucks, Cantina Mariachi, Dolce Vita, Et n More, Fishpoint, John’s Coffee, Mado, Popeyes, Punto, Sbarro, Sushico Chinese in Town, Tost Stop, Yıldız Restoran, Smoothy Juice Bar.
Yazının Devamını Oku

Free shop’tan bile ucuz kozmetik

17 Ocak 2008
Arkadaşlar yazmamam için çok rica etti ama artık dayanamayacağım. Neymiş, herkes öğrenmesinmiş. Öğrense ne olacak, ellerindeki stoklar tükenecek de, dükkan mı kapanacak! İşte açıklıyorum; bayanlar baylar internet kullanma imkanınız varsa, kozmetik alışverişlerinizi Strawberrynet’ten yapınız, çevrenize de yaptırınız.

Neden derseniz, fiyatlar buradakinin üçte biri de ondan. Free shop’lardaki fiyatların da altında diyeyim, siz anlayın ne demek istediğimi. Hatta bir örnek vereyim; buradan iki hafta evvel ismi lazım değil bir markadan 120 liraya aldığım bakım ürünü, Strawberrynet’te 59 liraya satılıyor. Siteye girince siz de göreceksiniz aradaki farkı. Çünkü fiyatlar karşılaştırmalı veriliyor.

200’den fazla markanın 10 binin üzerinde ürününü bulabiliyorsunuz. Aralarında Türkiye’de bulunmayan markalar da var. Yurtdışına çıkan eşe dosta ricacı olmak zorunda da kalmayacaksanız. Zaten makyaj, cilt bakımı, parfümeri alışverişinizi ünlü markalardan yapıyorsanız, olağanüstü para tasarrufu sağlayabilir, bir alt fiyat grubundaki markaları kullanıyorsanız ekstra harcama yapmadan bir üst gruba çıkabilirsiniz.

Strawberrynet.com, merkezi Hong Kong’da bulunan bir şirket. Sekiz yıl önce kurulmuş. Kendilerine "taze kozmetik şirketi" diyorlar. Adının Strawberry (çilek) olmasının nedeni de buymuş. Ürünleri taze çilekler gibiymiş (bu bağlantı bana biraz zorlama geldi ama neyse).

Tüm dünyaya ürün gönderiyorlar, üstelik pek çok farklı dilde hizmet veriyorlar. Alışveriş yaparken yabancı dil sorunu yaşamıyorsunuz, Türkçe sayfaları da var. Hatta adresi yazdığınızda, otomatik olarak sayfa Türkçe açılıyor.

İçinden "Bu kadar ucuzsa vardır bir bit yeniği" diye geçiren şüpheci okuyucuyu da rahatlatalım: Ürünlerin bu kadar ucuz olmasının sebebi, her birinin merkezinden, gümrük ödemeden alınması. İnternet üzerinden satışın getirdiği ucuzluğu da ekleyince ortaya Strawberrynet çıkıyor. Eğer acil ihtiyacım var, jet hızıyla gönderin demezseniz, gönderimlerde çoğunlukla kargo ücreti alınmıyor. Yeni müşteriler ve 100 doların üzerindeki siparişler kesinlikle ücretsiz. Arkadaşlarınızla birleşip alışveriş yapabilir, kargo ücretinden kurtulabilirsiniz.

Eğer istediğiniz ürünü sitede bulamazsanız, mail atıyorsunuz. Bir gün içinde bulup bulamayacaklarını söylüyorlar ve genellikle de buluyorlar.

Teslim aldığınız üründe veya sizde bir sıkıntı olursa (yalnış renk, ürün, sadece pişmanlık veya kararsızlık) ambalajını açmadığınız sürece geri verebiliyorsunuz. 14 gün içinde bunu bildirdiğiniz sürece paranızı iade ediyorlar.

Küçük bir tavsiye; Strawberrynet’ten alışveriş yaparken bildiğiniz, zaten kullandığınız ürünleri tercih edin, ya da sipariş vermeden evvel bir şekilde denemeye çalışın. Yoksa paketi açtığınızda parfümün ağır geldiğini, rujun renginin yakışmadığını, cilt bakım ürününün size uygun olmadığını fark etseniz de değişteremezsiniz.

İstediğiniz kredi kartıyla ve istediğiniz para birimiyle ödeme yapabiliyorsunuz. Endonezya Rupiahs’ı da geçiyor, Filipin Pesosu da.

200’den fazla ülkede binlerce müşterileri var. 15 bin müşteri tarafından Biz Rate Gold Star (Altın Yıldız) olarak değerlendirilmişler. Yahoo Shopping’de yıllardır 4.5 Stars Very Good (4.5 Yıldızlı Çok İyi ) alıyorlar. Halk müesseseden memnun yani.

HANGİ MARKALAR VAR

Nina Ricci, Givenchy, Anna Sui, Guerlain, Aramis, Guinot, Biotherm, Helena Rubinstein, Bliss, Hugo Boss, Phyto, Bobbi Brown, Prada, J. F. Lazartigue, Re Vive, Calvin Klein, Juvena, Shiseido, Cellex-C, Chanel, Kerastase, Sisley, Christian Dior, Clarins, Kinerase, Clinique, L’Occitane, L’Oreal, Stendhal, La Mer, La Prairie, StriVectin, Dermalogica, Lancaster, Lancome, Lierac, Mavala, Valmont, Estee Lauder, Versace, Murad, Yves Saint Laurent, Freeze 24/7, J Lo...
Yazının Devamını Oku

IKEA’yı haklasak da mı saklasak haklamasak da mı saklasak

11 Ocak 2008
Elbette kelime oyunu yapıyorum. Yoksa IKEA’ya karşı toplu bir linç girişimi başlatmak niyetinde değilim. İngilizce’deki "hack" kelimesinin c’sini attım, o kadar. Ama anlamı pek değişmiyor.

Hani internet sitelerini sabote eden, içeriğine müdahale eden, çökerten "hacker"lar var ya, IKEA’nın da hackerları var.

Mağazadan aldıkları eşyaları, aksesuvarları değiştirmeden duramayan tipler bunlar.

Ya toptan başka bir şeye dönüştürüyorlar, ya da rengini, desenini değiştiriyorlar.

Bizde gümüşlük denen salon eşyasını ev tipi seraya çeviren, nevresimden çocuğuna etek diken, tepsiden raf, avizeden saksı, battaniyeden panço yapanlar var.

Bir de tüm bu "hackea"cıların (bu da onların yaptığı bir kelime oyunu, ikea+hack=hackea) toplandığı bir internet blog’u...

www.ikeahacker.blogspot.com, 2006’da açıldı. Blog sahibinin Jules ikeahacker adını kullandığını, bekar bir kadın olduğunu, IKEA’yla bir bağlantısı bulunmadığını, kırmızı rengi ve fıstık ezmesini sevdiğini biliyoruz.

Kendisi yoğun biçimde IKEA haklarken, acaba benim gibi başkaları da var mı diye merak etmiş ve araştırmış. Sayılarının epey fazla olduğunu fark edince de herkesi tek çatı altında toplamaya karar vermiş.

Şimdi dünyanın dört bir tarafından siteye üye olanlar, kendi cin fikirlerini başkalarıyla paylaşıyor.

Bazıları çok bayat, bazıları zihin açıcı bir sürü fikir var.

Kimi elindeki IKEA eşyasının haklanmadan önceki ve sonraki halinin fotolarını, kimi haklanma sürecinin video görüntülerini yüklemiş siteye.

Yeni başlayanlar için pek çok ipucu, deneyim ve bilgi de var.

Diyelim ki işe koyuldunuz, lake yemek masasının üzerine birtakım desenler ekleyeceksiniz. Ama bir türlü boya tutmuyor. Hemen forum sayfasına derdinizi anlatıyorsunuz, daha önce böyle bir girişimi olanlar sizinle tecrübelerini paylaşıyor.

Resmi sitesi dahil, IKEA ile ilgili tüm sitelerin linkleri de bulunuyor burada.

Dilerseniz yılın en iyi haklanmış IKEA’sı yarışmasında oy kullanabilir, ya da kendi fikrinizi yarışmaya sokabilirsiniz.

Bu arada sitede dolaşırken, Almanya’da malzemesi IKEA olan sanatçılar olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Geçen eylül bir sergi bile açmışlar.

Kanadalı bir televizyon programcısı, duyuru yapmış siteden. Kanadalı hacker arıyor, programına çıkaracakmış.

Ben de merak ediyorum; var mı aranızda IKEA’yı haklayan?

Yazının Devamını Oku

Yılın alışveriş sitesi Etsy

4 Ocak 2008
İngiliz gazetesi The Guardian, 2007’nin son günlerinde 2008’e dair bazı öngörülerde bulundu ve bu arada yeni yılda popüler olacak internet sitelerini de yayınladı. Listedeki adreslerden biri, bir alışveriş sitesine aitti: Etsy.com. Derhal girip baktım. 2005’te, tüm diğer dáhiyane internet siteleri gibi bir grup genç tarafından kurulmuş. Robert, Chris, Haim ve Jared’in amacı, yeni bir pazar sistemi yaratmak. Kendilerini hem bir cemaat, hem de şirket olarak tanımlıyorlar.

Etsy’de sadece el yapımı şeyler satılıyor. Alıcı ya da satıcı olarak yer alabiliyorsunuz.

Sadece İngilizce yayın yapan sitenin şu anda dünyanın farklı yerlerinden 100 bin "esnafı" var. Fakat büyük çoğunluk ABD ve İngiltere’den. Keşke farklı dil seçenekleri de olsa, gerçekten el emeğini satarak para kazanmaya ihtiyacı olanlara ulaşması kolay olurdu.

Etsy, bir tür blog ağı. Elinizden iş geliyor, bir şeyler üretebiliyorsanız, siz de Etsy’de bir dükkan açabilirsiniz. Üretimlerinizi burada sergiliyor ve satıyorsunuz. Dükkánlar farklı olduğundan alım satım şartları da dükkándan dükkána değişiyor. Örneğin kimisi dünyanın öbür ucuna bile posta gönderirken, kimisi sadece kendi kıtası ya da ülkesi dahilinde gönderim yapıyor.

Bir dükkána girdiğinizde dükkán sahibi hakkında bilgi sahibi olabiliyor, kendisinden daha önce alışveriş yapmış kişilerin görüşlerini okuyabiliyorsunuz.

Sitenin tasarımı muhteşem. Birçok farklı biçimde ürün araması yapılabiliyor. Zaman makinesine binip son satılan üründen geriye doğru bakabilir, baloncuklu pantoneden rengine göre seçebilir veya en çok satanlar listesinden yardım alabilirsiniz. Bir bölgeye özellikle ilginiz varsa, o bölgeden insanların açtığı dükkánları aratabilirsiniz.

Ben Türkiye’den birileri var mı diye aradım, karşıma 3 sonuç geldi. Ama biri İstanbul’da yaşayan Finli, diğeri Marmaris’te yaşayan Hollandalı bir anne-kız çıktı. Geriye tek bir Türk kaldı, fakat onun da dükkánında mal yoktu.

Etsy gerçekten 2008’in en popüler internet adreslerinden biri olabilir. Pek çok kişi, pek çok alanda başka bir düzen ararken, Etsy iç açıcı bir alternatif. Bir sürü şey bulabiliyorsunuz ve o, birinin evinde ya da atölyesinde el emeğiyle ürettiği bir şey oluyor. Bu nedenle pek çoğu benzersiz. Bazıları genç ve tanınmamış sanatçıların işleri. Káğıt üzerine baskılar, resimler, fotoğraflar, heykeller, illüstrasyonlar var. El yapımı oyuncakların her biri koleksiyon parçası bence.

Herkese Etsy’e girip bir bakmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Bizde dünya kadar insan var, kurslara gidip hobi edinen, evinde örgü ören, kutu boyayan, takı yapan. Kültürel el işlerini hiç saymıyorum bile. Bir kez girsek şu Etsy’e, altını üstüne getiririz.
Yazının Devamını Oku