"Dünyanın en lüks markaları mağaza açtı", "özel müşteriler için özel asansör kondu", "gelenleri kapıda doorman’ler karşılayacak", "otoparkın günlüğü 150 lira" gibi haberleri okudukça, aldı mı beni bir korku!
Günler geçiyor, Nişantaşı’na City’s’i görmeye gidemiyorum. Ya o beni görmek istemezse, diye kara kara düşünüyorum. Sabah açıyorum gardırobun kapısını, dakikalarca bakıyorum, giysilerin hiçbiri City’s’e layık görünmüyor, gerisin geri kapatıyorum. Acaba City’s’e gitmek için önce başka bir alışveriş merkezine gidip yeni giysiler mi alsam, diye kuruyorum kafamda. Sonra tekrar dolabın kapısını açıp seyretmeye başlıyorum.
Ben böyle tarifsiz korkular içindeyken, City’s beni aradı. "Herkes geldi, bir siz gelmediniz, neredesiniz" diye sordular. Kendilerine içinde bulunduğum ruhsal bunalımdan bahsetmeyip derhal geleceğimi söyledim. İki gün sonra gittim.
Meğer günlerce boşuna kendimi üzmüşüm. City’s hiç de korkulacak bir yer değilmiş. Bildiğiniz alışveriş merkezi işte. Ne kadar lüks olursa olsun, dünyanın en pahalı markalarını ne kadar yanyana dizerseniz dizin, bir alışveriş merkezinin içinde her şey ehlileşiyor. Korkutucu olmaktan çıkıyor. Çünkü buranın koridorlarında (tüm alışveriş merkezlerinin koridorlarında) herkes eşit. Biri Versace’ye, diğeri Tchibo’ya uğruyor ama herkes aynı çatının altında para harcıyor.
Bu pek kıymetli sosyolojik saptamalarımdan sonra gelelim City’s izlenimlerine:
Belli ki Nişantaşı-Teşvikiye ahalisi hava koşullarından etkilenmeden vitrin bakmaktan çok memnun. Bu kış babet ayakkabıların moda olduğunu düşünecek olursak normal. Hareketlilik 13.00’ten sonra başlıyor. Hafta sonu 15.00 civarı güvenlikte yer yer sıralar oluşuyor.
8 katlı alışveriş merkezinde sadece bir yürüyen merdiven var. Etrafı sürekli kalabalık. Kat değiştirmek için diğer bir alternatif, aksi uçtaki asansörler. Katlar küçük olduğundan ve 5 dakikada gezilebildiğinden, sürekli inmeniz veya çıkmanız gerekiyor. Yani asansörlerin önü de kalabalık. Bazen kabinlerin içi o kadar kalabalık oluyor ki, insanın gözü bir Akbil makinesi arıyor. Görevliler yine de güleryüzlü. Tek tek herkesi selamlıyor, gideceği katı soruyor, her katta anons yapıyorlar. Fakat böyle giderse yakında psikolojik desteğe ihtiyaçları olabilir. Genel olarak asansör konusuna ayrı bir yazı ayırmak niyetindeyim, insan asla istediği yöne gidemiyor.
City’s’teki en kalabalık mekan, en alt kattaki Cookshop. Sürekli bir trafik var, masalar hiç boş kalmıyor. Sanırım bir tür buluşma mekanı olmuş. Yalnız başınızı kaldırıp yukarı baktığınızda hafif başdönmesi yaşayabilirsiniz. En kalabalık mağaza ise Lush. Rengarenk sabunların kokusu insanı yüzlerce metre öteden çekiyor.
City’s küçük bir alışveriş merkezi olmasına rağmen, hayatımda gördüğüm en iyi yönlendirme sistemine sahip. Her katta yürüyen merdivenin başına elektronik kat şemaları konmuş. Dokunmatik çalışan ekranda gitmek istediğiniz mağaza, kafe, restoranı dürtüyorsunuz, hemen bulunduğu katın şeması geliyor. Ayrıca yine her kattaki asansör kapılarında, o kattaki mağazaların listesi bulunuyor.
Kimbilir kaç kere bu köşeden, alışveriş merkezlerine emanet dolabı konsun demiştim. City’s’te emanet dolabı yok ama vestiyer var. Üzerinizdeki paltoyu, kabanı, şemsiyeyi, poşetleri bırakabiliyorsunuz. Özellikle kışın önemli bir husus bu, insan eli dolu alışveriş yapamıyor.
Ama City’s’te ben başka bir şeyi sevdim en çok: Burası tam bir yetişkin alışveriş merkezi. Ortalıkta çok fazla çocuk yok. Çocuk giysileri, oyuncakları, mobilyaları satan mağazalar var tabii. Ama kat ortasına kurulmuş atlıkarınca, şeker makinesi, jetonla çalışan diğer gürültülü oyuncaklar yok. Çocuk çığlıkları ve ağlamaları yok. Şimdi eminim pek çok anne-baba bu söylediğime kızacaktır, kusura bakmasınlar.