5 Eylül 2008
Markafoni diye bir internet sitesi açıldı. Türkiye’nin ilk özel alışveriş sitesi olduklarını söylüyorlar. Ben pek anlamadım, özel alışveriş sitesinin ne demek olduğunu. Ama Avrupa ve Kuzey Amerika’da milyonlarca modaseverin yaşadığı bir deneyimmiş. Üyelik sistemiyle çalışıyor, galiba bu yüzden özel alışveriş diyorlar. Öyle kafanıza göre üye olamıyorsunuz fakat. Daha önce üye olmuş birinin sizi davet etmesi gerekiyor.
Ne satar bu Markafoni derseniz, şu anda sadece üç markanın ürünlerini derim: Calvin Klein güneş gözlüğü, Speedo mayo ve terlik, Marithe François Girbaud marka kıyafetler. Az gibi görünse de sitenin özelliği bu. Birkaç markanın ürünlerini, birkaç günlüğüne, ama neredeyse yüzde 70 ucuza satıyorlar. Dört-beş gün sonra tamamen başka markaların, başka ürünleri yine indirimli satılıyor. Dolayısıyla sürekli ziyaret etmek, fırsatları kaçırmamak gerekiyor. Üyelere e-posta yoluyla gelecek kampanyalar haber veriliyor.
Alışveriş yapmadım ama iyice bir inceledim siteyi. Her ürünün piyasa fiyatı ile buradaki özel fiyatı, özellikleri yanında yazıyor. Arada hakikaten büyük farklar var. Örneğin Calvin Klein’ın 310 liralık güneş gözlüğü 179 liraya düşmüş. Şüpheci bir bünyeye sahip olduğumdan piyasa fiyatları gerçekten bu kadar mı diye kontrol etmek istedim, fakat muvaffak olamadım. Hiçbirinde ürünün adı yazılmamış çünkü.
İkinci bir sıkıntı, Türkiye’de fazla tanınmamış markaların da satılıyor olmasına rağmen, markaları kısaca anlatan metinlerin bulunmayışı. İnternette ikinci bir sayfa açıp, markayla ilgili araştırma yapmak gerekiyor. Mesela Marithe François Girbaud... Hizmette sınır tanımadığımdan sizin yerinize, kampanya listesinde bulunan ama bizde pek tanınmayan üç markayı seçtim ve araştırdım.
Marithe François Girbaud, bir Fransız markası. Özellikle ABD’de çok tanınıyor. İtalya’yı üretim üssü olarak kullanıyor. Esin kaynağını Ortaçağ’ın karanlık atmosferi, Fransız mimarisi gibi alanlar oluşturuyor. Detaylı bilgi için www.girbaud.com
Reef, rahat sandaletleri ve parmak arası terlikleriyle tanınıyor. Sörf şortları ve bikinileri de var. www.reef.com
Antonio Marras, İtalyan modasının yükselen yıldızlarından. El işçiliğini, kültürel öğeleri ve kasaba stilini yeniden canlandırdı. Romantik tasarımlarında ekoseler, rengarenk çiçekler, folklorik temalar öne çıkıyor. www.antoniomarras.it
Bu ayın kampanya takvimi
8-12 Eylül Reef
9-13 Eylül Eastpak
10-14 Eylül Roberto Cavalli
15-19 Eylül Mont Blanc
16-20 Eylül Mandarina Duck
22-26 Eylül Antonio Marras
23-27 Eylül Michael Kors
29 Eylül-3 Ekim Fendi
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2008
Sezon indirimi hala devam ediyor ama bu saatten sonra alışverişe çıkmanın bir anlamı yok. Çünkü raflarda gerçekten giyilebilir durumda olan bir şey bulmak mümkün değil. Firmalar indirimin sonunu bekleyenlere çöpçü muamelesi yapıyor maalesef. Hani semt pazarları toplanırken, pazarcıların arkasında bıraktığı, hala yenilebilir durumda olan sebze meyveyi toplamaya gelen insanlar vardır. İndirimin sonuna kalmak işte böyle bir şey.
Bir şey buldum sanarak askıdakine elinizi atıyorsunuz; gömleğin yakası simsiyah çıkıyor, eteğin fermuarı patlamış, pantolonun düğmesi yok, tişörtün dikişinde kocaman bir sökük.
Taa bir ay evvel (indirim yeni başlamışken yani), pek sevdiğim, fiyatları ortanın üzerinde markalardan birinde 30 liraya merserize kazak satıldığını görüp üzerine atladım. Şunu da söylemem lazım ki, bu kazaklar sezonda yoktu. İndirime girince peydah oldular. Askıda 10-15 kadar kazak vardı, hepsine tek tek baktım. Hatta benim bedenime uymayanlara bile. Aralarında sağlam bir tek ürün yoktu. Hepsinde kocaman delikler, sarkan iplikler, kaçıklar...
Başka bir mağazada, müşteri elinde etekle kalakalmış. Eteğin eteklerinden saçak halinde ipler sarkıyor çünkü. Evet, fiyatı çok uygun ama resmen defolu. Kadıncağız yanındakine, eteği tamir ettirmenin zor olup olmadığını soruyordu. Değilse alacak çünkü.
Çok rica ediyorum, ben eve gidince tamir ederim diyerek bu çer çöp haline gelmiş giysileri satın almayın. Çünkü bunlar defolu ürünler reyonunda satılmıyor, indirimde sadece. Ve indirimde alışveriş yapmak, çöp toplamak demek değil. İnsan defolu ve seri sonu ürün satan bir mağazadan alışveriş yapıyor olsa, tamam. Oraya neyle karşılaşacağınızı bilerek gidersiniz. Ama bu, müşteriye düpedüz terbiyesizlik. Bu paramparça giysiler akşam mağaza kapanırken görevliler tarafından fark edilmiyor mu? Elbette fark ediliyor ama yeniden askıya asılıyor. Uyardığınızda da şaşkınlıkla yüzünüze bakıp, indirimdeyiz diyorlar.
Sizi bilmem, benim için indirim sezonu sona ermiştir.
Artık hiçbir mağazaya numaramı vermeyeceğim
Katlı mağazalardan birinde, kasadayım. Ödemeyi kredi kartıyla yaptım, görevlinin semt sormasına alışkınım. Ama bu sefer bir de telefon numarası istedi. Neden diye sordum, kredi kartıyla ödemede bir sorun çıkarsa bana ulaşabilsinler diyeymiş. Bankada benim tüm numaralarım var, gerekirse onlar ulaşır dedim. Bana verilen görev bu, numaranızı sormam gerekiyor dedi. Ben de yine gereksiz yere ortamı geren insan olmamak için iş telefonumu (ama genelde kullanmadığım bir numarayı) verdim.
Ertesi sabah 9’da o telefon çaldı. Bugüne kadar hiç çalışmadığım bir bankanın görevlisi. Daha alo der demez, uzun bir giriş konuşmasına başladı. Bu konuşmanın sonu kredi kartı isteyip istemediğime varacaksa istemiyorum, dedim. Neden diye sordu. Yeterince kartım ve borcum var, yenisine ihtiyacım yok diye cevapladım. Bu kez sert bir ses tonuyla beni sorgulamaya başladı: Ne iş yapıyorum, mevcut kredi kartlarımın bana ne gibi faydası var...
Şimdi tesadüfle mi açıklamalıyım, kimseye vermediğim bir numaradan, alışverişin ertesi sabahı aranmış olmamı? Yok, bundan sonra kimseye telefon numaramı vermeyeceğim. Ne yapacaklar, madem numara vermiyorsun aldığını iade et mi diyecekler?
Yerli yersiz arayan, SMS mesajı atan mağaza ve bankalardan da şikayetçiyim. Gecenin 3’ünde insana kredi isteyip istemediği sorulmaz ki!
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2008
Organik ürünler satan Citylife, eylülde yüzde 30 indirime girecek. Normalde her şeyin organiği, konvansiyonelinden (geleneksel üretim) bir tık pahalı oluyor, fırsatı kaçırmayın. Citylife’da 150 çeşit diyet ve diyabetik, 400 organik, 1000’e yakın kozmetik ürün, 150 besin desteği ve 350 sağlık odaklı kişisel bakım ürünü satılıyor. Kredi kartıyla yapılan alışverişlerde peşin fiyatına 6 taksit de yapıyorlar. Nişantaşı City’s Alışveriş Merkezi, Etiler ve Çiftehavuzlar’da mağazaları var.
Sürdürülebilir ekolojik mobilya çıktı. Keith Varty ve Alan Cleaver, İtalyan Cantori markası için çalışan iki tasarımcı. İkili, küresel ısınmaya savaş açmış ve geridönüşümlü malzemeler kullanarak mobilya tasarlamış. Yeni koleksiyonlarında "doğayla dost ev" dekorasyon çözümleri sunuyorlar. El işçiliği ile ünlü Cantori, ağır metal ve toksik malzemeler yerine doğal boyalar, elektromanyetik alanların negatif etkilerini ortadan kaldırmak için özel destekler, kumaşlarda ve boyamalarda doğal ve organik ürünler kullanıyor. Cantori marka mobilyaları İstanbul Levent’teki Arta Design Group’un showroom’unda bulabilirsiniz. Mobilyanın da organiği biraz pahalı oluyor tabii, üstelik İtalyan. Bir sandalye 250 Euro + KDV. İstanbul isimli kanepeye 4 bin Euro + KDV istiyorlar. Keten masa örtüleri, Amerikan servis takımları ve halı da bulabiliyorsunuz koleksiyonda.
Geri dönüşümlü ped yaptılar. Atık pedlerin kanalizasyon yolu ile nehir ve denizlere karışarak suları kirlettiği biliniyor. Türkiye’de sıhhi atık alanına giren pedler ya doğrudan çöpe atılıyor ya da kanalizasyon sistemlerine gönderilerek elden çıkarılıyor. Son bir yılda 350 milyon ped satılmış. Bu pedler doğada 100 yıl kalacaklar. Buna karşılık İngiliz Susie Hewson adlı bir girişimci kadın, yüzde 84 geridönüşümlü, doğada yok olan organik ve doğal ped üretmiş. Natracare marka pedlerin üretiminde organik pamuk kullanılmış. Yapışkanı bile doğal. Kutusu da kartondan. Eczanelerde bulabilirsiniz. Eczanelerde organik tampon da satılıyor.
Organik diş macunu da var. Kiss My Face organik diş macununda, size veya çevreye zararlı hiçbir kimyasal madde yok. İçeriğinde bulunan doğal beyazlatıcı, nane tozu, daha güçlü damaklar için organik ceviz ve antiseptik özelliği olan çay ağacından çıkan yağ özellikle hamilelik dönemindeki kadınlar için ideal. Fiyatı 14 lira.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2008
Uygulama başladığından beri bir tane almak istiyor, fakat sürekli üşeniyordum. Bu arada tatildeyken bir sürü ören yeri gezdim, her seferinde hayıflandım, keşke yanımda bir Müze Kart olsaydı diye. Meğer kapıdan geçici kart alabiliyor, sonra asıl karta çevirebiliyormuşsunuz, nereden bileyim. Hiçbir görevli uyarmadı. Oysa gelen her turiste teklifte bulunsalar, bir dolu insan eminim koca bir yıl boyunca kullanabileceği bu kartlardan almak ister. Üç dört tane ören yeri gezdiğinizde, kartın parasını çıkarmış oluyorsunuz zaten.
*
Tabii ben konuya böyle tepeden inme dalınca olmadı. Baştan anlatayım.
Kültür Bakanlığı, Müze Kart diye bir şey çıkardı. Bir iki ay oluyor, gazetelerde okumuşsunuzdur.
Bir kereliğine 20 lira ödüyor, sonra bir yıl boyunca bakanlığa bağlı tüm müze ve ören yerlerine istediğiniz zaman, istediğiniz kadar girebiliyorsunuz. Tüm Türkiye’de toplam 300 yerde geçiyor. İşte benim şimdi bir Müze Kart’ım var. Bir sabah işe geldim, masamda buldum. İnternetten fotoğrafımı bulup, benim yerime kart çıkarmışlar.
*
Kartı alabileceğiniz yerlerin adreslerini www.muzekart.com adresinde bulabilirsiniz. Ama daha kolay bir yöntem var, kartı internette hazırlamak mümkün. Aynı siteye giriyor, gerekli kişisel bilgileri yazıyor ve bir dijital fotoğrafınızı yüklüyorsunuz. Kredi kartıyla ödeme yapıyorsunuz. Onlar kartı basıp adresinize gönderiyorlar. Bunun için ekstradan 2 lira kurye ücreti ödeniyor. Ama bu yöntemle eşe dosta sürpriz kart çıkarmak da mümkün.
Uğraşamam derseniz, gittiğiniz herhangi bir müzenin kapısından geçici kart alabilirsiniz, ama iki ay içinde asıl karta çevirmek gerekiyor.
Söylemeyi unuttum; bir de telefon numarası var bilgi alabileceğiniz: (312) 444 MÜZE. Yani, 68 93.
*
Ben şimdi kartımı yanıma aldığım gibi ilk iş İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gideceğim. Metro inşaatından çıkanlar da eklenince kocaman bir yer olmuş. Bir kerede gezip bitirmek için yanınıza kumanya almanız ve sabah erkenden kapıda olmanız lazım. Ama şimdi benim müze kartım var. Zaman yetmez, yorulur, bitiremezsem dert değil. Yine giderim. Nasıl olsa artık bütün müzeler benim.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2008
Kırmızı halı serilmiş merdivenleri çıkarken, yanar döner disko toplarından yansıyan ışık gözlerimi kamaştırıyor. İçeri girince kulağıma Yunan müziği çalınıyor. İnsanlar hep birlikte Zorba’nın ünlü müziğini dinliyorlar. Ama aralarında sirtaki yapan yok, saat 23.00’ü bulmadan en az 50 lira harcamaya, çekilişe katılmaya çalışıyorlar.
Çünkü burası bir gece kulübü değil, Altunizade’deki Capitol Alışveriş Merkezi. Yaz sonuna kadar her salı gece yarısına kadar açık Capitol. 20.00-23.00 arasında 50 lira ve katlarında alışveriş yapanlar çekilişe katılıyor, her salı 10 kişi 1000 liralık alışveriş çeki kazanıyor. Bir salı gecesi gidip çekilişte şansınızı denemenizi şiddetle tavsiye ederim. Piyangonun size vurma ihtimali hayli yüksek. Başvuru masalarında izdiham yaşanmıyor.
Ben geçen salı gittim, ne olup bittiğine bakmak için. İçeri girdiğimde saat 22.00’ydi, ortam hiç de tenha değildi. Ama bunaltıcı bir kalabalık da yoktu. Alışveriş için en ideal ortam. Issız değil ama kabinlerde, kasalarda insan kalabalığı da yok.
Geç bir saat olmasına rağmen çocuk sayısındaki fazlalık dikkatimi çekiyor. Bir kısmı pusetlerinde uyuyor, kalanlar havuz başındaki müzisyenleri ve pandomimcileri bunaltıyor.
Mağazaların içinde pek bir kimse yok. Yine nispeten en yoğun yer Boyner. Ortak alanlardaki yeme içme mekanları ise kalabalık. Ben de 23.00 civarında Starbucks’a oturuyorum. Ortalama bir İsviçreli bu saatte çoktan yatmış uyurken ben filtre kahve içiyorum. Çekilişe katılma süresinin dolduğunu bildiren anons yapılırken, katılmadığıma pişman oluyorum. Yunan müziği çalmaya devam ediyor, bu arada.
Sonunda, buraya kadar gelmişken evin eksiklerini tamamlayayım deyip, Migros’a giriyorum. Kedinin kumu bitmiş, sivrisineklere karşı cephane kalmamış. Üç beş parça bir şey alıp kasaya gidiyorum. Fakat ne göreyim; kasada sıra var. Salı gecesi saat 23.30, Migros kasasında diğer 10 kişiyle birlikte sıra bekliyoruz. Durum bir tek bana mı saçma geliyor diye diğerlerinin yüzüne bakıyorum. Evet, galiba bir tek bana saçma geliyor. Beklerken fiyatı 5 liraya düşmüş termosları fark ediyorum, bir tane de termos alıyorum.
ÇEKİLİŞE NASIL KATILACAKSINIZ
Bir salı gecesi Capitol’e gidiyorsunuz. 20.00-23.00 arası keyfinize göre 50 lira ve katlarında alışveriş yapıyorsunuz. Fişini kampanya masalarına götürüyorsunuz. Her katta bir tane vardı sanırım. Görevliler size bir kazı kazan kuponu veriyor. Kupondaki şans numarasını, 23.00’ten önce 5827’ye gönderiyorsunuz. 23.30’da noter huzurunda çekiliş yapılıyor, 10 kişi 1.000 liralık hediye çeki kazanıyor. Hediye çekleri Capitol içerisindeki tüm mağazalarda geçerli. Çekinizi ister anında alın, ister sonra. Orada kalıp beklemek zorunda değilsiniz yani.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2008
Nihayet ben de Hürriyet Treni’ne geçen haftasonu Diyarbakır’dan bindim. Trende alışveriş yapılmadığından, oradaki hayatı maalesef burada uzun uzun anlatamıyorum. Fikir ve duygu alışverişini saymazsak tabii. Ama ne olur, sizin şehrinize de uğruyorsa ziyaret edin. Çocuğunuz varsa götürün. Hayatımda çok uzun zamandır böyle heyecan ve umut verici bir şey görmemiştim çünkü. Gazetede okuyarak değil, içinde yer alarak anlıyor insan bunu.
*
Diyarbakır’da bindiğim trenden Batman’da indim ve hızlı bir Hasankeyf-Midyat turu yaptım. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, Diyarbakır’ı Hint ve Nepal malı giysiler basmış. Pazarında poşu dışında yerel birşey bulmak mümkün değil. Her şey Hint malı, Nepal malı. Şalvar bile...
Bu hazin tespit ve isyandan sonra konumuza dönelim.
Hasankeyf’e değil ama Midyat’a ilk gidişimdi. Yolda planım, mümkün olduğunca fazla yer görmekti. Fakat ne gördün derseniz, kuyumcu vitrininden başka bir yanıt veremeyeceğim. Çünkü girdiğimiz ilk sokağın başında yan yana birkaç kuyumcu vardı ve daha fazla ilerlemek mümkün olmadı. Ekip halinde vitrine, bilahare içerideki tezgaha yapıştık zira.
Daha birkaç hafta evvel Kapalıçarşı’da saatlerini harcayıp orijinal bir şey bulabilmek için onlarca vitrin bakmış biri olarak Midyat’taki bu yan yana üç vitrin beni daha da heyecanlandırdı. Söğütlü Kuyumculuk’ta tam aklımı kaybetmek üzereydim ki, satıcı beyefendi, internet sitemizden de sipariş verebilirsiniz, deyince sakinleştim ve sadece iki parça telkari alıp çıktım. Şimdi şahane bir broşum ve yüzüğüm var. Üstelik ikisine 50 lira verdim.
Dönünce hemen internet sitesine girdim. www.sogutlukuyumculuk.com. Değme alışveriş sitelerine taş çıkartacak, özenle hazırlanmış bir site. Mağazada ne varsa, hatta fazlası burada da var. Tüm ürünlerin fotoğrafı yanında cetvel çekilmiş, ebatlarını anlayabiliyorsunuz. 100 YTL üzeri alışverişte kargo parası ödemiyorsunuz. Otantik gümüş takımlara, yüzüklere ve telkarilere özellikle dikkat.
Yalnız baktım internet sitesindeki fiyatlar, mağazanın biraz üzerinde. Hemen online söyleşi kutusundan (sitenin sevilesi özelliklerinden biri) dükkandakilere mesaj attım. Kendimi hatırlatıp, fiyat farkının nedenini sordum. Cevap olarak "O kolye size bilmem kaça olur" mesajı geldi. Online pazarlık yapabiliyorsunuz yani.
Bir adres de Hasankeyf’ten vermek istiyorum. Siirt’in tiftik battaniyelerini sevenler için (gerçi onları artık herkes kilim olarak kullanıyor). Nehrin kıyısına inen yolun solunda Öz Antikkent Kilimcilik var. Sahibi Mehmet Nuri Aydın tüm kış, ortalık ıssızken kilim dokuyor, yazın turistler gelmeye başlayınca satıyor. Desenler kendisine ait. Son derece modernleri de var. Bir internet sitesi yok ama telefonla sipariş verebiliyorsunuz, kargoyla gönderiyor. Tabii telefonda tarif etmeniz lazım. Ama kilimlerin hiçbiri hayalkırıklığı yaratacak şeyler değil. Fiyatları 10-65 lira arasında. 65 liraya satılanı çift kişilik yatak örtüsü ebadında. Mehmet Bey’in telefonu (536) 310 52 92.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2008
Satın aldığım bir şeyi değiştirmekten nefret ederim. Yıllardır gördüğüm kötü muamele yüzünden bu konuda tamamen içime kapanmış durumdayım. Çok para vermemişsem aldığım şeye, değiştirmek yerine dolabın en dip köşesine atıp varlığını unutmayı seçiyorum. Doğru değil tabii, kimseye tavsiye etmem, gidiniz çatır çatır hakkınızı arayınız. Ama üstüme gelmeyiniz, benim sinirlerim kaldırmıyor.
Fakat bazen unutmak mümkün olmuyor. Özellikle de aldığınız şeye dünya kadar para vermişseniz ve ilk kullanışta elinizde kalmışsa... Benim de enayiliğe, bir dur, dediğim an var yani. İşte o zaman, mağazaya gitmeden bir gece evvel, midem ağrımaya başlıyor.
Şimdiye kadar bir kez bile, ben bunu değiştirmek istiyorum, diye girdiğim bir mağazada, satın aldığım esnadaki güleryüzle karşılaşmadım.
En son, sadece bir gece giydiğim bir elbiseyi değiştirmeye götürdüm. Daha mağazadan eve döner dönmez lekeli olduğunu fark etmiş, o gece giymem gerektiğinden değiştirememiştim. Gecenin sonunda da dikişleri açıldı, tamam oldu.
Sağolsunlar, nazik ama son derece ciddi davrandılar. Ne olduğunu anlattım. "Teste göndereceğiz" dediler, ifademi aldılar. Bildiğiniz rapor tutuldu, ben de ifademin altına imza attım. Benim elbise şimdi testte, sonuçları bekliyoruz. 15 günde gelir, dediler. Kötü bir şey çıkmasa bari...
Merak ediyorum, teste giden bu giysilere ne yapılıyor acaba? Aklıma CSI dizilerindeki laboratuvarlar geliyor. Benim ölçülerimde bir kadın, elbiseyi giymiş, dans ediyor laboratuvar ortamında. Gece çıkarken giydim ya, bakalım dans edince başka yerleri de açılıyor mu diye bakıyorlar. Fakat leke işini nasıl test edecekler anlamadım. Sanırım lekenin ne kadar eski olduğuna bakacaklar. Kendim lekeleyip suçu elbiseye atmış olabilirim zira. Bir lekenin yaşını tespit etmek mümkün mü ki?
Bir arkadaşım da, yeni aldığı, giydiği ilk bir kaç saatte ayağını parçalayan ayakkabıyı değiştirmeye götürmüş. Ona da, test edeceğiz, demişler. Yahu neyi test edeceksiniz? Ayakkabı normal, sizin ayak hatalı mı diyeceksiniz. Hayır, arkadaşın ayağının kalıbını da alsalarmış keşke, daha bilimsel bir sonuç elde edilebilirmiş. Sanırım birisi şu aralar ayağında o ayakkabıyla dolanıp duruyor. Onun ayağını vurmazsa, yandı bizim arkadaş.
Bence bu test etme işi, öfkeyle gelen müşteriyi 15 günde sakinleştirme sürecinden başka bir şey değil. Siz 15 günde ümidinizi keseceksiniz, onlar da telefon açıp "Kusura bakmayın hanımefendi, sizin ayak sekizde sekiz kusurlu çıktı ya da maalesef elbiseyi kurtaramadık" diyecekler. Değişen bir şey yok yani. Aldığınız ürünü değiştirmek ömür törpüsü.
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2008
Şu anda Türkiye’de kullanılan kredi kartlarının yüzde 94’ü çipli. Bankalararası Kart Merkezi’nin rakamlarına göre kredi kartı dolandırıcılığında, çipli sisteme geçildikten sonra yüzde 73 düşüş olmuş. Bu oranı daha da yükseltmek mümkün ve bir yolu da garsonlardan utanmamak... Meselenin garsonlarla ne ilgisi var, değil mi?
Çipli sisteme geçildikten sonra, kredi kartıyla alışverişin sahtekarlık bakımından riskli olduğu iki alan kaldı; internet ve restoranlar.
Restoranlar, kredi kartını gözümüzün önünden ayırdığımız sayılı yerlerden. Pek çok mekanda hálá hesap istendiğinde masaya mobil pos makinesi getirilmiyor. Getirmeleri için bunu özellikle belirtmek gerekiyor. Pek çok kişi, garsonu zan altında bıraktığını hissederek, pos makinesini masaya istemiyor, garsona kredi kartını teslim ediyor. Ve gözünün önünden ayırmış oluyor.
Oysa Türkiye genelinde portatif (mobil) pos makinesine sahip iş yerlerinin oranı yüzde 98. Yani İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Adana gibi büyük şehirlerde, bir restoranın mobil pos makinesine sahip olmaması imkansız gibi bir şey. Buna karşılık ben gözlerimle, bir müşterinin, şifre girmek üzere kasaya gitmeye üşendiği için şifresini garsona söylediğini ve kartını verdiğini gördüm. Özellikle 45 yaş üstü erkeklere, masaya pos makinesi istemek ayıp bir şeymiş gibi geliyor. Ama değil, lütfen özellikle belirtin ve makineyi masaya isteyin. Çünkü kartı gözünüzün önünden ayırdığınız her sefer risk almış oluyorsunuz.
Diyebilirsiniz ki: "Ama nasıl olsa hálá imza karşılığı ödeme yapılabiliyor. Madem güvenli değil neden tamamen kaldırılmıyor?" Haklısınız.
Şifreli döneme geçişin reklamları yapılırken ve son tarihler verilirken, ben de bir süre sonra slip imzalayarak ödemenin tamamen kalkacağını sanmıştım. Oysa kalkmamasının mantıklı bir sebebi var.
Başta da dediğim gibi Türkiye’de çipli kredi kartı oranı yüzde 94. Geriye kalan yüzde 6, yabancı bankaların kartlarını kullananlar. Ve Avrupa’da sadece Fransa, İngiltere ve Türkiye şifreli sistemi kullanıyor. Eğer slip imzalama yöntemi tamamen kaldırılsa, yabancı bankalardan kartı olanlar ve turistler, Türkiye’de kart kullanamaz hale gelir. Kaldırılmamasının nedeni bu.
Eğer kartınızın kopyalanmasını istemiyorsanız, kartınızı gözünüzün önünden ayırmayın, her seferinde ödemenizi şifreyle yapın. Eğer mekanda gerçekten mobil pos makinesi yoksa, üşenmeyin, utanmayın, kalkın kasaya gidin.
Yazının Devamını Oku