HER şey üniversitede 2 yıl boyunca otel rüyaları görmemle başladı.
Dünya çok büyüktü ve ben çok küçüktüm.
Zaman geçti ve ben bir seyahat yazarı oldum.
Türkiye’de ve dünyanın bir çok yerinde sayısız otelde konakladım.
Önce kendi seyahat bloğum “dünyayı gezen salyangoz”u yarattım.
Arkasından ulusalararası seyahat dergisi Travel + Leisure yazıları geldi.
Travel + Leisure’ı Marie Claire, Marie Claire’I Hürriyet Ege, Sky Life ve Hürriyet Seyahat takip etti. Gezlong isimli ulusal bir seyahat sitesinin editörleri arasına katıldım.
Refiğin Bahçesi. Alaçatı pazaryerinin içinde. Girin, 500 metre yürüyün sağda, asmalar içinde. Çok salaş ama servis de, gelen kahvaltılık da bir o kadar iyi. 1 kişilik kahvaltı 2 kişiye fazla fazla yetiyor. Bal-kaymağı, karadut-loru içinde. Çayı içinde. Omleti, menemeni, gözlemesi extra. 20 TL. Serinlik ve temiz hava standart.
Küçük, konsept ve hoş “House 44 Sereserpe”
Yılarca Şamdan olarak açıktı Dalyan Plaza Otel’in iskelesi. İyiydi, bir klasikti ama Çeşme için sanki biraz fazla kasvetliydi. Şimdi yaş ortalaması düştü. Bu yaz, İzmir’de epey tutulan, 3 genç kafadarın markası altında yeniden açıldı: “House 44 Sereserpe...”
Şezlonglar ki, bana Güney İtalya’yı anımsattı kendi tasarımları. Mutfak iyi. Gayet iyi. Bitiremediğim bir külbastı yedim. Sunum olmuş. Lezzeti olmuş. Garnitürü vs 30 TL. Küçük olduğu için kapasite kadar insan alıyorlar. Bu yüzden üst üste ve et ete değil. Tabii temmuzu-ağustosu bilemem.
Ciddi iyi müzik var. Küçük müçük ama alanlarında iyi isimlerle çalışmışlar. Mesela müzik direktörü çalarken kendi de çok eğlenen Orhun Özsoydan.
Akşam üzerine kadar hoş jazz ve bossa nova’larla başlıyorlar. Akşam üzeri 5 gibi müzik hareketleniyor. Barlas’la perküsyon başlıyor. Ortam bir anda spontene bir parti havasına bürünüyor. Ama kimse kasmıyor. Ki, İzmirlilere olmaz pek bu. Hafta içi daha da keyifli olacağına eminim. Çeşme’deki pek çok plaj gibi giriş ücreti alıyorlar. Hafta içi 20, hafta sonu 30 TL. (Keşke hiç bir yer almasa...)
Alaçatı sakinleri
Onlar sakin. Temmuz ve ağustosa inat. Kimi yaşamının bir döneminde yaşadığı hayatı toptan rafa kaldırmış. Soluğu burada almış. Kimi ezelden buralı.
Ortak noktaları sakinlik sevmeleri. Huzuru Alaçatı’da bulmaları. Yaz ve kış. Baharda ve sonbaharda. Hastalıkta, sağlıkta. Ömrün geri kalanında. O yüzden bu hikaye bildiğiniz hikayelerden değil. Bu hikaye Alaçatı’nın gerçek sahiplerinin hikayesi.
Kurabiye’nin sarışını Mao
Kurabiye Otel, Hacı Memiş’in en sonunda. Perihan-Mehmet Ali çifti ve kızları Ece’nin elinde hayat bulan nefis bir otel. Neredeyse yaz-kış açık. Ne zaman uğrasam beni ağzı kulaklarında karşılıyor Mao. Alaçatı’da yaşamaya bayılıyor.. Alaçatılılar da ona.
Hacımemiş’in hanımefendileri
SAHİLLERE bahar geldi de sahiller Bahar’a gelebildi mi, bakalım...
Hava olmuş 50 derece, bünyede güneş alerjisi, sahillerde ne işin var?
Ama yoook. Hayatım boyunca kırıp dizimi oturamadım.
Masa başı işimden de oldum. Yeri geldi, gül gibi manitamdan da oldum bu uğurda. Sabitleyemedim bünyeyi hiçbir şehirde.
Bu yaz da bakalım Alaçatı’dan, Bodrum’dan bildireceğiz Hürriyet aşkına. Nihayetinde her şey senin için ey Ege aşığı, imbat manyağı, güzel okur. Can okur.
Dakka bir gol bir, Alaçatı’da bir taş eve yerleştim.
Önce, boyum daha bir karışken mahalle bakkalının çikolataları ile başladım.
Profesyonel çikolata tadımcılığı hayatıma.
Sonra lise döneminde biraz daha ustalaştım.
O zamanların (90’ların ortası) İzmir’de butik çikolata satan tek mağazasına dadandım.
Vakko. Hafta içi harçlık biriktirip hafta sonu soluğu Vakko’nun çikolata tezgahının önünde aldım.
Üniversitede dünya kazan, ben kepçe gezmeye başlayınca ver elini yurt dışındaki çikolata butiklerinin vitrinleri.
Her gittiğim memlekette, müzeden, restorandan önce o şehrin en iyi çikolata butiklerinin listesini ezberledim. Param suyunu çektikçe de sırasıyla kıyın kıyın yine bakkallara kadar devam ederdi bu stok eritme işi.
ŞÖYLE bir senaryo düşünün. Diyelim ki yıl olmuş 2050.
Ve hayal gücü bu ya, erkekler doğurganlığa kavuşmuş.
Fakat, kürtaj da sezaryen da yasak.
Bütün hastaneler hınca hınç karnı burnunda adam dolu.
Bağıran, çağıran, duvarları yumruklayan. Sezaryen sağlıklıymış, sağlıksızmış umurlarında değil.
Tek istedikleri doğum sancısı denen o berbat acının bir an önce son bulması.
Kimi doktora yalvarıyor, kimi yasakçı zihniyete sövüyor.
Fiziksel olarak masa başında olsak da akıl hep serin suların içinde.
Sonra derler ki, İzmirliler çok yavaş.
Sen gel bakalım bu nem oranıyla saatte kaç kilometre hızla çalışabiliyorsun?
An itibariyle de hava 50 derece. Bünye baş kaldırdı. Zihin durdu.
Bütün kış “ne olacak bu İzmir’in hali”nden tutun da kürtaj yasası saçmalığına, tiyatroculara yapılan zulümden Alaçatı’nın çamuruna, bitmeyen Metro’dan takılmak bilmeyen MOBESE kameralarına yazdım durdum.
Ama artık pilim bitti. Vücut masanın başında.
Kafa Çeşme’de, Bodrum’da, Alaçatı’da.
10 yıldır, en büyük keyiflerimden biri, İstanbul’da yeni açılan bir House Cafe şubesini, açılır açılmaz keşfetmek.
Her seferinde de mönüye bakıp bakıp hayıflanmak.
“Ah ulen ah! Ege’nin otunu, peynirini, zeytinini, zeytinyağını, melemenini,
çörek otunu, satsumasını, turuncunu İstanbul’un orta yeride satıyor adamlar; biz İzmir’de hala klasik pizza, makarna, salataya talim edelim” diye.
Kıskançlık bir yana, tabii ki House Cafe bir başarı hikayesi.
Türkiye’nin en iyi mimarlık ofislerinden olan Autoban’ın elinden çıkma tasarımıyla, kendine has, rahat, esprili garsonları ile mönüsü, salı partileri ile içinde olmaktan keyif aldığınız bir konsept.
Yıllardır şehir efsanesi gibi ortalıklarda dolaşan House Cafe İzmir ise nihayet geçen pazartesi açıldı. Onlar için kurduğum hayal Tarihi Havagazı Fabrikası’nın içi olsa da bu mümkün olmadığından İzmir’de olabilecek en iyi lokasyonda açıldı House İzmir. Alsancak Doktor Mustafa Bey Caddesi’nde.