Paylaş
Fiziksel olarak masa başında olsak da akıl hep serin suların içinde.
Sonra derler ki, İzmirliler çok yavaş.
Sen gel bakalım bu nem oranıyla saatte kaç kilometre hızla çalışabiliyorsun?
An itibariyle de hava 50 derece. Bünye baş kaldırdı. Zihin durdu.
Bütün kış “ne olacak bu İzmir’in hali”nden tutun da kürtaj yasası saçmalığına, tiyatroculara yapılan zulümden Alaçatı’nın çamuruna, bitmeyen Metro’dan takılmak bilmeyen MOBESE kameralarına yazdım durdum.
Ama artık pilim bitti. Vücut masanın başında.
Kafa Çeşme’de, Bodrum’da, Alaçatı’da.
Şehirde nereye gitsem ya telefonumu, ya not defterimi unutuyorum.
Elime, ayağıma hakim olamıyorum.
Bardak deviriyorum, tabak kırıyorum.
Kafa gitti, refleksler gitti.
Muhakeme yeteneğimi kaybettim.
İşte bu vesile ile buradan Deniz Sipahi’ye, Fatih Çekirge’ye, Enis Berberoğlu’na sesleniyorum.
Atın beni denizlere! Serin serin Bodrum’dan, Çeşme’den, Bozburun’dan bildireyim. Okuyanlar okumayanlara anlatsın.
Kazıkçılar kaçışsın, işini hakkı ile yapan kıyıda köşede kalmışları dünya alem öğrensin. Para babalarının 40 yıllık saltanatı sona ersin.
İnsanlar Ege’de küçük bütçeler ile de tatil yapılabileceğini yeniden keşfetsin.
“Tatilcinin Güzin Ablası” diye bir mertebe varsa eğer, ben buna adayım.
L’escargot nedir, ne değildir
Genç ve yaratıcı bir şefin kendi deneysel restoranıdır.
Büyük zincirlerin çok kazanan, ama özgünlüğünü yitirmiş bir şubesi değildir.
Four Seasons, Nars, Mövenpick gibi büyük mutfaklarda edinilen uluslararası tecrübenin Ege otlarıyla, sakızla, bal kabağı ile damıtılmasıdır.
Fabrikasyon değildir.
Gerçek gastronomi meraklılarına yeni bir adrestir.
Alaçatı popülaritesine kapılıp, gelmiş yeni zenginin anlayacağı türden değildir.
Çilekli, taze menekşeli gazpacho; bezelye püreli sakızlı levrektir.
Suyu çekilmiş çipura yanına feri kaçmış taze nane değildir.
Fiyatları ucuz değildir. Ama yediğiniz tabağın, aldığınız servisin ve damakta kalanın karşılığında astronomik ya da akıl dışı hiç değildir. Önümüzdeki sene Türkiye’nin en iyi ilk 10 restoranı arasına, ilk 5’ten girmeye adaydır. Henüz, kendisi bunun farkında değildir.
Alura’nın Meryem’i
Dünden beri pazar akşamı dönecek olmanın hüznü ile Alaçatı’ya konuşlandım.
Yasemin kokulu bir küçük otelde kalıyorum. İsmi, Alura.
“Tatlı su perisi” demekmiş.
Otel şahane, ekip şahane de bir kaşık düşmanım var burada.
İsmi Meryem. Bütün gün mutfakta.
Bütün gün kek, börek, lokma, sarma ne bulursa pişiriyor.
Ben yemedikçe de kekleri, börekleri burnuma burnuma dayıyor.
Bu sabah, “ben denek ettim sizi kendime” dedi.
Sıcaklardan kaçıp Alaçatı’ya mı sığınayım, Meryem’den kaçıp İzmir’in çöl iklimine mi teslim olayım?
Bilemedim.
Paylaş