Paylaş
Önce, boyum daha bir karışken mahalle bakkalının çikolataları ile başladım.
Profesyonel çikolata tadımcılığı hayatıma.
Sonra lise döneminde biraz daha ustalaştım.
O zamanların (90’ların ortası) İzmir’de butik çikolata satan tek mağazasına dadandım.
Vakko. Hafta içi harçlık biriktirip hafta sonu soluğu Vakko’nun çikolata tezgahının önünde aldım.
Üniversitede dünya kazan, ben kepçe gezmeye başlayınca ver elini yurt dışındaki çikolata butiklerinin vitrinleri.
Her gittiğim memlekette, müzeden, restorandan önce o şehrin en iyi çikolata butiklerinin listesini ezberledim. Param suyunu çektikçe de sırasıyla kıyın kıyın yine bakkallara kadar devam ederdi bu stok eritme işi.
Dinine yandığımın yaban ellerinde bizdeki gibi “şunun da tadına bakayım, aa bu neliymiş ver bakayım, acık da ondan deneyeyim gülüm” hesabı yok.
Manavdaki karpuzu bile dilimle sattıkları için bir tanecik bile tadacaksanız, parasını sayarsınız kasaya o çikolatanın.
En büyük favorim de GODIVA. Yahu interrail ile gidiyorsun, hostellerde kalıyorsun, senin GODIVA’larda ne işin var? Ama yok, laftan anlamıyor çikolata düşkünü deli gönül.
Hal böyleyken aradan yıllar geçti. Yıl 2008 oldu.
Türkiyeli Ülker gitti GODIVA’yı satın aldı. (Başına geleceklerden habersiz.)
Ben biraz beli doğrultmuş bir vaziyette, Miami sokaklarında turluyorum.
Tamamen kendi bütçem ile çıktığım bu zorlu yolculukta ilk hedefim, “ordular ilk hedefiniz Miami Godiva’dır, ileri!” tahmin edeceğiniz üzere...
Daha önce Manhattan 9. Cadde’deki butiğini defalarca aşındırmış olan ben (bkz fotoğraf), Miami’ye ayak basar basmaz internetten o bölgedeki GODIVA butiklerinin listesini çıkardım.
Ve gördüm ki; gezeceğimiz bölgelerde yer alan pek çok alışveriş merkezinde zaten bir adet GODIVA çikolatacısı muhakkak var. Derken bir gün alışveriş merkezlerindekilerden birine daldım.
Tezgahta nasıl şeker, nasıl tonton, nasıl yaşlı bir ihtiyar. İyi günler dedim, “Ben Godiva markasını satın alan Ülker’in ülkesinden geliyorum, ürünlerinize şöyle bir göz atacağım.” Aslında amacım benim yıllardır hayranı olduğum markayı biz Türkler alınca kalitesinde bir düşme olup olmadığını ölçmek, bu arada da avantadan çikolata yemek!
Adamcağızı aldı mı bir panik havası.
Sağa sola debelenip duruyor. Sonradan anlıyorum ki, artık İngilizce telaffuzumdan mı, gramerimden mi beni Ülker’e bağlı çalışan uluslararası bir müfettiş zannetmiş.
Derken nasıl oluyorsa 5 dakikaya o bölgedeki mağazaların koordinatörü bir kadın geliyor. O kadar tatlılar, o kadar güler yüzlüler ve o kadar çekiniyorlar ki benden diyemiyorum “siz beni yanlış anladınız” diye.
Yedim, yedim, yedim!
Kadıncağız bir yandan çalışma sistemlerini anlatıyor, ben bir yandan utanç içinde (!) yeni çıkan ürünleri tadıyorum. Ama tabii ki, terbiyeli bir kişi olduğumdan birer birer atıyorum ağzıma, hatta bazılarını geri çeviriyorum.
Öte yandan da sardı mı beni bir panik? Amerika’dasın.
En ufak bir dolandırıcılığın kodese tıkılmana yol açtığı dünyadaki tek yer.
Yola girmişim bir kere, o an açıklamaya kalksam tutuklanacağım.
En ufak bir şey çaksalar ve polis çağırsalar elin Amerikalarında “çikolata dolandırıcılığından” içeri alınacağım.
Derdini nasıl anlatırsın ki Eyalet Mahkemesi’ne? “Biz ülkecek Godiva’yı satın aldık, ben de öyle kendi kendime teftişe geldimdi” mi diyeceksin?
Yaz kızım, kefalet 10 bin dolar!
Bir ara kadın bana diyor ki bölge müdürümüz Mr. Johannson’ı aradım Florida’dan yola çıktı, geliyor. (Allahım, ben de sana geliyorum). Oradan ne deyip çıktım, nasıl kaçtım, vitrin camına yapışmış şaşkın vaziyette bana bakan arkadaşlarıma ne uydurdum hatırlamıyorum.
Yıllar sonra çikolata bağımlılığımdan kurtulduğum şu aylarda bu hikaye bloğumun tozlu raflarının arasından çıktı. 2010’dan sonra başka ülkelerde, başka Godiva’lara da çeşitli ziyaretlerim oldu.
Gözlemlerime dayanarak raporumun sonucunda da size şu kadarını söyleyebilirim; Ülker’in ve Türklerin varlığı Godiva’nın dünyadaki marka değerinden, saygınlığından ve lezzetinden en ufak bir şey götürmemiş.
Bu ülkede Ülker markasının seveni de, sevmeyeni de çok. Ancak ne derseniz deyin, vizyonel açıdan GODIVA gibi tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği bir markayı satın almak da her baba yiğidin harcı değil.
Paylaş