Bahar Akıncı

Alaçatı’da hayat var!

11 Haziran 2012
BU benim sloganım değil. Bu kez ilk kez düzenlenen “Uluslararası Alaçatı Festivali”nin sloganı.

Ne yalan söyleyeyim, bir kez daha basbayağı iyi bir organizasyona ev sahipliği yapacak oluşuyla şaşırttı beni Alaçatı. Jazz Festivali ile başladılar Uluslarası Alaçatı Festivali ile devam ediyor Alaçatılılar.
Hem de bu kez Buika, Perez Fernandez, MFÖ filan geliyor festivale.
İş, sıkı bir iş yani. Hedef Alaçatı’yı orta ve uzun vadede bir dünya markası haline getirmek.
Festival, konserlerinden MillFest Moda Günleri’ne, Surf Yarışları’ndan Turfest Rallisi’ne kadar uzanan etkinlikleriyle yaza iyi bir başlangıç yapacak.
15 – 23 Haziran 2012 tarihleri arasında gerçekleşecek “Uluslararası Alaçatı Festivali 2012”nin biletleri Biletix’te satışa sunulmuş.
“Uluslararası Alaçatı Festivali 2012” 15 Haziran 2012 Çarşamba akşamı Alaçatı Meydanı’nda yapılacak açılış töreninin hemen ardından nefis bir Filarmoni Orkestrası konseri ile halka açık olarak başlayacak.
Hem İzmirli, hem de iyi bir müzisyen olan Can Bonomo, memleketin “nevi şahsına münhasır” topluluklarından Luxus, aşkın büyülü sesi Buika, benzersiz sesi, güçlü şarkı sözleri ve etkileyici besteleriyle Cem Adrian, efsane grup MFÖ ve birbirinden başarılı DJ’ler, Bu Bi Olay Yeri@Alaçatı Beach Resort’ta Alaçatı severlerle buluşacak.

Yazının Devamını Oku

Bayram değil seyran değil, Emrah bize neden logo yaptı?

9 Haziran 2012

MÜJDELER olsun yurduma. Artık nur topu gibi bir logomuz var.
Peki, bayram değil, seyran değil, eniştem bana niye logo yaptı?
Pek çoğumuzun merak ettiği asıl soru bu.
Ben de bunu ve daha bir çok şeyi merak edip sunum akşamı
Swiss Otel’in yolunu tuttum.
Çünkü İzmir’in ‘Görsel Kimliği’ni yaratan ekip orada konaklıyordu.
Ben de reklam ajansı kökenli olduğum için epey sıkıştırmacalı ve

Yazının Devamını Oku

“İzmir’in kızları” olmak

4 Haziran 2012
Doğduğumuz günden itibaren güzelliğimiz ile anıldık.

Sanki elimizden başka bir iş gelmezmiş gibi.
Sanki o koca koca üniversiteleri bizler bitirmemişiz gibi.
Sanki bu güzelim şehirde iş bulamayıp Constantin’in koynuna
kendimizi atmaya biz mecbur bırakılmamışız gibi...
Uzaktan davulun sesi hoş gelir misali, zordur “İzmirli kız” olmak.
Dik başını eğmemek. Yaban ellerde hemcinslerinin “önyargılı” tıslamalarına aldırmamak.
Çocukluğundan beri İzmir’de sana doğal bir hak olarak sunulmuş “fikir beyan etme” özgürlüğünü, başka memleketlerde kendine saklamak.

Yazının Devamını Oku

SU ALTI, BEKLE BENİ GELİYORUM!

2 Haziran 2012
ZOR, hatta berbat bir haftaydı.Sezaryen, kürtaj yasağı; TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’nın açıklamaları derken bende tansiyon iyice zıpladı.

Ve en sonunda bana her şeyi unutturup, tüm bunlar geçene dek oyalayacak bir şeye karar verdim. 
Ne zamandır aklımın bir köşesinde, ne zamandır kalbimin bir ucundaydı çocukluğumdan beri doyamadığım derin sulara tüple dalmak... Hatta bu işi daha da ileri taşıyıp PADI sertifikası almak. Ama hep örttüm bu dürtümün üzerini. Çünkü vaktim yoktu, çünkü yerim dardı, çünkü vs..vs!
Ta ki geçtiğimiz haftalarda ortak bir dost vasıtası ile balık adam ve eğitmen Cem Hasan Sayan ile tanışana kadar.
Cem Sayan; Uluslararası bir diploma kabul edilen TSSF CMAS’a sahip bir dalış eğitmeni. Deniz Kuvvetleri Kurtarma ve Su altı Komutanlığı’nın kurslarından sertifikalı. T.C Denizcilik Müsteşarlığı Profesyonel Sualtı Adamı belgesi sahibi. PADİ RESCUE DİVER ve PADİ DİVE Master... Kısacası hayatını denize adamış bir balık adam.
Cem ve ekibi ile Haziran’ın 3. hafta sonu Sığacık’ta bir tüplü dalış gerçekleştireceğiz. Uluslararası su altı yasalarına göre yanınızda eğitmeniniz olmadan tüplü dalış yasak. Eğitmeninizle de en fazla 6 metre derinliğe kadar inebiliyorsunuz.
Bar, disko vs gibi ortamlardan daha ılımlıymış dalış sporu. Başlamak için alt limiti 15. Sağlık açısından bir sorun yoksa; 80 yaşına kadar ‘abartmadan’ tüplü dalış mümkün.
Kurs içeriği iki başlıkta toplanıyor. Teori ve suda eğitim. Teorik olarak dalışla ilgili eğitim verilir. Sonrasında deniz dalışı gerçekleştirebilirsiniz. Kursunuzun sonunda alacağınız sertifika tüm dünyada geçerli.

Yazının Devamını Oku

Mükemmeli bırakma konferansı!

28 Mayıs 2012
BENCE dünyanın şu sıralar ihtiyacı olan tam da bu başlıklı bir konferans. Son bir kaç yıldır akılsız başımı ne yöne çevirsem bir mükemmeliyetçi.

 Akılsız başımı diyorum, çünkü onlara göre hayatta başarılı olma kapasitem ortanın altında. Bana göre de onların yaşamdan tat alma potansiyeli yerle yeksan.
Herkes bir mükemmeliyetçilik tutturmuş gidiyor. Bir tek haftada bir, tek göz oda evime (havalı dursun diye stüdyo daire diyorum) temizliğe gelen Sumru Abla hariç. Kendisinin mükemmel temizlik nedir pek umurunda olmadığı gibi, mükemmeliyetçilik kavramına da son derece karşı.

Ama sokakta ve sosyal hayatta durum pek öyle değil. Herkes mükemmeliyetçilik virüsü ile savaşır durumda. Kimi bunun bir virüs, bir ütopya olduğunun farkında ve kurtulmaya çalışıyor; kimi de bu meşum eziyeti yere göğe sığdıramıyor.
Tek başına düello
Sanmayın ki bu ideolojiye bir tek ben karşıyım. İnsanı için için kemiren bu ruh hali son zamanlarda akademisyenleri de epey meşgul eder olmuş. Bilim çevrelerine göre de mükemmeliyetçilik, iki ucu keskin bir kılıç!
Bilime göre mükemmeliyetçi biri, kendisine ulaşamayacağı yükseklikte ve gerçek dışı standartlar koyuyor. Kendini insafsızca zorlayarak, bu ulaşılmaz hedeflere ulaşmaya çalışıyor. Mücadeleci biri de kendisine yüksek standartlar koyuyor, ama amaçladığı şeye ulaşma olasılığı var. Mükemmeliyetçi kişinin çabaları, kendini yenilgiye uğratan türden.
Hiçbir şey, hiçbir zaman “yeterince” iyi değil ve bu yüzden de hiçbir zaman, başarıya bağlı bir doyum yaşaması mümkün değil. Mücadeleci kişinin çabaları ise kendini geliştiren türdendir: Kendisine koyduğu o yüksek ve anlamlı hedefe ulaşamasa bile, sırf denediği için bir doyum sağlayabiliyor. Mücadeleci kişinin, başarısızlığa ilişkin rüyaları, mükemmeliyetçinin ise başarısızlık kabusları var.

Yazının Devamını Oku

Alaçatı çamuru

26 Mayıs 2012
Dalyan çamurundan bile daha faydalı. Anlatayım.

Son 5 yıldır, Alaçatı’ya “büyük göç” başlayana, yani temmuz ayı gelene, ağustos ayı geçene kadar, sadece bahar ve ilk yaz aylarımı Alaçatı’da geçirmeye çalışıyorum.
Geçtiğimiz hafta sonu da küçük valizimi tıkıştırıp Alaçatı’nın yolunu tuttum. Bizim ekip hazır. Balıkçıda yerimiz ayırtılmış (Solto Otel’e giden yokuşun tepesinde, koya hakim, son derece salaş, ama son derece lezzetli bir dükkan; Ali Baba. Üstelik kazıkçı da değil. Sörfçülerin takıldığı hiç bir yer genelde pahalı olmazmış, kulağımıza küpe olsun).
Her neyse amaç biraz sörf yapmak (board’ın tepesinde bile duramıyorum o da ayrı) biraz da farklı şehirlerden gelen eş dostla felekten bir hafta sonu çalmak.
Fakat gel gör ki heyhat, bizim milyonluk köye 1 gün ve 1 akşam boyunca yağmur yağmış.
Az buz da yağmamış hani, tüm gün sürmüş yağmur. Gayet makyajlı ve havalı Kemalpaşa Caddesi (hani şu yazın sokaktan geçenlerin tabağınızdaki yemeği yediği, ayağa kalkıp yürüdüğünüzde de sizin onların tabağını süpürdüğünüz cadde) pırıl pırıl. Yağmurun ıslaklığı ve o nefis kokusu kalmış sadece.
Ama bir sokak arkaya (örneğin; Yaya’nın arka sokağı, örneğin; eski Kır Evi’nin sokağı, ya da Sailors Otel’in önü vs.) dolaştığınız zaman manzara korkunç! Ayak bileğinize kadar çamura batıyorsunuz. Çamurdan çamura fark var üstelik, bu çamur değil, derinlemesine bir balçık.
İşte tam da misafir olduğumuz evin önü bu çamurdan, pardon balıktan iyice nasibini almış.

Yazının Devamını Oku

Ejderha belirsin, festival başlasın

21 Mayıs 2012
BENİ bu şehirde en çok heyecanlandıran festival başlıyor. O festival ki, beni nerelere sürükledi.

Kah topuklu ayakkabılar ile Çeşme Kalesi’nin o bozuk basamaklarının en tepesinden Buika ve Portuando dinlemeye; kah Seferihisar Kalesi’ne Berlin Asamble konseri izleyip kendimden geçmeye.
İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın (İKSEV) düzenlediği, Uluslararası İzmir Festivali, bu yılki zengin programıyla EXPO 2020 adaylık sürecindeki İzmir’in en büyük kozu olduğunu bir kez daha kanıtlayacak.
4 Haziran – 28 Eylül 2012 tarihleri arasında, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Valiliği, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Kalkınma Ajansı ve Konak Belediyesi’nin destekleri, Eczacıbaşı Holding’in ana sponsorluğu, Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası ve Arkas Holding’in program sponsorluğu, Goethe Enstitüsü İzmir, İstanbul Polonya Başkonsolosluğu ve İzmir İtalyan Konsolosluğu işbirliği ile düzenlenen 26. Uluslararası İzmir Festivali, sıra dışı iki etkinlikle başlayacak ve tüm İzmirlileri Festivalin içine çekecek.
Deyim yerindeyse Festival ateşini 28 – 29 Mayıs günleri dünyanın en ünlü sokak tiyatrolarından biri olan Çin Sokak Tiyatrosu yakacak. 26. Uluslararası İzmir Festivali, Türkiye’de “Çin Kültür Yılı” olarak kutlanan 2012’yi “Pekin ‘Ejderha’ ve ‘Aslan’ Sokak Gösterisi” ile selamlayacak.
5 - 24 Haziran tarihleri arasında ise İzmir’de dileyen herkes müziğin içinde yaşayacak. Osmanlı İmparatorluğu’nun en karanlık günlerine tanıklık eden Reji-İzmir Sigara Fabrikası’nda, orkestranın ve müziğin bir parçası olacak, “Re-Rite Ses Ve Video Enstalâsyonu” ile “Bahar Ayini”ni yönetip/çalma şansı bulacak. Etkinliğe katılan sanatseverler, 128 yıllık Fabrika müzikle tekrar yaşama dönerken tarihin bir parçası olacak.
Festival, programında dijital ortamda dünyanın en büyük üç orkestrasına birden yer vererek kolay kolay ulaşılamayacak bir başarıya daha imza atacak.
Festival bu yıl Tarihi Sigara Fabrikası’nın yanı sıra Efes Antik Kenti Ticaret Agorası’nı, Çeşme Marinası’nı ve İzmir Ekonomi Üniversitesi Açıkhava Gösteri Merkezi’ni ilk kez gösteri mekanı olarak kullanacak.

Yazının Devamını Oku

Ruhu yaşlanmayana her gün bayram

19 Mayıs 2012
ANNEANNEME oldu, biliyorum, bana da olacak. 96’sında öldü. 88’ine kadar nerede olduğunu yakalayamadık. Ne çocuklarını dinlerdi, ne komşularını. Otobüs, tren bileti hep zulasındaydı.

 


Biliyorum. 60’ımı devirdikten sonra bedenim yaşlanmaya başlayacak, sesim, ellerim, yanaklarım, saçlarım. Ama ruhum. Ah o ruhum. “Kalk gidelim, ne duruyoruz” diyecek, yaşlı bedenim “halt yeme, otur” diye cevap verecek. İt dalaşı ruhum kazanacak ve ben kendimi yine yollarda bulacağım. Biliyorum içimdeki pervasız 21 gramlık*, hep 21’inde kalacak.
Bazı ruhlara söz geçiremiyor hayat. Türlü dert sarabiliyor başına, ne bileyim hastalık veriyor. O da olmadı parasız bırakabiliyor. Yakınlarını, en sevdiklerini hop öbür dünyaya alabiliyor. Sonra “zaman” çıkıyor saklandığı yerden. Sabırla bekleyip yaraların soğumasını sağlıyor. Hiç bir yara geçmiyor. Ama sen deşmedikçe acımıyor da.
İşte tam bu noktada kararsız kalıyorum ben. Hiç bir zaman yaşlanmayan, acılara göğüs geren, kendi derdini bitirip de bir de elalemin derdine koşan, daha ilk notada ya da kapı gıcırtısında içi kıpır kıpır olan, hep koşan, hiç durmayan ruh iyi de yaşlı bedenine söz geçirmeye çalışan ruh kötü mü?
Bunu zaman gösterecek. Bildiğim tek şey 20’sinden beri hayatımda her şeyin değiştiği, içimde hiç bir şeyin değişmediği. Bir tek kutladığım bayramlar değişti.
23 Nisan’da Halit Kıvanç’ın sesi ile başlayan coşkulu hayat; 19 Mayıs otobüsünde, stadyumdaki törene giderken ve içimden bir aydır çalıştığımız koreografiyi tekrar ederken hep devam etti. Evet yorucuydu, zordu, sıcaktı, terdi, emekti 19 Mayıs’lar ama güzeldi de. İyi ki yaşamışım.

Yazının Devamını Oku