Bahar Akıncı

Çılgın şoförler diyarı HONG KONG

9 Mart 2013
YAKLAŞIK 4 günden bu yana, dünyanın en uzak memleketlerinden birinden, Hong Kong’tan bildiriyorum, an itibariyle uykudan yeni kalkmış gözleri mahmur okur.

 Hangi ucundan tutarsan tut tuhaflıklar diyarı burası. İnsanı başka, alışkanlıkları başka, yemeği, suyu, kokusu bambaşka... Anlatacağım hepsini birer birer, acelemiz yok. Ama önce Hong Kong nasıl dünyanın en popüler şehirlerinden biri olmuş ve ben buncağızın burada ne işi var ondan bahsedeyim.

Hong Kong’ta 5 gün 5 gece...
Çin’in güney kıyısında bulunan, 1 Temmuz 1997 tarihine kadar Britanya Krallığına bağlı sömürge adaları grubuyken, Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı özel yönetim bölgesi olmuş; Hong Kong Adası... Kowloon Yarımadası ve 235 kadar küçük adadan meydana gelmiş, Asya’nın en büyük serbest pazarı ve limanı, en işlek ticaret, endüstri ve turizm merkezi. Aynı zamanda kimilerine göre dünyanın da merkezi. Milyonlarca insanın yaşadığı, sokaklarının günün her saati Kemeraltı ya da Eminönü gibi aktığı, kırmızı renkli taksilerin. Dünyanın en korkunç araba kullanan şoförlerine sahip olduğu, otobüs şoförlerinin taksicilerden aşağı kalmadığı kocaman bir şehir burası. O kadar büyük ve büyülü ki, kimi zaman İstanbul, 11 dakika sonra bir adanın yamacından aşağı sallanırken bir anda denize nazır uçurumları ile ünlü Güney İtalya. Bir yanı Hintli, bir yanı İngiliz, arada biraz Güney Kore, bolca Çinli.

Kurban olduğumun Türk taksicileri!
Dünyanın her yerinde, her türlü araçla seyahat ettim. Otobüse, trene, dolmuşa, yıkık dökük sandala, yandan çarklı motora bindim. Yeri geldi otostop bile çektim. Ama Hong Kong hariç, dünyanın hiçbir yerinde çift katlı bir belediye otobüsünden, “yandım Allaaaah” diye inmedim. İzmir’deki ESHOT şoförünün heykeli dikilecek olsa törenine ilk ben koşarım, o derece... Trafiğin sağdan aktığı yetmezmiş gibi, binlerce taksi ve korkusuz otobüs gladyatör gibi arenaya çıkıyor her gün. Hiç biri bir gram İngilizce bilmediği gibi şehrin en ünlü otellerinden birinde de kalsanız, eline adres kartı da tutuştursanız yolu bilmiyor, bilmediği gibi telsizle bir arkadaşına sormaya da yanaşmıyor. Yallah indiriyor sizi taksiden. Otellerde misafirperverlik sıfır. Herkes görev insanı. Su bile alsanız odanızın hesabına ekletme diye bir şey asla yok. O an tıkır tıkır ödeyeceksiniz parasını. Ama yine de taksiciler dışında kaba insan neredeyse hiç yok. Hele sokaklarda yol iz sorduğunuz kişiler kadınsa var güçleriyle size yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bir süreden sonra gamsız Hong Kong erkeklerine yol sormayı bırakıp bilet gişesinden postaneye, belediye hizmetinden polisliğe hayatın her anına sızmış olan çalışkan Hong Kong kadınına yöneliyorsunuz zaten.

4. Uluslararası Hong Kong Türk Filmleri Festivali

Yazının Devamını Oku

#BALIGERİİSTİYORUZ

4 Mart 2013

1 MART gecesi twitter üzerinden, bir grup gazeteciye, Murat Tütüncü’ye ait bir çağrı geldi.... “BAL’ı geri istiyoruz.” Bunun çığ gibi büyüyen ve twitter’ı saran bir hashtag olduğunu o an fark ettim. İki yeğeni de BAL’lı olan, çevresindeki doktor, mühendis, mimar arkadaşları BAL’lı olan ve daha da önemlisi annesi merdivenlerden düştüğünde twitter üzerinden organize olan bir grup BAL mezununun ulaştığı yine mezun doktorlar sayesinde tedavisi yapılan bir İzmirli olarak konu son derece ilgimi çekti. Konu Bornova Anadolu Lisesi’nin deprem yönetmeliği gereği yıkılan ve bir türlü yeniden yapılamayan binaları ile ilgiliydi. Bu arada da devletin binaları yeniden yapmak istemediğine ilişkin bir sürü şaibe alıp başını yürümüştü.
BAL öğrencilerinin başlattığı kampanyanın yanlış yönlere gitmemesi, sadece hızlanması gereken bir bürokrasi sürecini daha da yavaşlatmaması adına ilk iş, BALEV Yönetim Kurulu Başkanı Erhan Uzunoğlu’na ve BAL Mezunlar Derneği Başkanı Serhat Demirel’e ulaştım.

Bakın neler anlattılar...
“2011 yılında Milli Eğitim Müdürlüğü’nce yapılan depreme dayanıklılık testleri sonucunda ‘1. Öncelikli Güçlendirme’ ve ‘Yıkılıp yerine dayanıklı derslik yapılması’ önerisi getirilen okullar arasında yer alan okulumuzun, A, F ve G bloklarının yıkılmasına yönelik karar, 23 Ocak 2012’te BAL Okul Müdürlüğü’ne ulaştı.
İzmir Valisi Sayın Cahit Kıraç, okulumuza gelerek güçlendirilmesi önerilen binaların yıkılarak yeniden inşa edilmesi kararının takipçisi olacağını söyledi. Bu karar sonrasında, okulumuzun A, F ve G Blokları 2011 - 2012 öğretim yılının 2. yarısında boşaltıldı. 9. sınıf öğrencileri Selçuk Yaşar Boyacılık Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nde, 12. sınıf öğrencileri Mazhar Zorlu Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nde öğrenim görmeye başladılar.
Yıkılan binalar yerine Milli Eğitim’in tek tip projelerinden birinin değil, okulumuza yakışır bir projenin gerçekleştirilmesi amacıyla mezunlarımız özveriyle kolları sıvadı. Hüseyin Egeli ‘76 ve Erdal Kemahlıoğlu ‘77 tarafından hazırlanan mimari proje ve Gürcan Karadede ‘76 tarafından hazırlanan mekanik proje 2012 Mayıs ayında Milli Eğitim Bakanlığı, İzmir İl Özel İdaresi ve Bornova Belediyesi tarafından onaylandı.

Yazının Devamını Oku

Zeytinun finduktan neyi eksik daa?

3 Mart 2013

YERİ geldikçe söylüyorum. Yine yeri geldi. Benim asıl mesleğim reklam yazarlığı. Yani siz beni bu sayfalarda okumazdan çok önce, ben harıl harıl reklam metni yazıyordum. Hala da öyle. Merkezi Frankfurt’ta bulanan Türk ortaklı bir reklam ajansında İçerik Editörü olarak çalışıyorum.
Bunu neden anlattım? Çünkü, ilk göz ağrım olan ve hala da devam eden mesleğim bana bugüne dek aklınıza gelmeyecek sektörleri tanıma ve analiz etme şansı getirdi. Sağlık, sabun, mücevher, çikolata, eğitim, AVM ve otelcilik ve zeytinyağı bunlardan bazıları.
Civata, otomotiv, rulman vs’ye girmiyorum bile. Pazar analizleri, rakip analizleri, tüketici alışkanlıkları, bölgesel satış grafikleri... Hatmetmek durumunda kaldığım başlıklardan bir ksımı.
Bu konuya nereden zıpladık? Çünkü, dün Sevgili Nedim Abi’nin yazısında şunları okudum:
“CHP Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akova, TBMM Başkanlığı’na, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle, soru önergesi verdi, zeytin ve zeytinyağı üreticisini gündeme taşıdı.
Akova, zeytin ve zeytinyağında önemli üretici olan Türkiye’nin uluslararası ticarette aynı oranda pazar payı alamadığını belirterek, devletin sektörü desteklemesini istedi, şu soruları yöneltti:
- 2002 yılından bu yana zeytin ve zeytinyağı sektöründe çalışan firmalardan kaç tanesi kapanmıştır?

Yazının Devamını Oku

Hazır cevaplar gezegeni

2 Mart 2013

BU dünyanın en eğlenceli ve en takdire şayan insan özelliği, hazır cevap olmak. Bir kere, keskin bir zeka gerektiriyor. İkincisi; iyi bir espri gücü... Üçüncüsü ise; geniş bir kaldırma gücü gerektiriyor. Tarihe baktığınızda da hep hazır cevap kadınlar ve adamlar başarmış. Hızlı düşünen, hızlı cevap veren; gerektiğinde, karşısında kim olursa olsun lafı gediğine koymaktan çekinmeyen. Günümüz Türkiye siyasetinde artık bu tip zeka ürünü hazır cevaplara pek rastlayamasak da ben size, zekası, espri gücü ve başarıları ile tarihe adını yazdıran “bir kaç iyi adam”ın her biri Oscar adayı hazır cevaplarını derledim bugün...

Şemsiye...
Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare’a gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur:
“Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.”

Vergi Muafiyeti
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui’ye, “Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes

Yazının Devamını Oku

Bir mevsimi özlemek

25 Şubat 2013

Bir mevsimi özlemek...
Hayatın en hüzünlü mevsimi kış.
Soğuk, ışığı sönük kış, ıslak kış.
Ellerinin üşüdüğü, ayakların yanına bir çift ayak aradığın, klimanın sıcağı gibi sadece kendini ısıtan aşkların yaşandığı, hem mevsimin, hem hayatın hazan zamanı.
Hiç bir şeyden korkmuyorum bu hayatta güzel yaşlanamamaktan korktuğum kadar. Güzel yaşlanmak demek, kalbini, ruhunu, cildini ve hayat standartlarını koruyarak yaşlanmak. Çünkü bu ülke yaşarken ne kadar zorsa, yaşlılıkta bir o kadar daha çetrefilli.
İş ilanlarında 35 yaş üzeri profesyonellerin iş görüşmesine bile  çağırılmadığı bir ülke burası. Koca koca şirketlerin, Türkiye’nin en büyük gazetelerinin İK eklerine verdikleri ilanlara, hiç utanmadan 35 yaş altı eleman aradıklarını yazdıkları bir ülke.

Yazının Devamını Oku

Yine yakmış okur, mektubun ucunu

24 Şubat 2013

O kadar tuhaf ki. Daha düne kadar sevdiğim yazarlara sıkı bir yazısından ya da sinirlendiğim bir cümlesinden sonra tıpkı sizin gibi mail yazarken, bugün o maillerden bana da geliyor. Öyle acayip bir duygu ki. Diyorsun ki, ‘birisi bir yerde beni okuyor.’ Bir köyde, bir kasabada, bir ofiste, bir belediyede ya da üniversite kampüsünde. Birileri bir yerde beni okuyor. Bana kızıyor, benim gibi düşünüyor, benden nefret ediyor, bana gülüyor ya da.  Sevdiği de oluyor. Ama en önemlisi sesimi duyuyor. Hepimizin adına çıkardığım o cılız sesi. Bundan 1,5 yıl önce ilk mailimi aldığım o sabah, çipil çipil gözlerimle ekrana bakakalmıştım. Biri beni okumuştu! Okumakla kalmayıp üzerine bir de üşenmemiş bana ‘elektronik mektup¨ yazmıştı.
Biliyor musunuz ki, çıkış aldım. Ucunu yakıp çerçeveletip duvarıma astım.
Uzun zamandır bana yazdıklarınızı paylaşmıyordum  kimselerle. Ama  bu hafta sandıklarından çıkardım. Ege’nin dört bir yanından gelen sesleri çeyiz serer gibi önünüze seriyorum bugün.  Hakkını arayan yürekli okur da var, sergi açan sanatçı okur da, bu kente sahip çıkan da. Daha çok yazın ne olur bana. Cümleten ‘İyi Pazarlar!’

Global düşünüp yerel davranmaya devam

“Merhaba Bahar. Paralel bir yaşama sahip olduğumuzu, paralel düşüncelere sahip olduğumuzu düşünüyorum, o sebeple de özel olarak her gün okuduğum birkaç yazardan birisiniz. Öncelikle İzmir’de yaşayarak ayrıcalıklı bir kesimin içerisinde yer alıyorsunuz otomatik olarak ve daha da önemlisi yerel değerlere önem veriyorsunuz. Benim Amerika’da eğitimim boyunca kendi mesleğim dışında edindiğim en büyük bilgi, yerel değerlere önem vermek. Yerel restoranları kullanmak, yerel gazeteleri okumak, yerel takımları tutmak. Ancak bu şekilde kalkınmasına yardımcı olabilirsiniz yaşadığınız yerin. Yaptığım işte başarılıyım ki, özellikle İstanbul’dan oldukça ciddi iş teklifleri almama rağmen hep tercihlerimi İzmir’den yana kullandım ve bundan oldukça mutluyum. Bu düşüncemin sonucu olarak mümkün olduğunca proaktif olmaya, yaşadığım çevrede (Alsancak) beni rahatsız eden bir konu varsa dile getirmeye çalışıyorum, sadece eleştirmek için değil, çözüm de sunarak... Ancak bu şekilde yaşam kalitesinin yükselmesine destek olabileceğimi düşünüyorum ve benzer bir düşüncede olduğunuzu anlıyorum yazılarınızdan. HSBC’nin sloganı gibi, global düşünüp yerel davranmaya devam, İzmir’e katkı yapmaya, bu güzel şehri daha da güzelleştirecek fikirlere devam...”

Atilla E

Ah benim bu Paris aşkım

Yazının Devamını Oku

İzmir’de sanat var siz yoksunuz!

22 Şubat 2013

AMAN efendim bu şehirde sanat adına hiçbir şey olmuyormuş.
Ah şekerim İstanbul’a, Ankara’ya, yurtdışına her gittiğinde o sergi senin, bu konser benim gezip ruhunu besliyormuş. Zaten bu şehirde ne varmış ki, sanat olsunmuşmuş!
Geçiniz hanımlar, beyler... Arayana, isteyene, takip edene bu şehirde sanat da var, kültür de... Sergi de var, konser de...
Sözüm; salonları dolduran, gecenin bir yarısı, konserden, tiyatrodan çıkıp yağmur altında otobüs bekleyen, işten koşa koşa çıkıp sergi gezen, sanat atölyesine katılan kültür mantarı, başımın tacı okura değil elbet.
Sözüm, bu kente turneye gelen sanatçılara, açılan sergilere ya da bu şehrin insanlarının yaptığı sanat etkinliklerine burun kıvırıp sonra da sözüm ona İstanbul’da galerilerden çıkmayanlara...
Biraz burnumuzun ucunu görelim. Biraz algılarımızı açalım. Belki de o zaman çıktığımız kabuğu da beğenmeyi öğreniriz. Biraz merak edene bu şehirde tiyatro da var, fotoğraf da, konser de...


Yazının Devamını Oku

Sokak yemeği başımın tacıdır!

17 Şubat 2013
OLDUM olası sokak yemeğine düşkünüm ben. Çocukluğumdan beri. Her çocuk baloncu, kuş yemcisi ya da ne bileyim oyuncakçı gördüğünde ağlarken; benim ağlama duvarlarım pamuk helvacı, dönerci, beyaz kurabiyeci (beze), dondurmacı, tulumba tatlıcısı, börekçi oldu hep.

Şimdi de öyle. Her ne kadar artık kalori denen bir şeyin farkına varmış olsam, kontrollü beslensem ve spor salonlarından çıkmasam da; hem yaşadığım, hem de görme fırsatı bulduğum pek çok kentin lokantalarını ve sokak yemekçilerini keşfediyorum ilk iş.
İzmir’de de durum farklı değil. Kokoreççi, kağıt helvacı, midye dolmacı, buzlu bademci... En salaşı, en homini gırtlağı hangisi; Bahar o tezgahın önünde. Ya da bir esnaf lokantası. Kıyıda köşede kalmış bir köfteci.
Boyozcu, yumurtacı, kumrucu. Ama en güzeli pilav-nohut arabacısı.
-Bir gün işsiz kalırsam ahdımdır; kentin en iyi, en süslü nohut pilav arabasını ben yapacağım, en lezzetlisini ben satacağım; yazın buraya-

İzmir, sokak lezzetleri cenneti
Belki başka bir tanımı vardır benim uydurduğum sokak lezzetleri tabirinin.

Yazının Devamını Oku