Çoğunuzun bildiği gibi, iş hayatıma Türkiye İş Bankası A.Ş.’ nin bir bağlı kuruluşu olan Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.’ nde başladım ben. İlk banka hesabımı Türkiye İş Bankası’nda açtım ve hâlâ aynı hesabı kullanıyorum. Demem o ki, İş Bankası her zaman hayatımın önemli bir parçası oldu.
Yıllar geçtikçe kas hastalığım da ilerledi. Vücudumun şekli iyice bozuldu; omuzlarım kalçama değer oldu. Bu durum arkama dayanmama engel oluyor, eğri büğrü oturmaktan sürekli belim ve sırtım ağrıyordu. Sonra bir gün, bir mucize oldu. Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’ nin bir toplantısında Prof. Dr. Hülya Kayserili ile tanıştım. Kendisi hem Koç Üniversite Akademik Kadrosu’ nda yer alıyor hem de yeni kurulan Koç Üniversitesi Hastanesi’ nde görev yapıyordu. Beni hastaneye davet etti ve ben orada, geçireceğim bir omurga operasyonu sonucunda yeniden dik oturabileceğimi öğrendim.
Hiç tereddüt etmeden önerilen ameliyatı oldum ve dimdik bir vücuda kavuştum. Ameliyatım, geçen yıl, Avrupa’da saygın bir tıp dergisinde yayımlandı. Zira bu ameliyat benim yaşımda ve benim durumumda bir kas hastasına dünyada ilk kez yapılıyordu.
O günlerden sonra Koç Üniversitesi Hastanesi de hayatımın önemli bir parçası haline geldi. Bir süre önce, yaşamımda büyük yer tutan bu iki kurumun -Koç Üniversitesi ve Türkiye İş Bankası- iş birliği ile bir Enfeksiyon Hastalıkları Araştırma ve Uygulama Merkezi kurulduğunu öğrendiğimde gidip görmek ve öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istedim.
21. Yüzyılın ilk salgını olan İnfluenza A HIN1’i yaşarken 2010 yılında kurulan Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından üç ana zorlu araştırma alanı belirlenmiş. Ortaya çıkan enfeksiyonlar bu üç büyük zorlu alandan biri imiş. Bu karar ile 2015 yılında tamamlanan hastane binasının yapımına Biyogüvenlik Seviye (BSL-3) laboratuvarı da dahil edilmiş.
Ortaya çıkan virüslerin yanı sıra küresel bir halk sağlığı sorunu haline gelen antimikrobiyal direncin giderek artmasıyla, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Birimi bu alanı da araştırma gündemine almış.
2019 yılı sonunda başlayan 21. Yüzyılın ikinci salgını Covid-19 pandemisinin beklenmedik bir morbidite (tıp dilinde hastalık) ve mortalite (ölüm) ile yayılması, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye katkı sağlama çabalarını hızlandırmış. Konu ile ilgilenen çekirdek ekip araştırma kapasitesini artırmak için çalışmalarını sürdürürken, Türkiye İş Bankası ekibe 25 milyon TL. hibe ve paha biçilmez motivasyon desteği sunmuş. Bu yüksek motivasyon; ekibin araştırma, eğitim ve bilgiyi yayma kapasitesine hız kazandırmış.Koç Üniversitesi-İş Bankası Enfeksiyon Hastalıkları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KUISCID) kurulduğu günden bu yana enfeksiyon hastalıklarını anlamak, tedavi etmek ve önlemek üzerine geniş kapsamlı bilimsel araştırmalar yürütüyor. Ve bunu yaparken, laboratuvar ve klinik düzeyde bulgular arasında bir köprü oluşturmayı hedefliyor. Merkez çok farklı disiplinleri bir araya getiren, hasta başındaki işlemlerden (sahadan) laboratuvar çalışmalarına uzanan çok yönlü bir yapıya sahip. Merkez’in Direktörü, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ender Ergönül, yeni enfeksiyonların dünyanın zorlu bir halk sağlığı sorunu olduğunu söylüyor. Profesör Ergönül; Nobel ödüllerinin üçte birinden fazlasının enfeksiyonlar ve bağışıklık alanında veriliyor oluşunun, konunun bilimsel gelişimdeki önemini gösterdiğini ifade ediyor. Görüşmemiz esnasında, ödüllü, kıdemli ve çok değerli bir doktor olan Profesör Ergönül’ ün ülkemiz için büyük bir şans olduğunu gördüm ve kendisini tanımaktan onur duydum.
Güçlü akciğerler sayesinde alınan kaliteli nefes stresi azaltıyor, lenf sistemini uyarıyor ve detoks etkisi yaratıyor. Yalnızca hayat kalitemizi arttırmak için değil hayatta kalmak için de akciğerlerimizin sağlam ve güçlü olması gerekiyor.
Vücudumuz için gerekli olan oksijen gazı, organlara akciğerler tarafından sağlanıyor. Akciğerler bu fonksiyonunu yerine getiremediğinde -ya da tam olarak yerine getiremediğinde- ise, solunumu destekleyen ya da dışarıdan oksijen veren cihazlara gereksinim duyuyoruz. En sık kullanılan iki farklı solunum destekleyici cihazlar “BPAP” ve “CPAP”. “BPAP iki seviyeli pozitif hava yolu basıncı”, “CPAP sürekli pozitif hava basıncı” anlamına geliyor.
PAP tedavi tekniklerinin ilki olan CPAP, OSAS’ ın (obstrüktif -tıkayıcı- uyku apne sendromunun) standart, etkin ve güvenli bir tedavi şekli. İlk kez 1981 yılında Colin Sullivan ve arkadaşlarının tanımlamış olduğu CPAP cihazı önceleri küçük bir soba boyutunda iken, teknolojinin katkılarıyla, günümüzde neredeyse avuç içine sığacak boyutlara gelmiş durumda. CPAP cihazı, özetle, oda havasını hastaya istenilen basınçta düşük dirençli bir hortum ve maske aracılığıyla ileten; yüksek devirli motoru sayesinde sürekli pozitif basınç verebilen; bu sayede hastanın üst solunum yolunu açık tutmayı başaran iyileştirici bir tedavi cihazı olarak tanımlanabilir.
1990 yılında Sanders ve Kern tarafından CPAP’ a alternatif olarak geliştirilmiş olan BPAP (ya da İki Seviye Pozitif Havayolu Basıncı) ise; akciğerlerde ve solunum tüplerinde potansiyel tıkanmaları önlemek amacıyla, bir maskenin içinden basınçlı solunum havası sağlayan, Non-invazif (Non-invasive) yani cerrahi işlem gerektirmeyen bir tedavi yöntemi. BPAP’ ın en önemli özelliği, temel olarak, soluma ve soluma üzerindeki basıncı izleyen iki ayarla gelmesi. Hastaların nefes alma kapasiteleri ve nefes alma ile ilgili tüm devam eden sorunları baskıyı artırarak ve uyurken düşerek nefes almaya zorlayarak kontrol ediyor.
CPAP ve BIPAP arasındaki temel fark ise şöyle özetlenebilir: CPAP makineler yalnızca gece boyunca sabit kalan tek bir basınca ayarlanabiliyor; BPAP makineler iki basınç ayarına (yüksek soluma ve düşük soluma) ayarlanabiliyor. BPAP’ taki bu ikili ayar sistemi, hastanın solunum sistemine daha fazla hava girmesini sağlıyor.
Ben uzun bir süredir BİPAP cihazı kullanıyorum. Önceleri yalnızca geceleri kullandığım bu cihaza artık gündüzleri de gereksinim duyar hale geldim. Ancak, yukarıda da söylediğim gibi, BPAP cihazı ile basınçlı hava bir maskenin içinden solunabiliyor. Yani bu cihazı kullanırken konuşmak mümkün olamıyor. Konuşmam gereken durumlarda bir başka cihaz -oksijen konsantratörü- kullanmam gerekiyor.
“Oksijen Konsantratörü” ya da diğer adıyla “Oksijen Jeneratörü”, oksijen ihtiyacı olanların bu ihtiyaçlarını gidermek için kullanılan tıbbi bir cihaz. Bu cihaz havadaki oksijeni ayrıştırıyor ve %90- %95’e kadar saflaştırarak hastaya veriyor. Oksijen konsantratörü, ortamda bulunan havayı filtre etmesine rağmen, ortamda bulunan oksijen seviyesini değiştirmiyor. Bir oksijen konsantratörü, bir pencere klima ünitesi gibi çalışıyor; dışarıdaki havayı alıyor, onu değiştiriyor, filtreliyor ve yeni bir formda -oksijen olarak- sunuyor. Oksijen, konsantratörden bireye genellikle bir burun kanülü vasıtasıyla ulaştırılıyor.
Ev dışında kullanmak üzere üretilmiş taşınabilir konsantratörler de mevcut. Benim, bir arkadaşımın hediyesi olan, böyle taşınabilir bir cihazım var idi. Ancak bir buçuk iki yıl kadar önce cihaz arızalandı; tamiri için ise çok yüksek bir meblâğ talep edildiği için onarımı mümkün olamadı. Ben de o gün bu gündür çok mecbur kalmadıkça, ev dışına çıkmaktan kaçınır oldum.
“Adana’da Engelsiz Yaşam Merkezi” Projesi; ‘Dezavantajlı Kişilerin Sosyal Entegrasyonları ile İstihdam Edilebilirliklerinin Geliştirilmesi Hibe Programı’ kapsamında, Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülmüş bulunuyor.
Söz konusu Proje ile Adana ilinde yaşayan engelli ve dezavantajlı bireylerin işgücü piyasasına girişi önündeki engellerin kaldırılması, istihdam edilebilirliklerinin artırılması için gerekli kişisel ve mesleki becerilerin oluşturulması hedefleniyor. Projenin hedef grubunda 200 engelli ve dezavantajlı birey bulunuyor. Bu bireylerin mesleki yeterliliklere sahip olabilmeleri ve sosyal entegrasyonlarının artırılması amacıyla, proje kapsamında; yedi ayrı mesleki eğitim (Aşçılık, Servis Hizmetleri, Kat Hizmetleri, İşaret Dili, Masaj, Temel Bilgisayar ve Yüzme Eğitimleri) verilmiş durumda.
Eğitimlerini başarıyla tamamlayan kursiyerlere, proje bitiminde hem proje ile ilgili bir sertifika hem de Halk Eğitim Merkezi’ nce onaylanmış bir ikinci sertifika verilerek işe girmeleri önündeki eğitimsizlik sorunu giderilmiş oldu. Proje kapsamında; ayrıca bir seminer, bir çalıştay, üç söyleşi ve bir festival yapılarak engelli ve dezavantajlı bireylerin sorunları ele alındı ve çözüm yolları bulunmaya çalışıldı. Katılımcılar kendileri için var olan hizmetler ve iş fırsatları hakkında bilgilendirilerek, farkındalığın artması sağlandı.
Farkındalık faaliyetleri kapsamında; Adana ilindeki engelli bireylerin ekonomik ve sosyal durumu, kamu ve özel sektörün engelli çalıştırma konusundaki isteği, ildeki kurum ve işletmelerde çalışan engelli sayısı gibi bilgilerin yer aldığı bir araştırma raporu hazırlandı. Raporun saha kısmı, Adana ilinde, kişiler ve kurumlar ile yüz yüze mülâkat şeklinde gerçekleştirildi. Araştırmanın örnekleminde; çalışan, çalışmayan ve iş arayan 50 engelli birey, engelli işçi çalıştıran özel ve kamu kurumlarından 25 işveren/yönetici ve engelli işçi çalıştırmayan ve çalıştırma zorunluluğu olmayan 25 işveren/yönetici bulunuyor.
Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülmüş olan “Adana’da Engelsiz Yaşam Merkezi” Projesi kapsamında yapılan görüşmelerin amacı; Adana ilindeki engelli bireylerin sosyal ve ekonomik durumları konusunda bir arka plan sahibi olmak, kamuda ve özel sektörde engelli istihdamı ile ilgili algı ve deneyimler hakkında bilgi edinmek ve katılımcıların Adana’da engelli istihdamı önündeki zorluklar hakkında bilgi ve deneyimlerini keşfetmek idi.
Araştırma sonunda engellilerin istihdam edilmesindeki zorluklar ve işverenlerin engelli istihdam etmemeleri ile ilgili en önemli gerekçeler sırasıyla; işe ve sektöre uygun, vasıflı/mesleki eğitimli/kalifiye engellinin bulunamayışı, engelli çalışan bulunamaması, İŞKUR’un uygun engelli göndermemesi, engellilerin çalışma isteksizliği/istikrarsızlığı/ devamsızlığı ile uyum ve iletişim sorunları olarak tespit edildi.
İşverenlerin engelli işçi istihdam etmeme gerekçelerinin temelinde kişiyi verimli kullanamama endişesi yatıyor. Verimlilik kaygısı aynı zamanda istihdam edilecek engellinin, eğer zorunlu ise, engel türünü de işveren açısından önemli kılıyor. Araştırmaya engelli çalışan örneklemi açısından bakıldığında, görme engellilerin en az tercih edilen engelliler oldukları görülüyor.
Araştırmanın önemli bulgularından birisi de, yukarıda ifade edilen tespitlerin aksine, engellilerin işlerini daha büyük bir özveri ve sorumluluk bilinci içinde yapıyor oluşları. Engelli çalışanların eğitim-istihdam ilişkisine bakıldığında ise; birbirinden çok farklı olarak, en düşük ya da en yüksek eğitimli engellilerin tercih edildikleri görülüyor. Bu doğrultuda da engellilerin düşük ya da nitelikli işlerde eğitim değişkenine bağlı olarak tercih edildikleri tespit edilmiş bulunuyor. İlkokul ve lisans mezunları en çok tercih edilen grupta yer alıyorlar. İşverenlerin engelli çalıştırmama konusundaki en önemli gerekçelerinden birisi de ‘nitelikli ve mesleki eğitimli çalışan bulamamak’ olarak çıkıyor karşımıza.
Tasarım endüstrisinde ırktan cinsiyete her kesişim noktasında kapsayıcılık için gittikçe büyüyen bir talep bulunuyor; ancak fiziksel engellere sahip kişiler potansiyel bir pazar olarak görülmüyor. Tasarımcılar erişilebilirliği dijital tasarım alanlarında bir öncelik haline getirmeye başlamış olsa da bütünsel tasarım kapsayıcılığını uygulamaya yeni başlayan pek çok tasarım sektörü -moda sektörü gibi- bulunuyor.
Engellilere yönelik moda tasarım uzmanı Stephanie Thomas, “Tüketici olarak değer vermediğiniz insanları göremezsiniz; göremediğiniz insanlar için tasarım yapmanız da mümkün değildir.” diyor ve tasarımcıları hedef pazarlarını yeniden gözden geçirmeye davet ediyor.
Tüm engelli bireylerin aynı olduğu ve aynı ürünlere ihtiyaç duyduğu fikrinin geçmişte kaldığını söyleyen Stephanie Thomas’ ın tasarımları, engelli müşterilerin benzersiz ihtiyaçları konusunda farkındalık kazandırmış bulunuyor. Tasarımın işleve göre uyarlanabileceğini savunan Thomas, “Oturan vücut tipine sahip bir bireyi (yani tekerlekli sandalye kullanıcısını) giydirme süreci, engellere sahip bireyler için tasarımın önemli bir kolu. Arka ceplerde perçin ve kalın dikiş kullanımı tekerlekli sandalye kullanıcılarında dayanılmaz vücut berelenmelerine neden oluyor; aynı zamanda giysi bedenlerinin kişinin sandalyeden başka bir yere geçişine uygun şekilde tasarlanması gerekiyor.” diyor.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünya çapında yaşamını sürdüren 3,1 milyarın üzerinde engelli bireyin 8 trilyon dolar düzeyinde kümülatif harcanabilir geliri bulunuyor. Bu durumda tasarımcıların, fiziksel engellerle yaşayan müşterilerin yeni ürünler alacak parasının olmadığına yahut daha da kötüsü, alışverişe engeli bulunmayan müşteriler kadar ilgi duymadıklarına dair yaygın mitleri aşmaları gerekiyor.
Güney Afrikalı Moda Tasarımcısı Balini Naidoo, benzersiz bir Braille tanımlama sistemini giyim markasıyla bütünleştirerek görme engellilere yardımcı olmayı ve aynı zamanda tasarım dünyasında engellilik ile ilgili farkındalık oluşturmayı hedefliyor. Modacı, “Balini” markalı ürünlerinde görme engelli bireylerin giysinin rengi, bedeni, yıkama talimatları ve stil tanımını anlamalarına yardımcı olacak Braille baskılı etiketler kullanıyor. “Kim olursa olsun herkes iyi görünmek ister.” diye düşünen tasarımcı; markasının görme engelli bireylerin kendi moda zevklerine göre seçim yapabilmelerinin onlara güven verdiğini düşünüyor.
Engellilere yönelik tasarım yapan diğer yenilikçi markalar ise oturan vücut tipleri için giysiler yaratan IZ Adaptive ve engelli kadınların da kullanabileceği evrensel tasarımlara imza atan Kintsugi Clothing. Kintsugi kelimesi Japonca’ da “kırık çanak çömleği altın yaldız kaplanarak tamir edilmiş şekliyle gören bir sanat formu ve felsefesi” anlamını taşıyor. Firma yöneticileri web sitelerinde şirketlerini tanıtırken; bir metafor olarak derin bir anlamı olan bu kelimenin bizlere yaşamımız süresince hem fiziksel hem duygusal olarak pek çok yara aldığımızı ancak bu yaraların bizi zayıflatıp çökertmediğini, aksine geliştirdiğini hatırlattığını söylüyorlar.
Tommy Hilfiger da bu “uyarlanabilirlik” hareketine katılarak, “Tommy Adaptive” markasının lansmanını yapmış bulunuyor. Markanın web sitesinde, yeni tasarımlarının arkasında yatan hedefler şöyle açıklanıyor: “Kendi kişisel deneyimleri ve Tommy’ nin otizmli çocuklarla olan geçmişinden ilham alan ekibimiz gerçekten işe yarayan çözümler ortaya koymak için tasarım sürecini yeniden gözden geçirdi.” Marka, giyinmeyi daha kolay hale getirmek üzere tek elle kapanan, geniş açıklıklara sahip ve oturma opsiyonu içeren giysileri ön plana çıkarıyor.
Ancak ne yazık ki bu ürünler henüz Türkiye pazarına girmiş değil.
Bugünkü yazıma bayramınızı kutlayarak başlamak istiyorum. Bu özel ve güzel günde çocukluğuma dönmek ve unutamadığım bayram günlerinden birini sizlerle birlikte yeniden yaşamak istiyorum.
Heyecandan zor uyuduğum bir gecenin sabahında neşe içinde uyandım. Yeni doğan güneşin ışıkları yüzümde dolaşıyor, sanki beni öpücüklere boğuyordu. Annemin akşamdan hazırlayarak dolabımın kapağına astığı bayramlık elbisem sanki bulunduğu yerden bana göz kırpıyor, adeta “nihayet kavuşacağımız gün geldi” diyordu. Hemen yataktan kalktım. Terliklerimi bile giymeden banyoya koşturuyordum ki birden annemin buna ne kadar kızacağı geldi aklıma. Kös kös terliklerimi giydim ve yüzümü yıkamaya gittim. Aynada kendime bakarken bugünün ne kadar güzel geçeceğini düşünüyordum.
Babam çoktan camiye gitmişti. Annem kahvaltı hazırlıyordu. “Git kardeşlerini de uyandır ve giyinmeye başlayın, ben hemen geleceğim.” dedi bana. Neşe ve ben hemen giyinmeye başladık. Sonra annem geldi ve en küçük kardeşimiz Feyza’yı giydirdi. Pembe organze bayramlık elbiselerimiz çok şıktı. Üçümüz’ ün elbisesinin de etek uçları fırfırlıydı ve bu fırfırların dikişleri küçük pembe çiçeklerle bezenmişti. Bu güzel elbiseler, annemin de edebiyat öğretmeni olduğu, Üsküdar Mithat Paşa Kız Sanat Enstitüsü son sınıf öğrencileri tarafından dikilmişti.
Babam camiden döndüğünde bizi hazırlanmış olarak kendisini beklerken buldu. Üç kardeş sırayla babamızın elini öptük ve gıcır gıcır banknotlardan oluşan bayram harçlıklarımız aldık. Zira babam Merkez Bankası’nda çalışıyordu…
Babamın getirdiği taze ekmeği de masaya ilave ettikten sonra hiçbir eksiğimiz kalmamıştı sofrada. Hep birlikte oturup, güle oynaya zevkli bir bayram kahvaltısı yaptık. Kahvaltıdan sonra günün en sevmediğim zamanı başladı. On gündür bahçede ellerimle beslediğim kınalı kuzu ne yazık ki kesilmek zorundaydı. Babam kurban kesmenin anlamını anlatmıştı bizlere. Ama ne de olsa hâlâ çocuktuk. Bunu anlamak hiç kolay değildi bizim için. Kesim süresince hiç camdan bakmayarak kendimizi korumaya çalıştığımızı bugün bile hatırlıyorum.
Babam kesilen etleri ayırdı, komşulara ayrılanları bizimle gönderdi. Sonra anneannemlere gitmek üzere yola çıktık. Anneannem bizi öğle yemeğine bekliyordu. Çok iyi bir aşçıydı benim anneannem. Yol boyu O’nun bizim için kim bilir neler hazırladığını düşünüp durdum. Tahmin ettiğim gibi hiçbir şey eksik değildi sofrada. Babamın da mutfağa girip kurban etinden kavurma yapmasının ardından sofraya oturduk. Anneannem yemeğe başlamadan önce biz çocuklara önceden içlerine para koyarak hazırlamış olduğu bayram mendillerimizi verdi. Bu mendiller benim için bayramların simgesiydi. O mendillerin hepsini biriktirdim ve bundan birkaç yıl önce kızıma hediye ettim.
Anneannemlerde neşe içinde yediğimiz yemeğin ardından çaylarımızı da içtik ve onlara veda ettik. İlk ziyaretimizi “Masalcı Baba” olarak tanınan, Türk Çocuk Edebiyatı’nın önde gelen yazarlarından olan Eflatun Cem Güney’in evine yapacaktık. Eflatun Cem Güney, babamın çok sevdiği ve değer verdiği bir büyüğü idi. O’nun evine gidiyor olmak bizi her zaman çok heyecanlandırır ve mutlu ederdi. Zira hiçbir zaman masal dinlemeden geri dönmezdik oradan.
Masalımızı da dinledikten sonra babamın en yakın arkadaşı olan Arif Bey Amca ve eşi Halide Teyze’ yi ziyarete gittik. Onların çocukları olmadığı için bizleri sanki kendi çocuklarıymış gibi severlerdi. Halide Teyze yine her zamanki gibi en sevdiğimiz çikolataları almış, gelmemizi bekliyordu. Arif Bey Amca da, her zaman olduğu gibi, bayram harçlığı konusunda fazlasıyla bonkördü. O günü birkaç akraba ziyareti daha yaptıktan sonra tamamladık. Eve döndüğümüzde biraz yorgun, ama çok mutluyduk.
7 Nisan tarihindeki yazımda sizlere, genç kadınlara daha aktif ve kendine güvenen bireyler olma yolculuklarında liderlik becerileri kazandırabilmek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu olan, Değişim Liderleri Derneği’nden (DLD) söz etmiştim. Dernek; yürüttüğü Kıvılcımlar Programı ile üniversiteli genç kadınlara önlerindeki zorlukları aşmaları iş ve toplumsal hayatlarında daha aktif olabilmeleri, daha çok sorumluluk almaları ve lider olabilmeleri için gerekli beceriler konusunda destek oluyor.
Mülâkat ile seçilen ve “Kıvılcım” olarak adlandırılan üniversiteli genç kadınlar, 8 aylık bir süre içinde, 6-8 kişilik gruplar halinde çalışarak Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda bir sosyal değişim projesi üretiyorlar ve ürettikleri projeyi planlama safhasından başlayarak aşama aşama gerçeğe dönüştürüyorlar.
Değişim Liderleri Derneği’ nin, Kıvılcımlar Programı Projelerini de içeren, 2020-2021 Faaliyet Raporu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. 2020-2021 döneminde 7 proje gerçekleştirildi. Bugünkü yazımda ne yazık ki bu projelerin tümüne birden yer verebilmem mümkün değil. Ama zaman içinde hepsinden söz etmeye çalışacağım. Bugün ise sizlere Pandora Grubu’nun projesini anlatacağım.
Pandora Grubu’nun üyeleri 9 Eylül Üniversitesi’nden Elif Kurşun, Elif Konca, Melike Nur Bayrakçı, Serap Akın; Ege Üniversitesi’nden Şevval Tabakoğlu, Semanur Çelik; İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden Rabia Hamurcu ve Celal Bayar Üniversitesi’nden Hatice Şevval Görgülü. Grubun projesinin adı ise “Geleceğin Kahramanları”.
Projenin amacı;
* Sürdürülebilirliği günlük hayatımıza aşılayarak tasarruf konusunda bilinçli bir toplum oluşturmak
* Bireylerin sadece kendi hayatlarına değil aynı zamanda çevrelerindeki insanların hayatlarına da bilinçli tüketmeyi dahil etmeyi sağlamak
* Yanlış bilinen ve gözden kaçan küçük büyük eylemleri ayırt etmelerine yardımcı olmak
2021-2022 öğretim yılı üniversite giriş sınavı (ÖSYM), hepimizin bildiği gibi, 26-27 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi. Sınav sonuçları 4 Ağustos 2021 tarihinde açıklanacak. Ancak henüz tercih süresi hakkında net bir tarih verilmemiş bulunuyor.
2021-2022 öğrenim yılında da bazı kurum ve kuruluşlar üniversite öğrencilerine burs vermeyi sürdürüyorlar:
* Millî Eğitim Bakanlığı, yüksek öğrenim kurumlarının öğretmen yetiştiren fakültelerini ilk beş tercihi içinde yazan ve bu bölüme girmeye hak kazanan öğrencilere dört yıl boyunca her ay karşılıksız burs veriyor.
* Türkiye Diyanet Vakfı (TDV), İlahiyat ve İslam Bilimleri alanlarında öğrenim görecek öğrencilere hem yurtiçi hem de yurtdışı burs imkânı sunuyor.
* Üniversite öğrencilerine devletin burs ve kredi desteğinden sonra en çok maddi destek sağlayan kurum Türk Eğitim Vakfı (TEV). Kurum akademik başarısı yüksek öğrencilere ve bu desteğe ihtiyacı olan öğrencilere burs olanağı veriyor.
* TÜBİTAK, üniversite öğrencilerine burs veren diğer bir kurum. Ancak şartları diğer kurumlara göre daha kısıtlayıcı.
* Toplum Gönüllüleri Vakfı, haftada en az dört saat toplumsal sorumluluk projelerinde yer alınması koşuluyla, karşılıksız burs veriyor. Bursun devamlılığı için akademik başarı şartı bulunuyor.
* Vehbi Koç Vakfı bursları; Akdeniz Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, 9 Eylül Üniversitesi, Fırat Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Harran Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Marmara Üniversitesi (İktisat, işletme, Siyasal Bilgiler Fakülteleri, Atatürk Eğitim Fakültesi), Mersin Üniversitesi, Muğla Sıtkı Koçman üniversitesi, 19 Mayıs Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi (Mühendislik Fakültesi), Van 100. Yıl Üniversitesi’nde öğrenim görecek öğrencilere veriliyor.
2005 yılında Ankara’da dünyaya gelen Merve Tuncel Türk sporunu yüzme branşında, serbest stil kategorisinde temsil ediyor. Yüzme kariyerine ENKA Spor Kulübü bünyesinde devam eden Tuncel, 2020 yılının Şubat ayında düzenlenen FFN Golden Tour Camille Muffat yüzme yarışmasında 1.500 metre serbest stilde 16:29.04’lük derecesiyle Olimpiyat A Barajı’ nı geçerek Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunlarına katılma hakkı kazandı. Tuncel, 2020 yılının Aralık ayında ise İstanbul’da düzenlenen Türkiye Arena Kulüpler Arası Kısa Kulvar Genç ve Açık Yaş Yüzme Şampiyonası’nda 1.500 metre serbest stilde Avustralyalı Chelsea Gubecka’ ya ait olan kısa kulvar dünya gençler rekorunu kırmayı başardı.
Milli yüzücümüz Merve Tuncel; 6 Temmuz 2021 tarihinde başlayan Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonası’ nda da kadınlar 800 metre serbest stilde, 8.21.91’lik derecesiyle, gençlerde Avrupa rekoru kırdı ve altın madalya kazandı. Tuncel, 23 Temmuz- 8 Ağustos 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 2020 Tokyo Yaz Olimpiyatlarında; 400, 800 ve 1500 metre serbestte ülkemizi temsil edecek.
2020 Yaz Olimpiyatları ya da resmi adıyla XXXII. Yaz Olimpiyat Oyunları’nın 24 Temmuz- 9 Ağustos 2020 tarihleri arasında Japonya’nın başkenti Tokyo’da yapılması planlanmıştı. Ancak Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) Başkanı Thomas Bach ve Japonya Başbakanı Sinzo Abe arasındaki görüşmenin ardından, IOC Yönetim Kurulu; Covid-19 pandemisi nedeniyle, Tokyo 2020 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’ nın “Tokyo 2020” adıyla 2021 yılına ertelenmesine karar verdi.
Henüz 2-3 yaşlarındayken suyla oynamayı çok seven, Ankara’daki evlerinin banyosundan hiç çıkmayan küçük Merve’nin yeteneği Yenimahalle Belediyesi Spor Kulübü Antrenörü Erhan Bulut tarafından keşfedilmiş. 10 yaşına gelince Eryaman Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi’nde hızla kendini geliştiren Merve, Enka’ya transfer olmuş. Olimpiyatlarda ilk hedefinin finallere kalmak olduğunu söyleyen Merve, 2024’de madalya kazanacağına inanıyor.
Tokyo Olimpiyatları’nda ülkemizi temsil edecek diğer bir sporcu kızımız ise İlke Özyüksel. Rio Olimpiyatları’nda Türkiye’yi pentatlon kategorisinde temsil eden ilk sporcu olan İlke Özyüksel, Ağustos 2019’da düzenlenen Avrupa Modern Pentatlon Şampiyonası’nda dünya rekoru kırmış bulunuyor. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de 27 Şubat-2 Mart 2021 tarihleri arasında gerçekleştirilen Modern Pentatlon Salon Şampiyonası’nın kadınlar kategorisinde yarışan İlke Özyüksel; yüzme, eskrim, binicilik, koşu ve atış yarışlarında 1400 puan toplayarak ikinci oldu. Lazer Run’ da (atış ve koşu) önemli bir başarıya imza atan milli sporcu, 11.20.29’luk derecesiyle kendisine ait dünya rekorunu geliştirdi. İlke Özyüksel Tokyo Olimpiyatları’nda da ülkemizi pentatlon kategorisinde temsil edecek.
RS:X Rüzgâr Sörfü Dünya Şampiyonası’nda elde ettiği başarı sonucunda 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları için kota alan Olimpik Milli Sporcumuz Dilara Uralp da Tokyo Olimpiyat Oyunları’na hazırlanıyor. Rüzgâr sörfçüsü olan Dilara Uralp İzmir’de sürdürdüğü spor hayatı ile özellikle Türkiye’deki rüzgâr sörfüne yönelik farkındalığın da yükselmesini amaçlıyor. İspanya’nın Barcelona şehrinde düzenlenen Campeonato De Espana De Windsurf 2021’e katılan Olimpik Milli Sporcu Dilara Uralp, kadınlar kategorisinde ikinciliği elde etti.
Ülkemizi spor alanında gururlandıran bir başka kızımız da Berfe Sancak. 1994 yılında İzmir’de doğan ve Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Berfe, ailesi gibi, spor hayatına milli atlet olarak devam ediyor. Sancak ailesinin atletizm pistlerindeki gururu olan Berfe’ nin anne ve babasının Türkiye ve Balkan rekorları bulunuyor. Kardeşi de kendi yaş grubunda madalyalı bir atlet. 2019 yılında düzenlenen Bosna Hersek Uluslararası Atletizm Yarışmaları’ nda gümüş madalya kazanan Berfe’ nin de hedefi olimpiyatlar.
1996 yılında Ankara’da doğmuş olan yüzücümüz Nida Üstündağ’ın da kelebek stilde Avrupa ve Türkiye rekorları bulunuyor. Üstündağ, 2016 Rio Olimpiyatları'nda 2.10.02’lik derecesiyle 200 metre kelebek Türkiye rekorunu kırmıştı. Bu rekoru 2018 Avrupa Şampiyonası’nda 2.09.69’a çekti.