Son üç haftadan beri yaşadıklarımız sanırım hepimize şimdiye kadar düşünmediğimiz ya da düşünemediğimiz pek çok şey gösterdi.
Daha önceleri yan yana gelebileceklerini hayal bile edemeyeceğimiz gruplar aynı düşünce etrafında birleştiler ve dayanışmanın belki de en güzel örneğini sergilediler. “BİZ” olmayı başardılar… Ve engelliler de onların bir halkasıydı…
Önce bedensel engelli bir genç kıza rastladık gazetelerde yer alan fotoğraflar arasında. Ve bir de bu engelli eylemciye yardımcı olan genç bir polise… Dayanışma örneği bu fotoğrafı
7 Haziran tarihli yazımda paylaşmıştım sizlerle.
Sonra Taksim Meydanı'ndaki büyük müdahale sırasında Türk Bayrağı taşıyan tekerlekli sandalyeli bir gösterici dikkat çekti. Atılan gaz bombaları nedeniyle zor anlar yaşayan bu eylemciye bir TOMA'dan tazyikli su sıkılırken çekilmiş video görüntüleri paylaşıldı gazetelerde ve sosyal paylaşım sitelerinde.
Ardından durma eylemine destek vermek üzere tekerlekli sandalyesi ile Kuğulu Park’a gelerek durma eylemine destek veren engelli vatandaş çekti dikkatleri üzerine. Elleri üzerinde tekerlekli sandalyeden inip dizlerinin üzerinde sırtında Türk bayrağıyla saatlerce hareketsiz duran bu kişinin fotoğrafı yer aldı bu kez de yayın organlarında.
Kimileri "Tekerlekli sandalyeli adamın ne işi vardı orada?” diye sorarken bu fotoğrafları gördüğünde, kimileri de “Adam yürüme engelli, düşünme engelli değil...!!!" diye cevap verdiler onlara.
Biz engellilerin yıllardan beri anlatmak istediğimiz tam olarak bu cevabın içeriğinde saklı. İnsanın, önce kendi kendisinden sonra da ait olduğu ortamdan sorumlu bir birey olabilmesinin tek şartı “düşünebilme” yetisi. Düşünebildiğimiz sürece üretebiliriz… Düşünebildiğimiz sürece en üst düzeyde var olmayı sürdürebiliriz… Buna ne eksik olan bir uzvumuz, ne de yerinde olsalar da yürüyemeyen bacaklarımız engel olabilir. Bizler bunu çok iyi biliyoruz. Ama istiyoruz ki, herkes bilsin… Bilsin ve bize acımasın… Bilsin ve engelimizin ardındaki bireyi görmeye çalışsın…
Taksim Gezi Parkı’nda masum bir protesto gösterisi ile başlayan olaylar uygulanan yanlış politikalar nedeni ile içinden çıkılmaz bir hal aldı. Ve bu içinden çıkılmaz hal ülkemizdeki engelli bireylerin hiç de azımsanamayacak sayısının daha da artmasına zemin hazırlıyor.
Sayın Başbakan’ın Ankara ve İstanbul mitinglerindeki konuşmalarını dikkatle dinledim. Pek çok şey söyledi… Ancak Türk toplumunun, kendisi ile aynı fikirleri paylaşmayan kesimini “onlar”, “bunlar” ya da “marjinal gruplar” olarak adlandırması sanıyorum çoğu kişiyi yürekten yaraladı.
Yalnızca demokratik haklarını kullanmak isteyen ve bunu yaparken hiçbir şiddete başvurmayan “onlar” ya da “bunlar” iki günden beri polis şiddeti ile boğuşuyor. Uygulanan yoğun biber gazının bu vatandaşlarımız üzerindeki uzun vadeli etkisi henüz belli değil. Uzmanlar, biber gazının telafisi mümkün olmayan tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini belirtiyorlar. Astım hastalarının ölümüne sebebiyet veren biber gazına maruz kalanların dokuları tahrip oluyor. Yine uzmanların görüşüne göre biber gazı geçici ya da kalıcı körlüğe neden olabiliyor. Ya¬pı¬lan bilimsel araştırmalar da, biber gazına sık ve yoğun şekilde maruz kalan kişilerde kanser belirtilerinin ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Yani, hem bu gazı uygulayanlar hem de üzerinde uygulananlar gelecekte kanser olma riski taşıyorlar.
Birçok vatandaşımızın yaralanmasına sebebiyet veren plastik mermi kullanımı ise, korkarım ki, daha da vahim olaylara neden olabilir. İşin daha da kötüsü o mermiyi kullanan polislerin ve yaralanan direnişçilerin ve ailelerinin hayat boyu yaşayacakları travma… Aslında Türk halkının büyük bir çoğunluğu benzer bir travmadan payını alacak gibi duruyor. Çünkü yaşananlar kolay kolay hazmedilecek gibi değil. Güzelim şehrimizde devlet halkıyla, kardeşler de birbirleriyle savaşıyorlar… Bu anlamsız savaşın hem bedenlerini hem de ruhlarını sakatlayabileceğini hiç getirmiyorlar akıllarına.
Engellilerimizin sayısını ve yaşanacak travmanın şiddetini daha da arttırmak istemiyorsak, bu duruma bir son vermeliyiz. Artık, birbirimize “onlar” ya da “bunlar” demeyi bırakıp “biz” olma zamanı... Gezi ruhunun da bize vermek istediği mesaj bu değil miydi aslında?..
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Söz konusu bakanlığın bakım ihtiyacı olanlara bakım hizmetleri kapsamında sunulan süreli ve sürekli bakım hizmetlerinin kaliteli, sürdürülebilir, aynı zamanda izlenebilir ve ölçülebilir olması amacıyla hazırladığı “Bakım Hizmetlerinde Kalite Standartları” Tanıtım Programı 27 Mayıs 2013 tarihinde Dedeman Otel Ankara’da gerçekleştirildi. Kalite standartları, bakım hizmeti alanın ve verenin koşulsuz memnuniyeti esas alınarak, kalite temelli hizmet sunulması amacı ile oluşturulmuş bulunuyor. Bu standartlar; “Bakım hizmetinde 2. kalite yoktur” anlayışı ile, hizmet alanın ve hizmet verenin güvenliğinin yanında hizmet alanın mahremiyetini, saygınlığını ve onurunu koruyan hizmet sunulmasını sağlayacak.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın son günlerde gerçekleştirmiş olduğu diğer bir etkinlik ise, “Ruh Sağlığı ve Toplum Temelli Rehabilitasyon” konulu Uluslararası Katılımlı Ergoterapi ve Rehabilitasyon Kongresi. Söz konusu kongre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ergoterapi Bölümü işbirliği ile, 30 Mayıs-1 Haziran 2013 tarihlerinde Hacettepe Üniversitesi Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Kongre konularının ana başlıkları; “Toplum Temelli Rehabilitasyon”, “Duyusal İşlem Bozukluklarında Rehabilitasyon” ve “Ruh Sağlığında Rehabilitasyon” idi. Türkiye’nin engelli ve engelli olmayan dansçılardan oluşan ilk dans topluluğu olan Devinimler ve Yaşama Sevinci Dans topluluğu Kongre’nin açılışında anlamlı bir gösteri sergiledi. Ana konu başlıkları altında pek çok alt başlığa yer verilen Kongre’de, ayrıca; “Okullarda Ruh Sağlığı ve Toplumsal Katılım”, “Kadınlarda Ruh Sağlığı ve Toplumsal Katılım”, “Erişkinlerde Ruh Sağlığı ve Toplumsal Katılım”, “Yaşlılarda Ruh Sağlığı ve Toplumsal Katılım” konulu çalıştaylar gerçekleştirildi.
Biz engellilerin farklılıklarımızı doğru olarak okuyabilen ve bizlerin yaşamını kolaylaştırmaya çalışan bir anlayışın, bakış açısını zaman zaman değiştirerek, diğer farklılıkları da doğru okuyabileceğine yürekten inanıyorum ben. Farklılıklarımız ülkemizin en güzel yönlerinden biri. Ama daha da güzeli, birbirimizi farklılıklarımızla kabul ediyor oluşumuz. Bunun en güzel örneği Gezi Parkı’nda sergileniyor iki haftadan beri. Görülmesi gereken tek gerçek bu bence.
Ben bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda hem Sayın Başbakanımız, hem de Sayın İstanbul Valisi konu ile ilgili barışçıl görüşmelerde bulunuyorlardı. Umuyorum ve diliyorum ki, yarın sabah sakin ve huzurlu bir güne açarız gözlerimizi. Ve belleklerimizde şiddet görüntüleri değil dayanışma örnekleri kalır yalnızca.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Lütfen beni affedin. Umarım, Cuma günü engellilerle ilgili bir yazı ile aranızda olurum.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Hepinizin bildiği gibi, engellilik ve engellilerle ilgili konularda yazıyorum ben. Ama içinde bulunduğumuz şu günlerde yalnızca bedenlerimizden ya da uzuvlarımızdan kaynaklanan engeller üzerinde yoğunlaşabilmeyi başaramıyorum. Çocuklarımızın haklarını koruma yolunda verdikleri mücadele hem çok şaşırtıyor, hem de çok sevindiriyor beni.
Benim babam Kütahyalı’ydı. Bense İstanbul’da doğdum ve hep İstanbul’da yaşadım. Ama çocukluğumda tatillerimin çoğunu Kütahya’da geçirdim. Yugoslav göçmeni olan dedem gerçek anlamda bir din hocasıydı. Bir yaz tatilinde, Kur-an kursuna gönderdiler beni. Herhalde 9-10 yaşlarındaydım. Kursa başladığım gün karşılaştığım manzara kafamın içine hiç silinmemecesine kazındı. Ne yaptıysam kurtulamadım o resimden. Kur-an hocası şişman, aksi yüzlü bir hanımdı. Önünde iple yapılmış bir salıncakta uyuyan bir bebek vardı. Hem hoca, hem de çocuklar yerde oturuyorlardı. Hoca Hanım bir elinde salıncağın ipini, diğer elinde ise çok uzun bir sopa tutuyordu. Bu sopa, sorduğu sorulara doğru cevap veremeyen çocuklar içindi. O gün büyük bir korku içinde ve ağlayarak döndüm geriye. Dedem bir daha hiç göndermedi beni o kursa. Dedemi hep sevdim ve saydım ve dinimi hiçbir zaman o kursla özdeşleştirmedim.
Benden önceki kuşaklar, hatta benim kuşağımdakilerin çoğu dayakla terbiye edildi. Doğrusunu isterseniz, ben de çok dayak yedim çocukluğumda. Ama biz çocuklarımızı hiç dövmedik. Onları bizlere ve kendilerine güvenen, ne istediğini bilen ve bu istekler konusunda taviz vermeyen bireyler olarak yetiştirmeye çalıştık. Bizleri bizden korktukları için değil, bizi sevdikleri için saymalarını istedik. Şimdi bunu başarmış olduğumuzu görmek mutlu ediyor beni. Pek çok farklı kesimin bir araya gelerek sergilediği dayanışma da yarınlar için umutlandırıyor. Pek tabii ki engelliler de paylarını alıyorlar bu dayanışmadan. İşte ispatı:
Bana göre, içselleştirilmeyen hiçbir duygu ve düşünce gerçeklik boyutuna ulaşamaz. Korku hiçbir zaman sevgi doğurmaz. Umarım, şimdiye kadar bunun farkına varmamış olanlarımız da anlamışlardır bunu. Ve yine umarım, bu masum tepkiye çok fazla çirkinlik bulaşmadan tatlıya bağlamayı başarabiliriz olayları.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine…” (N.H.)
Cuma günü taşınma patırtısı nedeniyle affınıza sığınmıştım. Ben kutuları açıp yerleştirmeye çalışırken bir başka patırtı kopuverdi şehirde. Duyduğumda resim kutumu henüz açmıştım. Sevgili eşimin çektiği bir ağaç fotoğrafına bakakalmışım. Ağaçları yazmak istedim bugün o yüzden…
Çocukluğum Üsküdar’da yemyeşil bir mahallede, çift katlı bahçesi ağaçlarla dolu bir evde geçti benim. Evimizin balkonuna doğru uzanan incir ağacının meyvelerini sapına uzun bir sopa bağladığı kevgirin içine toplardı babam. Evimizin salon penceresinden baktığımızda önce Kız Kulesi’ni, ardından henüz yapılaşmamış Avrupa yakasını ağaçların arasından seyrederdik. Bir üst (üst derken yükseklik olarak da üst) sokaktaki okulumuz asırlık ağaçlarla çevriliydi. Teneffüslerde o ağaçların altında oynardık.
İlkokulu bitirdiğim yıl Feneryolu’na taşındık. Gazi Muhtar Paşa Korusu’nun hemen yakınındaydı evimiz. Caddeden eve gelene kadar her bir ev bahçe içinde ve ağaçlıktı. O evde başladım orta öğrenimime. Yeni okulum sanki bir koruluğun içinde konumlandırılmıştı. Bahçedeki ulu ağaçların etrafları biz öğrenciler için banklarla bezenmişti. Öğle yemeklerimizi çoğu kez o ağaçların altında yer; en özel anılarımızı, dertlerimizi, neşemizi o ağaçların altında paylaşırdık arkadaşlarımla.
O evden gelin çıktım. Yeni evimiz de bahçe içinde bir binanın bahçe katıydı. Bahçe kayınpederimin yıllar önce diktiği ağaçlarla doluydu. Eşimle tek izin günümüzde o ağaçlardan birinin altında iki nefes alır, gölgesine sığınırdık. Bunu düşünürken bir de şu şarkı geldi hatırıma:
“Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz
18 senedir yaşadığım evimizden taşındım iki gün önce. Anıları bırakıp gitmek kolay bir karar değildi. Fakat ne zaman fark ettim ki dört duvarla ilgisi yok anıların, toparlanıverdim. Artık kızımla aynı apartmandayız, eski anılarımıza yenilerini ekleyip renklendireceğiz yaşantımızı.
İşin duygusal kısmı bir yana, bu taşınma işinin bir de patırtısı var bilirsiniz. Ev toplama, kamyon yükleme, kamyon boşaltma, koli açma, dolap yerleştirme… Canım dostlarım, kardeşlerim, yardımcılarım el ele verdik biraz toparladık ama hâlâ birkaç günlük iş var! Bu yüzden, bugünlük affımı rica ediyorum sizlerden. Pazartesi geri dönmüş olacağım.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Biz engellilerin yaşamını kolaylaştıracak hizmetler her gün biraz daha çoğalıyor. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Türk Telekom Genel Müdürlüğü’nün “İletişimde Engelleri Kaldırıyoruz" ismiyle başlattıklar proje, işitme engellilerin kamu ve özel kuruluşlardan kısa mesaj yoluyla hizmet almalarını sağlıyor.
Türk Telekom’un “İletişimde Engelleri Kaldırıyoruz” projesi kapsamında geliştirdiği Engelsiz Mesaj Servisi; işitme ve konuşma engelli bireylerin ev ve cep telefonlarından kısa mesaj (SMS) ile kamu ve özel sektördeki kurum ve kuruluşların sabit telefonlarına ücretsiz ulaşmalarını, istek, şikâyet ve önerilerini ilgili kurumlara kolayca iletmelerini sağlıyor. İşitme ve konuşma engelli vatandaşlar bu servis sayesinde belediye hizmetlerinden, ulaşım, güvenlik ve sağlık gibi geniş bir yelpazede birçok hizmetten faydalanabiliyor.
Türkiye’de bir ilk niteliğindeki Engelsiz Mesaj Servisi’ne şu ana kadar dahil olan ve sayıları her geçen gün artan kuruluşlar: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Telekom Genel Müdürlüğü, PTT Genel Müdürlüğü, TCDD Genel Müdürlüğü, Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Başkent Doğalgaz A.Ş., İzmir Doğalgaz Dağıtım A.Ş., İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, AK Parti, Denizli Belediyesi, Expo 2020 İzmir Yönlendirme Kurulu, Türkiye İşitme Engelliler Milli Federasyonu, Türk Kızılayı, Mamak Belediyesi, Keçiören Belediye Başkanlığı, Karabağlar Belediye Başkanlığı, Sincan Belediye Başkanlığı, Numune Hastanesi ve UNICEF Türkiye Temsilciliği. Engelsiz Mesaj Programı sadece mesajı alacak olan kurumun bilgisayarına WEB üzerinden kolayca kurulabiliyor.
Türkiye’nin öncü iletişim ve yakınsama teknolojileri şirketi Türk Telekom, iletişim teknolojilerinin sunduğu avantajları herkesin kullanımına sunmayı hedefliyor. Kurum, engelli bireylerin hayata katılmalarını sağlamak için, “İletişimde Engelleri Kaldırıyoruz" isimli proje dahilinde birçok proje yürütüyor. Bu kapsamda görme engelli kullanıcılar için geliştirilmiş olan Telefon Kütüphanesi’nin kullanıcı sayısı 12 bine yükselmiş bulunuyor.
Bir süre önce engelli müşterilerine kolaylık sağlamak amacıyla Braille Alfabesi’yle fatura ve sesli fatura uygulamalarını da başlatan Türk Telekom; aynı kapsamda Tekerlekli Sandalyeye Uygun Ankesörler, Engelli Kullanıcılara İndirimli Telefon Tarifesi, Engelli Kullanıcılara İndirimli İnternet gibi bir dizi kolaylığı da sunuyor. Türk Telekom’un gişelerinde görevli personeli de yine bu kapsamda işaret dili eğitimi almış bulunuyor.
Türk Telekom Kurumsal Müşteri Başkanı Mehmet Ali Akarca, “İletişim teknolojilerinin işlerimizi kolaylaştıran, hızlandıran avantajları özellikle engelli vatandaşlarımız için çok daha büyük bir önem taşıyor.” diyor. ‘İletişimde Engelleri Kaldırıyoruz’ başlığı altında hizmete sunulan Engelsiz Mesaj Servisi’nin gördüğü büyük ilginin kendilerini mutlu ettiğini ifade eden Sayın Akarca, TBMM başta olmak üzere, kamu kurumlarının bu hizmetin öncülüğünü yapmalarının kendileri için çok anlamlı olduğunu söylüyor.
Türk Telekom’un hedefi; Engelsiz Mesaj Servisi’ni tüm özel kurumların sahiplenmesiyle, sayıları 3 milyona ulaşan işitme ve konuşma engelli vatandaşların hayata daha fazla katılabilmelerini ve ihtiyaç duyacakları her türlü hizmeti bu sistemi kullanarak alabilmelerini sağlamak. Umarım, gözde şirketimiz bu anlamlı hedefe çok kısa bir süre içinde ulaşır…
*******