Kız çocuklarına dokunmayın dedikçe tacizler artıyor. Bir şeyler yanlış gidiyor. Yanlış giden şeylerin sorumluluğunu birbirimize atmaktan, neyi yanlış yaptığımızı da tespit edemiyoruz. Aslolan mağdur olanın onuruyken, biz ait olduğumuzu düşündüğümüz dünya görüşünün onuruna sahip çıkıyoruz. Ortada ciddi bir sorun var ve aslında bu hepimizin sorunu. Yok saymakla yok olmayan, belli bir sınıfa yükleyerek sırtımızdan atamayacağımız bir sorun.
Şiddet gören ve uygulayan bu ülkenin kültüründe yetişmiş insanlar… Cinayetler, tecavüzler, hak ihlalleri kişilerin sağcılığı veya solculuğu ile ilgili değil kadın ve erkek kimliğiyle ilgili sorunlar…
Bize bir şeyler yanlış öğretiliyor. Birçok örnek verebiliriz elbette ama biz birini konuşalım.
Masallarımız, çizgi filmlerimiz hatta dizilerimizde kadına yüklenen misyon nedir? Ben söyleyeyim, “Beyaz atlı prensini beklemesi”. Tüm masallarda, tüm filmlerde mutlu son tablosu böyledir. Kadın çok mutsuzdur, sefildir, çaresizdir ve tek çare beyaz atlı prenstir. Prens, kadının karşısına çıkar; tüm sorunlar biter ve sonsuza kadar mutlu olurlar.
O gün bugündür takip ederim ve tariflerini yaparım.
Ben Portakal Ağacı’nı şöyle tanımlıyorum. Yemek tariflerinin resmiyetten doğallığa terfi edildiği yer. Tabii aradan geçen zaman zarfında Hatice Hanım’ın edebiyat mezunu olduğunu öğrendiğimde tariflerin lezzetini de anlamış oldum.
Aradan geçen zaman sürecince Portakal Ağacı büyüdü, kabına sığmadı ve ona emek veren yetiştiren Hatice Özdemir, Lokma adını verdiği dergisiyle tariflerini ve sunumlarını yayın hayatına geçirdi. Lokma dergisi de çok başarılı…
Hatice Özdemir, aslen Çerkez kökenli. Lezzetli bir mutfakları var. 8 yaşındayken annesinin hediye ettiği yemek kitabıyla yemeklerin fotoğraflı sunumlarına merak salmış. İş ve okul döngüsü içinde hobi olarak akşamları gizli gizli mutfakta yemek yapıp fotoğraflarını çekip “Portakal Ağacı” adını verdiği siteye yüklemeye başlamış. Yıl 2003…
Kadınların solcu erkeklere âşık olmasının nedenlerini de şöyle açıklamış; “Benden duymuş olmayın ama gücü ya da kurulu düzeni savunmak hiçbir erkeği seksi kılmaz. Bratt Pitt bile olsanız, bu hayatla ilgili bir derdiniz, bir kavganız olacak. Bir itirazınız olacak...”
Aslı Hanım’ın “Kadınlar aslında sadece solcu erkeklere âşık olur” iddiasına ve açıkladığı nedenlerine kısmen katılıyorum.
Fakat kadınlar sadece solcu serseri erkeklere âşık olmazlar, sağcıların da sıkı serserileri vardır. Serseriliğin erkeklere çekicilik kattığı bir gerçektir. Bu çekiciliğin nedenlerinden biri de etkisinde kaldığımız Türk Filmleridir. Tarık Akan dâhil, kadınların gönüllerinde taht kuran yakışıklı oyuncular; serseri, dürüst, cesur, kahramanlardır.
Sevdiği kadını dağa kaçırması, sonra kadını kendine âşık etmesi, en sonunda da “Sen daha iyilerine layıksın” diyerek kadını terk eden bir kahraman erkek örneği başka hangi ülkede vardır?
Televizyon da genellikle haberleri takip eden babamın tek seyrettiği film Kemal Sunal filmleriydi. Ve babam yıllarca filmlerini izlediği, izlerken güldüğü adama veda etmek istemişti. Cenaze namazına katılmayı bir insanlık görevi olarak görmüştü.
Yeşilçam oyuncularının hepimizin hayatında doldurduğu büyük bir boşluk vardır. Eksik yanımızı tamamlayan bütünleştiğimiz oyuncuydu onlar. Onlar zor şartlarda fimlerini yaptılar, halk da onları zor şartlarda onları izledi. Kimse diğerinden vazgeçmedi… Gidişlerinin hayatımıza etkilerinin büyük olmasının nedenlerinden biri de bir oyuncuyu kaybetmenin yanı sıra bir dönemin vedası olarak görüyorum.
Tarık Akan’ın vedası da böyle.
Tarık Akan, düşüncelerini cesurca söyleyen bir adamdı. Sivri çıkışları olan bir sanatçıydı. Bazılarımız onun bu çıkışlarını sevmedi, bazımız sahip çıktı… Ne sahip çıkanların abartması ne sevmeyenlerin kötü sözlerinin bir anlamı yok aslında. Hepsinin hayatından bir dönem gitti ve bu bütün söylemlerin önüne geçecek kadar ortak bir duygu.
Kısaca “Paralimpik Oyunları nedir?” ondan bahsedelim. Paralimpik Oyunları engelli sporcuların katıldığı yarışmalardır. Olimpiyatların hemen ardından yapılır. Bu yıl 7-18 Eylül’de Rio’da gerçekleştirilecek Paralimpik Oyunları’na bizim ülkemizden 79 engelli sporcu katılacak.
Çeşitli engel gruplarından sporcuların katıldığı “çok sporlu bir etkinlik” olan Paralimpik Oyunlar, Uluslararası Paralimpik Komitesi tarafından yönetiliyor.
İlk olarak 1948'de İngiltere’de 2. Dünya Savaşı gazilerinin katılımı ile bir spor organizasyonu olarak başlayan oluşum 4 yıl sonra Hollandalı sporcuların katılımı ile Uluslararası kimlik kazandı.
Fotoğrafı görünce önce bir yanlışlık mı var diye düşündüm. Zira fotoğraf bana Türkiye’de özel eğitim almış Afgan kadın polislerin fotoğraflarını andırdı. Google’e baktım. Ve yanılmadığımı gördüm. İki fotoğraf (armalar dışında) birbiriyle aynı.
*Afgan kadın polisi
*Türk kadın polisi
Enes, 7 metrelik kar rampasından atlarken havada dengesini kaybetmiş ve boynu üzerine düşmüştü.
O kazadan sonra tam bir yıl solunum cihazlarına bağlı olarak yaşadı Enes. Bir yılın ardından fizik tedavi ve rehabilitasyon dönemi geçirdi. Yaşamını omurilik felçlisi olarak sürdürüyor.
Her insan için tekerlekli sandalyeye bağımlı olarak yaşamak zordur ama 6 yaşından itibaren aktif spor hayatı olan ayrıca birçok kulüpte yüzme, basketbol, voleybol branşlarında yer alan Enes için hayat çok daha zor olacaktı. Enes spor sevdalısıydı… Kazanın ardından ağır engelinden dolayı bir daha spor yapamayacağını düşünen Enes’in hayatı, kendisine uzanan bir el ile değişti.
Bundan sonrasını Enes’ten dinleyelim.
Ölenlerin kimliklerinin hiçbir önemi yok; millet olarak acımız ortak, sadece acılara gösterdiğimiz tepkiler farklı.
Kimimiz acısını paylaşarak, kimimiz ise karşısındakinin canını yakarak teselli buluyor. Benim şikâyetçi olduğum kesim “Can yakmayı” tercih edenler.
Toplumsal felaketlerin ardından daha ne olduğunu anlamadan dinlemeden birilerinin kendince bir karşı taraf ilân edip önce suçlu ilan etmesini, sonra da Allah ne verdiyse diyerek verip veriştirmesini çok anlamsız buluyorum. Bu durum öylesine normal bir hâl almaya başladı ki her felaket ve acının muhakkak bir tarafı olması gerekliliğine inanmaya başladık.
Ne hikmetse bazıları kendini bütün acıların tarafı ilân ederek sorumluluktan soyutlamayı da başarıyor.