Geçen gün düzenlediği basın toplantısında şöyle söyledi "Hak etmediğim bir cezayı çektim. Bana ‘Şişmanlamış’ diyebilirsiniz, bana ‘Yorgun görünüyor’ diyebilirsiniz ama ne olur benim canımı yakmayın. Çok yorgunum."
Nedense dünyadaki tüm tanınmış kadınların en büyük kâbuslarından biri, haklarında “şişmanladı” diye yazılması. Kadın, isterse ölümden dönsün isterse dünyaya bir can getirsin, kısacası ne yaparsa yapsın ama kilolu olmasın. Zira bir kadının başarı ölçüsü; her şeye rağmen, formunu korumasında gizlidir. Bu mantık değişir mi bilmiyorum ama hakikaten can sıkıcı ve onur kırıcı bir yaklaşım.
Seki’nin gazetecilere yönelik söylediği “Ne olur canımı yakmayın” sözlerine takıldım ben. Geçtiğimiz günlerde Arda Turan, yazıları sebebiyle gazeteci Bilal Meşe’ye karşı şiddet kullanmıştı. Yöntemi çok yanlış olsa da, Turan’da “Canımı yakmayın” demek istemişti aslında. Aradaki fark ise Seki bunu kadınca, Turan argo dilinde ifade etmişti.
İki yıl önce de Ahmet Hakan saldırıya uğramıştı. Gerek Hakan’ın gerek Meşe’nin olayından sonra ortaya çıkan tabloya bakınca umutsuzluğa düşürüyorum açıkçası.
Bu hafta sizler için güzellikler hazırladık yine. İftar ve sahur sofralarını konuşacağız.
Elif Neşe, benim ilgimi çok çeken sahur sofraları detaylarıyla ilgili bilgi verecek. Esra Seziş Kığılı, iftar davetleri için önerilerde bulunacak.
Son yıllarda sahur davetlerinin neredeyse iftar davetlerine rakip olduğunu yazmıştım. Şahsen gerek davet sahibi gerek davetliler açısından çok mantıklı bir uygulama olduğunu düşünüyorum.
Gerekçelerimi yazayım; öncelikle davet sahibiyseniz, yorgun olarak yemek hazırlamak ve aç karnına sunum yapmak zorunda kalmazsınız. Sahur yemekleri hafif olacağından yapacağınız hazırlıklar da kolay olur.
Davetliyseniz de büyükşehirde yaşıyorsanız trafik sorunu yaşama gibi bir derdiniz olmaz. İftarı yapmış olduğunuz için de çok yiyip rahatsız olma durumunuz olmaz.
Her iki taraf için ise ortak avantaj olarak; sahur davetleri, resmiyetten uzak olacağı için daha eğlenceli olacaktır.
“Sahur Davetleri”, bundan 10-15 sene kadar önce Erbakan Hoca’nın, AGD organizasyonlarıyla başlamıştı. İftar davetlerinin yoğun olması sebebiyle ortaya çıkan bu fikir benimsenmiş ve bu gün de devam etmektedir. Bazı kurumların verdiği sahur davetlerinin 1000 kişiyi geçtiği bile oluyor. Sahur davetlerine erkeklerin katılımı daha yüksek bunu da ekleyelim. İçinde bulunduğumuz mevsim itibarıyla sahur davetleri teravih namazı sonrası başlayıp sabah namazı kılınmasıyla sonlanıyor. Menü ise çorba ile başlayıp kahvaltılık çeşitleriyle devam ediyor. Tabii herkes spor giyinerek geliyor.
Bazı ilçe belediyeleri Ramazan gecelerinde dışarda olmayı seven vatandaşlar için sahur davetleri de düzenliyor. Önümüzdeki yıllarda Sahur davetleri, iftar davetlerinin yerini alacak gibi görünüyor.
Farkında mısınız bilmiyorum ama son zamanlarda sanki “öfkeli koca” dehşeti yetmezmiş gibi bir de “öfkeli damat” vahşeti eklendi. Ülkemizin “öfkeli erkekleri (!)” artık sadece eşlerini değil, eşinin ailesini ve hatta en acısı da kendi çocuklarını hedef alıyor.
Kadir Demirel bir baba. Kızı Esma, kendisini arayarak eşiyle kavga ettiğinin bilgisini veriyor ve babasından yardım istiyor. Kadir Bey de siyasi fikri, ideolojisi ne olursa olsun her babanın yapacağı şeyi yapıp kızının yardımına koşuyor ve damadı tarafından öldürülüyor. Esma Karanfil yaralanıyor, çiftin küçük çocukları ise dedelerinin öldürülmelerine, annelerinin yaralanmasına, babalarının cinnetine tanık oluyor.
Kadir Demirel’in katili damadıdır ama Esma’yı “Senin en yakınlarını öldürerek canını yakacağım!” diye tehdit eden ve şiddetli geçimsizliklerine rağmen kocasıyla aynı evde yaşamaya ikna eden aile büyükleri de sorumludur? Ortada bu kadar açık bir tehdit varken “eşleri barıştırma” gayreti neden Allah aşkına?
Yuvalar yıkılmasın diye kaç insanımız daha göz göre göre ölecek?
Hakikaten trajik bir tablo. Beni derinden yaraladı… Kadir Bey’e rahmet, Esma Hanım’a şifalar, aileye de sabır dilerim. Allah kimseye göstermesin, göstermesin de bizim bir şeyler yapmamız lazım. Bu konuda özellikle Aile Kadın ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na çok iş düşüyor. Mesela; Milli Eğitim Bakanlığı’yla işbirliği yaparak ilköğretimden itibaren aile içinde eşlerin, çocukların ve akrabaların rolünün tanımı yapılabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı’yla işbirliği yaparak Cuma Hutbeleri’nde erkek ve kadın ilişkilerinin nasıl olması gerektiği halka anlatılabilir.
Kadın, aile ve çocuk cinayetlerinin “Yine bir kadın cinayeti” manşetiyle verilmesi ve sonrasında somut adımlar atılmamasına cidden üzülüyorum. Ülkemizin başta PKK ve FETÖ olmak üzere zaten terör sorunu var. Ülkemizin bütünlüğünü tehdit eden kurum ve kişilerle mücadele etmemiz elzem, lâkin ilgili her kurumun kendi yetki sınırları içinde olduğu alanı öncelemesini istiyorum.
Ölümler için kimseyi sorumlu tutmuyorum ama her yaşanan trajedinin ardından yaptığımız tek şey öldürene lanet etmek. Bunu vatandaş da yapıyor; ben, devletimin bir şeyler yapmasını bekliyorum. Çok zor olduğunun farkındayım ama bu cinayetler eğitimle ve tedbirlerle önlenebilir.
Yaşadıkları hayal kırıklığını sosyal medyada paylaşan Cecelistlerin sözlerini okuyunca üzülmemek elde değil.
Bir sanatçının hayranları o kişinin özgürlüğüne ve hayatıyla ilgili kararlarına müdahale etmesi yanlıştır ama ben bu olayda hayran tarafındayım. Neden mi?
Ceceli, söz yazarlığı ve şarkıcılığının yanı sıra manevi söylemleri ile de ön plana çıkmış bir sanatçıdır. Manevi yönü olan bir insan da tabii ki boşanabilir, hatta evliyken başka birine âşık olabilir elbette ama bunları yaparken dürüst davranır.
“Tarzlarımızı beğenmiyorduk.” gibi karşı tarafı da boşanma isteğinin içine alan, “Neyim varsa eşimindir.” diyerek maddi anlamda ne kadar cömert bir adam olduğunu ilân edip, iki gün sonra herkesi alt üst edecek bir tarzda ilişkinin içinde olmak dürüst davranış değildir.
Fotoğraflar ortaya çıktıktan sonra evleneceğini ilân etmek de yerle yeksan olan imajı onarmaz.
Ceceli’nin sevgilisiyle olan fotoğrafları medyaya kimin sızdırdığı ortaya çıkar mı bilmiyorum ama bunu kim yaptıysa Ceceli’nin boşandığı eşini çok seviyor olmalı.
Mustafa Ceceli’nin sosyal medya hesabından, tepkilere karşılık olarak yaptığı ayetli paylaşım ateşe benzin dökmek misali oldu biraz. Bunun yerine sade bir özür dilemesi çok daha anlamlı ve yerinde olurdu.
Hatırlarsanız bundan 8-9 ay önce, “Allah De Ötesini Bırak” kitabının yazarı Uğur Koşar’ın bir fotoğraf karesi ortaya çıkmıştı. Koşar, manevi öneriler sunduğu kitaplarıyla Türkiye’nin en çok kazanan yazarı olmuş bir adamdı. Evliydi ve eşi de muhafazakâr bir kadındı.
Ramazan ayı sofralarının dününü konuşacağız. Bugün fırınların önünde uzayıp giden pide kuyruklarının yerinde dün ne varmış öğreneceğiz.
Semra Coşkun’la beraber, tesettürlü kadınların “Hayat kurtaran kıyafet” olarak tanımladıkları Abaya / Ferace üzerine küçük bir söyleşimiz olacak. İlginç ve bir o kadar iddialı bir kadın Çoşkun; büyük hayalleri var, Dolce & Gabbana’ya kafa tutuyor.
İki kafadar yine bir yerlere uğramış, neresi olduğuna birlikte bakacağız. Ve İstanbul’da katılabileceğiniz bir kaç Ramazan etkinliğinin haberini vereceğiz. Umarım konu ve konuklarımızı seversiniz. Uzuuuun bir yazı size bekliyor, bu yüzden lafı daha fazla uzatmadan konularıma geçiyorum.
İftar öncesi kaplarla kuyruğa girilirdi.
Osmanlı’daki ramazanlara ait en güzel adet hiç kuşkusuz, konakların iftar vakti herkese açık olmasıdır. Hatta gelin; birlikte gidelim bakalım, nasıl bir ortam bizi bekliyor…
İster davet edilmiş olun, ister olmayın hangi konağın kapısından içeri girseniz buyur edilip sofraya oturuyorsunuz. Sofraya gösterilen özeni anlatmak içinse 2017 yılında kullanılan kelimeler neredeyse kifayetsiz kalır. Çünkü neredeyse adlarını dahi unuttuğumuz türlü reçeller, çorbalar ve tatlılar arz-ı endam etmektedir bu sofralarda.
Tüm bu hazırlıkların bu kadar güzel bir şekilde sunulabilmesi için çok önceden listeler hazırlanıp ve alışverişe çıkılır. Asmaaltı ya da benzer yerlerdeki toptancı tüccarlara gidilir, listeler teslim edilir. Hazırlanan erzak; konağın kilerine, aşçıbaşının emrine sunulur.
Yapılan hazırlıklar neticesinde ortaya mükellef iftar sofraları çıkmış olur. İftar sofrasına önce iftar tepsisi gelir, ardından da çorba ikram edilirdi. Çorbayı yumurta takip ederdi. Peynirli veya soğanlı yahut da pastırmalı yumurta konmayan sofra yoktu. Bundan sonra gelen ise bir et yemeği ve onun da arkasından börektir. Börek kalkınca herhangi bir sebze. Sebze gidince pilav, pilav üstüne de tatlı. Tam yedi çeşit yemek! Ramazanlarda zeytinyağlı ve balık nedense yenmez, iftar sofrasında yer almazdı.
Anne – baba aynı köyden olunca hâliyle bölünmüyorsunuz ve kalabalık bir aileniz oluyor. Bayrampaşa’daki arkadaşlarım göçmendi, biz yazları köye gittiğimizde ayrı kalırdık ve mektuplaşırdık. Onların gidecek bir köyü yoktu; onlar bize özenir, biz de onlara üzülürdük.
Annemin babası köyün tek bakkalıydı, bu da bize müthiş avantaj sağlıyordu hâliyle. Şu an köyde bakkal yok, aslında her ilçeye onlarca AVM kuran girişimci ruhlar için köyümüz mükemmel bir fırsat. Özellikle yazın yüzlerce insan oluyor ve para harcayacak yer yok.
Annemin ailesi vefat edip ev kapanana kadar dedemin evinde kalırdık, daha sonra ise amcamın evinde.
Nihayet üç yıl önce başladığımız evimizi esiklere rağmen tamamladık sayılır. Çocukluk arkadaşlarımız merak ettikleri köyümüze gelecekler bu yıl. Yalnız Trabzon’a uçakla gelip köye araba kiralayarak gelmeyi planlıyorlar, henüz bizim köyün yollarıyla tanışmadıkları için merakla bekliyorum ne yapacaklarını.
Köyümüzün muhtarı Hamza Ayar’dan aldığım bilgiye göre; Köyümüz kışın 40, yazın 180 hane… Müthiş şekilde köye dönüş var. Gurbetçiler ve Türkiye’nin farklı illerine giden herkes köyde ev yapıyor. Kışın ülkelerine veya şehirlerine gidiyor, yazın köylerine geliyorlar.
Köyümüz Sümela Manastırı’na yakın, tabii Sümela’nın yolları asfalt bizim köyün yolları stabilize ve bozuk. Sümela’ya yabancı turist geliyor bizim köye yerli turist, düşünüyorum da yabancı turistleri bizim köye çeksek yollarımız yapılır mı acaba?
Anlam veremiyorum; yol yapma konusunda bu kadar iddialı olan AK Parti Hükümeti, neden köyleri es geçiyor? Üstelik öyle duble yol filan da istemiyoruz. Buradan yetkililere sormak istiyorum; bizim köyün yoluna ne zaman sıra gelecek?
Üstelik eskiden köyde ulaşımı sağlayan tek minibüs varken bugün her evde araba var. Hakikaten yakışmıyor günümüz Türkiye’sine…
Mesela; bu yıl oruç tutanlar, tutmayanlara tebessüm etse, selam verse…
“Oruç tutuyorum, herkes bana saygı gösterecek.” mantığından uzaklaşabilsek…
“Oruç”tan kastın, karşımızdakinin değil kendi nefsimizin terbiyesi için olduğunu hatırlasak…
Ramazan ayını oruç tutanlar ve tutmayanlar için SULTAN yapsak…
Hoca efendiler, yeni söylemler geliştirebilse…
Bu konuda kadınlar, hocaların sınırlarını zorluyor gerçi. Geçtiğimiz yıllarda bir genç kızımızın, Nihat Hatipoğlu’na yönelttiği “Sevdiğime kavuşmak için dua ediyorum, o da kendi sevdiğine dua ediyor. Kimin duası kabul olur?” sorusuyla renk getirmese hâlâ sakızın orucu bozup bozmadığını konuşuyor olacaktık. Size bir sır vereyim mi? Kadınların, Ramazan ayı için özel sorular hazırladığını düşünmüyor değilim. Hani şu “Çocuğuma öyle isim vermeliyim ki, kimsede olmasın.” diyerek başka konular için açmadığı Kur’an’ı didik didik okuyanlar gibi. Bakalım bu yıl neler duyacağız. Nihat Hoca’nın çok iyi hazırlanması lazım, zira kadın milletinden korkulur 😊
Çok gıcık olduğum bir durum daha var. Diyetisyenler alınmasın lütfen ama oruç tutarken sağlıklı beslenmeye eklenen “Oruç tutarken nasıl kilo verilir?” muhabbeti hiç çekilmiyor. Sağlıklı beslenelim, kilo vermeyi amaç edinelim tamam da bunun için koskoca on bir ay varken neden Ramazan?
Ayrıca Ramazan pidesine büyük haksızlık yapılıyor. Zavallının ömrü hayatında bir ay albenisi var, haram ettiler yahu. Gerçi bizim mahallede kimse pide karşıtı söylemlerden etkilenmiyor, fırın önünde uzun kuyruklar oluşturmaya devam ediyor. Pidemizi yer, teravihimizi kılarız, doğal dengemizi de koruruz.
Cep telefonlarımıza kontrolsüz bir biçimde gelen tanıtım, ticari veya reklam amaçlı mesajlarla ilgili 1 Mayıs 2015 tarihinde bir düzenleme yapıldı. Vatandaş olarak hepimiz sevindik ama sevincimizin kursağımızda kalması çok zaman almadı.
Cep telefonlarımıza gelen mesajlarda değişen tek şey; “SMS listemizden çıkmak istiyorsanız …….. tıklayın veya …….numaraya RED mesajı gönderin” oldu.
Elbette; RED mesajları ücretli, tıklama linki ise anamızdan emdiğiniz sütü burnumuzdan getirecek şekilde karmaşık.
GSM operatörümü aradığımda kanunun izin vermesi sebebiyle tanıtım, reklam mesajlarını tamamen engelleyemediklerini söylediler.
Telefonuma gelen mesajlarda açık numara olmadığı için numarayı engelleme imkanım da yok.
Beni istemediğim mesajlardan korumak adına (!) adına çıkarılan bu kanunda dahi ticari kurumların menfaatinin düşünülmesini vatandaş olarak kınıyorum ve yetkililere soruyorum.
NEDEN;
- “Lütfen reklamlarınızı bana bildirin” diyerek onay vermediğim ve telefonuma gelen mesajlar için RED onayı vermem gerekiyor?