Ayşe Aral - Kelebek

Dört aylık ömrün var

19 Eylül 2014
Dan! Beynin uyuşuyor. Bütün vücudun ağırlaşıyor, kalbin sanki ağızından çıkacak gibi çarpmaya başlıyor.

Ağlıyorsun gözyaşların akıyor ama hıçkıramıyorsun, konuşmak istiyorsun ama dilin dönmüyor.Hayatın öyle film şeridi falan gibi gözlerinin önünden geçmiyor, sadece kızın, annen, kız kardeşin gözünün önüne geliyor. Bunlar, eğer bana bir doktor dört aylık ömrün kaldı deseydi tahminen benim ilk anda yaşayıp hissedeceklerim. Bir hastalığın olup onu yendikten sonra tekrar nüksederse duyabilirsin bunu ya da yıllık bir sağlık kontrolü sırasında.
Deprem gibi sarsıcı, sadece şiddetleri farklı. Belki yakın çevremizde olmasa da şu an kaç ay ömürleri kaldığını bilerek yaşayan milyonlarca insan var dünyada. Geçen hafta Amerikalı haber spikeri Dave Benton canlı yayında sanki başka birinin haberini okuyormuşçasına soğukkanlılıkla kendini anlattı.
“Biliyorsunuz, beynimde tümör vardı, nüksetti. Altı aylık ömrüm kalmış. Sizlerle paylaşmak istedim” dedi. Nasıl bir şey ya? Nasıl bir ruh halidir, nasıl bir sınavdır? Hem sana hem yakınlarına? Neticede hepimiz öleceğiz, o başka. Mesela dört aylık ömrü kalan birinin belki en yakını bir kaza eseri ya da ani bir kalp krizinden sonra ondan önce göçüp gidecek bu dünyadan, olur ya. Kader bu, ne yazdıysa Allah, o. Ama şimdi sizlere ve kendime soracağım. Seçme şansınız olsaydı hangisini isterdiniz: Ani ölüm mü, kaç ay ömrünüzün kaldığını bilerek ölmek mi?
Aslında bu öyle uzun yazılacak, daha doğrusu üzerine saatlerce konuşulacak bir konu.
Yerim yettiğince yazıyorum. Ben kendi adıma ömrümün ne kadar kaldığını bilmek isterdim. Bunu istememin tek sebebi kızım. Kızımı gidişime hazırlamak istemem.
Yoksa aslında ne kadar ömrümün kaldığını biliyor olmam ölümden korkan ben için bir kabus. Çünkü küt diye ölürsem bir şey hissetmeyeceğim ben. Ailenle vedalaşmak, söyleyemediklerini söylemek, affetmek, affedilmek, helal edip helallık almak, yapamadıklarını yapmak, sotedekileri çıkarıp har vurup harman savurmak, mezarını kendin hazırlamak...
Yahu işte hastalığın el verdiği sürece yapabileceğin ne varsa yapabiliyorsan yapmak.

Yazının Devamını Oku

Bakalım hayırlısı

17 Eylül 2014
Gergin ve düşünceli bir dönemdeyim, sıkça okuyanlarınız belki diyeceksiniz ki “aaa pek şaşırdık, hayırdır, hâlbuki genelde hiç değilsindir.”

Valla aslında şeker ve uysal bir tipimdir, bakmayın yazılarıma sıkıntıdayım bu ara.
Şimdi benim gerginlik tavana vurunca nereden anlarım; elektrikli aletlerden, ampullerden.
Daha önce de yazmıştım, ben elektrikli aletleri bozarım.
Bilgisayarım çöker, tabletim bozulur, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi... O birkaç gün içinde hangilerine çıktıysa piyango hayata veda ederler.
Toprak kurtuluşum olur bu zamanlarda, yalın ayak günde saatlerce bas basabildiğince Ayşe.
Şimdilerdeki gerginliğimin sebebi hala ev bulamamış olmam ve annemle yaşamak zorunda kalmam. Yirmi dört senedir tüm evlerinin kontrolünü kendi tekelinde tutan ben, ana bile olsa başkasının kontrolü altında yaşayamıyorum işte.
Kadıncağıza da eziyet, günah neticede.

Yazının Devamını Oku

Melekler ve Beki İkala Erikli

13 Eylül 2014
Birkaç defa size meleklerle ilgili yazılar yazdım. Meleklerin ve Beki’nin hayatıma nasıl girdiklerini anlattım.

Aslında Beki hayatıma girdi, melekler zaten hepimizin hayatında varlar, sadece onlarla iletişime geçme yolunu bilmiyoruz, o kadar.
Ben ağır bir hastalıktan sonra Beki’yle tanışmıştım (daha önce okumayanlar için tekrar yazayım.)
Sonrasında bazı mucizeler yaşadım. Meleklerden ne zaman yardım istesem hep yüzümde bir gülümsemeyle sonuçlandı.
Sizlerin çoğunuzun da Beki’nin özellikle ilk kitabı olan Meleklerle Yaşamak’ı okuduğunuzu biliyorum. Bana o kadar çok e-posta yolladınız ki, sayısını hatırlayamıyorum.
Sonra bir gün bir dükkanın önünde nefes almak için durdum. Kafamı kaldırdım, dükkanın adı Angel’dı (melek). Resmini çekeyim dedim, sonra bir yazıma koydum o fotoğrafı. Ardından bir okurumdan e-posta geldi: “Şaka mı, korkutmak için mi yaptın?”
Ne yaptım acaba dedim, fotoğrafa baktım ve kanatları gördüm.
Neyse... Artık bazı sorularınız beni aşıyor, o nedenle Beki’yi yakalamışken sizin adınıza ona sorular sordum, buyurun okuyun.

Yazının Devamını Oku

Kim bu dünyanın en güzel kadını

12 Eylül 2014
En yakın kız arkadaşımla akşam yemeğine çıkıyoruz ama diyoruz ki bu sefer değişik bir yere gidelim yahu.

Hep aynı mekanlar, hep aynı suratlar.
Zaten çok sokakçı değiliz, bari havamız değişsin, hadi bakınalım farklı mekanlara...
Buluyoruz bir yer tavsiye üzerine ve gidiyoruz.
Mekan farklı ama tanıdık suratlar orada da var. Olsun, keyfimiz gıcır.
Sohbet, yemek derken birden gözüm bara takılıyor. Bara derken, barda ayakta duran bir kadına.
Aman Allah’ım diyorum ya, bu nasıl bir güzellik. Kendimi Türkiye standartlarına göre güzel kadın kategorisine sokan ben, küçülüyorum bir anda masada.
Boyu bir seksen yedi falan, saçları uzun ama takma, ek gibi, Rapunzelimsi, şuursuz uzunlukta değil.

Yazının Devamını Oku

Katil adam

6 Eylül 2014
Seda’nın programında yaşanılanlardan sonra herkes yazıp çizdi, fikrini beyan etti. Herkes kendi bakış açısını anlattı.

Ben de yazmadan duramayacağım elbet ama herkesin atladığı, gözünden kaçırdığı bir şeyi yazacağım.
Bu olayın içinde beni en çok etkileyen hepimizin esas tartışması, üzerinde kafa yorması gereken bir gerçek var.
O adamın, o pisliğin öldürdüğü kadınlardan birinin oğlu telefonla canlı yayına bağlandı.
Ben sadece Hürriyet web’in yayınladığı kadarını izleyebildim.
Ama o kadarı bile benim mahvolmama, içimin yarılmasına yetti.
“Annesiz bıraktın beni” dedi, “hem de 13 yaşında. Senin suratını görmeye nasıl tahammül edebilirim?” dedi.
“Şimdi karşımda yayılmış oturuyorsun” dedi.

Yazının Devamını Oku

Diren Ayşe

6 Eylül 2014
Midye gibi sıcak suya at beni, anında açılırım, dökerim her şeyi.

Köşemde de böyle oldum hep. Kiminiz bayıldınız, kiminiz boğuldunuz belki.
Ezikliklerime, çaresizliklerime kadar yazdım.
Eh bu da cesaret ister be! Millet yediğini, içtiğini, peşindeki erkekleri yazarken hakkımı verin şurada yani.
Şimdi evimden çıktım. Niye... Meşhur koca davası bitmedi, eh mecburen küçüleyim diye.
Kendime yeni bir in (evcik) bakınırken benim evi de banka satın almışken anama yerleştim. Allah’ım ya, gestapo ve ben beraber.
Benim ev kocamandı, eşyalar depoya kalktı.
Ama annem benim odamı yoksunluk çekmeyeyim diye bir gün ben sokakta gezerken eski odam haline sokmuş ki çıldıracaktım. Mumlara kadar getirmiş, koymuş. Beni o evde kalıcı sandı.

Yazının Devamını Oku

20’likler ve şuursuz adamlar

3 Eylül 2014
Nasıl sinirliyim, nasıl.

Zaten sinirimi akıtmam gereken bu yazıyı normalde geçen hafta cumartesi yazacaktım ama yazamadım. Ne oldu, parmaklarımı araba kapısına kaptırdım, yazı yazamadım. Ama her işte bir hayır var.
Gerçi bu hayır değil, sinir kat sayımı kat be kat artıran bir hal.
Yazacağım şimdi bir sürü şey.
Ha yazmadan evvel parmakçıklarım için gerek e-postalarınızla gerek Hürriyet sosyal sayfamdaki paylaşımlarınızla verdiğiniz desteğiniz, iyi dilekleriniz için sonsuz teşekkürler.
Benim sinirim aslında hepinizin siniri, biliyorum.
Ben sizlerden biraz şanslıyım, bir yerim var, haykırabiliyorum.
Bugün sizler için haykıracağım. Bugün bu köşeyi farz edin beraber yazdık.

Yazının Devamını Oku

Görünmez kaza

30 Ağustos 2014
Affınıza sığınıyorum ama bugün yazımı kısa tutmak zorundayım.

Şu okuduklarınızı da zaten aslında yazamadım, telefonda editörüme söylüyorum, o yazıyor.
Çünkü yine acele hareket etmem sebebiyle küçük çapta bir kaza geçirdim.Temkinsiz davranırım hep, yine öyle yaptım.
Alışveriş torbaları elimdeyken arabanın kapısını sağ elimin parmaklarının üzerine kapattım.
Böyle bir acıyı en son bağırsaklarım düğümlendiğinde yaşamıştım.
Kırık olmaması mucize dediler.
Dört parmağım şu an mosmor ve inanılmaz şişler.Hareket etme ihtimalleri şu an yok, ağrı ise inanılmaz derecede yüksek.
Bu nedenle kusuruma bakmayın.

Yazının Devamını Oku