Ayşe Aral - Kelebek

Atatürk'üme mektup

14 Kasım 2014
Sevgili Ata’m...

Sen gittin gideli buralarda çok şey değişti.
Bizler; senin gerçek emanetçilerin, ülkeyi kurda kuşa yem olmaması, daha doğrusu kötü niyetli insanlara bırakmamak adına bağrınıp çağrınıyoruz. Elden gelen anca o...
Kurt kuş yazdım, eşeklik yaptım, hayvanseveriz biz. Sen de severdin, keşke işimiz kurda kuşa kalaydı.
Bizlerin artık birbirimize eşeklik yaptığımızda, kelimeler yetmediğinde uzatacak bir zeytin dalımız bile kalmadı.
Yakında kuşlarımız da kalmaz, bir numara bulurlar, kurtlar da zaten inmiyorlar dağdan.
Dağlarda zaten durum fena karışık. Sen diktatörmüşsün, “ey Allah’ım!” diyorum, başka bir şey demiyorum. Anlayan anlar diyorum, o kadar.
Kadına kıza çok değer verirdin, senden sonra pek değer bilinmedi.

Yazının Devamını Oku

Ortaya karışık

12 Kasım 2014
Gay’lik ve güç.

Bu aralar yüksek yüksek tepelerden “Ben bir gay’im” (eşcinselim) açıklamaları geliyor. Yüksek tepelerin biri Letonya. Letonya Dışişleri Bakanı Edgars Rinkevics “Ben bir gay’im” dedi. “Ülkemin her türlü ilişki için yasal statü yaratması gerekiyor, bunun için savaşacağım” diye de ekledi. Cinsel tercihinden ötürü gurur duyduğunu söyledi. Rinkevics’in LGBTİ haklarının sesi olması bekleniyor ve büyük ölçüde de destekleniyor. Sonra Apple’ın CEO’su Tim Cook da açıkladı; “Ben bir gay’im. Gurur duyuyorum. Bu bana tanrının bir hediyesi. CEO olmanın verdiği büyük sorumluluktan dolayı açıklama gereği hissettim.” Ona da kimse bir şey demedi. “Helal olsun” dendi. LGBTİ haklarının sesi oldu. Güç farklı bir şey. Gücün olduğu yerde, işler her zaman kolay işler. Bizim iki akıllı
Emrullah Tüzün’le Ekin Keser zaten üç kuruşla geçinir giderler. Çıktılar “Gay’iz” dediler, düğün yapmaya giriştiler. “Neden düğün yaptınız?” diye sorunca “LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılığın son bulması açısından önemli bir aktivizm diye düşündük” dediler.
Ama ne oldu, işlerinden, evlerinden kovuldular. Tehdit üzerine tehdit aldılar. Baba reddetti, “Soyadımı geri ver” dedi. “Annen zaten pislikti” dediler. Çocuklar sokakta gezemez hale geldi. Ne sandınız ki çocuklar siz kendinizi? CEO mu, bakan mı? Bir gün bizim ülkede büyük, yani yüksek yüksek tepelerden biri ya da birileri çıkacak ki (çok bekleriz, hayatta çıkmaz, o da ayrı), anca belki o zaman... Nerede o cesaret, o yürek?

Ahmet Çakar
Ahmet Çakar’ın tarzına oldum olası alışamadım gitti. İnsan sevmez bir havası var sanki.
Ya da Nur’a (Yerlitaş) dediği gibi, kendi deyimiyle iltifat ettiği gibi, o da bir “ekran hayvanı ve hokkabazı”, televizyon hali böyle belki.
Belki oturup bir kahve içsek, bir yemek yesek “Yahu ne şekermişsiniz” diyeceğim, bilemiyorum şimdi.

Yazının Devamını Oku

Anne baba ne ettiniz bana

8 Kasım 2014
Yazıyorum bazen annemle geçinemiyorum diye. Hep bir kavga aramızda, hep bir harala gürele.

Nedeni onun asaleti, fena halde düzgün, otoriter olma hali. Bense öyle değilim, beni onun yetiştirmiş olmasın arağmen şu yaşımda halen zincirleri koparan bir cinsim. Kızım da anneme benziyor, o da otoriter ve asil. İkisiyle yemeğe çıkmak ya da tatile benim için Çin işkencesinden beter. Belli saatlerde kalkarlar, sağlıklı beslenirler, içki yanlarına uğramaz. Saat dokuz gibi kafaları düşer, uykuları gelir. Ben bir bardak daha yolluk dersem son sigaramla (aman duymasın kimseler) “abarttın, hadi, evli evine, köylü köyüne” derler. Sabahın da bir körü “kahvaltı hazır” diye bas bas beynimde bağırırlar. Sanırsınız kahvaltıda börek poğaça var! Tabi ki salatalık, domates, zeytin ve otlar... Konuya gelelim... Annem ve babama kızgınım ben. Bir tarafım deli kalmak istemesine rağmen kalamıyorum işte. Ağaç yaşken eğilir misali, eğilmiş bir kere. Öğretilen şeyler beynime kazınmış, aslında çoğu yanlış. Muhtemelen demişler ki kimseyle konuşmayacaksın, yanına kimseyi yaklaştırmayacaksın. Yanıma ne gelen olur, ne de giden. Zaten gelen olmayınca giden sıfır haliyle. “Hırs kötü” derdi annem. İyi halt etti. Hırsa sahip olmadığımdan iş hayatında mehter takımı gibi üç ileri, bir geri gidiyorum. Tam yeni atılımlar düşünüyorum, aman bir gün yaparım, boşver diyorum. Yapacağım projeleri de eşe dosta, sağ olsunlar benden önce kendileri yapıp ekmeğini de tek başlarına yiyorlar. Afiyet olsun diyorum. “Fazla gülme, sırıtma.” Gülmeyi ben pek bilmem, arada çok espri olunca ağzımı kapayarak gülerim. Sanki öksürüp hapşıracağım, dışarıdan o izlenim. Gülmek, fazla kıkırdamak ayıp sanki. Zaten son zamanlarda ülkede gülecek hal kalmadı, bu konuda anadan yırttım, o da bonus bana diye düşünmekteyim. “Çok oku.” Fazla okumaktan dünyam karıştı, çocuklarınıza sürekli okutmayın. Arada beyinleri dinleniversin. Babam evde arada beynimi dinlendirmek istediğinde Ekrem Muhittin Yeğen’in yemek kitaplarını tutuşturdu elime, “şimdi bunları oku” diye. Baskı çoktu bizim evde, dışarı falan salmazlardı beni, iyi de ettiler, alın size. Erkenden kaçıp evleniverdim işte hürriyet hürriyet diye. “Sigara, içki yasak” dediler, yasak deyince ruhumu çeldiler, ikisini de severim işte. “Mini etek ıhhh” dediler, “zaten boyun uzun, gerek yok çok dikkat çekmeye”, sayelerinde hâlâ giyemem. Bacaklarım çirkin, iyiliğim için söylediklerine inancım tamdır der, geçerim. (yalan, bacaklarım en güzel yerim!) Nasıl güvenme anam, babam? Ben herkese güveniyorum. Başıma da ne geldiyse ya da gelecekse bundan, onu da biliyorum. Aman ya Ayşe, kumaş bu, neyse ne diyorum. Güvenip hata üzerine hata ediyorum. “Hayır demeyi öğren” der annem. Hayır diyorum ama evet demem gereken şeylere. Evet diyorum hayır demem gereken her şeye. Çocuk büyütmek zor bu memlekette. Bizimkiler de fazla koruyucu olmuş, benden bir arıza yaratmışlar işte. Zaten potansiyel de varmış maşallah. Ama yine de şu yaşa az marazla geldim, sanırım yaşlandıkça da durulup akıllanacağım. Gerçi anacığımın pek ümidi yok benden yana, “Allah’tan” diyor, “torundan, Ayça’dan yana şanslı çıktım. Sen de işte arada kaynarsın.” Ha bir de en büyük duası şöyle: Hakkımdan gelecek bir kocanın gelip beni bulması. Bu duanın gerçekleşeceğini de hiç sanmıyorum.

Yazının Devamını Oku

Kendimi Türk doktorlarına emanet ediyorum

5 Kasım 2014
Etme niyetindeyim çünkü bu haftasonu yaşadıklarımdan sonra fena halde doldum.

Hatta taştım, kabıma sığamıyorum. Hop oturup hop kalkıyorum.
Doktorlar derken derdimi tek doktorla çözmek arzusuyla yanıp tutuşuyorum aslında...
Bugünden sonra da ne siz beni iyi tanıyan okur dostlarımdan, ne anamdan, ne kardeşim Ayça’dan, ne de bir arkadaşımdan “Ayşe sokağa çık, sosyalleş azıcık” lafını duymak istiyorum.
Ha ben ne zaman şu doktor işini hallederim, o zaman zaten eve anca yatmadan yatmaya girerim.
Evet, perşembeden beri söz dinledim, katılmam gereken eş dost yemeklerini, arkadaş buluşmalarını bu sefer sallamadım, gittim.
Hem iki insan görürüm, hem olur ya iki insanla tanışırım dedim, kısmet işi böyle şeyler.
Kendime göre hoş ve güzel bir kadınım ben, arkadaşlarım söyler. Annemin arkadaşları da söyler. Kardeşimin arkadaşları da söyler. Kızımın arkadaşları bile söyler.

Yazının Devamını Oku

Bugün ne düşünüyorsam o

1 Kasım 2014
Hayatın ne tuhaf olduğunu düşünüyorum.

İnsanların ne tuhaf olduğunu; kimilerinin ne kadar iyi, kimilerinin de ne kadar kötü olduğunu.
Vicdanlı insanların var olduğunu, vicdansızların ise vicdanlılardan daha fazla bulunduğunu.
Empati yapmayı bilmeyenlerin, insanları yargılamayı iş edinenlerin kol gezdiğini görüyorum etrafta.
“İlk önce ben” diyen birileri olup çıktık diyorum, sahte gözyaşları döküp, iki günde her acıyı unutup, hiçbir şeyden ders çıkarmayıp, eller havada insanlar haline geldik. Ötesi var mı diyorum.
Gerçek nedir, esas neye üzülmek gerekir, neyi paylaşıp neyi çözmek gerekir bilmez olduk.
Bunlardan çok uzak bir yerlerdeyiz biz.
Birilerinin başına bir şey geldiği zaman tek bildiğimiz neden ve niçin diye yargı dolu çığlıklar, sesler...

Yazının Devamını Oku

Atatürk’le bir gece

31 Ekim 2014
Kendimi attım Ankara sokaklarına, yıl 1929.

Her yer donanmış Türk bayraklarıyla, sanırsınız gökyüzü boyanmış al kırmızısına.
Tarih 29 Ekim. Duyuyorum bir yerden.. Balo var, Cumhuriyet balosu.
Tamam diyorum, ben şimdi bir yolunu bulurum, karışırım o baloya.
Girerim içeriye bir şekilde ya, tanıdık asker masker, oho bir sürü nasıl olsa...
Yan evin oğlu asker Ahmet’e soruverdim, davetiyeye ihtiyacım var dedim.
“Ne gerek var” dedi, “benimle geliverirsin, zevktir kavalyen olmak benim için.”
Bakındım ne giyerim diye, yaşım 35’in üstünde, evlenememişim, olmamış işte.

Yazının Devamını Oku

Eski kocama tekrar aşık oldum

29 Ekim 2014
Bir gördüm onu, yanıma geldi. “Ayşe ne içersin?” dedi. “Eh bir bardak beyaz şarap alayım” dedim “ama eskisi gibi balon bardak, bol buz koysunlar, e mi?” Güldü, “Tabii” dedi.

Elimi kolumu barın neresine koyacağımı bilemedim, aslında yaşadıklarımızdan bir elimi kocamın boynuna, diğerini beline falan dolayıp “kadınca dövme” nasılsa ona girişmeliydim. Ama adam o kadar asildi ki ben gevşe gevşe pişmaniye kıvamı bir hale geldim. Sonra bir ses duydum, bizim düğün müziğimiz -Carmina Burana- arası, elektrikli süpürge! Ha dedim, rüyaymış yine. Kocamla aşk ister miydim dedim kan revan içinde uyanınca birden bire. Çok romantikti her şey ya rüyada öylece. Yok, asla istemezdim, o da zaten asla istemezdi. Ama kocamla yani şu an adı artık “eski” olanla bu dostluğu çok isterdim. Ayda bir sokağa onunla
çıkıp bu bar muhabbetini ya da bir sinema- popcorn halini ya da “bu sezon alışverişi, hadi” demeyi, aramıza en pırlantamızı da alıp gitmeyi çok isterdim. Biz bizim içimize ettik, bize de olan yok aslında işin doğrusu, gerçeği. Biz anne babayı birarada görmeyi her şeyden çok hak eden pırlanta bir evladı hiçe saydık. Birimiz bir gücünü kullandı, birimiz kalemini. Bana okur dostlarım yazdı, “yeter bırak, üzülme” diye. İnsan hakkı neyse onu alır. Hayat çok kısa. Ben artık kocamla ilgili hiçbir şey yazmayacağım. O benim 19 yaşımdaki ilk aşkım. Hep mutlu olsun. Dünyanın babamdan sonraki en iyi babası. Para pulu geçmek lazım, affetmek, sevgi çok önemli. Kim kime ne zaman muhtaç olur ki? End of Ayşe’s eski koca yazıları.

Ayşe’nin notu:
“Kocanla maddi konuda anlaştın herhalde”, “dava” falan yazarsanız diye baştan yazayım... Anlaştıysam ve biz konuşuyorsak öleyim. Sadece bu yıllık iznimde bilmiyorum, belki biraz büyüdüm.

Falcı“Falcıya fal baktırdım, tarot” dedim, “değişik baktı, heyecan yaptım” dedim. “Evi” dedim, “şaşırttı beni çünkü villanın beteri.” Bildikleri çoktu ama ilerleyen günlere dek dediklerinden hala ortada bir koca yok. “Üç” dedi; “gün, saat, dakika, ay... olabilir.”
Baktım hepsi nanik, yıl olacak ancak. Bu nedenle bana gelen sürü sepet e-postalarınıza ilk kez cevap yazmadım. Bana hiç gelen giden, bende değişen olmadı. Etik görmediğim için bu şahsın adını sanını sizlere vermedim, vermemeyi seçtim. Olmayan hayallerinizin olacağına, yaşadığınız şeyleri varsayalım birinin size hatırlatacağına, olmayacakları da “ha bak iki güne” kurdurmasına aracılık etmek istemedim, asla da etmeyeceğim. Ama tarot bakmaya başladım canım okur dostlarım. Öğreniyorum elin kartlarını. Bedavadan size bakarım sayfamda, ne var ki yani. Öperim.

Yazının Devamını Oku

Cem Garipoğlu, Perihan Mağden, iki kadın

18 Ekim 2014
Perihan Mağden, “İki evlat gitti, yazık oldu” yazmış. Yazısının bu kısmına katılmamak imkansız. Zaten her gün evlatlar gidiyor ülkemizde, başka ülkelerde. Aslında çelişki, her giden “evlat” bir yerde... Teröristi de, tacizcisi de, katili de...

Anadan doğma, babadan olmayan kimse yok ki yeryüzünde. Sadece yaşlar genç olunca iş değişiyor işte.
Bir de gidiş şekline göre.
Acının şekli farklı oluyor kimilerince.
Ama ateş ateş işte.

PERİHAN MAĞDEN’E...
Okunan birisiniz, dikkat ediniz.

Yazının Devamını Oku