◊ Yazlıkçılar... Onlar “Denize inerler”... Siz uyurken şezlonga havlu atarlar, en hızlı şemsiyeyi onlar çeker, koltuk altı portatif sandalye bulundururlar. Her sezonun sevgilisiler ama tersleri de fena... Fevkalade ekonomikler: Ekmek arası evden öğünler, poşette taze meyveler, meşrubat... Plajda har vurup harman savuranları hor görmeler... Onlar plajların tuzu biberidirler...
◊ Tam tekmiller... Sezon ve plaj modasının bilirkişileri bunlar. Yeni nesil denizyataklarının, flamingoların, ananasların, tek boynuzlu atların ikamet adresi. Ama yalvarsanız o denizyatağını bir tur vermezler. Açık ara Instagram’ın ekmeğini en çok yiyenler. Issız bir adaya düşseniz teçhizatıyla yanınıza alacağınız üç kişiden biridirler.
◊ Sosyal medya canavarları... Yaz olmuş, plaj olmuş, karaya gemi yanaşmış, denizden babaları çıkmış falan bunlar hep hikâye. Onların kalbine giden yol serin sulardan değil Instagram’dan, Face’ten, Twitter’dan geçiyor. Tabii bu arada mevsimler, ömür de geçiyor. Büyümeyen ergenlerin kulaklarına küpe...
◊ Adrenalini tavanlar... Ringolar, bananalar, sonarlar, flyfish’ler, popparazzi’ler, bandwagon’lar, flyboard’lar... Hayatın adrenalini az gelmiş olacak ki çareyi su sporlarında arıyorlar. Bi’ batıp çıkmakla yetinmezler. Olmadı soluğu arkadaşının tepesinde alırlar, mutluluğu deve güreşinde ararlar, dalıp arkadaşını sırtına alanlar, onun bunun sırtından füze gibi atlayanlar... Bi’ rahat durmayanlar, yorulmak bilmeyenler, enerjisiyle yoranlar...
◊ Bi’ batıp çıkanlar... Mutluluğu uzaklarda arayan, “Yok yok, ileride boy kurtarıyor, gelin!” diyenlere ağız burun yapanlar. Bi’ batıp çıkan hatta ayaklarını suya sokup, ufak ufak uzayanlar. Denizle, kumla, güneşle yıldızı bir türlü barışamayanlar yine de ‘ne seninle ne sensiz’ modunda takılanlar. Fazla ısrar edilmez, tatları çabuk kaçar.
◊ Muradına erenler... Plajlarda son yazların en popüler simaları plajda gelin ve damat kişileri... Paçası sıvanmış damatlar, dalgalara karşı telli duvaklı gelinler... Hayaller gün boyu romantik çekimler, gerçeklerse “Bitse de gitsek”ler...
◊ Aşırı korumacılar...
NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Pamukkale Kaymakamlığı, mart ayında ‘Nomofobi Günü’ düzenledi. Ankara Devlet Opera ve Balesi, nisan ayında ‘Nomofobi 2018’i sahneledi. Yani artık uçak, karanlık, yükseklik, açık alan, kapalı alan fobisi ‘out’; nomofobi ‘in’. ‘No mobile phobia’dan türetilen nomofobi, en basit haliyle cep telefonsuz kalma korkusu. Adı, 2008’de İngiltere’de konmuş. Telefonlar giderek akıllanınca da işler çığırından çıkmış.
KİMLER RİSK ALTINDA?
Dr. Timur Yılmaz anlatıyor: Nomofobiklerle bağımlı kişilerin kişilik, aile ve sosyal yapıları benzermiş. Narsisizm, obsesyon gibi kişilik bozukluğu olanlarla depresyon, yaygın endişe bozukluğu gibi nöropsikiyatrik tanı alanlar ve ailesinde bağımlı akrabası olanlar nomofobi için riskli gruptaymış.
BELİRTİLERİ NELER?
Yanında telefonu olmadığında bir uzvu eksik gibi hissedenler, başı dönenler, nefesi kesilenler, anksiyete belirtisi gösterenler... Elinde, cebinde olsa bile ‘telefonum çalınır mı’ diye akla karayı seçenler... Şarjı bitince çaresiz kalanlar... Telefonu yanındayken bile kafayı ona takanlar... Mail’lere, mesajlara, sosyal medyaya kayıtsız kalamayanlar... Başucunda kitabı değil, telefonu olanlar... Bilek ve boyun ağrısı çekenler... Dikkati dağınık, konsantrasyonu bozuklar... Arkasından atlı kovalarcasına dörtnala koşanlar... Yavaş insanlara, yavaş sohbetlere, sadeliğe, sakinliğe tahammül edemeyenler... Yoksa siz de nomofobik misiniz?
EŞLİKÇİLERİ NELER?
Hangi yaş grubuyla kaç gün tatil yapılsın? Bilenler bilmeyenlere, duyanlar duymayanlara söylesin! 0-2 yaş dönemi çocuklar için 10 günden uzun tatiller endişe vericiymiş. İdeali 5-7 günmüş. 3-6 yaş dönemi nam-ı diğer ‘oyun çocukları’ysa daha rahatmış. Daha uzun süre evlerinden ayrı kalabilirlermiş.
Gelelim fasulyenin faydalarına. Bir kere çocukla ve çocuklu tatilde amaç, son derece basit; birkaç gün değişik bir yerde konaklamak. ‘Yerlerde’ demiyorum çünkü ‘daldan dala’ gibi bir durum yok, olmamalıymış da... Yalan yok, çocukla yurtdışı tatili sosyal medyada çok ‘janjanlı’ gözüküyor. Ama doktorumuzun da dediği gibi çocukla yurtdışı tatili özünde size de çocuğa da eziyet. E, peki nerelere gidilmeli? Çocuklara uygun aktiviteli, çocuk kulüplü, rahat, ortamı güvenli olan halis muhlis tatil köylerine... Tabii tatil köylerinin acil durumlar için şehre yakınlığı da önemli. Acentelerden bilgi almayı, çocuklu ailelerle müzakere etmeyi, internette fır dönmeyi de unutmayın.
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi, bir de yolculuk şekli vardır... Ne kadar süre ve nerede tatil yapacağınız tamam. Sıra geldi neyle, nasıl seyahat edeceğinize. Uçakla... İki yaş altı çocuklar kalkışta ve inişte kabin basıncına karşı emzirilerek ve uçuş saatleri mümkün olduğunca uyku saatlerine denk getirilerek... İki yaştan büyükse birkaç oyuncağı, atıştırmalıkları ve suyuyla... Dört yaşından büyükse sizin gözetiminizde kabin basıncına karşı sakız çiğneyerek... Arabayla... Mutlaka arkada, kendi otokoltuğunda, sık mola vererek... Tren ve gemi yolcuklarına gelince... Onlar uçağa ve arabaya kıyasla daha çok hareket olanağı sağladığı için rahatlıkta liste başıymış. Ama “Bizim kızı/oğlanı deniz tutar” derseniz yolculuk öncesi hafif yemekler tercih etmeliymişsiniz.
Valizlerin olmazsa olmazları... Uzun ve kısa kollu pamuklu giysiler, sandaletler, şapkalar, güneş gözlüğü, kolluk/simit, mayolar, oyuncaklar, kitaplar, cibinlik, şampuan, sabun, nemlendirici yağ, güneş koruyucu, bebek arabası, kanguru, plastik tabak-kaşık, yedek çarşaf, havlu... Ve tabii ki ilkyardım/ecza çantası... Ateş düşürücüler, ağrı kesiciler, alerji ilaçları, kortizonlu kremler, pişik kremleri, antibiyotikli merhemler, elastik sargı, flaster, burkulmalar için jel, sıcak/soğuk kompres olabilen paketler, termometre... Var mı artıran?
Tatilde bir gün nasıl geçmeli? Yemek saati, oyun saati, uyku saati şaşmamalıymış. Yani rutine dikkat. Hazır ve çabuk bozulma ihtimali olan gıdalar verilmemeli, bol bol su içirmeliymiş. Sonra 20 dakikadan fazla güneş altında kalmamalılarmış. 10.00-16.00 arasındaki güneş ışınları çocuklar için tehlike alarmıymış. Yüksek koruma faktörlü güneş kremleri olmazsa olmazmış. Havuzda ve denizde çocuklar asla yalnız bırakılmamalıymış. Kalabalık havuz ve denizden de uzak durulmalıymış. Sadece yüzerken değil, havuz/deniz kenarında oynarken de kollarda kolluk, kaymamak için de ayaklarda sandalet olmalıymış.
BABA OLUNCA ANLARSIN
“Neden? Niçin? Nasıl?” üçlüsünün kafadan cevabı. Açık ara liste başı. Sözde empati, özde maçı kurtarma. Tam siz baba olunca anlayacağınıza inanmışken, hop ikinci hamle gelecek...
HEP ANNENİN TARAFINI TUT ZATEN
Cümle böyle başlar, “Bu çocuğa hep sen yüz veriyorsun”, “Aynı annesinin kızı/oğlu” ile devam eder. Atara atar, gidere gider durumudur. Tavsiyem, bu toplara hiç girmeyin.
SEN BULMUŞSUN BENİM GİBİ BABAYI
Yapılacak tek hareketi söylüyorum: Öpüp başınıza koyacaksınız. Gereksiz kibir, gereksiz kıyas, gereksiz ergenlik yapmayın. Bir yetişkin babanın olmazsa olmaz ihtiyacı övgü, övgü ve yine övgü. Övünüz, seviniz, sayınız ve her fırsatta pohpohlayınız. Kilit cümleleri veriyorum: Aslan babam, canım babam, baba gibi baba, babanın dibi!
BABAYA CEVAP VERİLMEZ
Taş olursunuz, taş! Cevap verecekseniz de “Peki babacım, tamam babacım, sen bilirsin babacım, sen haklısın babacım”dan dışarı çıkmayacaksınız. Hızınızı alamazsanız bir çay koyacaksınız, yanarlı, dönerli meyve tabağı yapacaksınız. İlla ki babaların gönlünü yapacaksınız.
◊ Ata sporu balkona çıkmak: Listenin en cep dostu. Aynı zamanda ruh doktoru. Sabah, öğle, akşam bir başkadır güzelliği. Euro’ya nispet bu yaz en çok balkonlarda ikamet edin. Balkonlar diyorum; eş balkonu olur, dost balkonu olur, akraba balkonunda gıybet olur. Çıkıntı olsun, havadar olsun, sohbet olsun, dostluk olsun, bir de gölge olsun, kıyısından köşesinden deniz de görüyorsa ne âlâ... Başka ihsan istemem, istemeyiz!
◊ Dededen toruna, babadan oğula mangal: Madem ata sporlarıyla başladık, çalıştığımız yerden devam. Mangal Türklerin şanındandır. Sırttan atlet, ayaktan terlik, elden mangalı yellemek suretiyle kartonlar eksik edilmesin. Rotaları veriyorum: İzmir’den Karagöl, Yamanlar Dağı, Sasalı, Çiçekliköy. İstanbul’dan Tayakadin, Polonez Park, Şamlar Tabiat Parkı, gözü yükseklerdekilere Aydos. Başkentten Çınaraltı, Mogan, Antalya’dan Sarısu, Ordu’dan Boztepe, Gaziantep’ten Dülükbaba...
◊ Ne güne duruyor halk plajları?: Yaz günü yüzmek hepimizin hakkı. Şezlongu, şemsiyesi ücretsiz, yemesi-içmesi evden, organik olsun. Meyveler, sular çantaya atılsın... Çoluk, çocuk maaile hafta sonu keyifler yapılsın.
◊ Hepimizin gönlünde yatan aslan Ege kasabaları: Bir devrin ve muhtemelen gelecek devirlerin emeklilik hayali. Emekliliğe çok varsa, euro halay başıysa ver elini Ege kasabaları. Şimdilik ömürlük değil, konar-göçer günübirlik, sezonluk olsun. Hayaller önümüzdeki maçlar ve emeklilik olsun. Sağ baştan sayıyorum: Biz eskidi demeden eskimez Eski Foça... Yavaşlayın, yavaşlatın Sığacık... Her mevsim en şirin Şirince... Sade ve sakin Karaburun, Mordoğan... Belki bir gün dikili ağacımız olur diye Dikili... Şimdi tam zamanı Datça... Ege’nin Maldivleri Bademli... Tadından yenmez Ayvalık, Cunda...
◊ Bir sosyalleşme aracı olarak memleket: “Memleket neresi hemşerim?”, “Nereden?”, “Neresinden?”, “Kimlerden?” Bir sosyalleşme aracı olarak memleketin az ekmeğini yemedik. Şimdi hem vefa borcu ödeme hem de memleketle, hemşeriyle, uzak-yakın akrabayla kucaklaşma zamanı. Euro-TL hesabı yapmadan, yapılmadan gönüller dolsun, valizler dolsun, memlekete, aidiyete doyulsun. Sıcak diye ağız burun yapanlar şifayı dam uykularında bulsun.
◊ Şehir kazan siz kepçe: Küçük-büyük esnaf, tatilsiz çalışanlar... Panik yok! Sona kalan dona kalmadı, sona kalan şehre kaldı. Karpuz kabuğu denize düşüp millet plajlara üşüşünce şehir de size kaldı. Artık ağırlayın birbirinizi. Akşamüstü park olur, bahçe olur, çimen olur, tekere kuvvet bisiklet şahane olur. Sinema püfür püfür serin olur. Açık hava konserleri mevsimin bingosu olur. Şehrin tarihi köşeleri olur, kültür olur. Müzeleri kovalarsanız, havalı olur. Her şeyin alternatifi bulunur, alternatif tatil tüm ceplere fevkalade olur.
Evlendik, evlenemedik
Sevgili ‘evlenmeyenler’, önce dilimizi ve kafamızı değiştiriyoruz: ‘Evlenecek kadın/erkek yok’lar, ‘nasip’ler, ‘kısmet’ler kapı dışarı. Ve çok değerli ‘evlenemeyenler’; zahmetsiz, stressiz, endişesiz ilişki aramayı rafa kaldırıyoruz! İlk adımı atmanın da tanışmanın da sorumluluğunu alıyoruz. Kaygılarımızla yüzleşiyoruz. Yüksek beklentileri törpülüyoruz. Egomuzu değil ruhumuzu, sadece gözümüzü değil aynı zamanda gönlümüzü doyurana yöneliyoruz.
Evlendik, anlaşamadık
Evlendiniz. Bu defa da her hatanın peşine düştünüz, hassas noktalara şakalar yaptınız. Zihnen de bedenen de temas kurmadınız. İltifattan kıstınız. Merak etmediniz, sahiplenmediniz, destek olmadınız. Olduğu gibi kabul etmediniz. Fedakârlıkla ödün vermeyi birbirine yedirdiniz. Ekip değil rakip oldunuz. Özür dilemediniz, hata kabul etmediniz. Özel günleri önemsemediniz... Ama faturalar ödendi, çocukların ihtiyaçları karşılandı, ev sorumlulukları yerine getirildi. Peki mutlu musunuz? Değilsiniz! “İyi evlilik, herkesin kendini huzurlu, mutlu, güvende hissettiği bir sistemdir” diyor Serhat Yabancı. Hayat gibi evlilikte de yatırım, çaba, istek, niyet, paylaşım gerekiyor.
Aldatıldık
Her anlamda iletişimi koparmalı. Koparılamıyorsa net sınırlar koymalı. Sorular şelale: “Bana bunu neden yaptı? Ben bunu hak edecek ne yaptım?” Cevaplar zihni berraklaştırsa da, ne kadar detay, o kadar yara. “Bir daha aldatılırsam nedensiz ve mazeretsiz olarak, hangi durumda olursam olayım ayrılacağım! Bunu net bir dille ifade edip sınırlarınızı çizmelisiniz” diyor Yabancı.
Ramazan demek iki büyük öğün demek değil. Sahura kalkmamak, uykunun daha doyurucu olduğunu sanmak büyük yanlış. Sahur mönüsüne gelince... Çok tuzlu yiyecekler susatacağı için peynirin, zeytinin az tuzlusu, yumurta, menemen, omlet, salata, ceviz, badem, fındık... Yani tok tutacak bol lifli, sağlıklı yağdan zengin, protein veren yiyecekler... İftarda da soğuk yaz çorbaları, 15-20 dakika moladan sonra hafif bir ızgara, belki bir sebze yemeği, olmazsa olmaz kuru bakliyatlar, iftar sofrasında değil ara öğünlerde de meyve ve sütlü tatlı...
◊ Elinizi ve bardağınızı korkak alıştırmayın. Ama sadece suyla susuzluğunuzu gidermeye de kalkmayın. Papatya, melisa, rezene çayları, mineralli sular, şekersiz kompostolar, hoşaflar... Bir de tabii kafein tüketimini minimuma indirmek gerekiyor.
◊ İftar sonrası rehavete kapılmazsak eşi dostu alıp yürüyüşlere çıkarsak şişmeyiz, kilo aldık diye de milleti şişirmeyiz. Doktorumuzdan bir de küçük not; kaslarımızın yağ yakımı yalnızca yürüyüş sırasında değil sonraki üç-dört saatte de devam edermiş. 45 dakikalık yürüyüşler hem ramazanın hem de hayatımızın bir parçası olsun.
◊ Metabolizmayı nasıl hızlandıralım? İftar sonrası yürüyüşlerle metabolizma zaten titreyip kendine gelecek. Öğün aralarında yeşil çay, içeceklere, yiyeceklere tarçın, yoğurt, kefir, yumurta, avokado, Hindistancevizi yağı da metabolizmanın benzini görevini görecek.
Beden tamam,
Kaliteli zeytinyağının yolu kaliteli zeytinden geçiyor. Yani artık üzümünü ye, bağını sorma ‘out’, zeytinyağını ye zeytinini sor, ağacını sor, memleketini sor ‘in’. Kristal Yağları Genel Müdürü Christopher Dologh diyor ki; “Üretici üretimin her anında olmalı. İdeal hasat zamanını belirlemek, bekletmeden aynı gün sıkım yapmak, yağhanelerle, lokal üreticilerle iletişimde olmak, modern tesislerde teknolojinin nimetlerinden faydalanmak çok önemli.” Ayrıca zeytinyağının ürün menşei, barkodu ve gerekli kalite belgelerine sahip tesislerde üretilip üretilmediğine de dikkat dikkat...
Boşuna demiyorlar; zeytin işi, şarap işi. Artık şarap gibi zeytinin de, zeytinyağının da meraklıları, eksperleri, ‘oleolog’ları var. Zeytinin duyusal kalitesi, tadı, kokusu, farklı tip zeytinliklerden çıkan yağların sınıflandırılması, uygun lezzetlerle eşleştirilmesi... Hepsi onlardan soruluyor. Söylediklerine göre; renk, koku ve damakta bıraktığı tadın aroması, yakıcılığı ve burukluğu önemli. Çimen, çağla, badem kokularını taşıyorsa, özellikle natürel sızma zeytinyağı dilinizde, boğazınızda yakıcılık hissi bırakıyorsa, damağınız da hafiften burulduysa o zeytinyağı tamam demektir. Tadı sirke gibiyse, bayatsa, odunsuysa, küf kokuları varsa sakince o elinizdeki yağı yere bırakın, aman diyeyim!
Şişenin ağzı kapalı olmalı ve tamamı doğrudan ısı, ışık almamalıymış. Teneke de olurmuş ama saklamak için ideali koyu renkli, dar boyunlu cam şişelermiş. Ayrıca kulaklara küpe; zeytinyağının raf ömrü 18-24 aymış. Plastik şişelerse en büyük düşmanıymış.
Ege, Marmara, Balıkesir, Edremit, Ayvalık derken 17 milyon zeytin ağacıyla Hatay da yarışa girdi. Kristal Yağları, Üreticileri Geliştirme ve Bölgesel Lezzetleri Koruma Projesi kapsamında Hatay’ın nadide zeytini ‘saurani’ için harekete geçti. Öğrendim ki; saurani zeytini Altınözü’nde hayat buluyormuş, meyveleri yağ bakımından çok zenginmiş. Ancak eski ağaçlara bakım yapılmayınca bölgeye Gemlik çeşidi zeytin ağaçları dikilmiş. Hal böyle olunca saurani zeytini birçok yerel zenginlik gibi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Bununla mücadelenin sonucunda ortaya çıkan saurani zeytinyağı şimdi sınırlı sayıda satışta...
Sırada Antalya ve Mersin var! Bir sonraki durak, Antalya’nın beylik zeytiniyle Mersin-Tarsus’un sarıulak zeytiniymiş.