Aynur Tartan

Anne-babanın en çok başvurduğu 5 okul yalanı!

16 Eylül 2017
Okullar açıldı; anne-baba-çocuk diyalogları, biraz pembe biraz beyaz yalanlar tavan yaptı. Peki yıllar yılı hangi sözler liste başına yerleşti?

1- Bak, eğer okumazsan...

Bütün diyalogların anası. Çarşambanın gelişi perşembeden bellisi. Başı, sonu gönle göre tamamlanası. Serbest çağrışım bu işin favorisi. “Okumazsan onun gibi olursun!”, “Okumazsan seni çırak veririz!” Artık ebeveynlerin aklından, gönlünden ne koparsa.

2- Bütün dersleri pekiyi olmayanı futbolcu yapmıyorlarmış

Futbolcu yazdığıma bakmayın, kafayı mesleğe takmayın. Çocuğun hayallerine göre meslek değişir, gelişir, dönüşür. Doktor olur, polis olur... İlkokul velilerinin favorisi olur.

3- Siz okula, ben işe!

Ağızlara bir parmak bal. ‘Siz okula gidiyorsunuz ama ben de oturup yaymıyorum’ hali, tavrı. Bir nevi çocukları motive durumu. İşi ciddiyete bindirip çoluk çocuk, maaile kapıdan çıkanlar da oldu. Çocuklar en çok bu söze tutuldu.

4- Hobi olarak gene yap!

Resim yap, müzik yap, film yap, tasarım yap, yap Allah yap... Listenin en dost görünümlü. Dostça, arkadaşça, halden anlarca yaklaşan ebeveynin ‘altın bilezik’ öncesi ısınma turları. “Yapma demiyorum, hobi olarak gene yap” ile orta yapan ebeveynin tıp, hukuk, akademisyenlik, mimarlık,

Yazının Devamını Oku

Beş yaprakta sonbahar hüznü

9 Eylül 2017
‘Sonbahar’ deyince kalbe hüzün düşer. Akla hazan gelir, sarı gelir... Yaz neşeli, haylaz ve başına buyrukken neden hep sonbahar günah keçisi ilan edilir? Psikiyatr Başak Tokatlıoğlu ile sonbahara el verdik, hüznünü de unutmadık.

Sonbahar hüznü nedir?

Baharın, yazın tüm kıpırtısına, kapı gıcırtısına oynamasına karşın tüm mevsimlerin sadesi, sakini, olgunu. Islak, haylaz, başına buyruk bir mevsimden sonra durgunu. Daha serin, daha kısa günler... Doğanın yaprak dökümü gibi duygusal dökümler... Ve tabii ki ruhsal, bedensel değişimler... İşte bir kalemde sonbahar hüznü, namı diğer mevsimsel depresyon.

Şehre ve mevsime adapte olmak için tek çare festival. Sonbahar arası sanat 16–22 Eylül tarihlerinde İzmir Efes Opera ve Bale Günleri… Bu yıl pastadaki 5’inci mumunu üfleyen Süslü Kadınlar Bisiklet Turu. 24 Eylül Pazar günü 50 şehirde eş zamanlı yapılacak.

Belirtileri...

Depresif takılanlar, sabah yataktan kazınanlar, isteksizler, karamsarlar, enerjisi azalanlar... Diğer bir deyişle giden mevsimin, yazın yasını tutanlar... Sonbahar hüznünden nasibini alanlar... Tokatlıoğlu’ndan öğrendim ki bu yas tutma hali sadece yaza özel değilmiş. Yazın bir kenara; bilinçli ya da bilinçsiz hayatımızdan eksilen her günün yasını tutarmışız.

Bingosu da var!

Hüzün hep mutsuzluğa, olumsuzluğa, kötüye karşılık değil ya! Bir kere sosyal ve mesleki işlevselliği bozmadığı sürece bu olağan duygusal, ruhsal değişimler bizi biz yapıyor. Hisseden, hislenen, hüzünlenen... Bingosu geleceğe ve yeniliklere hazırlaması. Yeni aylar, yeni mevsimler, ilki sonu fark etmez baharlar hep güzeldir. Hele ki Eylül, hele ki sonbahar hep en güzeli, en karakterlisi, en kişiliklisi, yeni tur, yeni şansı...

Yazının Devamını Oku

Bayram şekeri bunlar

2 Eylül 2017
Bayramın ikinci gününde öneriler, tavsiyeler şeker niyetine. “Bu bayram ne yesek, ne giysek, ne dinlesek, nereye gitsek?” diyenler. Enseyi karartmayın, notlarıma göz atın!

Ne giysek? Mis gibi, çiçek gibi bayramlıkları giysek. Birinci gün karambole geldiyse, ikinci gün “Yeni tur, yeni şans” desek. İlla dumanı, etiketi üstünde kostümler, pabuçlar giyeceğiz diye bir şey yok. Ver elini gardırop. “Bugün, yarın giyerim” diye mahşere ertelediğimiz ne var, ne yok ortaya döksek. İçlerinden on numara kombin yapsak, bayramlık yapsak. Senede bir-iki gün olsun bayram neşesini tenimizde, bedenimizde de yaşasak.

Nereye gitsek? Şehirde kalanlar, evde kalanlar, konu komşuda, hısım akrabada kalanlar... Tatile gidemeyip Instagram’daki deniz-ayak ikilisine hırs yapanlar. Bir kere avantaj sizde. “Neden?” derseniz, fıstık gibi şehir size kaldı. Ayaklara kuvvet, geziyoruz dostlar. Kendi şehrinizde turist olun. Daha önce görmediğiniz bir yeri keşfe çıkın. Bu bayram şehrinizle de bayramlaşın.

Ne yesek? Ne yemesek ki! Kalemi, kâğıdı hazırlayın sağ baştan sayıyorum. Kavurmanın ziyafeti, baklavanın zarafeti, sarmanın kıvrımı, pilavın bereketi, böreğin hem çıtırı hem de çeşit çeşidi... Çatalın ucundancılar kafadan elendiniz. Canı boğazdan gelenler bu bayram da en çok siz sevindiniz, sevildiniz. Bırakın kinoaları, chi’aları, avokadoları dağınık kalsın. Dört gün dört gece dört beyazla bayram olsun, afiyet olsun!

Ne dinlesek? Bu bayram en çok çınarları, büyükleri dinlesek. Dünü, bugünü, anıları, bayramları... Eski günleri, eski dostları, dostlukları... Sonra bayram havalarıyla da maaile havamızı bulsak. Zeki Müren’le, Müzeyyen Senar’la nostalji yapsak; Ceylan Ertem’den ‘Esmer’le geleceğe dokunsak.

Yazının Devamını Oku

Sayfiyeden taksici hikâyeleri

26 Ağustos 2017
Çeşme’de beach’lerin, mekânların hikâyesi olur da taksilerin, taksicilerin olmaz mı? Hem de ne olur! Anlatana da, dinleyene de, yazana da, okuyana da şahane olur. Ben de merak ettim. Topu topu 3 durak, 65 araç dedim. Bindim, indim hikâyelerini dinledim. Bakın ortaya ne çıktı...

1- Hitabet sanatı: Bir kere öyle “Şoför bey” yok, “Beyefendi” yok, “İyi günler”, “İyi akşamlar” hiç yok. Teşekkürden bahsetmiyorum bile. “Çek!” var, “Bas” var, “Yürü” var, ağız burun yapma var, surat var. “Taksiciye insan gözüyle bakmıyorlar” diyorlar. “Ahh nerede o eski Alsancak insanları!”, “Ahh nerede o eski İstanbullular!” diyorlar.

2- Varyemezler: Taksimetreyle romantik takılanlar... Mekânda ödediği hesabı, açtırdığı şampanyayı ağzına dolayanlar, taksimetreyi görünce delirenler... İtiraz edip polisi arayanlar... “Hız yaptın, çok yazdın” diyenler, “Param yok” deyip kimlik bırakanlar... Nam-ı diğer varyemezler. Onlar hep zenginler, hali vakti yerindeler. Üçün beşin hesabını yapmayanlar emekçiler, orta halliler.

3- Çare deride: Bindim, indim derken baktım bütün koltuklar deri. “Nedir bu derinin alamet-i farikası?” dedim. Kusmuktan illallah ettiklerini öğrendim. Arabaya bildiğiniz tuvaletini yapan varmış. Sonra temizle temizleyebilirsen. En masumunu en sona sakladım. Arabaya ıslak mayoyla binenler, havlusundan ödün vermeyenler...

4- Ayılana gazoz, bayılana limon: Alkolden bayılanlar, bayılıp arabada sızanlar... Gideceği yeri unutanlar, belki de hiç bilmeyenler... Şoför “Nereye?” deyince “Eve!” diyenler. Şoför evi bilemeyince atar yapanlar. “Sağında ağaç, solunda duvar” diye fevkalade tarif yapanlar. “Devam et! Devam et!” diye tur üstüne tur attıranlar. “Ben gelince söylerim” diye bütün gece direksiyon sallatanlar. Evinin yolunu bulamayıp şoförün evinde konaklayanlar. Şoförün eşini, çocuğunu paniğe sokanlar. Hepsi gerçek. 

5- Arife tarif gerekmez: Bir de ayık kafa şoföre kafa tutanlar var. Çeşme-Alaçatı bu, her sezon mekânlar değişir, dönüşür, gelişir. Ama şoför adı değişen mekânı, butik oteli bilemeyince vay haline. Azar Allah azar. Bir de potansiyel yolcular yayalar var tabii. Cama tık-tık yapıp ayaküstü adres soranlar, tarife inanmayıp bir de yoldan geçene soranlar. Sözde garanticiler, kontrolcüler. Koca sezonun yükünü çeken şoförler “Bir bilen var o da biziz! Söz konusu arife tarif olunca hep bize soracaksınız!” diyorlar.

PEKİ NE YAPMALI?

- “Merhaba!”, “İyi günler!”, “İyi akşamlar!”, “Teşekkürler!” Sadece müşteri, yolcu olmanın değil, insan olmanın da sanatı. Tatlı dil, güler yüz hepimizin ihtiyacı.

Yazının Devamını Oku

8 profilde yazlıkçılar

5 Ağustos 2017
‘Yazlıkçı’ deyip geçmeyin... Onlar bizim milli değerimiz, medarı iftiharımız. Gereğini yapın, profili çalışın, sizin de olsun!

1) Kostüm elzem: Erkekler; pideci atlet altı şort altı terlik. Atletten çıkan asi ve özgür kıllar. Ense ve kollar yarım kollu gömlek yanığı. Belde soyulmuş deri telefonluk arası cüzdan. Arzu edilirse hangi kapıyı açtığı bilinmeyen bir avuç anahtar. Kadınlar; kafadan buldan bezi. Kırık beyaz, batik, işlemeliler favorisi. Buldan bezi altı iri güllü, çiçekli topuklu terlik, kolda valiz ebatlarında plaj çantası, kafada hasır siperlik. Tırnaklar sedefli, dudaklar rujlu, saçlar bir ömür röfleli, tenler 12 ay zift rengi.

2) Okeye dördüncü aranıyor: Kadın, erkek, genç, yaşlı, küçük, büyük, ihtiyar, kızlar, delikanlılar ve sevimli çocuklar... Yaş, statü fark etmez açık ara yazlıkçıların liste başı oyunu. Gölgelerde, bahçelerde, balkonlarda buluşulur. Taş çalana fena bozulunur. Tavla, King, Amerikano tavlanın kapı komşusudur.

3) Sebze ayıklamak âdettendir: Ayşekadın olur, çalı olur, bamya olur, börülce olur, mevsiminde barbunya şahane olur... Yazlıkçılara sebze ayıklamak on numara sabah sporu olur. Ele zahmet, akşama afiyet olur. Bingosu da konu komşuyla sosyalleşmek olur.

4) Herkesin plajına kimse karışamaz... Kargalar kahvaltısını yapmadan şezlonglara havlular atılır, şemsiyeler çekilir, keyiflere bakılır. Beyaz peynir-domates ekmek arası yapılır, mısır evde haşlanır, suyu, meyvesi, meşrubatı hep evden taşınır. Plajdaki satıcılara da ağız burun yapılır. Hasır sermek aç-otur sandalyelerin yanında demode kalır.

5) Yazlıkçı dili-edebiyatı: ‘Denize inmek’, ‘çarşıya inmek’, ‘balkon terliği’, ‘mangalı yellemek’ ve daha nicelerini dillere pelesenk etmek...

6) Klima vs. vantilatör: Vantilatörün fendi tabii ki klimayı yendi. Tavanda kanatlıları tadından yenmedi. Yazlar boyu yazlıkçılar klimadan hiç hazzetmedi. Haldır haldır dönen vantilatörler kaç neslin kulağının pasını sildi.

7) Azı karar, çoğu zarar genç ve çocuk sevgisi:

Yazının Devamını Oku

Happy hour'lar IN, mekânlar OUT

29 Temmuz 2017
Serdar’lar, Berkay’lar, Kenan’lar, Demet’ler, Gülşen’ler, Hande’ler, Hadise’ler... Bu akşamüstü bir maniniz yoksa pullu payetli bikinimiz, porselen arası düğün makyajımız ve avuç içi süs köpeğimizle çıkıp çıkıp size geleceğiz.

Şimdiki mekânlar yalan olmuş, biz yine beach’lerde...

Siz deyin ‘mutlu saatler’, ben diyeyim ‘akşamüstü partileri’. çıkıp çıkıp gidiyoruz. Deniziyle, güneşiyle, plajıyla, baklavalı erkekleri, çıtır kraker kızları, antin kuntin menüleri ve ‘kopar bizi’ eğlencesiyle beach konsepti bir tuttu pir tuttu. Nasıl tutmasın ki, beach dediğin paket program. Ücretin içinde şezlongu, havlusu, kimisinde yemesi-içmesi, bir kokteyl içkisi... Akşamüstüne doğru mutlu saatleri, partileri, happy hour’ları... Sabahtan başlıyorsunuz akşam sekizlere sarkıyorsunuz. Plajdan eve koş, evden mekâna koş derdi yok. Hal böyle olunca beach’lerde happy hour’lar ‘in’ benim diyen gece kulüpleri ‘out.’ Sadece mekânlar mı, bir dönemin fenomeni açık hava konserleri de ‘out’. Balıkçılarda ‘Vedat Milorculuk’ da ‘out.’ Baby Face Kenan sahnede üç saat kalıyor, kardeşi Ozan müziğiyle kumsalı birbirine katıyor. Yeme-içme deseniz bir yanınız trüf mantarı, bir yanınız ıstakoz. Diyelim enerjiniz kaldı, iştahınız kaldı gece de devam etmek istiyorsunuz. Beach’ler gece de club oluyor, mekân oluyor. İnsan elini, ayağını, pareo’sunu beach’lerden çekemiyor.

Mekânlar ne diyor?

Mesela Çeşmeli CECE, yıllardır hayatımızda. Bir dönem Karabiberim Serdar Ortaç’ı dinlemek için tek adresti. Şimdi mekân yine doluyor. Tan’lar, Serkan’lar sahneyi yine boş bırakmıyor ama gözler eski halini arıyor. Mekânın işletmecisi Volkan Özdemir de bizim bildiğimizi bizden saklamıyor “Beach’lerden, happy hour’lardan etkilenmez oluyor muyuz? Etkilendik tabii!” diyor. “Ama gece çıkanlar yine çıkıyor!” demeyi de ihmal etmiyor. Tabii o grubun yaş ortalaması beach’lere kıyasla bir tık yüksek. Beach’lerdeki ergen-bergen haller CECE ve onun gibi gece kulüplerinde yok. Sonra kimler geldi kimler geçti, yılların Halikarnas’ı. Zeki Müren’ler, Süleyman Demireller, Turgut Özallar... Yeşilçam’ın, sanatın, sporun yıldızları... Tamam, belki Halikarnas’ı bile, isteye kapattılar ama eğlencenin gönül kapısını da kapattılar. Başka başka rollerde, bedenlerde yine hizmet vereceklermiş ama Halikarnas’ın adı da, tadı da başkaydı. Çeşme, Kuşadası, Bodrum fark etmez. Cece’ler, Baküsler, Hann’lar, Halikarnaslar, Hadigariler, Sess’ler, Sahneler, Mavi Bar’lar... Öyle ya da böyle beach’lerden, happy hour’lardan etkilendiler, etkileniyorlar. Tatilciler beach’lerde partilemekten kendilerini alamıyorlar. 

5 ADIMDA PARTİLERİN ADAB-I MUAŞERETİ

Saç-Makyaj-Kostüm... Kafada bantlar, tüyler, saç yüzükleri, küpeleri, sözde doğal özde aşırı teferruatlı örgüler... Yine sözde doğal özde düğün arası porselen makyajlar... Mayolar, bikiniler, fırfırlılar, bağcıklılar, cafcaflılar, kaftanlar, elbiseler, pareolar, takılar, aman ne takılar... Hazırsanız başlıyoruz. Su geçirmez rimelleri ihmal etmiyoruz.

Telefonlar elimizde, pareolar belimizde...

Yazının Devamını Oku

Gidenlerden...

22 Temmuz 2017
“Her şey anneyle başlıyor ve yine anneye varıyor.” İnsan annesinden ayrılınca ailesiz, yersiz, yurtsuz, köksüz hissediyor. Bunu geçen hafta yaşadım... Gidenin, sadece yaşadıklarıyla, kalbine sığdırdıklarıyla gittiğine inanırım. Peki, ya giden ‘can’dan kalanlar?

Hepimiz bir ailenin içine doğuyor ve orada hayat buluyoruz. Artıyoruz, çoğalıyoruz, paylaşıyoruz. Gün geliyor eksiliyoruz ya da eksildiğimizi sanıyoruz...

Aile şifa... Aile ilaç... Aile merhem... Aile ev, yuva... Ama en çok da anne... “Her şey anneyle başlıyor ve yine anneye varıyor.” Ve insan annesinden ayrılınca ailesiz, yersiz, yurtsuz, köksüz hissediyor. Sonrası sahipsiz bir acı, derin bir hüzün. Giden ‘can’la birlikte sırtınıza, kalbinize, yüreğinize değen, gözyaşınıza ortak olan eller. İyi ki var o eller!

Gidenin, sadece yaşadıklarıyla, kalbine sığdırdıklarıyla gittiğine inanırım. Peki, ya giden ‘can’dan kalanlar? Onlar da yolunuza rehber, yolunuza ışık oluyor. Her Hakk’a yürüyenin bir değil, bin öğretisi oluyor. Acıyı acının sofrasında ağıtlarla, türkülerle paylaşmak...  Köklere dönmek... Köklere, geleneklere, göreneklere, değerlere sarılmak... “Acılarda buluşmak” derler ya, gerçekten de acılarda buluşuyormuş insan.

Gözyaşını silmek, sarılmak, dokunmak, temas etmek, gözün göze değmesi bile buluşturuyormuş, birleştiriyormuş. Artık ‘veda’nın, ‘veda etmenin’ sözlük anlamı değişti bende. Her vedadan öğreneceğimiz ne çok şey, alacağımız ne çok ders, öğreti varmış. Her veda bir hayat okulu, her veda bir hayat hocasıymış... Hele ki veda eden, veda edilen can anneyse çok daha başkaymış...

Annemden öğrendik... Birliği, beraberliği, kökleri, değerleri... Sazı, sözü, türküyü... Toprağı, doğayı, dalda açan çiçeği... Emek vermeyi, hayat vermeyi... Karşılığını beklememeyi... Candan sevmeyi...  Bir insanın kalbine, yüreğine girmeyi... Canın başka bir canda da var olduğunu bilmeyi...  Dolu dolu ‘ciğerim’ demeyi... Sevene, sevilene kurban olmayı... Bağışlamayı... Eline, beline, diline sahip olmayı... Ama en çok da aileyi, aile olmayı... Acıda, tatlıda bir arada olmayı... Acıyı da tatlı edebilmeyi...

“Dostun gül cemali cennettir bana... Ne çare ayrılık zamanı geldi... İstemem ayrılmak senden sultanım...” Hakk’a yürüyen tüm annelere, tüm canlara yol dolusu, kucak dolusu selam olsun...

Taziyede yapılmaması gerekenler

Yazının Devamını Oku

Gelin-kaynana-damat Bermuda Şeytan Üçgeni

8 Temmuz 2017
Gelin-kaynana kavgası insanlık tarihi kadar eski. Tarihte, mitolojide, şarkılarda, manilerde, filmlerde, dizilerde... Onlar her yerde. Araya bir de damat girdi mi vay hallerine. Düğün sezonuyla birlikte “Sizinkilerde kaç gün, bizimkilerde kaç gün kalacağız” sezonu da açıldı. Peki klişeleşmiş bu sorunlar nasıl çözülür, uzmanlar, bu ilişki sarmalından kazasız belasız çıkmak için neler öneriyor?

◊ Sizinkilerde kaç gün, bizimkilerde kaç gün kalacağız?” Yaz sezonuyla birlikte sizinkiler-bizimkiler sezonu da açıldı! Alt metni hep ‘bizimkilerdir’ aslında. Sizinkiler olmasa da olur! Bu muhabbet pamuk ipliği, bu muhabbet evlilikte ya afiyet ya zafiyet. Afiyet için hep hanımın ailesine, zafiyet için kayınvalideye.

◊ “Anne, Annem, Anneciğim” Kayınvalidenin “Anne” beklentisi fevkalade sinir yapar. Siz “Ayşe Teyze” dedikçe kulak kapar. “Ayşe Hanım” derseniz araya soğukluk yapar. Bir tık üstü hitapsızlık. İşin püfü kayınvalidenizin adının “Anne” olduğunu düşünmek. Ha, bu arada tabii ki o size asla “Kızım... Yavrum...” demeyecek ama “Anne, Annem, Anneciğim” diye peşinden koşmanızı bekleyecek.

◊ YGS, LGS, KPSS bahane, KGS (Kaynana Geçim Sınavı) şahane. Falancanın irili ufaklı, küçüklü büyüklü gelinleriyle bir ömür sınanmaya, yarışmaya, yarıştırılmaya hazır mısınız? Üstelik bu sınavın, yarışın kaybedeni hep siz. Ağzınızla kuş da tutsanız, çocuk da kariyer de yapsanız, sofraya kuşsütü de koysanız yine siz.

◊ “Öyle demek istemedi!” İşte Bermuda Şeytan Üçgeni’mizin damat ayağı. Acı ama gerçek, önce size hak verecek, gaz verecek, arka çıkacak. Yangın anında da ilk kendini, sonra annesini kurtaracak. Tereyağından kıl çeker gibi her işten sıyrılacak.

◊ Arabanın ön koltuğu, evin başköşesi, sofranın olmazsa olmazı... Cevap veriyorum kayınvalide. Arabanın ön koltuğuna, evin, sofranın, sohbetin başköşesine hep o oturacak. Oturamazsa fena kurulacak hatta kuduracak, sizi de kudurtacak.

UZMAN GÖRÜŞÜ

◊ Gelinler size söylüyorum, kayınvalideler siz anlayın! Kendinizle, kayınvalidenizle, uzak-yakın akrabalarla savaşmayın, barışın! Sonra şu kendini kanıtlama işinden son değil ilk düzlükte vazgeçin! Surat sallamayın... Laf sallamayın. Tatlı dile saygı katın, ortaya karışık yapın. Sıkıntılar tam gaz devam mı? Olabilir, söz konusu insan ve insan ilişkileri. Ama günah keçisi eşiniz değil! Adama sallayıp durmayın.

Yazının Devamını Oku