Paylaş
Işıkkent Eğitim Kampüsü ile gurur duyduklarını ifade eden Çimentaş Eğitim ve Sağlık Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Akgerman, eğitimin ve buradaki öğrencilerin kendisine enerji kattığını ifade ediyor. Öner Akgerman ile “Kaliteli Eğitim” üzerine başladığımız sohbetimiz İzmir ve gençlerimiz ile devam etti.
Babam ülkenin ilk şapka fabrikasını İzmir’de kurmuş
- Babanız ülkenin ilk şapka üreticisiymiş, değil mi?
- Rahmetli dedem tuhafiye dükkanında fes tamiri ve ütü işi de yaparmış. Erken yaşta vefat edince işi babam üstlenmiş. Cumhuriyetle birlikte fes yasaklanıp şapka giyimi başlayınca, babam Avusturya’ya gidip bir teknisyen ve şapka makineleriyle dönmüş, Türkiye’nin ilk şapka fabrikasını kurmuş. İlk müşterilerinden biri de İstanbullu ‘Şen Şapka’ yani Vitali Hakko’ymuş.
Çimentaş ilkleri gerçekleştiren bir firma
- Sanayiye geçiş nasıl olmuş?
- 2. Dünya Savaşı’ndan sonra şapka kullanımı azalınca, babam 18 arkadaşıyla, ‘Marşal Planı’nın yurdumuza teklif ettiği krediyle çimento fabrikası kurmaya karar vermiş, sermaye yetersizliğinden İş Bankası’nı da ortak almışlar. İşin ilginç yanı, hiç bir ortağa yüzde 10’dan fazla pay vermemişler; bu anlamda Türkiye’deki ilk çok ortaklı şirket diyebiliriz.
- O zamanlar böyle büyük ve zor sanayi yatırımı cesaret ister...
- Evet, gerçekten büyük risk. Tabiatiyle böyle riski alırken, harcamalarda da çok hassas davranılması gerekiyor, çünkü sınırlı maddi olanaklarla çıkılan yolda kalmak da büyük risk! Tasarrufa örnek vereyim, her biri 30 ton civarında yedi fırın gövdesini limandan fabrika sahasına taşımak için araç araştırılmış. Yugoslavya’dan bir araç 25 bin liraya bulunmuş. Ancak, bunun yerine piyasadan iki kamyonu beheri 10 bin 500 liraya alıp arka arkaya yanaştırıp, biri ileri, biri geri giderek parçalar fabrikaya nakledilmiş. İşin sonunda iki kamyon da hizmet verebilecek vaziyette fabrikaya kalmış. Böyle titiz tasarruf anlayışıyla yönetilen fabrika bugün 60 yıllık, başarılı bir tesis olarak faaliyetine devam etmektedir.
Okulun altyapısısı iyi kurduk ekibimizle geliştirdik
- Vakıf kurma fikri nasıl oluştu?
- 80’li yıllarda şirkette önemli fonlar oluşmaya başladı. Yeni yatırımlara girerken, şirkete canlılık kazandıran topluma karşı görevlerimiz olduğunu düşündük. Topluma iyi şeyler vermemiz gerektiğini, bunu bir vakıf vasıtasiyle yapabileceğimize karar verdik. Milli Eğitim’e iki ilkokul, bir süper lise yapıp bağışladıktan sonra, iyi ve her yönüyle doğru komple eğitim kurumu yapıp vakıf olarak işletmeye karar verdik. Işıkkent Eğitim Kampüsü böyle doğdu.
- Robert Kolej kökenlisiniz. Eğitiminizin size nasıl etkileri oldu?
- Robert Kolej’de yıllar önce eğitim almış arkadaşlar ve yine orada görev yapmış yabancı ve yerli yöneticilerle fikir alışverişi yaptık. Okulun planlarını bile en tecrübeli mimarlara hazırlattık. Okulun açılışından itibaren de Robert Kolej’de on yıl orta kısım müdürlüğü yapmış Dr.Damon ile çalıştık. Beş yıl müdürlük yaptı. Bu gün vakfımız yönetim kurulu üyesidir. Bir şeyin altyapısını çok güzel hazırlayabilirsiniz ama önemli olan o şeyi iyi işletebilmek ve doğru gelişmesini sağlamak.
Öğrencilere burs veriyoruz, bu yıl ilk kez yatılı alıyoruz
- İzmir’deki okulların ücretlerini pahalı bulanlar da oluyor...
- Vakıf olduğumuz için, alınan ücretlerin tamamı okula ve eğitime yatırılıyor. 580 öğrencinin yüzde 14’ü burs almaktadır. Okulumuzun altyapısı için masrafları vakıf karşıladığı için ücretler yalnız eğitime harcanmaktadır. Okulumuzun tam kapasitesi 950 öğrencidir ve bu kapasiteye belirli bir tempo ile erişmekte özen gösteriyoruz. Tam kapasiteye eriştiğimize, burs oranlarında, ücretlerde ve eğitimde de artışa paralel değişimler olabilecektir.
- Bu yıl ilk kez yatılı öğrenci almanızın amacı ne?
- Baştan beri amacımız yalnız İzmirli değil, Egeli öğrenci de yetiştirebilmek. Bu yıl, ilk kez liseye 12 kız, 12 erkek yatılı öğrenci almakla bu işe başlıyoruz.
Ezberci değil, araştıran, öğrenmek isteyen gençler yetiştiriyoruz
- Kaliteli eğitim projenizde neyi hedefliyorsunuz?
- Baştan itibaren çok dikkat ettiğimiz, sadece okulda öğrenilenlerle yetinilmemesi. Bizim kuşağımız ezberci eğitim aldı. Ben kendimi, daha doğrusunu, fazlasını öğrenmeye zorluyorum. Gençlerimizi de araştırma, öğrenme, öğrendiğini de geliştirmeye teşvik ediyoruz. Eğitimcilerimiz de çocukların beyin kapasitelerini daha verimli kullanabilmeleri, kendi yapılarına uygun konulara yönelik eğitime ağırlık vermeye gayret gösteriyor.
- Okulunuzun sosyal gelişime verdiği öneme ne dersiniz?
- Ben bu yaşımda, yeterince bilmediğimi biliyorum. Bilgi, kimseye hiçbir zaman yeterli olamayacak değerdir. Sosyal gelişme, toplum hayatının bilgi dağarcığına ne kadar büyük katkılar sağladığı gerçeğini ortaya koyar. Ezberci eğitim, vizyon oluşturmayı önleyen tarzdır. Hayal gücü oluşmamış, vizyonu ve dolayısiyle araştırarak bulmayı bilmeyen, öğretilenle yetinen gençliğin geleceğinden hayır beklemek ne kadar gerçekçi olabilir ki! Çok şey bilen değil, öğrenme isteği yüksek ve araştıran, sorgulayan gençler yetiştirilmelidir. Aileler de bu gerçeği benimsemelidir.
Gençlerin başarılı olduğunu görünce mutlu oluyorum
- Eğitime atıldığınızdan beri sizi en mutlu eden ne oldu?
- Gençler ve onların eğitimi beni genç tutuyor. Okula her gittiğimde, çocukların yaptıklarını görünce mutlu oluyorum. Ama en çok, diplomalarını alıp hayatta başarılı olduklarını görünce mutlu oluyorum. Biz çocuklarımıza birey olmayı öğretiyoruz. Bu nedenle, onların gelişip tüm yurtta ve dünyada başarıları bizi daha da mutlu edecektir.
- Bundan sonrası için neler planlıyorsunuz?
- Eğitimin sonu yok. Halen üzerinde çalıştığımız iki projemiz var. Bir Cambridge programı. Bu programla alınan eğitimde öğrencilerimizi zorlamadan önemli dersleri iki dille değerlendirmeleri olanağını sağlayacağız. Diğeri Reggio Emillio, bu eğitimle de çok küçük yaştan toplumsal ve çevresel eğitim yararlarını kazandırmaya çalışacağız.
Vatandaş olarak sınav sisteminden utanıyorum
- Türkiye’nin önemli işadamlarından biri olarak gençlere ne tavsiye ediyorsunuz?
- Hayal güçlerini hiç bir zaman kaybetmesinler. Hayal etmek aynı zamanda hedef koymaktır. Sonrasında da çok çalışsınlar. Ama bakın, ülkemizde gençler maalesef sadece 1-2 sınavla tüm hayatlarını belirleyecek mesleklerini seçmek zorunda kalıyor. Bir vatandaş olarak bu sınav sisteminden utanıyorum ve kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Birçok kişinin de böyle düşündüğüne inanıyorum.
- Sizce nasıl olmalı?
- Çocuklar eğitim süresince yakından izlenip değerlendirilmeli. Diğer taraftan, mesleki açıdan küçük yaşlardan itibaren bilgilendirilip özendirilmeli. Ezberci bir eğitim verildikten sonra sıra mesleki eğitime gelindiğinde, hiç bir önbilgiye dayanmadan ve de sınavda alınan tesadüfi puanla sıralanarak bir mesleğe yönlendirilmek bence verim sağlayamaz. O nedenledir ki, bu gün eğitimi eksik ama çok başarılı işadamları ‘Okusaydım bugünkü durumuma erişemezdim’ diyebilme cüretini gösterebilmektedirler.
İzmir’in durumundan İzmirliler değil, politik yaklaşımlar sorumlu
- Pırıl pırıl gençleri yetiştiriyoruz ama sonra hepsini ya İstanbul’a ya da yurtdışına kaptırıyoruz. Beyin göçünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Evet, çoğu İstanbul’a gidiyor çünkü ülkeyi yöneten politikalar İstanbul’u olması gerektiğinden fazla büyütüyor. Hatta ülkeye hitabeden tüm kurumların merkezleri de buraya alınma gayreti içinde... İleride bu durum, hem İstanbul, hem de ülkemiz için çözülmez sorun olacak. Böylece, İstanbul her şeyi ile kendine yeterli, ülkenin başka yöreleriyle ilgilenmez, sanki bağımsız bir ülke olacak. Finans dünyasından bir örnek; Hangi bankanın genel müdürü İzmir’deki işadamlarını çok iyi tanır? Cevap: Hiçbiri. Çünkü İstanbul dışındaki iş adamlarıyla, sık sık değişebilen şube müdürleri ilgilenir. Hükümet başta, iş dünyasının dikkati İstanbul’un üzerindedir. Yurdun diğer yöreleri gölgede bırakıldıkça gençler neden gölgede kalmayı istesin ki?
- İzmir’i daha da yükseltmek için bizlerin ne yapması gerekir sizce?
- İfade ettiğim gibi gölgede kalan yerler aydınlatılmalı, bu aydınlatmayı da Ankara’daki otorite yapabilir. Yurdumuzdaki gelişme hamlesi seksenli yılların başından itibaren oluşmuştur. O tarihten itibaren de, bahsettiğim otorite yurdun birçok yeri gibi, İzmir’i de ihmal etmiştir. Bu durum halen devam etmektedir. Ancak, bir gerçeği de söylemek lazımdır, İzmir halen ekonomik bakımdan yurdun ikinci gelişmiş ilidir, ve belirli tempoda ilerlemektedir. Şehrimizi İstanbul ile karşılaştırmaya devam edersek telafi edilmez bir hata yapmış oluruz.
Paylaş