Ayçe Bükülmeyen

62 yıl önce Türkiye’nin en güzeliydi bugün de çok güzel

8 Nisan 2012
1950 Türkiye Güzeli Güler Arıman Toron’un gözleri için dönemin gazetecilerinden biri, “Çeşme denizinin rengine benziyor” demiş.

Gerçekten de denizleri, gökleri çağrıştırıyor gözleri... 1932 yılında Keriman Halis dünya güzeli seçildikten sonra 1933’deki yarışma dönemin son Türkiye Güzellik Yarışması olmuş. Bundan sonra 1950’ye kadar yarışma yapılmamış. Ve 1950’de öğretmen anne-babanın kızı Güler Arıman, Türkiye Güzeli olmuş ve ülkemizi İtalya’daki Avrupa Güzellik Yarışması’nda temsil ederek 5’nci olmuş. Cumhuriyetin kurulmasından 27 yıl geçmesine rağmen Avrupa’daki yarışmada yabancı jüri üyelerinin, “Türk kızı böyle modern olamaz” sözlerine, hatta Fransız üyenin bayrağı yüzüne peçe yapmaya çalıştığı Arıman, gerek tavırları, gerekse yorumlarıyla böyle düşünenleri susturmuş. Türk basını bu olayı, “Güler, İtalya’da Türk kızlarını yaşmaklı, feraceli zannedenlere iyi bir ders verdi” diyerek duyurmuş. Son derece zarif ve kibar bir cumhuriyet kadını olan Güler Arıman Toron anılarını bakın nasıl anlatıyor...

BABAM ÇOK MODERNDİ, KIZLARINA HER SPORU YAPTIRTIRDI

-1950’de Türkiye Güzellik Yarışması’na katılmaya nasıl karar verdiniz?-Keriman Halis Ece’den sonra neredeyse 13-14 yıl ara verilmiş. 1950’de Cumhuriyet Gazetesi ilan etmişti. Biz zaten İstanbul’daki yazlık evimizdeydik.
-İstanbullu musunuz?-Ankaralıyım. Babam Siyasal Bilgiler Okulu’nda Almanca, annem ise ilkokul öğretmeniydi. 5 kız kardeştik.
-Küçüklüğünüzde de hep güzel olduğunuzu duyar mıydınız?-Evet, hep söylenirdi, duyardım. Annemle yarışmaya katılmama karar verdik ama ben yine de babamdan çekiniyordum.
-Nasıl karşıladı babanız?-Bir şey söylemedi, çünkü çok modern biriydi. Fakat anneme, ‘Kızımın güzelliği denizde bir damla, kazanamazsa üzülmesinden korkarım’ demiş. Babam çok modern bir insandı. Biz yüzerdik, kürek çekerdik, bisiklete binerdik, bahçeyle uğraşırdık. Hatta 9 yaşımda ritmik jimnastiğe başlamıştım. Hatta beni Almanya’ya göndermek istemişlerdi ama babam istemediğinden gitmedim.

SAHNEYE İKİ KEZ ÇAĞRILINCA KAZANACAĞIMI ANLADIM

-Etrafınızda ters tepki verenler oldu mu?

Yazının Devamını Oku

Ramada Otel İzmir’e geliyor

5 Nisan 2012
İZMİR’e yapılan birçok yatırım dünyaca ünlü markaları da harekete geçirdi.

Bunlardan biri de Ramada Otelleri zinciri. Sevkon Gayrimenkul Geliştirme A.Ş.’nin Mürsel Paşa Bulvarı’nda önceleri İzmir’in en yüksek ikinci gökdeleni
olarak başlayan ancak 6 yıllık dava süreçlerinden sonra 8 kata dönüştürülen projesi ile 2014’te açılacak olan Ramada Hotel&Suites için firma sahibi Nuri Sevil,
“Yıllardır bir projeyle uğraşmaktan sıkıldık ve davalardan çekildik, 8 kata döndük ve inşaata önceki hafta başladık. Gerçi yüksek yapı fikri hep gönlümüzde” diyor. Sevil, Bodrum ve Menemen’de de yatırımlar yapacaklarının müjdesini verdi...Ramada Hotel&Suites İzmir, 2014’te

Otel fikri nasıl oluştu?
- Biz ofis olarak düşünürken birkaç otel zinciri bizimle bağlantıya geçti. 2009’da Ramada zinciriyle anlaştık. Danıştay’da iki dava açılmıştı. Mimarlar Odası’nın açtığı dava bitti ama Şehir Plancıları Odası’nınki devam ediyor. Fakat biz artık 8 katlı olarak 4 yıldızlı Ramada Hotel&Suites’i 2014 başında açacağız. Mimar
Nazan Noyan’ın projesi ile 35’i süit, 217 oda yapılacak. Bir otel zinciri için en büyük felaket tabelasını indirmektir

İzmir’e çok otel yapılıyor ama talep yeterli olacak mı sizce?

- İzmir birçok yönden geri kalmıştı. Planlananlar yapılamadı, yurtdışı fonlarıyla yakın çalışıyoruz, gördüğümüz kadarıyla otobandan sonra İzmir’i de planlarına aldılar. Otel zincirleri bir yere yatırım yapmadan orayı çok iyi inceliyorlar ve yatırımcıların o şehri nasıl baktıklarına bakıyorlar. Çünkü bir otel zinciri için en büyük

Yazının Devamını Oku

İzmir 10 yılda Avrupa’nın en popüler yatırım merkezi olacak

1 Nisan 2012
Erman Ilıcak’ın henüz 26 yaşında genç bir mühendisken St. Petersburg’da kurduğu Rönesans İnşaat, bugün Rusya’nın en büyük, Türkiye’ninse ikinci büyük inşaat firması durumuna geldi.

TÜSİAD Başkan Yardımcısı görevini de yürüten Ilıcak, yönetim kurulu başkanı olduğu Rönesans Holding’le Gaziemir’de 150 milyon dolarlık bir yatırımla Optimum Outlet ve Eğlence Merkezi’ni inşa etti. Gelecek 10 yılda, İzmir’de, her alanda çok daha büyük yatırımlar yapılacağını düşünen Erman Ilıcak ile kapılarını yeni açan Optimum’da sohbet ettik.

Dünyanın her yerinde olduğumuzdan krizler bizi etkilemez

- Şirketinizin başarısı için neler söyleyebilirsiniz? - Biz rakiplerimize karşı çok güçlüyüz. Çünkü biz hem Rusya’dayız, hem Türkmenistan’dayız, hem Libya’dayız. Oralarda bir şeyler öğreniyoruz, buraya aktarıyoruz. Para kazanıyoruz, Türkiye’de kriz olsa Rus-ya’dayız, Rusya’da olsa Libya’dayız, Libya’da olsa Türkmenistan’dayız…

Optimum’u Los Angeles’tan bir mimarlık firması yaptı

- Optimum nasıl bir alışveriş merkezi? - Optimum 150 milyon dolarlık bir yatırımla açıldı. Tasarımını Los Angeles’tan 5+Design adındaki bir mimarlık firması yaptı. Biz onlarla birçok farklı işte beraber çalıştık. Onlar buradaki iklimi, Akdeniz ve Ege havasını çok iyi yorumladı. Buz pistinin olduğu alan kış konsepti üzerine kurulu zaten ağaçlar da sonbahar kış havasında dekore edildi. Diğer alanımız ise yaz konsepti ile düzenlendi.

Şirketi kurarken imkânsızı denemişim şimdi olsa asla düşünmem

- 26 yaşınızda inşaat firmalarının kıyasıya yarıştığı Rusya’da başlamışsınız. Şimdi bakınca ne düşünüyorsunuz? - ‘Çok acemiymişim’ diyorum. İmkânsızı başarmak için çıkmışım yola, ama şimdiki yaşımda bir daha asla öyle bir şey denemezdim diyorum. Ama kısmet işte, gençliğin de verdiği cesaretle giriyorsunuz, sonra bir şeyler büyüyor, gelişiyor. Ortaya bugün çıkansa gerçekten çok çalışmanın ürünü.

Gençler arkadaşlarından güvenli bir kale örsünler

Yazının Devamını Oku

Ege’nin başladığı yer; Küçükkuyu

29 Mart 2012
GÜNEŞ, deniz deyince hep güneyi düşünüyoruz ya, bugün kuzeyden, Ege’nin başladığı cennet gibi bir yerden bahsedeceğim.

Mitolojide tanrıların balaylarını geçirdiğine inanılan bin pınarlı İda Dağı’nın eteklerinde, Edremit Körfezi’ne 12 kilometre kıyısıyla hem deniz, hem de dağ manzarasının en iyisine sahip bir belde Küçükkuyu. Dünyanın en kalitelileri arasında sayılabilecek zeytin ve yağlarını markalaştırmak için uğraş veren, doğal dokusunu ve güzelliğini bozmadan Küçükkuyu’yu turizm açısından geliştirmek isteyen Belediye Başkanı Cengiz Balkan, sadece altyapı hizmeti veren bir belediye olmadıklarını söylüyor.

Küçükkuyu’nun zeytini ve yağı çok özel, marka yapmak için çalışıyoruz

17 yıl Tariş’te eksperlik yapan, İtalya ve İspanya’ya giden Başkan Cengiz Balkan bu nedenle Küçükkuyu zeytin ve yağının ne kadar özel olduğunu daha iyi analiz edebiliyor. Markalaşma çalışmalarını bölgeye yeni bir ekonomik açılım getirmesi açısından çok önemseyen başkan “Kaz Dağları ve Küçükkuyu yıl içerisinde günışığından yüzde 70 faydalanan bir bölge. Toprak yapımız zeytinyağlarının viskozitesinin düşük olmasını, renginin, tat ve aromasının çok özel olmasını sağlıyor. Zaten Tariş’in birçok özel yağı da bu bölgeden elde ediliyor. Küçükkuyu’daki zeytin ağaçları bayır alanlarda yetiştiğinden zeytinleri pütürlü değil ve erken hasatta toplanan çizme zeytinin tadı ve rengi çok güzel. Mesleğim zeytinyağı olduğundan Küçükkuyu’nun yağını ve zeytinini marka yapmak için çalışıyor ve paneller düzenliyoruz. En son Zeytin Kurtuluş Şenlikleri düzenledik.”

İlk geldiğim gün ters davranan zabıtaya başkan olunca güleryüz öğüdü verdim

Küçükkuyu’ya ilk gidişiniz nasıl oldu?
- 1992’de Ziraat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Tariş’e girdim. Manisa’da oturuyordum o zaman. Küçükkuyu’ya atandım, ama nerede olduğunu bile bilmiyorum. Bindim otobüse, cebimde de sınırlı para var. Şoföre devamlı ‘aman ineceğim yeri kaçırmayayım’ diyorum. Malum geçersem geri dönecek para yok. Sıcak bir yaz günü Küçükkuyu’da indim ve rastladığım bir zabıtaya Tariş’i sordum. Biraz tersleyerek “orada” dedi. Bunu unutmadım ve göreve geldiğimde ilk iş o zabıta arkadaşımıza ‘bak, bundan sonra buraya gelenlere mutlaka güleryüz göstereceksin’ dedim. Eşim de Küçükkuyulu. Burada tanıştık, evlendik ve oğlum doğdu.
Küçükkuyu’nun 20 yıllık hayali atıksu arıtma tesisi

Yazının Devamını Oku

İzmirli Papatya ile evlenen Yorgo, Girit’in tek Türkçe rehberi

25 Mart 2012
İzmirli Papatya’nın eşi Giritli Yorgo Papadopoulos bu haftaki konuğum...

Her ikisi de üniversite öğrencisiyken internetten tanışarak evlenip, önceleri İzmir’de yaşayan çift şimdi Maya ve Dario adındaki çocuklarıyla Girit Kandiye’de oturuyor. Yorgo, Girit’te Türkçe bilen tek rehber olmasından dolayı Türk turistlere adayı gezdirdiğini, Türklerin Girit’ten göç etmiş ataları nedeniyle duygusal anlar yaşadığını anlatıyor. Eski arkadaşım Papatya ve eşi Yorgo ile İzmir’e geldiklerinde buluşup sohbet ettik.

- Giritli misiniz?- Evet, doğma büyüme Giritliyim ama babamın babası, dedem Kayseri’nin bir köyünde doğmuş ve büyümüş. Ana dili Türkçe’ydi.
- Çocukluğunuzda Türkiye hakkında nasıl fikirleriniz vardı?- Çocukluğum boyunca dedemden Türkler hakkında hep barış ve anlayış dolu sözler duyardım. Bundan dolayı Türkiye hakkında olumlu bir önyargıya sahiptim.

İNTERNETTEN TANIŞTIĞIM İZMİRLİ PAPATYA İÇİN TÜRKİYE’YE GELDİM

- Türkiye’ye ilk gelişiniz nasıl oldu? - 1990’da üniversitedeyken ilk defa İzmir’e geldim. İnternet üzerinden tanıştığım Papatya’yla şahsen tanışmak için tek başıma yola çıktım.
- İnternet’ten mi? Nasıl oldu bu?- O zamanlar yalnızca üniversitelerin birbirine bağlandığı, internet öncesi bir bilgisayar ağı vardı. O dönemde e-mail bile yoktu. Bilgisayar ağını kullananlar, hiçbir şey ifade etmeyen kullanıcı isimleriyle mesajlaşıyorlardı. Papatya, Ege Üniversitesi’ndeyken ben de Girit Üniversitesi’ndeydim. Tamamen şans eseri birbirimizi bulduk. Bir süre mesajlaştıktan sonra normal postayla mektuplaştık, birbirimize fotoğraflarımızı gönderdik. İlk fırsatta da onu görmeye gittim.

AİLELERİMİZ TEDİRGİNDİ AMA VAZGEÇMEYİNCE İKNA OLDULAR

- Evlilik kararınıza aileleriniz nasıl tepki verdi?

Yazının Devamını Oku

Sondan önceyi nasıl fark edeceğiz

22 Mart 2012
BİR anne düşünün, eşi işsiz, aylardır kiralarını ödeyemiyorlar.

6 yaşındaki oğlu ve 7 aylık kızı üşüyünce, cebindeki son parayla odun alıyor. O kadar az parası var ki, sadece bir çuval odun alabiliyor, onlar da eve gelirken ıslandığı için yanmıyor. Lastik parçalarını tutuşturmaya çalışıyor olmuyor. Çocuklarının ısınsın diye saç kurutma makinesini açıyor ve diğer odaya gidip, tavandaki salıncak demirine ip bağlayarak, kendini asıyor. Ve bu olay 2012 Türkiye’sinde yaşanıyor...
Sizi de üzmek istemiyorum, ama ben, günlerdir Adana’da bu sefalete ve acıya dayanamayıp intihar eden 26 yaşındaki Emine Akçay’ı ve onun durumunda olan insanları düşünüyorum. Birçoğumuz sivil toplum örgütlerinde çalışıyoruz, birilerine yardım ediyoruz, ama bir yerlerde, sondan bir önceyi yaşayan insanları fark edemiyorsak, orada olamıyorsak yaptıklarımız neye yarar? Bu haberi okuduğumdan beri yaptıklarımızın yetersiz olduğunu düşünüyorum. Çaresizlikten ve sefaletten intihar etme noktasına gelinmemesi için bir şey yapmalı, bir şey yapmalı ama ne?


Bir annenin yaratıcılığı

Sosyal medya müthiş keyifli oluyor kimi zaman. Geçen gün, facebook’u açtığımda bu fotoğrafı görünce çok hoşuma gitti. Bir annenin, oğlunun doğum gününü henüz sabahın ilk saatlerinde kutlamak, onu mutlu etmek için ne yaratıcılıklar sergileyebileceğinin fotoğrafı. Yarım salatalık üzerinde maytap ile kutlama... Hepimiz, çocuklarımız için tasarımın ya da hayal gücünün sınırlarını zorluyoruz bazen. Ebru ve Efe Ünal, siz çok yaşayın, e mi?


Çok sıcak içmek kanser yapabilir

Medikal Onkolog Dr. Erol Yorulmazoğlu ile yaptığım röportajın ardından “Kanser Danışma Kılavuzu” kitabı hakkında o kadar soru geldi ki, böyle bir kitabın gerekliliğini bir kez daha anladım. Röportajda yerim yetmediğinden veremediğim bazı bilgiler vardı; İran ve Çin’de aşırı sıcak içmeleri nedeniyle yemek borusu kanserinin çok yoğun görüldüğü, Dr. Yorulmazoğlu’nun kitabını 62 yaşında beyin kanserinden kaybettiği kayınvalidesine adadığı, kendisinin de bir hasta yakını olarak bu süreci yaşadığı ve bu nedenle kanser hastası yakınlarının sağlıklarına da çok önem verilmesi gerektiği gibi... Ayrıca kitap bu haftadan itibaren büyük kitapçılarda satılmaya başlanıyormuş...

Yazının Devamını Oku

Kanserin kitabını yazan İzmirli onkolog

18 Mart 2012
ABD’de yaşayan İzmirli Medikal Onkolog Erol Yorulmazoğlu, ‘medikal onkologlar kanser hastalarının baş sorumlusudur’ düşüncesiyle ‘Kanser Danışma Kılavuzu’ adlı bir kitap yazdı.

‘Kimse hasta olana kadar bu konuları düşünmüyor, özellikle gençler ölümsüzmüş gibi davranıp sağlıklarına dikkat etmiyor. Oysa her türlü hastalıkta önce doğru bilgiyi sonra da yapılacakları öğrenmeliyiz’ diyen Dr. Yorulmazoğlu’na kanser hakkında bütün bildiklerimi, duyduklarımı, söylentileri sordum. Yanıtların bir kısmı burada ama çoğu Dr. Yorulmazoğlu’nun kitabında...

Bu kitabı hastalar için mi, yakınları için mi yazdınız?- Hepsi için. Hastalar ve onlara yardım eden yakınlarının bilgi sahibi olmalarını amaçladım. Çünkü etrafta bilgi kirliliği çok ve bunu suistimal edenler de çok fazla. İnternette bir çok bilgi karşılarına çıkıyor ve bunlara inanmak istiyorlar.

Kanseri mi anlatıyorsunuz, önlemek için yapılması gerekenleri mi?- Bu benim için başlangıç. O nedenle kanseri genel olarak tanıtmak istedim. Hücrelerin nasıl değiştiğini, kansere dönüştüğünü anlatıyorum. Kansere yakalanmamak için yapılması gerekenler var, bir de kansere yakalandıktan sonra yapılması gerekenler. Teşhis, yapılması gereken tetkikler, doktorlarına sormaları gerekenler ve doktorlarından almaları gereken yanıtlar.

BAZI DOKTORLAR HASTALARIYLA KONUŞMUYOR, BU DEĞİŞMELİ


Hastalar doktorlarından almaları gereken yanıtları nasıl belirleyecek?- Hasta bu konuda fikir sahibi olsun istedim. Çünkü özellikle Türkiye’de bazı doktorlar hastalarla konuşmuyor. Bu beni şaşırtıyor. Bence bu mantelite değişmeli, ama bunu değiştirecek olanlar da halktır. Onlar bilinçlenip doktorunu sorgularsa ilgisiz davranan doktorlar da daha farklı davranacaklardır.

Yazının Devamını Oku

Bir sushi’m eksikti

15 Mart 2012
ASLINDA Swissotel’de hafta sonları yemek kursları verildiğini duymuştum ama bir türlü gidememiştim.

Oğlumun sınıf annelerinden Zeynep, ‘Hadi cumartesi sushi öğrenmeye gidelim’ deyince hemen katıldım. Şimdi diyeceksiniz ki, karnıyarığı öğrendin de sushi’ye gidiyorsun. Evet gidiyorum, çünkü oğlum okuluyla birlikte restoran ziyaretleri yaparken sushi tattığından beri, gecenin bir yarısı, ‘Ya anne canım sushi çekti’ dedikçe kahroluyorum. (Bir yerlerde soyumuza Uzakdoğuluların karıştığından şüpheliyim.) Makarna çekse, sucuk çekse yapıvereceğim ama sushi’yi nereden bulayım o saatte. Hem bulsam da iki gecede bir, cep dayanmaz bu isteğe... Neyse, cumartesi 20 civarında kursiyerle birlikte, Swissotel’in gencecik aşçısı Remzi Usta ile birlikte pirinci, yosunu, balığı derken sushilerimizi yaptık ve bitiminde de afiyetle yedik. Benimkiler gayet lezzetli oldu. Bir kısmını paket yapıp oğluma götürdüğümde, ‘Yok anne şimdi canım çekmiyor’ deyince bir gözüm döndü ama derin derin nefes aldım. Malum hemen tüketilmesi gerekiyor, e onları da ben yedim. Ama artık bir daha gecenin bir yarısı canım sushi çekti derse kurtuluşu yok, Ayçe Bacı’nın sushilerini yiyecek...

İzmirlilerin ruhu neden yıpranmıyor

8 Mart Kadınlar Günü nedeniyle birçok etkinlik yapıldı biliyorsunuz. Biri de Yeni Asır Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şebnem Bursalı’nın İzmir’de mesleklerinde belli bir konuma gelmiş kadınları bir araya getirdiği toplantıydı. Aynı toplantıyı başka bir şehirde bu kadar rahat yapabilir miydiniz emin değilim.. ‘O geliyorsa ben gelmem, bilmem kim haksız yere başkan olmuştu, onun olduğu yerde olmam’ gibi kaprislerin asla yaşanmayacağı bir şehir burası. Herkes rahat ve karşısındakine açık.
Rekabet yok mu? Tabii ki var. Ama asla yok etmek ya da yaşamak için öldürmek gerekliliği üzerine değil. Birbirini kıskanmadan yarışan, öne geçmeye çalışırken çelme takmayan, birliktelik içerisinde tekleşebilen insanların şehri İzmir.
Toplantı sırasında sohbet ettiğim, birbirini destekleyen, samimiyetle sarılan ve takdirle sırtlarını sıvazlayan değerli kadınların varlığı bana huzur verdi.
Sanıyorum, biz Egelilerin ruhunun her daim genç olmasının nedeni bu... Zaten, ben ‘En verimli çağımızdayız’ derken, İstanbul’da yaşayan ve çalışmaktan, acımasız rekabetten, didişmekten yorulan, bitkin düşen ve genç yaşlarında emekli olmak isteyen arkadaşlarım da bana bakıp aynı şeyi söylüyorlar; İzmir, insanı yıpratmıyor...

İzmirli aşçı Remzi İçöz Türkiye birincisi

Yazının Devamını Oku