Fenerbahçe tamamen üstünlüğü ele aldı, Galatasaray tamamen çöktü. Tribünler coşmuş, oyun tek kaleye dönmüştü. O an maç biterdi çoğu kişiye göre. Ama iki kişi maçı bırakmadı. Biri Fatih Terim, diğeri Elmander.. Biri takımını şoktan çıkarmanın yollarını aradı. Diğeri sürekli kulübeyle iletişim kurarak, çok kritik bir gol atarak arkadaşlarını ayakta tuttu.
Fenerbahçe nedensiz, anlamsız, gereksiz yere geri çekildi. Sanki 85. dakika oynanıyormuşcasına. Galatasaray bu gerilimli ortamdan sakinliği ve akıllı oyunuyla öne çıktı. Selçuk, Engin ve Melo, Elmander’e katıldı.
İkinci yarıyla birlikte Fenerbahçe’nin daha dengeli oynamasını bekledik. Aykut Kocaman’ın ilk hamlesine kadar Galatasaray etkinliğini artırdı. Topa daha çok sahip oldu. Maçın kırılma anı ise Selçuk’un Stoch’un yerine girişi oldu.
Alex-Elmander farkı
Türkiye’nin en formda oyuncularından biriydi Stoch. En azından rakip onu iki kişiyle kontrol ediyor, rahat hücuma kalkamıyordu.
Baroni çıksa, Selçuk o bölgede yeterli olurdu. Yorulan Alex’in alınışının ardından Dia da etkili olamadı. Skorun korunamaması, iki puanın kaybedilmesi o kadar önemli değil. Sezonun tümüne bakıldığında da, iki takım arasındaki iki derbi düşünüldüğünde de aynı gerçek ortaya çıkıyor. Galatasaray daha doğru futbol oynuyor. Fenerbahçe çağın gerçeğinden uzak. Temposunu 90 dakikaya yayamıyor. Harika iki golle öne geçtiği maçı kazanamaması bir yana, son saniyede kaybetmekten kurtuluyor. Galatasaray Elmander’li, Fenerbahçe Alex’li düzenin temsilcisi. Elmander’in gösterişi yok.
G.Saray hak ediyor
Alex olağanüstü becerilerin sahibi ve harika goller atabiliyor. Ama o yokken ya da temposunu yitirince takım sıradanlaşıyor. Dün Alex çıkmamalıydı. Çünkü Stoch da yoktu. Bu kadar oyuna hükmedemeyen, sadece savaşmayı ve kalesini korumayı düşünen oyuncuyla kazanmak zordu. O yüzden beraberlik Fenerbahçeliler’i üzmemeli. Aynı hatalar yapılmazsa, play-off’taki iki maç kazanılabilir. Ama futbolun doğrularını yapan Galatasaray bu oyunuyla şampiyonluğu hak ediyor.
Bir büyük maç daha var bu gece. Dünya için Real-Barça kapışması neyse bizim için Fenerbahçe-Galatasaray derbisi aynı anlamı taşıyor. Toplumumuzun en çok odaklandığı spor organizasyonu bu derbi. İki takım taraftarı olmayan bile hem öncesini hem sonrasını yoğun yaşıyor. Kazanan, kaybeden bütün bir sezon yaşadıklarından daha fazla etkileniyor bu derbiden.Bu geceye ait yazılabilecek fazla duygusal sözcük bulabilirim aslında. Ama rakamlara bırakmak istedim kalemi. Onları yorumlamayı tercih ettim bu kez. Ardından psikolojik faktörler gelecek elbet.
Kilit faktör F.Bahçe’nin Kadıköy’deki formu ve rakibi karşısındaki üstünlüğü. 39 maçtır içeride kaybetmeyen F.Bahçe, deplasmanlarda ligin en fazla puan toplayan takımı ile karşılaşacak.
G.Saray deplasmanlarda ligin ilk 6 sırasındaki takımlarla oynadığı maçlarda hiç gol yemedi. Trabzon, Sivas ve G.Birliği’ni yenerken Beşiktaş ve Eskişehir’le berabere kaldı. F.Bahçe ligin ilk 6 sırasındaki takımlarla evindeki maçlarda hiç puan kaybetmedi. Beşiktaş, Trabzon, Sivas, G.Birliği ve Eskişehir’i yenerken 14 gol atıp 3 gol yedi.
Ligin ilk 11 haftasında F.Bahçe 24 puanla lider durumdayken, G.Saray 5 puan gerideydi. Terim’in öğrencileri daha sonra oynadıkları 19 karşılaşmada sadece 12 gol yiyerek F.Bahçe’ye 9 puan fark attı. Lige iyi başlayan ve 11 haftalık periyotta 9 gol yiyen F.Bahçe kalan 19 maçta 5 yenilgi, 3 beraberlik alıp kalesinde 22 gol yedi.
Tek yenilgi Bursa'da
Kocaman’ın takımı özellikle iç sahada ve büyük maçlarda başarılı. Kocaman yönetiminde şampiyonluk elde etmiş takımlara karşı 11 maçta F.Bahçe’nin G.Saray’a Arena’da, Trabzon’a Avni Aker’de birer yenilgisi var. Sarı-lacivertliler, diğer 9 maçta 5 galibiyet, 4 beraberlik aldı.
Terim’in 3. G.Saray dönemi derbiler açısından iyi başladı. Özellikle TT Arena’nın devreye girişiyle sarı kırmızılı ekip güçlü rakiplerine karşı daha etkili futbol oynar hale geldi. F.Bahçe, Beşiktaş ve Bursa’yı Arena’da yenen G.Saray, deplasmanda da Trabzon’u devirdi. Şampiyonluk yaşayan rakiplere karşı tek yenilgiyi Bursa’da aldı.
Hele hele derbilerin favorisi hiç yoktur. Buna bir de 11 yıldır Galatasaray’ın Kadıköy’de kazanamadığını, F.Bahçe’nin 39 maçtır evinde lig maçı kaybetmediğini ekleyin. Sonra arkanıza yaslanıp düşünün Fenerbahçe mi, Galatasaray mı?
Bu sorunun yanıtını haftaya öğreneceğiz. Ama sezonun bu anına kadar G.Saray’ın özellikle deplasmanlarda çok daha organize ve sonuca giden bir takım olduğunu dün Ankara’daki maç gösterdi bizlere. Fenerbahçe tam kadro çıkmış sahaya. Dört cezalı oyuncusunun yerinde önemli isimler var. Buna karşın ikinci gole kadar Ankaragücü maçtan hiç kopmadı, hatta rakibine fazla pozisyon vermedi.
Sow tam yerinin adamı. “Bana pas verin, ben atarım” sloganıyla oynuyor. Asla şova kaçmıyor. Aralara, arkalara kaçıyor. Asla sürekli çalım atma sevdasında değil. Net vuruş peşinde. Niang’ın boşluğunu doldurmakla kalmadı, maçın tümüne yayılan enerjisiyle F.Bahçe’yi yukarı taşıdı.
Haftaya mücadele etmeli
İkinci golü atan Mehmet Topuz son 4 hafta düşüşte. İnanılmaz günlerini hatırlayınca şimdi durması garip geliyor bana. Golü atana kadan sahanın en çok top kaybı yapan isimlerinden biriydi. A.Gücü mücadelesine devam ediyor. İki net gol fırsatından yararlanamadılar dün. İlk yarı çok iyi oynadılar. Ama bu kadro ve bu gençlerle yapabilecekleri fazla bir şey de yoktu.
Derbiyle başladık derbiyle bitirelim. F.Bahçe bu futbolunun çok ötesinde mücadele etmeli haftaya. Gençlerbirliği maçı yanıltmamalı kimseyi. Özellikle Selçuk-Melo ikilisine önlem alınmalı. Derbinin kilit ismi kim olacak derseniz, iki kişiyi öne çıkarırım. Ya Selçuk İnan ya da Sow. Birini tutup, diğerini daha iyi kullanan maçı da kazanır.
Ama takım oyuncusu özellikleri yüz üzerinden 10’larda. Barça’da, Inter’de, Chelsea’de yedek kalışının nedeni de bu zaten. Trabzon takım olarak ileri doğru hareketlenirken, tek paslarla rakip savunmanın arkasına sarkarken, Beşiktaş hep Quaresma üzerinden oynadı. Rakip forvetlerin inanılmaz beceriksizliği ve Cenk’in müthiş kurtarışlarıyla yenik duruma da düşmedi. 2. yarının hemen başında Quaresma adamını geçip, basit oynamayı tercih etti. Almeida zorun zorunu yapıp golü atarken oyunun stratejisini tamamen değiştiriyordu.
Carvalhal şaşkındı
Futbolun doğrularını daha çok yapan taraf, yanlışlarıyla boğuşana karşı yenik durumdaydı. Carvalhal bile şaşkındı aslında. Ümidini kaybetmiş görünen Şenol Güneş oyuncularından bir geri dönüş beklentisinde değildi sanki.
Dolmabahçe’de. 1-0 yenik durumdaki Trabzonspor’un kadınları 61. dakika şovunu başlattı. Ortalık şenlik yerine döndü. Beşiktaş kadınları, “Burası İnönü, buradan çıkış yok” tezahüratlarına başladı. Hep sağdan gelen Trabzonspor bu kez sola geçti. Tek paslar, Beşiktaş savnmasını oyundan düşürdü. Burak boş kaleye attığı gol sonrası soluğu annlerin, kızkardeşlerin, yengelerin, teyzelerin yanında aldı.
Artık dengeler tamamen Trabzonspor lehine bozulmuştu. Colman’ın golünden önce de, golünden sonra da inanılmaz fırsatlar harcadı konuk ekip. Simao, Edu, Pektemek jokerleri işe yaramadı. Çünkü iki savaşçı, Toraman ve Ernst, alınmış, iki etkisiz Ersan ile Necip sahada kalmıştı.
Güzel maçtı. Ama fazla dağınık maçtı. Bu maç 5-3, 6-3 bitebilirdi. Bu farkı yiyebilecek takımın Avrupa’daki tek temsilcimiz, atabilecek olanın elenirken iki maçta 6 yemiş takımımız olması düşündürdü beni. Yoksa tempo da, heyecan da üst düzeydeydi..
İlker Yağcıoğlu ile birlikte izliyoruz korneri. Alex görüyor Stoch’un bomboş oluşunu. Tıpkı bir kar tanesinin düşüşü gibi. Ne bir santim ileri, ne bir santim geri. Tam ayağına bir pas, orta değil. Stoch vuruyor gelişine. Ne bir santim altına, ne bir santim üstüne. Tıpkı bir yağmur damlasının yere inişi gibi. Tam yerine. Top mutlu. Üç kale direği mutlu. Ağlar mutlu. Hatta uzun süre böyle bir gol yediğini hatırlayacak olan Ramazan bile mutlu.
Sow topu alıyor sağ kanatta. Çizgiye doğru hareketleniyor. İki Gençlerbirliği savunmacısı onu karşılıyor. Stoch bomboş yine. Sow ona atıyor. Son anda önündeki adama çarpıp kornere çıkıyor top. Alex korner kullanıyor yine. Fenerbahçeli oyuncular, Ankara ekibinin hemen hepsi yine ceza alanı içinde. İlker’le göz göze geliyoruz. Stoch yine boş. Bu kez orta içeri. Top sekiyor. Savunma konsantrasyonu zaten sıfır. Sow alıyor, dönüyor. Stoch’a veriyor. Aradan 4-5 saniye geçmiş. Stoch hala boş. Sonuç yine klasik Miro golü..
Stoch bu ligin üstünde
Stoch bu ligin üstünde bir oyuncu. Hamsik, Weiss gibi oyuncularla hızlı futbolun örneklerini verdi hafta içinde. En önemli özelliği tek yönlü değil. Her iki ayağını kullanıp, her iki yöne çalım atabiliyor. Miro iyiyse Fenerbahçe de bir seviye üstte futbol oynuyor artık. Stoch, Yağmur Adam gibi. Hem kulübüne hem de ligimize renk katıyor.
Alex dün akşamın en iyilerindendi. Asisti de golü de güzeldi. Sow’la, Stoch’la anlaşması, uyumu da iyiydi. Hem yorulmaması açısından hem de takımın savunma direncinin kırılmaması adına oyundan alınması yerinde karardı. Maçın bir başka tam not alan ismi Cristian’dı. Hem savunmaya yardımı hem de hücuma katkısıyla kusursuzdu. Tıpkı ikinci yarıdaki Emre gibi..
Gençlerbirliği’ni çok yazmak istemedim. Çünkü çok yoktular sahada. Sadece Çapa’nın yerinde olsam, ilk yarı biterken iki oyuncu değiştireceğime, devrede üç ismi kenara çekerdim. Ama bu kadar artısı olan bir ismin de oyuncularına kırıldığını göz ardı etmemek gerek.
Bizden çok daha geride bir lige sahip, ama futbol kurgusunu doğru futbolcular üzerinden yapan, hızlı oyunu ilke edinmiş Slovakya ise zorlanmadan iki gol atıyor. Başlangıç üzücü.
Performans düşündürücü. Bursa seyircisinin ilk golden önce, “Yeter Demirören” tezahüratına başlayıp golün o ana denk gelmesi de hiç hoş değil. Bütün bunlara karşın bir futbol doğrusundan hiç şaşmam. İstikrarın, huzur güven ortamının olduğu yerde başarı gelir. Olmadığı yerde kaos kol gezer. Ben görev süresi bitene kadar Abdullah Avcı’ylayım, ya siz!
Biliyorum, yazıyı okurken, “Kim karşı yeni gelmiş bir teknik adama” diyebilirsiniz. Onlar kendini bilir. Türk futbolunun her noktasına kaos ve kriz tohumu ekmeye çalışanlara sözüm. İstikrardan korkanlara. Savunmamız daha kendine gelmeden Weiss, Stoch, Hamsik üçgeniyle dağıldı. İki bireysel golle sendeledik. Ben dahil, hemen herkes Abdullah Avcı’nın farklı bir onbirle ikinci yarıya başlamasını bekliyorduk.. O sabrı seçti.
Selçuk-Emre-Nuri-Arda
Güven vermek istedi gençlere.. Uzun vadede onları kazanmak istediği için hazırlık maçında sert bir hamle yapmadı.. Burak ve Mevlüt girdikten sonra oyunu rakip sahaya yığıp hem pozisyon hem gol bulduk.. Taraftarı ateşledik.. Kaybettik ama mücadeleden hiç düşmedik.
Ve olmayanlar. Avcı’nın organizasyonu farklı olabilir.. Ama bu takım Selçuk İnan-Emre-Nuri-Arda dörtlüsü ve iki forvetle daha başarılı olur.
Arda’nın bu formsuzluğuyla Olcan da devreye girer, Alper de. Zorlu bir süreçten geçiyor futbolumuz. Milli Takım’ın finallere gitmesi için tek yürek olması şart.. Hem içimizdeki hem dışımızdaki “rakiplere” karşı. O yüzden ben Avcı’ylayım. Ya siz!
Yuvarlak bir cisim, iki direk ve oyuncular. İşte size futbol! Peki nedir bu milyarların ilgisi, akan paranın büyüklüğü, adeta hayatın durması derseniz, orası bir muamma. Hele bir de günlerden derbiyse, düşünün o renklere gönül vermişleri. Kız istemeye giden aile gibi hazırlanırlar maça, formalarını giyip kaşkollarını takarlar.
Dün Galatasaray’dı, daha önce Beşiktaş ya da Fenerbahçe. Derbi olunca maçın adı, heyecan da büyük beklenti de. Galatasaray oyuna iyi başlayan taraf. Güzel bir sağ kanat akını sonrası öne geçiyor ev sahibi. Eboue’nin gücü, Elmander’in kuvveti derken ağlarda top. Taraftar da, kulübe de, oyuncular da rahatlıyor. Favori öne geçince, ilginçtir, Beşiktaş da rahatlıyor. Savunma yapmak yerine öne çıkmaya çalışıyor.
İlk yarının kalitesi düşük. Derbi seviyesinin çok altında. Çünkü güçlü gözüken golünü atmış, avantajı eline geçirmiş.
İkinci yarı şok gollerle başlıyor. Tembel star Quaresma bir asistle arkadaşlarını ayağa kaldırıyor. Ama futbolun en temel özelliklerinden biri devreye giriyor o dakikalarda. Gol attığın veya yediğin dakikaların hemen sonrasına, takım konsantrasyonun dağılmamasına çok dikkat edeceksin. Yoksa Melo gelir, tek başına cezalandırır ofsayt taktiğini.
Ve son bölüm. İşte derbi, işte futbol denilen anlar. Futbolun neden “dünyanın sporu” olduğunu anlatan kareler. Kaçan fırsatlar, gel-gitler, dağılan savunmalar. “Kazandık” diyenin kaybettiği, “yedik” diyenin attığı
anlar. Böylesine bir maça yakışan bir son. Kazanan her zaman haklıdır futbolda. Ama bu maçn tüm ligin ders çıkarması gerek. Terim’in çalıştırıcılığından alınması gereken önemli dersler de var. Top, bazen hata bile yapsa kazanmayı hak edenin yanında duruyor. Son saniyede de olsa, daha iyi olan için yuvarlanıyor. Elmander’in, Melo’nun zamanı dünyada. Bunu fark eden Terim ligi forse ediyor. Fark edemeyenler; mücadele gücü düşük Portekizlilerle, Brezilyalılarla geride kalıyor.