26 Mart 2004
Çağan Irmak genç yönetmenlerimizden, farklı türler denemek istiyor, kendi tarzını bulmak istiyor, kendini bulmak istiyor. Hepsi doğrudur, hepsini kabul ederim. Daha önce de söyledim, eğer bir iş çıkmış, salona inmişse Türk filmidir, yabancı filmdir, deneyimlidir, acemidir, beni hiç ilgilendirmez, ben eleştirime bakarım. ‘Gencim, güzelim, denerim’ diyen ve ona göre muamele isteyen, filmlerinin üzerine ‘Dikkat Acemi Yönetmen’ yazdırıp seyirciyi uyarsın, biz de ona göre tavır alalım. Haksız mıyım? Siz filme giderken ‘amatördür ona göre izleyeyim’ diyor musunuz?
Sanırım yukarıdaki girişten de anlamışsınızdır, ‘Mustafa Hakkında Herşey’ olmamış. Sizi bilmem ama beni hayal kırıklığına uğrattı. Hatta iyi ki Çağan Irmak Asmalı Konak’ın filmini çekmemiş diye düşündüm. Irmak’ın görüntülerine, kurgu becerilerine bir şey demiyorum, bu konuda Irmak çok şey vaat ediyor. Benim derdim filmi film yapacak entelektüel ruhta. Filmin türü belli değil. Gerilim mi? Doğru geriyor ama gerildiğiniz noktalar öykünün örüm örüm örüldüğü, sizin ‘şimdi ne bu ya’ olduğunuz’ noktalar.
Girişteki ‘mutlu aile’ tablosu öyle abartılı ki, daha girişte gerilmemek işten değil. Mustafa’nın gereksiz ‘niye aldattı da niye aldattı’ hezeyanlarına gerilmemek işten bile değil. Mustafa’nın yoldan bulduğu taksiciyle kesişme ve ‘verme’ biçimine gerilmemek mümkün değil. Mustafa’ya biçilmeye çalışılan psikolojik sorunun tasarımına gerilmemek işten bile değil. 2003 yılında Mustafa’nın ajansta yaptığı toplantının ilkelliğine gerim gerim gerilmemek mümkün değil. Mustafa’nın psikolojik sorunlarını heykellerden çıkarma abukluğuna gerilmemek mümkün değil. Mustafa’nın sorunlarının kökenini öğrenirken yüzleştiğimiz didaktik vurguya gerilmemek mümkün değil. Mustafa’nın arkadan gelen araca yol vermediği sahnenin gereksizliğine gerilmemek mümkün değil. Taksi şoförünün Mustafa’nın elinden kaçarken ‘beni yakala’ diye ıssız olan tarafa kaçmasına gerilmemek mümkün değil. Mustafa’nın çocukluğuna dönüldüğünde annesinin hálá ‘yaşlı anne’ gibi durmasına gerilmemek mümkün değil. Ve son olarak Mustafa ve annesinin itiraf sahnesi. İki saat film çekiyorsun sonra iki saatte anlatamadığını beş dakikada anlatmaya çalışıyorsun. Hem de ne tempoyla. Biz bu filmi niye çektik o zaman? ‘Mustafa Hakkında Herşey’i film yapmaya Çağan Irmak’ın ruhu yetmemiş, filmden koca iki saatlik bir dizi episodu çıkmış.
Fikret Kuşkan çok abartılı oynuyor, zaten konu örgüsü sorunlu filme ayrı bir yapaylık katıyor. Nejat İşler’in oyunculuğu müthiş. Özellikle Mustafa-Taksici ‘Hadi lan karımı niye ş’aptın söyle’ sahnelerinde İşler’in performansı keyif veriyor. Bunda Çağan Irmak’ın bu sahnelerde seçtiği görüntülerin, yaptığı kurgunun ve yazdığı diyalogların da payı büyük. Şerif Sezer’in ise yanlış seçim olduğunu düşünüyorum. Gidelim mi? Bu hafta sonu ‘aman aman şuna gidin’ diyeceğim alternatifleriniz yok. Dublex daha eğlenceli bir film ama o da günün sonunda bir Danny De Vito denemesi. Gidin, gidin... Nejat İşler’i izlemeye değebilir.
CUMA ALINTISI
İnsanların çok iyi olmasını istemiyorum, çünkü bu beni onları sevme sıkıntısından kurtarıyor.(Jane Austen)
Çatı’ya kimler gider
Ne zamandır Yeşilçam Sokağı’nın oralardaki Çatı’ya gidecektim. Gittim. Çatı, Beyoğlu’nun güzel binalarından Suriye Pasajı’nın içine, yüz yıllık Santral Sineması’nın yerine, yeniden konuşlanmış. İki katlı, alçakgönüllü bir mekan. Alt katında müziksiz sohbet mümkün. Üst katta ise cuma, cumartesi Grup Trio Kaşmir program yapıyor. Pınar piyano, Tuğçe gitar çalıyor, Göker de söylüyor. İkisi kardeş, üç genç kız kafa ütülemeyen, dansa elverişli hoş müzik yapıyorlar. Dans pisti de uygun, isteyen çıkıp dans ediyor.
Çatı’nın mezeleri oturmuş mezeler. Cevizli kereviz salatası, çatı böreği ağzında dağılıyor insanın. Patlıcan tatlısı da değişik bir alternatif olabilir. Çatı’nın sahibi Hasan Özen aynı zamanda Mutfak Dostları Derneği’nin kurucularındanmış. İki sohbet edince anladım ki Hasan Özen Çatı’yla yatıyor, Çatı’yla kalkıyor, Çatı’yla yaşıyor. Özen’e göre Çatı’ya, hayatı yaşamanın güzelliklerini bilen ama ‘hesabi-kitabi’ nedenlerle bu güzellikleri yaşayamayan enteller geliyor. Sonra alışıyorlar ve bir daha da Çatı’dan çıkamıyorlar. Hayatın güzelliklerini yaşamayı bilip ‘hesabı-kitabi’ nedenlerle yaşayamayanlara Çatı’yı bu hafta sonu şiddetle öneririm. Alt katta kişi başı 20-25 milyon, üst katta 30-35 milyon. (0-212-251 00 00).
CUMA TAKINTISI
Geçen hafta perşembe yine Beşiktaş Plaza’daki Vouge’a uğradım. İğne atsan yere düşmüyordu. Rızacık (Büyükuğur) her zamanki gibi görevinin başında misafirleriyle ilgileniyordu. ‘Ne yiyeyim Rıza?’ dedim. ‘Suşi ye!’ dedi ve hemen mönüyü getirtip kendisi özel bir sepet yaptı. Bu hafta sonu size de öneririm. Vouge’da suşi çok lezzetli. Yılan balıklı olanı da benim hitim. RızVouge’da perşembe geceleri konsept değiştirmiş! Bar önü ayakta muhabbet ve ‘clubber’lara özel DJ müziği vardı. İki yemek ve bar muhabbeti ağırlıklı yeni konsept hemen farklı müşteri kitlesini de getirmiş
Aristokrasi, ayak takımını son kez yendi
ANAP ve DYP tepetaklak giderken, genel kongreleri olur, her kongrede de ANAP’lılar ve DYP’liler, sanki başarısızlığın sonucu genel başkanları değilmiş gibi yeniden Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’a oy verirlerdi. ANAP ve DYP’nin sonunun ne olduğunu hep birlikte gördük.
Son Galatasaray kongresinde Özhan Canaydın’a oy veren Galatasaraylıların çoğunluğunun, ANAP ve DYP Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz’ı yeniden, yeniden, yeniden seçtiklerinde ‘Olmaz bu kadar ya, başarısızlık bu kadar da ödüllendirilmemeli!’ dediklerinden eminim.
Peki niye şimdi aynı Galatasaraylılar Galatasaray’ı perişan eden Özhan Canaydın’ı yeniden başkan seçtiler? Canaydın döneminin Galatasaraylılar için yüzkarası bir dönem olduğunu kabul etmeyen var mı? Canaydın’ın umut vaat etmediği de ortada. O halde neden? İstenen ne? Galatasaray’ın başarısı mı yoksa aristokrat iktidarın devamı mı?
Görünen o ki Galatasaray’da istenen aristokrat iktidarın sürdürülmesi, ayak takımına karşı mevzilerin korunmasıymış. Ne boşuna bir çaba! Galatasaray, Özhan Canaydın’la nereye uçabilir ki? Canaydın yönetimi, bu kafayla olsa olsa ayak takımına öyle bir devrim yaptırır ki, aristokrasi artık yiyecek pasta bulamaz. Bize düşecek olan da acı çekmek. Çekeriz... İki yıl çekmişiz, birkaç ayın lafı mı olur!
Poptrinam: Derin pop mirasımız aşılamamış
Geçen hafta sürekli Deniz Arcak dinledim. İlk üç şarkı Eyvallah, Veda, Kıpır hoşuma gitti. Sonrası ise büyük bir boşluk, bazıları gereksiz şarkılar. İz bırakmıyor. ‘Dünya Aynı Dünya’yı ve ‘Bırakın Beni’ yi Zeynep Talu nedeniyle bir kenara koyarsak diğerleri tekrar tekrar dinleme isteği yaratmıyor. Fuat Güner, Arcak için çok uğraşmış ama sonuçta derin pop mirasımız pek fazla aşılamamış.
Yazının Devamını Oku 22 Mart 2004
<B>‘‘LİDERLERİN Form Grafiği’’</B> araştırmasının Şubat 2004 sonuçları elimize ulaştı. Bu sonuçlara göre <B>Tayyip Erdoğan</B>'ın performansında 2.5 puanlık bir düşüş var. Deniz Baykal ise formunu 1.2 puan artırmış görünüyor. Tayyip Erdoğan'ın seçim kampanyasında CHP'ye ‘‘yüklenmesi’’ hafiften CHP'ye yaramış gibi. Bence de Erdoğan'ın CHP'ye yüklenmesi taktik açıdan yanlıştı. CHP artık AKP'nin liginde algılanmıyor, onu muhatap alıp niye aynı lige konumlandırıyorsun ki! Dolayısıyla sonuç çok doğal bir sonuç. Bir de anlamadığım bir şey var. AKP yerel seçim kampanyasına milyonlarca dolar yatırdı. Kampanyanın kahramanı da Tayyip Erdoğan.
Bu kadar reklam yatırımına niye Erdoğan'ın form grafiği daha da artmaz ki! Yanıtı biliyorum, söyleyeyim. AKP'nin yurt çapında ‘‘tek kimlikle’’ yürüttüğü reklam kampanyasının içi boş. (Allahtan boş, bir de dolu olsa AKP bırakın Menderes dönemini tek parti dönemini anımsatacak!)
‘‘AK İller’’, ‘‘Aşkla yola çıkma’’ gibi kavramlar ne Tayyip Erdoğan'a, ne partiye, ne adaylara yönelik ek itigücü yaratamıyor. Üstelik AKP yerel reklamlarında çok fazla Tayyip Erdoğan'a yaslanıyor, parti-lider vaadini, yerel sorunlarla birleştiren reklam söylemleri geliştiremiyor. Çünkü AKP reklam kampanya işini merkezden otomatiği bağladı, her yerel örgüte aspirin öneriyor. Galiba neden biraz da sürümden kazanmak.
Söylenti AKP reklam kampanyalarını yürüten Arter Ajans'ın bu sürümden 6-7 milyon dolar kazandığı ve bu parayı da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin nisan ayında yapılacak olan billboard panoları ihalesinde kullanacağı. Söylenti bu. Gerçeği nisan ayındaki büyük ihalede göreceğiz. Taraflara müjde, oralarda olup ihaleyi izleyeceğiz!
AKP bıçağı dayadı bastırıyor
AKP bir yandan ‘‘kamu yönetimi merkezci’’ diyor, merkezi yetkileri yerel yönetimlere devrediyor. Diğer yandan ‘‘Üniversiteler burs vermeyi beceremiyor, burs işi merkezileşmeli’’ diyor üniversitelerin burs vermesini engelliyor, kredi verme işini merkezileştiriyor. Bu AKP'nin ‘‘kötü niyeti’’nin en güzel kanıtı! AKP kötü niyetli olmasa belediyelerdeki öğrenci bursu verme yetkisini niye tutsun! Mantığa bakar mısınız? Üniversiteler ellerindeki birkaç bursu adil bir şekilde dağıtmayı beceremeyecek, belediyeler becerecek! Üniversite düşmanlığının bu kadarı da fazla. Gerçekten fazla. AKP'nin ‘‘zihniyetini’’ ve türbanı sokamadığı üniversitelerden intikam almaya çalıştığı çok açık. Nereye kadar? Bilmiyorum. Bildiğim, bu gidişin iyi gidiş olmadığı, bugün susanların yarın konuşacak hiçbir üniversite bulamayacakları. AKP Hükümeti bıçağı üniversitelerin gırtlağına dayadı, bastırdıkça bastırıyor. Benden uyarması.
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2004
<B>ANIMSARSANIZ</B> kısa bir süre önce <B>‘‘Hyundai, kötü şoförün Hyundai kullandığı Akbank reklamına itiraz etmesin, kendi bile ürünlerini bu kadar iyi sunamıyor’’</B> demiştik. Hyundai bizi duymuş olmalı çok sıkı bir imaj kampanyası ile çıktı geldi. Hyundai'nin yeni kampanyasının hem televizyon hem basın ayağı dikkat çekici ve etkileyici. Reklamları dikkat çekici ve beğenilir kılan, mesajın geçmesini sağlayan da çok sevilen bir algı-gerçek oyunu: Bir görsel öğe tek başına farklı, yanındaki diğer görsel öğelerle farklı algılanır.
Gestalt psikolojisi yani. Dr. Max Werheimer Gestalt, psikolojinin temellerini 1912 yılında atmış. Hyundai'nin bize oynattığı ‘‘algı-gerçek’’ oyunundaki testleri de ortaya attığı psikolojinin kanıtları olarak o yıllarda sunmuştur. Ne demek istiyor Hyundai bize bu oyunla! Yıllarca Hyundai'yi Güney Kore imajıyla küçümsediniz, şimdi yollarda gördüğünüz ve beğendiğiniz modellerimiz sizi şaşırtmasın. Onlar algı değil gerçek, onlar Hyundai. (Vay be, ben mi yazsaydım bu kampanyanın metinlerini ne!)
Hyundai bir çeşit Aristo mantığıyla öğretme tekniğini kullanıyor anlayacağınız. Uzun süredir hem beyne hem kalbe hitap eden hem de doğru bir otomobil reklam kampanyası görmemiştim. Tebrikler (Reklam Ajansı: Lowe Rating: * * * * *).
NOT: Açıkhava uygulamalarını sevmedim. Algı oyununu yansıtan görsel öğe tek başına zevk vermiyor.
Bakan var bakan var!
SANAYİ ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un kozmetik ürünleri reklamlarındaki görsel öğeleri çıplak kadın fotoğrafı olarak algılaması tam bir seçici algılama örneği. Normal bir erkeğin aslında o reklamları görmemesi gerekir. Erkeklerin selülit sorunu yoktur ve ihtiyaç alanıyla örtüşmeyen reklamlarla kimse ilgilenmez! Tabii ki benim gibi Sayın Bakan gibi söz konusu reklamlarla mesleki ilgi gereği ilgilenenler olacaktır.
‘‘Mesleki’’ olarak yıllardır ben de bu tür reklamları incelerim, ama hiçbir şekilde baktığımın çıplak kadın vücudu olduğunu algılamamışımdır. Çünkü bu reklamlarda kadın vücudunun işlevi ‘‘cinsel çekicilik’’ yaratmak değil, ürün kullanımının sonuçlarını göstermektir. Aynı tıp kitaplarında olduğu gibi. Kadınlar reklamdaki görsel malzemeyi incelerler ve ürünü kullanırlarsa nasıl bir cilde sahip olacakların görürler, sonra da ikna olup ürünü almak üzere harekete geçerler. Aynı Sayın Bakan'ın eşinin arkadaşları gibi. Normal olan budur.
Kadın vücüdunun demonstratif amaçlı kullanıldığı reklamlara bakıp da oradaki vücudu ‘‘tahrik unsuru’’ olarak algılayan varsa sorunu kendisinde aramalıdır. Eğer bir toplumda bu tür reklamlara bakıp da ‘‘tahrik unsuru’’ olarak algılayanların sayısı çoğalmaya başlamışsa o toplum sorunu kendisinde, eğitim sisteminde, oluşturduğu zihniyet sisteminde aramalıdır. Tabii ki demonstratif vücudu tahrik unsuru olarak algılayanların çok olduğu bir toplumda reklamlar poşete girecektir.
Hatta böyle toplumlarda kadın pedi reklamları ve prezervatif reklamları da çağrıştırdıkları nesneler nedeniyle yasaklanacaktır. Daha sonra sıra reklamlarda her türlü kadın kullanımını yasaklamaya, daha sonra da sadece ‘‘tek tip’’ kadın reklamlarına izin vermeye gelecektir. Daha sonra? Belki de mantar çorbası ile erkeklik organı arasında bağlantı kurup çorba reklamlarını yasaklamaya kalkanlar bile olabilir. ‘‘Ne alaka?’’ demeyin, beyninizi zorlayın, ‘‘ne alaka’’ olduğunu göreceksiniz! Seçici algı bu. Bakan var bakan var.
Şanghay Turizm Derneği'ne yardım
ANADOLU Hayat Emeklilik reklamları bitti, ben de bittim. İzninizle bu kampanyaya iki yıldız vermek istiyorum. Hálá niye bu reklam filmlerini çekmek için Şanghay'a gidildi, biz kampanyadan Anadolu Emeklilik adına ne öğrendik, niye Şanghaylılar Anadolu Emeklilik şarkısını çok beğendi öğrenemedim. Eğer bu kampanyanın amacını, sonuçta bu amaca ulaşılıp ulaşılmadığını Anadolu Hayat yetkilileri bana bildirirlerse burada yayınlar, notlarını da yükseltirim. Umarım Anadolu Hayat'ta birileri ‘‘Ya biz bu reklamları Şanghay Turizm Derneği'ne yardım olsun diye mi yaptık?’’ diye soruyordur (* *)
Krizde Casper, IBM'i sollayıp geçmiş!
DİZÜSTÜ bilgisayar üreten neler üretmez değil mi? Beko'nun dizüstü bilgisayar reklamı işte tam bu ‘‘inanç’’ noktasından vuruyor ve Beko'yu ‘‘Bir Dünya Markası’’ sloganına daha da bir yakınlaştırıyor. Reklamdaki öykü bilgisayarın özelliklerini vurgulamada başarılı, yapım kalitesi de ürüne çekicilik katıyor ve Beko bilgisayarları için bir yaşam standardı belirliyor. Dizüstü reklamı ‘‘Beko markası iyi yönetiliyor’’ izlenimimizi güçlendiriyor. (Reklam Ajansı: TBWA Rating: * * * * *)
Bu arada Taylor Nelson Sofres geçen ay yine Türkiye temsili 2 bin 038 kişiye ‘‘Aklınıza gelen ilk üç bilgisayar markasını söyleyin’’ dedi. Sonuçlar 2001'de yapılan aynı araştırmayla karşılaştırılınca çok ilginç. Casper, IBM'i sollamış, geçmiş. Bu bir kriz mucizesi, bu bir reklam mucizesi! Casper olayını biraz inceleyip sizi bilgilendirsek iyi olacak galiba. Hatta bilgisayar marka anımsama ligi olduğu gibi değişmiş. Bilgisayar sektöründe bir şeyler olduğu kesin. Bu sektöre daha geniş açıdan baksak hiç fena olmayacak. Haksız mıyım?
Calvin Klein'in cinsellik sınırı
MEDİCAT yayınlarından kısa bir süre önce ‘‘Radar Altı İletişim’’ isimli bir kitap çıktı. Jonathan Bond ve Richard Kirshenbaum'un bu kitapta vurguladıkları şu: Günümüzün şüpheci insanı her türlü pazarlama iletişiminden korunmak için kendine özgü bir algılama radarı geliştirmiştir. Markalar bu radara yakalanıp etkisiz hale getirilmek istemiyorlarsa daha farklı düşünmek daha yaratıcı olmak zorundadırlar!
Kitaptaki örneklerden biri Calvin Klein'le ilgili. Calvin Klein bildiğiniz gibi reklamlarında cinsel imajlardan yararlanan bir marka. Bunun nedeni de marka özünü ‘‘kışkırtıcılık’’ olarak belirlemesi. Bond ve Kirshenbaum'un dediklerine göre Clavin'in bu konuda sınırları varmış. Calvin işi ‘‘şık’’ cinsellikten öteye götüremez, asla işi pornografik seviyeye indirmez ve cinsel yönden tabu olan şeylere bulaşamazmış. Calvin'in cinsellik yaklaşımının felsefesi ise şuymuş: Cinsellik bir tarzdır doğru biçimde kullanılmalıdır!
1995 yılında Calvin Klein ‘‘çocuk pornografisi’’ adını verdiği bir reklam kampanyası düzenlemiş. Bu kampanyada Klein 15 yaşlarındaki gençlere giysilerini giydirip onları ‘‘pornografik’’ bir malzemenin unsurları gibi kullanmış. Bu kampanya moda öncülerini bile rahatsız etmiş. Çünkü kampanyanın derinliğine inildiğinde işin sadece ‘‘reklam olsun'' diye yapıldığının farkına varılmaya başlanmış, kampanya tüketici radarına yakalanmış. Klein'in reklamına maruz kalanlar kendilerini rahatsız hissedip Klein'e protesto mesajları göndermişler hatta Klein'in mağazalarına fiziki saldırılarda bile bulunulmuş. Neden? Çünkü Klein sınırı geçmiş, tabulara saldırmış.
Bugün her toplumda cocuk cinselliğinin ticari amaçla kullanımı kaygı uyandırıyor ve her toplumda böyle davranışlar ahlaksız olarak değerlendiriliyor. İnsanlar bu konuda sadece gördükleri ‘‘düşük zevkli’’ malzemeden rahatsızlık duymuyorlar. Sorunlar zekalarıyla dalga geçilmesi, duyarlılıklarına hakaret edilmesi. İşte sınır bu:
Reklamda cinsellik kullanacaksa kimsenin zekasıyla dalga geçilmemeli, duyarlı olunan alanlara hakaret edilmemeli.
Ama şunu da unutmayın 50 yıl önce ahlaka aykırı olan bir şey bugün koca bir saçmalık olarak görülebilir!
Çekirgelik
Yaşlılığın üç belirtisi vardır. Hafıza kaybı ve... Diğer ikisi neydi ya? (Red Skelton)
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2004
ANIMSARSANIZ kısa bir süre önce ‘‘Hyundai, kötü şoförün Hyundai kullandığı Akbank reklamına itiraz etmesin, kendi bile ürünlerini bu kadar iyi sunamıyor’’ demiştik. Hyundai bizi duymuş olmalı çok sıkı bir imaj kampanyası ile çıktı geldi.Hyundai'nin yeni kampanyasının hem televizyon hem basın ayağı dikkat çekici ve etkileyici. Reklamları dikkat çekici ve beğenilir kılan, mesajın geçmesini sağlayan da çok sevilen bir algı-gerçek oyunu: Bir görsel öğe tek başına farklı, yanındaki diğer görsel öğelerle farklı algılanır.Gestalt psikolojisi yani. Dr. Max Werheimer Gestalt, psikolojinin temellerini 1912 yılında atmış. Hyundai'nin bize oynattığı ‘‘algı-gerçek’’ oyunundaki testleri de ortaya attığı psikolojinin kanıtları olarak o yıllarda sunmuştur. Ne demek istiyor Hyundai bize bu oyunla! Yıllarca Hyundai'yi Güney Kore imajıyla küçümsediniz, şimdi yollarda gördüğünüz ve beğendiğiniz modellerimiz sizi şaşırtmasın. Onlar algı değil gerçek, onlar Hyundai. (Vay be, ben mi yazsaydım bu kampanyanın metinlerini ne!)Hyundai bir çeşit Aristo mantığıyla öğretme tekniğini kullanıyor anlayacağınız. Uzun süredir hem beyne hem kalbe hitap eden hem de doğru bir otomobil reklam kampanyası görmemiştim. Tebrikler (Reklam Ajansı: Lowe Rating: * * * * *).NOT: Açıkhava uygulamalarını sevmedim. Algı oyununu yansıtan görsel öğe tek başına zevk vermiyor.Bakan var bakan var!SANAYİ ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un kozmetik ürünleri reklamlarındaki görsel öğeleri çıplak kadın fotoğrafı olarak algılaması tam bir seçici algılama örneği. Normal bir erkeğin aslında o reklamları görmemesi gerekir. Erkeklerin selülit sorunu yoktur ve ihtiyaç alanıyla örtüşmeyen reklamlarla kimse ilgilenmez! Tabii ki benim gibi Sayın Bakan gibi söz konusu reklamlarla mesleki ilgi gereği ilgilenenler olacaktır. ‘‘Mesleki’’ olarak yıllardır ben de bu tür reklamları incelerim, ama hiçbir şekilde baktığımın çıplak kadın vücudu olduğunu algılamamışımdır. Çünkü bu reklamlarda kadın vücudunun işlevi ‘‘cinsel çekicilik’’ yaratmak değil, ürün kullanımının sonuçlarını göstermektir. Aynı tıp kitaplarında olduğu gibi. Kadınlar reklamdaki görsel malzemeyi incelerler ve ürünü kullanırlarsa nasıl bir cilde sahip olacakların görürler, sonra da ikna olup ürünü almak üzere harekete geçerler. Aynı Sayın Bakan'ın eşinin arkadaşları gibi. Normal olan budur.Kadın vücüdunun demonstratif amaçlı kullanıldığı reklamlara bakıp da oradaki vücudu ‘‘tahrik unsuru’’ olarak algılayan varsa sorunu kendisinde aramalıdır. Eğer bir toplumda bu tür reklamlara bakıp da ‘‘tahrik unsuru’’ olarak algılayanların sayısı çoğalmaya başlamışsa o toplum sorunu kendisinde, eğitim sisteminde, oluşturduğu zihniyet sisteminde aramalıdır. Tabii ki demonstratif vücudu tahrik unsuru olarak algılayanların çok olduğu bir toplumda reklamlar poşete girecektir.Hatta böyle toplumlarda kadın pedi reklamları ve prezervatif reklamları da çağrıştırdıkları nesneler nedeniyle yasaklanacaktır. Daha sonra sıra reklamlarda her türlü kadın kullanımını yasaklamaya, daha sonra da sadece ‘‘tek tip’’ kadın reklamlarına izin vermeye gelecektir. Daha sonra? Belki de mantar çorbası ile erkeklik organı arasında bağlantı kurup çorba reklamlarını yasaklamaya kalkanlar bile olabilir. ‘‘Ne alaka?’’ demeyin, beyninizi zorlayın, ‘‘ne alaka’’ olduğunu göreceksiniz! Seçici algı bu. Bakan var bakan var.Şanghay Turizm Derneği'ne yardımANADOLU Hayat Emeklilik reklamları bitti, ben de bittim. İzninizle bu kampanyaya iki yıldız vermek istiyorum. Hálá niye bu reklam filmlerini çekmek için Şanghay'a gidildi, biz kampanyadan Anadolu Emeklilik adına ne öğrendik, niye Şanghaylılar Anadolu Emeklilik şarkısını çok beğendi öğrenemedim. Eğer bu kampanyanın amacını, sonuçta bu amaca ulaşılıp ulaşılmadığını Anadolu Hayat yetkilileri bana bildirirlerse burada yayınlar, notlarını da yükseltirim. Umarım Anadolu Hayat'ta birileri ‘‘Ya biz bu reklamları Şanghay Turizm Derneği'ne yardım olsun diye mi yaptık?’’ diye soruyordur (* *)Krizde Casper, IBM'i sollayıp geçmiş!DİZÜSTÜ bilgisayar üreten neler üretmez değil mi? Beko'nun dizüstü bilgisayar reklamı işte tam bu ‘‘inanç’’ noktasından vuruyor ve Beko'yu ‘‘Bir Dünya Markası’’ sloganına daha da bir yakınlaştırıyor. Reklamdaki öykü bilgisayarın özelliklerini vurgulamada başarılı, yapım kalitesi de ürüne çekicilik katıyor ve Beko bilgisayarları için bir yaşam standardı belirliyor. Dizüstü reklamı ‘‘Beko markası iyi yönetiliyor’’ izlenimimizi güçlendiriyor. (Reklam Ajansı: TBWA Rating: * * * * *)Bu arada Taylor Nelson Sofres geçen ay yine Türkiye temsili 2 bin 038 kişiye ‘‘Aklınıza gelen ilk üç bilgisayar markasını söyleyin’’ dedi. Sonuçlar 2001'de yapılan aynı araştırmayla karşılaştırılınca çok ilginç. Casper, IBM'i sollamış, geçmiş. Bu bir kriz mucizesi, bu bir reklam mucizesi! Casper olayını biraz inceleyip sizi bilgilendirsek iyi olacak galiba. Hatta bilgisayar marka anımsama ligi olduğu gibi değişmiş. Bilgisayar sektöründe bir şeyler olduğu kesin. Bu sektöre daha geniş açıdan baksak hiç fena olmayacak. Haksız mıyım?Calvin Klein'in cinsellik sınırıMEDİCAT yayınlarından kısa bir süre önce ‘‘Radar Altı İletişim’’ isimli bir kitap çıktı. Jonathan Bond ve Richard Kirshenbaum'un bu kitapta vurguladıkları şu: Günümüzün şüpheci insanı her türlü pazarlama iletişiminden korunmak için kendine özgü bir algılama radarı geliştirmiştir. Markalar bu radara yakalanıp etkisiz hale getirilmek istemiyorlarsa daha farklı düşünmek daha yaratıcı olmak zorundadırlar! Kitaptaki örneklerden biri Calvin Klein'le ilgili. Calvin Klein bildiğiniz gibi reklamlarında cinsel imajlardan yararlanan bir marka. Bunun nedeni de marka özünü ‘‘kışkırtıcılık’’ olarak belirlemesi. Bond ve Kirshenbaum'un dediklerine göre Clavin'in bu konuda sınırları varmış. Calvin işi ‘‘şık’’ cinsellikten öteye götüremez, asla işi pornografik seviyeye indirmez ve cinsel yönden tabu olan şeylere bulaşamazmış. Calvin'in cinsellik yaklaşımının felsefesi ise şuymuş: Cinsellik bir tarzdır doğru biçimde kullanılmalıdır!1995 yılında Calvin Klein ‘‘çocuk pornografisi’’ adını verdiği bir reklam kampanyası düzenlemiş. Bu kampanyada Klein 15 yaşlarındaki gençlere giysilerini giydirip onları ‘‘pornografik’’ bir malzemenin unsurları gibi kullanmış. Bu kampanya moda öncülerini bile rahatsız etmiş. Çünkü kampanyanın derinliğine inildiğinde işin sadece ‘‘reklam olsun'' diye yapıldığının farkına varılmaya başlanmış, kampanya tüketici radarına yakalanmış. Klein'in reklamına maruz kalanlar kendilerini rahatsız hissedip Klein'e protesto mesajları göndermişler hatta Klein'in mağazalarına fiziki saldırılarda bile bulunulmuş. Neden? Çünkü Klein sınırı geçmiş, tabulara saldırmış.Bugün her toplumda cocuk cinselliğinin ticari amaçla kullanımı kaygı uyandırıyor ve her toplumda böyle davranışlar ahlaksız olarak değerlendiriliyor. İnsanlar bu konuda sadece gördükleri ‘‘düşük zevkli’’ malzemeden rahatsızlık duymuyorlar. Sorunlar zekalarıyla dalga geçilmesi, duyarlılıklarına hakaret edilmesi. İşte sınır bu:Reklamda cinsellik kullanacaksa kimsenin zekasıyla dalga geçilmemeli, duyarlı olunan alanlara hakaret edilmemeli.Ama şunu da unutmayın 50 yıl önce ahlaka aykırı olan bir şey bugün koca bir saçmalık olarak görülebilir!ÇekirgelikYaşlılığın üç belirtisi vardır. Hafıza kaybı ve... Diğer ikisi neydi ya? (Red Skelton)
button
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2004
Altın Ayı, pornocu Sibel, töre cinayeti falan derken ‘Duvara Karşı’ bitip ışıklar yandığında ‘ohhhh’ diye derin bir nefes aldım. Çarptı... Fatih Akın fena çarptı. Kimse çıkıp ‘yok Alman sineması, yok göç sineması, yok melez sinema’ falan demesin Fatih Akın’ın yaptığı resmen Türk sineması. Hem de beni yerime iki saat mıhlayan (yalan söylemeyeyim arada çıkıp kahve içtim) saate ilk baktığımda da ilk bir saatin nasıl geçtiğini anlamadığım bir Türk sineması. Teşekkürler Fatih Akın. Bugüne kadar hiçbir Türk filminde bu kadar iyi dolma yapma sahnesi, rakı sofrası hazırlama sahnesi ve buz gibi rakıyı yudumlama sahnesi görmedim. Kadir İnanır’ın, Tarık Akan’ın, Cüneyt Arkın’ın, izlemediğim filmi kalmamıştır. Bugüne kadar ne Türkan Şoray’ın, ne Fatma Girik ‘in ne de Hülya Koçyiğit’in Sibel’in Cahit’e hazırladığı rakı sofrası gibi bir rakı sofrası hazırladıklarını görmedim. Sibel gibi biber dolması yaptıklarını da. Tamam, paranın para zamanında ‘duvarlar vardı’ Türkan’lar, Kadir’ler, Fatma’lar seyircinin önünde Sibel’le Cahit’in seviştiği gibi sevişemiyorlardı ‘duvarlar’ vardı’, bir gün olsun Türk sinemasının jönlerinden birinin penisini görme şerefine erişemedik ama söyleyin ne olur, Türk sinemasında iki dolma içi dolduracak kadar da becerisi olan yok muydu?
Kendi adıma söyleyeyim, Cahit ve Sibel’in farklı kültürler arasındaki geliş gidişlerini, uyuşturucu ve seks arasındaki kayboluşlarını, ‘karşılarındaki Çin seddine karşı’ tükenişlerini izlerken, gerildim, bir ara ‘yanlarında’ olmayı, Cahit ve Sibel ile bazı şeyleri paylaşmayı çok istedim. Fatih Akın ‘gerçeklik’ duygusunu geçirmenin yollarını çok iyi kapmış çok da cesurca uygulamış. Tecavüzcü Coşkun Türk sinemasında tecavüz edilmedik kadın bırakmamıştır, siz hiç Coşkun’un Duvara Karşı’daki bar sahibi gibi gerçekten tecavüz ettiği hissine kapıldınız mı?
Duvara Karşı’da sevmediğim iki nokta var. İlki senaryonun ikinci yarıdaki temposu. İlk yarı, öyküyü sindire sindire giderken ikinci yarıda Fatih Akın’ı arkadan atlı kovalıyor. Örneğin Sibel’in çocuğunun yaşı hapishanede geçen zamanı tahmin etmemize yarıyor ama bu gösterge zamanın akıp geçtiği hissini veremiyor, sıçrama öyküyü sindirmeyi engelliyor.
İkincisi Sibel’in annesi ve bazı figürasyonlardaki zoraki oyunculuk. Acemi oyunculuk bu sahnelerde gerçeklik duygusundan daha çok ‘kıroluk’ duygusu yaratıyor. Esas kahramanlara gelince... Birol Ünel mükemmel bir oyunculuk sergiliyor. Sibel Kekilli’nin oyunculuğunu çok sevmedim, hatta sıradan buldum. Güven Kıraç her girdiği sahneye renk katıyor. Meltem Cumbul ise az da olsa her zaman olduğu gibi rolünü ciddiye alıp hakkını veriyor. Bize de Duvara Karşı’yı ve Fatih Akın’ı mutlaka izleyin demek düşüyor. Duvara Karşı bu hafta sonunun, Fatih Akın ise geleceğin en iyi alternatifi.
Duvara Karşı’da 16 yaşın altına dikkat
Film ‘ratingi’ işini bir türlü beceremedik. Burada sözünü ettiğimiz sansür falan değil. Ailelerin, bir filmin çocuklara, gençlere gösterilip gösterilmeyeceği konusunda uyarılmasından söz ediyoruz. Örneğin biri sizi uyarmamışsa ve Duvara Karşı’ya 16 yaşın altındaki çocuğunuzla gitmişseniz, filmin ilk yarım saatinde kendinizi dışarı atmanız çok normal. Çünkü filmde hem ciddi müstehcen sahneler, hem uyuşturucu kullanımı hem de küfürlü konuşmalar var. Böyle bir şeyden haberiniz olsa çocuğunuzun gelişme durumunu tartar ona göre götürür ya da götürmezsiniz. Çağdaş olan bu. Biz ise çağdışılığa devam ediyoruz. Fişlenmek en doğal hakkımız.
Poptrinam: Kıraç mümkünse söylemesin
Geçen haftayı iki albümü dinleyerek geçirdim. Biri Kıraç’ın albümü ‘Kayıp Şehir’, diğeri Erhan Güleryüz’ün albümü ‘Doğum Günü’. Kıraç’ın kendine özgü bir rock tarzı var, değişik müzik yapıyor kabul ediyorum ama bu kadar da Cem Karaca taklit edilmez ki. İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları! İnsaf yani! Müziklere bir şey demiyorum müzikler gerçekten farklı, dinlemesi de hoş. Ama Kıraç’ın yorumu insanı bitiriyor, bence mümkünse söylemesin sadece çalsın yeter!
Ayna’nın solisti Erhan Güleryüz ise Doğum Günü’nde Ayna’lığa devam ediyor. Güleryüz’ün sesini beğenirim, bu albümde de beğendim. Yeni şarkılar, oldukça dinlendirici ama yine de insan kendini ‘Aynı Ayna gibi’ demekten alamıyor. Güleryüz ‘çayımın şekeri’ gibi dillere pelesenk olacak, hiç olmazsa bir şarkı yapsaymış, albüm daha keyifli olurmuş. Bu haliyle neredeyse ‘hafiften şiir albümü olmuş’ desek yeri. Erhan Güleryüz’ün albümünün dinlenir tarafları var ama gelecekte ondan daha iyi albümler bekliyorum.
CUMA ALINTISI
Zevk kutsanmış bir hayatın başlangıcı ve sonudur (Epiküros)
CUMA TAKINTISI
Bu hafta sonu Çatı Restaurant’ta fener balığı kavurmaya takmanızı istiyorum. Farklı, değişik bir lezzet. Mümkün olduğunca böyle farklı lezzetleri tadıp, göz açık gitme hadisesini en aza indirmek lazım.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2004
<B>COCA</B>-Cola kendini alkolsüz içecekler kategorisinde görünce, bu konudaki her alana hükmetme isteğini de damarlarındaki Kızılderili kanında hissediyor! Son örnek: Burn! Yani alevler içinde yan! Coca-Cola'nın yeni enerji içeceği markası. İyi isim değil mi? (Ülker'den de Korateş-Turka isminde bir enerji içeceği bekliyorum lütfen ellerini çabuk tutsunlar, atı alan Üsküdar'ı geçiyor).
Dünya içecek pazarı yaklaşık 2 milyar litrelik büyüklüğe sahipmiş. 2002 yılında bu pazar yüzde 15 büyümüş. Türkiye'de ise yaklaşık 3 milyon litrelik bir enerji içeceği pazarı varmış. Tahminler kategorinin 2004 yılında yine yaklaşık yüzde 15 büyüyeceğini gösteriyormuş. Bu pazardaki markalara gelince. Kimse sorsam ‘‘Bu kategoride 12 marka var’’ diyor. Ben sayıyorum farklı çıkıyor: Tiger Shot, Burn, Battery, Lion, Red Devil, Fireball, Deep, Bulls, Double-up.
Baktım işin içinden çıkamayacağım, Burn'ün halkla ilişkiler şirketinden Dilge Bayer'i aradım, ‘‘Bu kategoride kaç marka var Dilge?’’ diye sordum. ‘‘12 hocam’’ dedi. ‘‘Say şunları’’ dedim. Saydı. Benim listede bir tane farklı isim var: Double-up! ‘‘Hocam’’ dedi Dilge, ‘‘O enerji içeceği değil ki, motor yağı!’’
- Hani şu Türkstar'a sponsor olan!''
- Evet, o motor yağı.
- Alevler içinde yanıyor, ‘Performansınızı artırır’ diyor...
- Motor yağı ne yapıyor hocam?
- Ama Douple-up kupalarından jüri bir şeyler içiyor.
- Sen de CNN Türk kupasından bir şeyler içiyorsun hocam.
- Kız bizim millet motor yağını enerji içeceği diye içer valla.
Durur muyum, hemen Douple-up'ın kordinatlarını bulup, sahibi Handan Özdemir'e ulaştım. Dilge'nin dediği doğru çıktı. Douple-up resmen katkı maddeli motor yağı imiş. Dokuz yıldır gece yarıları televizyonlarda ‘‘ikna koması’’ yoluyla satılırken, taktik değiştirip markayı daha görünür hale getirmek istemişler. Türkstar'a sponsor olduklarında (fiyatı da söyleyeyim 700 bin dolar) akıllarında markayı enerji içeceği gibi konumlandırmak yokmuş. Double-up'ın motor yağına özgü doğal vaadi sponsorluk yapılan ortamla birleşince doğal bir konumlandırma ortaya çıkmış ve satışlar artmış.
Handan Özdemir halinden çok memnun. ‘‘Douple-Up'ı enerji içeceği sananlar nerede satıldığını öğrenince nasıl olsa içmekten vazgeçerler’’ diyor. ‘‘Ama Douple-up meraklıları için bir de sürprizimiz var’’ demeyi ihmal etmiyor. Tescil almışlar Double-up markalı bir enerji içeceğini piyasaya süreceklermiş. Doğru mu? Buna bir yönden ‘‘bottum-up marketing’’ (aşağıdan yukarıya planlanmış pazarlama) diyoruz diğer yönden marka şizofrenisi (neci olduğuna karar verememe)!
Candan Erçetin'in çok sevdiğim bir şarkısıyla yanıtlayacak olursam bir yanım istiyor diğer yanım şöyle diyor: ‘‘Kesinlikle olmaz biri Mars’tan biri Venüs’ten.’’
Genç Rozi kimin
KADIN pedi pazarı şu sıralar oldukça hareketli. Hálá pazarın neredeyse yüzde 65'ini elinde bulunduran ana kraliçe Orkid'e dört koldan saldırı var. Molped, Can Leydi, Genç Rozi derken şimdi de Evyap markası ile pedofili azdıran bir reklamla (hüpürdete hüpürdete) çocuk bezi pazarına giren Evyap kadın pedi pazarına da girmeye hazırlanıyor.
Geçen hafta bu pazara yönelik bir ‘‘bilgi yoklaması’’ çekeyim derken Genç Rozi'nin eski MÜSİAD Başkanı Erol Yarar'a ait olduğunu öğrendim ve moda deyimiyle ‘‘dumur’’ oldum. Nasıl olmam? MÜSİAD, türban, dincilik falan. ‘‘Ne yani türbanlılar ped kullanmaz mı?’’ diyorsunuz değil mi? Tabii ki kullanırlar da hani reklamlarda dört tane başı açık, pembecik çıtı pıtı dört kız falan, ‘‘Ne oluyoruz? Bu da mı takıyye?’’ dedim içimden. Hemen telefona sarılıp Erol Yarar'ı aradım, lafı biraz eğip büküp sordum: ‘‘Erol Bey, Rozi sizinmiş, hani MÜSİAD falan, dumur oldum, bilmem anlatabildim mi?’’
Erol Yarar telefonda müthiş bir kahkaha patlattı: ‘‘Önyargılar işte hocam’’ dedi. ‘‘Benim ailemde, yakınımda bir tane başı kapalı kimse yoktur. Olsa ne olur da. Ama yoktur. Genç Rozi, aynı 404, Lezzo gibi bizim aile işimiz. Ben de ortaklardan biriyim, yönetim kurulunda çalışıyorum. Dünyada bir ilk, ped pazarında demografik bir bölümleme yaptık, çok başarılı olduk. Klasik ped alanında Orta Asya'da lider markayız, Türkiye'de de teknolojimizi geçen sene yeniledik, reklam ajansımızı değiştirdik ve bu sene Genç Rozi neredeyse yüzde 10 pazar payına ulaştı. Orkid tarihinde ilk kez bizimle baş edebilmek için fiyat rekabetine girdi. Grup olarak yıllardır reklamın gücüne çok inanıyoruz. Genç Rozi reklamlarında da dikkat edin, kadın pedini hijyenik bir ürün olarak değil kozmetik bir ürün olarak sunuyoruz.’’
Telefonu kapattım ve önyargılarımdan utandım. ‘‘İyi ama’’ dedim sonra kendime ‘‘Benim önyargılarım da boş yere oluşmuyor ya. Hırsızın hiç mi suçu yok?’’
NOT: Erol Yarar telefonda yazılarımı sürekli okuduğunu, CNN Türk'te yaptığım programı hiç kaçırmadığını, beni çok sevdiğini de söyledi ama pazar pazar ‘‘Reklamın da bu kadarı fazla’’ dersiniz diye yazmıyorum. Neyse, ben keyfinizi kaçırmayayım ama gerçek bu..
Pozitif milliyetçiliğe ne oldu
BİZ Cola Turka'nın yeni filmini beklerken Cola Turka Light'ın filmi çıktı geldi. Çok gerekliymiş gibi. Öncelikle şunu söyleyeyim şu anda Cola-Turka'nın gereksinimi olan şey normal Cola Turka reklamıydı, Cola-Turka Light değil. Hangi akla hizmet light reklamına başlandı pek anlamadık. Ama başlanmış başlanmış bize eleştirmek yakışır. Reklamda New York'ta bir Türkish Night yazmasa ilk strateji ile bağlantı kurmak mümkün değil. Zaten bu reklamda Chevy Chase olmadığına göre reklam niye New York'ta geçiyor anlamak zor. İbrahim Kutluay'la Demet Şener kel alaka durmuyorlar, üstelik dikkat çekiyorlar ama ürünü kullandırmaya da isteklendirmiyorlar.
Otel odasındaki gizemli aşk bana her nedense bana Victoria ile Beckham'ın gizemli aşkını anımsattı. Yoksa Ülker'den gitmek isteyen İbrahim'e bir kıyak mı çekildi? Yok canım, Light Cola çok değerli bir parfüm gibi konumlandırılınca niye reklamda basketçi kullanılmasın ki? Diyet'i daha enteller içiyor ya. Basket de entel dantel oyunu ya. Çaktınız mı? Kutu açma sahneleri ile parfüm sıkma esprisi birleştirilmiş, burada hoş görüntüler var. Reklamın sonunda da parfüm olayı yine bir Sinan Çetin garibesi efekti ile ‘‘no men, no women’’ esprisine taşınmış.
Cola Turka Light filmi hiç komik değil, üstelik klişe bir yaratıcı stratejiden yola çıkıyor üstelik de Cola Turka daha önce kullandığı pozitif milliyetçilik değerlerini de hiçe sayıyor, resmen ‘‘Amerikanım’’ imajını köküne kadar kullanıyor. Şimdi soruyorum ilk stratejide satan milliyetçilik ve mizah olduğuna göre burada ne satacak? Prestij konumu mu? Böyle bir prestijden gerçek diyet kola kitlesinin etkileneceğini hiç sanmıyorum. Light Cola'da ‘‘Daha öne Amerikan malı diye içmiyordum şimdi köküne kadar bir milliyetçi diyet ürün var’’ diye içilecek bir şey değil ki!
(Reklam Ajansı:
Alameti Farika
Rating: * * *)
Reklamveren insaflı olmalı
GÜZEL Sanatlar en eski, en büyük reklam ajanslarımızdan biri. Benim bildiğim Güzel Sanatlar kurulalı bir 35 yıl oldu. Ajansın sahibi Yiğit Şardan, ‘‘Yeni binamıza taşındık, mutlaka görmelisin Hoca’’ deyince arabama atlayıp gittim. Yiğit Şardan haklıymış, yeni Güzel Sanatlar'ı görmesem kusur kalırmışım. Esentepe'deki yeni Güzel Sanatlar, çalışma ve toplantı odalarıyla, gerçekten de büyüklüğüne layık bir reklam ajansı olmuş. Girişteki toplantı odası çok heyecan verici. Odanın tabanı dönüyor ve insana atlı karıncaya biniyormuş gibi bir etki yaratıyor. Bina deyip geçmeyin, bir reklam ajansının temel işi yaratıcılık ve tüm binanın yaratıcılığı özendirecek şekilde tasarlanması, içindeki reklamcıların övünecekleri bir binada oturmaları, övünecekleri bir atmosferde yaşamaları üretkenlik ve verimlilik açısından şart! Ancak böyle bir binanın yapılması da sürdürülmesi de öncelikle bir reklam ajansının gelirlerine bağlı..
Güzel Sanatlar'ı gezerken öğrendim ki yılda 6.5 milyon dolar reklam yatırımı olan Hayat Kimya ile Güzel Sanatlar yollarını ayırmışlar. Şaşırdım, çünkü özellikle Molped, Molfix'in ulaştığı pazarlama başarısında Güzel Sanatlar'ın payı büyüktü. ‘‘Niye?’’ diye sordum Şardan'a. ‘‘Verdiğimiz hizmetin özü ile ilgili değil, tamamen finansal bir konu’’ dedi. Şardan'ın üzgün olduğu da belliydi. ‘‘Üzüntüm para için falan değil inan, müşteri kaybetmek bir ajansı ajans yapan özelliklerden biri’’ dedi ve ekledi: ‘‘Üzülüyorum çünkü özellikle Molped ve Molfix için gerçekten çok emek verdik.’’
Güzel Sanatlar'dan çıkınca biraz Hayat Kimya işini araştırdım. Hayat Kimya birkaç reklam ajansına teklif götürmüş. İsteği şu: Medya planlama şirketine komisyonumu ödeyeyim (Bu oran yüzde 1.5 ya da bilemediniz yüzde 2'dir) ama bütün reklam hizmetlerini bedava alayım. Helal! Reklam sektörü bu anlayışla, yüzde 2'ye inen komisyon oranlarıyla bir yere gidemez, reklamverenin iletişim sorunlarını çözecek gelişmeyi gösteremez. Reklam sektörünün büyüyebilmesi, insana ve diğer kaynaklara yatırım yapabilmesi için her şeyden önce para kazanması gerekir. Burada da önce reklamveren elini vicdanına koymalı, sonra da reklam ajansları bazı ilklerden taviz vermemeli. Fiyat kalite ilişkisi doğruysa yüzde 1.5 komisyonla satılan bir şey ne kadar süreyle kalitesini koruyabilir ki? Daha doğrudan soracak olursak yüzde 1.5 komisyonla bir reklam ajansı ne kadar gerçek bir reklam ajansı olarak kalabilir?
NOT: Yiğit Şardan konuşmalarımız arasında şöyle de bir açıklama yaptı: Hayat Kimya, Güzel Sanatlar'ın kardeş reklam ajansı Bates'le çalışıyormuş. Bates global alanda başka bir reklam devi tarafından satın alınınca Hayat Kimya'nın Güzel Sanatlar'ın müşterisi olma zorunluluğu doğmuş. Ancak bu alandaki en büyük rakip Prima Güzel Sanatlar'ın müşterisi olduğu için Molfix'in zaten Güzel Sanatlar'ın müşterisi olması mümkün değilmiş.
Çekirgelik
Ruh asla bir görüntü olmadan (imajsız) düşünemez.
Aristo
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2004
<B>YENİ </B>Çelik'li Arçelik reklamını izlemişsinizdir. Bu film <B>Serdar Erener</B>'siz ve <B>Sinan Çetin</B>'siz ilk Çelik filmi. Öğrendiğimize göre Y&R/Reklamevi ‘‘Siz çekin’’ diye Sinan Çetin'e öneri götürmüş ama Çetin, ‘‘Bu kez beni affedin’’ demiş. Nedeni bilinmiyor.
Yeni reklama gelince. Arçelik yeni geliştirdiği en az enerjiyle en iyi performans sağlayan buzdolabı teknolojisi ile Avrupa Komisyonu'nun düzenlediği European Energy+ yarışmasında birincilik ödülü almış. Bu ödülü Arçelik'in ‘‘Avrupa'nın En İyisi’’ olduğunun kanıtı olarak duyurmak istiyor. Stratejik olarak Çelik'in böyle bir ödülün duyurulmasına aracılık etmesi doğru karar.
Ödülün içine yedirildiği öykü şöyle: Çelik ve Sırrı ödülü almak üzere Almanya'ya gidiyorlar. Sırrı alınan ödülü Hobby Jöle ambalajıyla karıştırdığı için havalanında kaybediyor. Sonra bir anons, ödül bulunuyor, Çelik'e teslim ediliyor. Reklamda gördüğünüz yeri Köln Havaalanı’nda sanıyorsunuz değil mi? Değil işte! Reklamda gördüğünüz resmen Sabiha Gökçen Havaalanı. (Siz de haklısınız ama. Anadolu Emeklilik lokanta, bir disko çekmek için Şangay'a gidince, ekranda ne yazsa inanıyorsunuz değil mi?)
Yeni Çelik reklamının tamamına bakarsanız mizahi kırılma noktalarının önceki Çelik reklamlarına göre daha fazla olduğunu görüyorsunuz. Yeni reklamda Sırrı'nın yanında diğer ortam karakterleri de esprilere katılıyor. Bu da reklamın tekrar izlenme değerini yükseltiyor. Serdar Erener'in bir televizyon reklamında en fazla değer verdiği faktörün tekrar izlenme değeri olduğunu biliyoruz. Yakın çalışma arkadaşları Serdar'ın sırlarını keşfetmiş galiba! Hatta niye yalan söyleyeyim bu filmde biraz da boynuz kulağı geçmiş gibi... Yapım kalitesi de yüksek. Önümüzdeki günlerde çok eğleneceğiz çok... Bu reklamı ‘‘devam’’ filmi gibi görüp öyle notlamakta fayda var. Y&R'nin başardığı işi küçümsememek lazım.
(Reklam Ajansı: Y&R/Reklamevi Rating: * * * * *).
NOT: Yeni filmin yapmı şirketi Anima, yönetmeni Mehmet Kurtuluş'muş.
Farkı yaratan Serdar mıydı
GEÇEN hafta Y&R/Reklamevi'nden ayrılanların kurduğu Alameti Farika isimli reklam ajansına Y&R'den geçen markaların isimlerini vermiştim. Bu hafta da Y&R'de kalan markaları vereyim: Arçelik, Borusan Otomotiv, Burger King, Hacı Şakir, Palmolive, Lady Speed Sticks, Colgate, Axion, Ajax Fabuloso, Falım, First, Land Rover, Mini Copper, Kosifer Oto, Danone, Danette, Danino, Tikveşli, Filiz Barilla, Hugo Boss, Milka Tobleron, Pınar Hindi, Pınar Dondurulmuş Ürünler, Pınar Sos, Pınar Mayonez, Sunny, Yataş, Meziz, Paşabahçe, Fida Film, Turkcell kurumsal müşteri kampanyaları ve kazı konuş kartı aktiviteleri.
Y&R/Reklamevi'nin Serdar Erener'in yerine atanan Genel Müdürü Arzu Ünal, Serdar Erener'in gidebileceğini hiç aklına getirmemiş. Erener daha önce de defalarca büyük patronlarla pazarlığa oturmuş ama her seferinde pazarlık mutlu sonla bitmiş. Bu yüzden de Erener'in ajanstaki panoya iliştirdiği veda mektubu onun için sürpriz olmuş. Serdar Erener'in müşterilerine yazdığı veda mektubu da. Y&R çalışanları bu mektuba biraz içerlemişler. Özellikle de bu mektuptaki şu cümlere: ‘‘Bundan sonra ajansın kreatif liderliğini kim yapacak maalesef bilmiyorum. Tuvaletindeki pisuvarından en büyük kampanyasına her şeyle ilgilendim. O kahramanlar çocuklarım benim iyi bakın.’’
Arzu Ünal'a ‘‘Peki farkı yaratan Serdar değil miydi? Çelik'i, Özgür Kız'ı, Bonus Adam'ı, Selo'yu, Cola-Turka'yı Serdar yaratmadı mı?’’ diye sordum. Ünal, ‘‘Reklam işi bir takım oyunu. Biz hata yaptık. Şirketin CEO'su, yaratıcı direktörü ve sözcüsü aynı kişiydi, bu nedenle her şeyi o yapıyor görünüyordu’’ dedi. ‘‘Ama siz de para kazanıyordunuz, sesiniz çıkmıyordu’’ dedim. Ünal, ‘‘Öyle ama hataydı. Biz bu karakterlere hiçbir zaman Serdar'ın yarattığı karakterler olarak bakmadık. Önemli olan kurumlardır. Bu karakterler Y&R'de yaratılmıştır. Yaratılmasında payı olanlar da hálá ajansımızdadır’’ diye ekledi.
Arzu Ünal, Serdar Erener'den sonra reklam ajansı içinde daha demokratik bir yönetim tarzını benimsediklerini ve reklamcılık işinde şahıslardan çok kurumların önemli olduğunu kanıtlayacaklarını söyledi: ‘‘Serdar, takdir ettiğim mükemmeliyetçi bir insan, ama aynı zamanda çok güçlü bir kişilik, zaman zaman kendinden başka kişiliklerin baskın olmasına izin vermiyordu. Şimdi takım oyunu oynuyoruz, herkes işleri daha çok sahipleniyor. Y&R asla Türkiye'den ayrılmayı düşünmüyor. Müşteriler ayrılsa da eleman ihtiyacı olmasa da herkese 12 ay iş garantisi verdiler.’’
Arzu Ünal, söylediğine göre artık Sinan Çetin, Y&R/Reklamevi'nin tek yetkili yönetmeni olmayacakmış. Sinan Çetin dahil her yönetmenle çalışacaklarmış. Serdar Erener'in protesto ettiği Kristal Elma'ya da bu yıl katılacaklarmış. Ünal'a son olarak ‘‘WPP haklarını (müşterilerini) korumak için Alameti Farika aleyhine herhangi bir hukuki süreci başlattı mı?’’ diye sordum. ‘‘Başlatmadı’’ dedi. ‘‘Ama mutlaka bir bildikleri vardır, bir şeyleri bekliyorlardır’’.
Arzu Ünal'la yaptığım konuşmanın satır aralarından çıkardığım WPP'in herhangi bir hukuki süreci başlatmayacağı yolunda. Alameti Farika ve Y&R'nin ortak müşterileri var ve WPP bu müşterileri ürkütmek istemiyor. Diğer çıkardığım sonuç da şu:
Serdar Erener ve Arzu Ünal bir elmanın iki yarısı gibilermiş. Şimdi eski dostlar hafiften düşman olmuş. Her ajansa da gökten yarım elma düşmüş. Bilin bakalım kim çıkacak kerevetine? Star mı? Takım oyunu mu?
Karizma çizdiren reklam
BAZI reklamları varolan reklam uygulamalarıyla da reklam kuramlarıyla da çözemiyorum. Örneğin Chevrolet'in ‘‘Aa! Chevrolet!’’ kampanyasını. Siz bile bile karizmasını çizdiren marka gördünüz mü? Ne diyor basın reklamında Chevrolet? Herkesin Chevrolet'i olabilir, Chevrolet devasa Amerikan arabası değildir, Chevrolet sanıldığı gibi çok pahalı değildir, Chevrolet sizin olabilecek bir efsanedir! Ne zor değil mi Chevrolet'in işi. Millet en pahalı, en ulaşılmaz, en seçkin marka olacağım diye çalışır, o karizmayı çizdireceğim diye uğraşıyor. Bu haliyle de reklamlara ‘‘Karizmayı çizdiren reklam’’ diye bir tür ekliyor. Sorun yanlış inançlarla mücadele etmek olarak belirlenmişse başka ne yapabilir ki Chevrolet! * * * *.
Mikro fırın makro etki!
CUMA günü Hürriyet'in 23'üncü sayfasında yayınlanan Elektrolüx reklamından söz etmeden geçemeyeceğim. Bir promosyon duyurumu ilanı. Elektrolüx çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, fırın kurutma makinesi ya da buzdolabı alana mikro dalga fırın hediye ediyor. Vaat mikrodalga fırın. Bu fırın reklamın tam ortasına öyle mikro bir şekilde yerleştirilmiş ki, reklamı görmeyene, vaadini okumayana aşk olsun. Yaratıcılık diye de ben buna derim işte. Tebrikler * * * * *.
Çekirgelik
Bir yıl süren terapiden sonra psikoloğum bana şöyle dedi: ‘‘Belki de hayat herkes için değil!’’
(Larry Brown)
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2004
Amazon’dan kendime çok hoş bir kitap aldım. İsmi Aşıklar İçin Ucuz Psikolojik Hileler. (Cheap Psychological Tricks for Lovers). Durup dururken niye bu kitabı aldın diyorsunuz değil mi? Sizi düşünmediysem ne olayım. Psikolog Dr. Perry Buffington daha romantik bir hayat peşinde koşanlar için tam 55 tane strateji öneriyor. Laf olsun torba dolsun şeklinde de değil. Buffington önerilerini kanıtlarıyla, belgeleriyle de destekliyor. Örneğin süper aşk reçetelerinden ilki şu: Göze yakın olan, gönüle de yakın olur.
Buffington’a göre insanları düzenli olarak aynı ortamlarda görmeye başlarsanız, onlara çekici gelmeye başlarsınız. Niye insanlar daha çok sınıf arkadaşlarıyla, folklor arkadaşlarıyla, tango arkadaşlarıyla evleniyor dersiniz? Çünkü birbirlerini sıkça görüp, alışıyorlar daha sonra birbirlerine güzel gelmeye başlıyorlar da o yüzden. O halde yapacağınız şey basit. Eğer sevgili istiyorsanız daha fazla sosyal ortamlara gideceksiniz, hem de sürekli olarak.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘Bunlar bayat hileler biz bunları biliyoruz zaten!’ Doğru buraya kadar bayat. Peki böyle sosyal ortamlara girince tam ortada durmanız gerektiğini biliyor musunuz. İşte Dr. Buffington’un ‘10 Derste sevgili tavlama sanatı’ literatürüne getirdiği en önemli katkı: Eğer sosyal bir ortamdaysanız ve arkadaş peşinde koşuyorsanız mutlaka merkezde durun. Bütün bilimsel araştırmalar bu taktiğin çalıştığını söylüyormuş. Haftaya Buffington’un kitabına devam edeceğim.
Cuma Takıntısı
Bu hafta size kült bir lokanta önereceğim. Kaşıbeyaz’ın balık bölümü. Florya’da. Kült lokantaları bilirsiniz. İster bugün gidin ister beş yıl sonra her şey, her lezzet aynıdır. Kaşıbeyaz’da böyle, ne ısmarlarsanız ısmarlayın kalite standarttır. Bugünlerde çinekop öneririm, Kaşıbeyaz usulü yeşil salatayı da unutmayın.
Cuma Parıltısı
Bu haftaki gülümseten parıltımız Karadeniz Ereğli’den, Gülgün Hanım’dan:
Doğumevi bekleme salonuna hemşire koşarak girer, ilk sırada oturan adama yaklaşır ve: ‘Sizi tebrik ederim, ikiz çocuğunuz oldu’ der. ‘Ne tesadüf’ der adam. ‘Minnesota İkizleri Basketbol Takımı’ndayım.’
Bir saat sonra, ayni hemşire yine koşarak gelir, ‘Mr.Smith’ ismini anons eder. Mr.Smith yerinden heyecanla doğrulur, hemşire ‘Müjde’ der ‘Artık üçüz babasısınız’. Mr.Smith şaşırır ve ‘Olacak şey değil, ben de 3M şirketinde çalışıyorum’ der. Hemşire bir daha göründüğünde üçüncü adama seslenir; ‘Eşiniz dördüz doğurdu, kutlarım’. Adam da şaşkınlıkla ağzından ‘Ben de Dört Mevsim (Four Seasons) Oteli’nde çalışıyorum’ sözcükleri dökülür. O sırada yanında oturmakta olan adam şakkadanak düşer bayılır. Hemşire sorar; ‘İyi misiniz, ne oldu beyefendi ?’ Adam kendine gelmeye çalışarak doğrulur: ‘ Yüzbir Dalmaçyalı mağazasının müdürüyüm de...’
Gürzap ve Aksel şiir gibi oynuyorlar
Bir dönem düşünün ki, o dönemde yaşananlar nedeniyle önce asker darbe yapsın, sonra devlet mahkemeler kursun, sonra da vatana ihanet suçundan Başbakan’ı, Maliye Bakanı’nı ve Dışişleri Bakanı’nı assın? Böyle bir dönemde olan biteni merak etmez misiniz? Böyle bir dönemde Başbakan o dönemin ünlü opera sanatçılarından biriyle yasak aşk yaşamışsa ve bu aşkın ayrıntıları devrim mahkemelerine kadar düşmüşse bu yasak aşk kapsamında yaşananları merak etmez misiniz? Ben ederim.
Bu dönemle ilgili kim nasıl yorumlar yapıyor onu da merak ederim. Bu nedenle kalktım Tiyatro Kare’de oynayan ‘Yarım Bardak Su’ oyununu izledim.
Yarım Bardak Su’yu Tarık Günersel yazmış, Hakan Altıner yönetmiş. Oyun, astığımız Başbakanımız Adnan Menderes ile opera sanatçımız Ayhan Aydan arasındaki yasak aşkı konu ediyor. Sadece yasak aşk yok ama oyunda. Tarık Günersel yasak aşkı anlatırken parlak bir siyasi liderin yükseliş ve düşüşüne ait ipuçlarını da metnin içine yedirmeyi ihmal etmemiş. Bu ipuçları daha çok o döneme ilişkin klişe cümlelerle veriliyor ve bu cümleleri biliyorsanız oyunu izlemek daha keyifli oluyor.
Günersel oyunun sürükleyiciliğini Menderes ve Ayhan arasındaki ideolojik çatışmayla sağlamış. Bu çatışma iyi, güzel, bazen esprili ama oyunun sonuna gelindiğinde izleyiciyi biraz düşündürtüyor. Bunun nedeni şu: Oyunun sonundaki mahkeme sahnesinde Ayhan Ayhan’ın konuşması mahkeme kayıtlarından alınmış ve bu konuşma da oyun boyunca süren çatışmayı desteklemiyor.
Yarım Bardak Su’da yönetmen Hakan Altıner, Adnan Menderes’in yükseliş ve düşüşünü birbirinden doğan iki farklı dekor öğesiyle çok başarılı bir şekilde anlatmış. Simgeyi çözdüğünüzde tüyleriniz diken diken oluyor. İşin sırrı bozulmasın diye bu simgesel anlatımın ayrıntılarını vermiyorum, sadece diyorum ki oyun bitinceye kadar gözlerinizi sahnedeki büyük çerçeveden ayırmayın.
Oyunculara gelince... Eğer Ayda Aksel ve Can Gürzap olmasa Yarım Bardak Su’yu izlemek bu kadar keyifli olur muydu bilemiyorum? Hem Gürzap hem Aksel şiir gibi oynuyorlar. Bazen kendimi tenis maçı izliyor gibi hissetmediysem ne olayım. Söz bir orada bir burada, bir orada bir burada üstelik servis karşılayamayan da yok!
Teknik olarak bakarsanız Yarım Bardak Su büyük bir prodüksiyon falan değil ama Gürzap ve Aksel onu o kadar büyük oynuyorlar ki, sanıyorsunuz karşınızda yüzbinlerce dolara malolmuş bir oyun var. Bu da oyunculuğun gücü işte... Önerim Yarım Bardak Su’yu mutlaka izlemeniz. Bu oyunculuk şöleni kaçmaz. Üstelik ‘Böyle bir liderin sadece aşk hayatıyla ilgilenmek doğru değil’ diyen Hüsamettin Cindoruk’a da katılmıyorum. Adnan Menderes’in hayatındaki temel güdüleyicilerin ne olduğunu kim gerçekte bilebilir ki? (Tiyatro Kare: 0-212 216 93 14) Not: Hüsamettin Cindoruk Aydın Menderes’le birlikte idam edilen dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yeğeni Dilek Hanım’la evlidir.
Cuma Alıntısı
Erkekler uzun yaşamak istiyorlarsa kendilerinden genç bir kadınla, mutlu bir evlilik istiyorlarsa kendilerinden yaşlı bir kadınla evlenmeliler (Perry W. Buffington)
Mona Lisa Gülüşü bayıyor
Mona Lisa Gülüşü resmen baydı. Filmin ilk yarım saati geçti hálá bir çatışma olsun, bir şey olsun diye bekliyoruz ama yok! Bazıları diyor ki ‘Ölü Ozanlar Derneği’ne benziyor, mutlaka gidin.’ Hadi canım sizde! Mona Lisa Gülüşü, Ölü Ozanlar Derneği’ne benziyorsa Julia Roberts da hık demiş Robin Williams’ın burnundan düşmüş. Kabul ediyorum konu çok ilginç ama senaryo fiyasko! Üstelik yönetmenin Amerika’da hayatın modernleşmesine yönelik kullandığı simgeler de çok çok Amerikan!
1950’li yıllar, İkinci Dünya Savaşı sonrası ortalık ‘evlendim kafalı’ liseli kız öğrencilerden geçilmiyor. Tam o sırada New England’taki Wellesley Koleji’ne idealist bir öğretmen geliyor. Kızlara diyor ki: ‘Okuyun kızlar, evlenmeyin!’ Üstelik kızları ikna etmek için de 1950’li yıllardaki gazete reklamlarını kullanıyor. O dönemde Amerikan kadını gazete reklamlarının vazgeçilmezi. Nerede ütü, buzdolabı, çamaşır makinesi satılıyorsa evinin kadını Amerikan kadını da orada! (Bu öyküyü bir yerden anımsıyor musunuz?) Julia Roberts kadınların sadece ev kadını olarak resmedildiği reklamları öğrencilere gösteriyor ve diyor ki ‘Bu mu istediğiniz hayat?’ Kızlar da ‘evet’ diyorlar ve film böylece devam ediyor. Bir de Julia Roberts’a karşı okul yönetimi var tabii ki.
Gidelim mi? Julia Roberts hayranı iseniz bile değmez. Uyarayım Mona Lisa Gülüşü filminin baygınlığı insanı Julia Roberts’tan bile soğutabilir. Bu hafta sonu öyle müthiş alternatifler var ki, gelin kendinizi baymayın, başka alternatifler seçin.
Yazının Devamını Oku