Ali Atıf Bir

Doritos ilk reklamı aşamıyor

8 Kasım 2004
YENİ Doritos Alaturka reklamında Cem Yılmaz ve ekibi Lays’in reklam yıldızı Ayşe Elmacı’yı kaçırıyorlar. Kaçırma fikri büyük fikir.Daha sonra Cem Yılmaz hem Doritos’un hem de Lays’in üreticisi Frito Lay firmasını arayıp onlara Doritos’un yeni ürününün reklamlarında Ayşe Elmacı’yı oynatamayacaklarını söylüyor. Frito Lay fidye verirse iş çözülebilir. Gördüğünüz gibi salaklarımız aylardır Doritos’un reklam oyuncusu olduklarının farkında değiller. Reklamla gerçeklik duygusu verebilmek için hadi bu salaklığın normal olduğunu kabul edelim. Peki, arkadaşlarımız Ayşe Elmacı’nın Lays reklamında oynadığını bilmeyecek kadar da sapsalaklar mı? Salak olmadıkları Lays ve Doritos’u aynı firmanın ürettiğini bildiklerinden belli değil mi? İzleyicinin bile kuramadığı bu bağlantıyı kurduklarına göre burada ciddi bir sorun yok mu?Fikir büyük fikir ama biraz harcanmış. İyi işlenmemiş. Bu yüzden de ilk reklamın etkisini oluşturması mümkün değil. (Yoksa reklam ajansı artık Cem Yılmaz’ın fikirlerini hesaba katmıyor mu ne!) Cem Yılmaz ve ekibi, reklam oyuncusu olduklarının farkına varıp, Ayşe Elmacı’yı kıskandıkları için kaçırabilir, yeni Doritos reklamının yanında Lays reklamlarına da ‘yıldız’ olmayı isteyebilirlerdi.O zaman Lays ve Doritos ürün imajları birbirine mi karışırdı? Şimdi karışmadı mı? yanıt veriyorum. Karışmadı. Öyle ya da böyle iki markanın da bu karışımdan zarar gördüğüne de göreceğini de sanmıyorum. Hem Lays’in hem Doritos Alaturca’nın ürün konumları çok güçlü oturtuldu, küçük sarsıntılarla zarar görmeleri mümkün değil! Turkcell Avea’yı RÖK’e şikayet ettiTURKCELL Avea’nın iki televizyon ve iki basın reklamı ile ilgili olarak Reklam Özdenetim Kurulu’na (RÖK) şikayette bulundu. RÖK Turkcell’in tüm şikayetlerini haklı buldu ve medyaya reklamları yayından kaldırması için yazı yazdı. Şu ana kadar dinleyen yok! Kararları tartışmıyorum. Bana göre RÖK sadece ‘operatör değişikliği’ reklamı için doğru karar vermiş. Avea’nın bu reklamı yanıltıcı. Çünkü eğer biri ilk başvurup 0 532 228 00 81’i Avea yaparsa, sen 0 533 228 00 81’i Avea yapamıyormuşsun. Oysa Avea reklamı ‘her aboneye mevcut numarası temin edilir’ diyor. Diğer reklamlarda ise hiçbir sorun yok. Kararları yanlış olsa da medya RÖK karalarına uymayacaksa bu RÖK ne işe yarar?Avea’dan bir ‘çok oluyoruz’ reklamıAVEA’nın son reklamını izlemişsinizdir. Turkcell’in Gülse Birsel’li, Haluk Bilginer’li ‘Bas Konuş’ reklamına benzer bir ortamda, çizgili elbiselerle toplantıya katılanlar ‘Bas Konuş’ sisteminin devreye girip girmediğini merak ediyorlar. Sonra öğreniyorlar ki ‘Bas Konuş’ devreye girmiş. Ancak devreye sokan Turkcell değil Avea. Reklamın sonunda da patron toplantıya katılanlara ‘Siz daha testlere devam edin’ diyor. Reklam sona erdiğinde beynimiz leb demeden leblebiyi anlıyor: Toplantıyı yapan Turkcell yöneticileri ve Turkcell’in patronu Avea’nın hizmette bir adım öne geçmesine çok bozuluyor. Çünkü Avea artık ‘çok oluyor’. Evet, Avea’nın yaptığı çok başarılı bir çok oluyoruz reklamı. Anımsayın Mavi’nin ‘çok oluyoruz’ diyen reklamını. Orada da beynimiz kendiliğinden Mavi-Levi’s karşılaştırmasını yapmıyor muydu? Avea’nın reklamında rakibi kötüleme diye bir şey söz konusu değil. Kendini pazar ve imaj liderine karşı mükemmel şekilde konumlandırıyor. Turkcell de doğruyu yapıyor. Avea’nın saldırılarını önlemenin tek yolu saldırmak. Turkcell bir gün içinde, eski reklamına ekleme yaptı ve Bas Konuş’a geçtiğini söylemeye başladı. Son dört günde rekabette üstünlüğün koruyabilmenin Turkcell’e maliyeti neredeyse bir milyon dolar.
Yazının Devamını Oku

Formunu artıran tek lider Deniz Baykal

7 Kasım 2004
<B>TNS</B> Piar tarafından her ay yaklaşık Türkiye temsili 18 yaş üstü yaklaşık 2000 denekle gerçekleştirilen <B>‘Liderlerin Form Grafiği’</B> araştırmasının merakla beklenen ekim ayı sonuçları geldi. Boş yere ‘Merakla beklenen’ demiyorum inanın. Bazı okurlar, siyasetçiler sürekli arayıp ‘Ne oldu Hoca bu ayın form grafiği?’ diye soruyorlar. Onları bekletmeyip açıklayalım. Ekim ayında formunu tek artıran lider Baykal. Baykal bir önceki ay yüzde 14 olan formunu ekimde yüzde 16.3’e çıkarmış. Sizce neden?

Bilemediniz değil mi? Ben söyleyeyim. Baykal, Sarıgül’ün nefesini ensesinde hissediyor ve bu nedenle medyada daha fazla görünüyor. Görünürken de doğru şeyleri yapıyor. Gülüyor, daha ‘yumuşak’, daha barışçı ve daha genç bir algılama yaratmaya çalışıyor. Belli ki Baykal’ın farklılaşma adına yaptıkları işliyor, belli ki Sarıgül’ün çıkışı Baykal’a da yarıyor. Diğer siyasiler ise Erdoğan dahil form kaybediyor. Özellikle Erdoğan oturup düşünsün, halkın verdiği kredi bir yerlerden tekliyor gibi..

Molfix sürüden ayrıldı

MOLFİX
ilginç bir tekniği ilk kez denedi. Gerçek bebek kafaları ile çizgi vücutları orantısız bir şekilde birleştirdi. Çok bilinen bir Serdar Ortaç şarkısını Molfix’e uyarladı ve anımsama liginde birinci sıraya oturdu. Her şeye rağmen televizyonda o kadar çok reklam var ki artık sadece dikkat çekici farklılıklar yetmiyor. Akılda kalıcı farklılıklara gereksinim var. Bunu yolu da galiba sürüden ayrılmaktan geçiyor. Molfix’in başardığı bu. Reklamın mesajı çok güçlü geçmiyor ama... Sadece reklamı beğenenlerde markaya karşı olumlu duygu artışı nedeniyle bir davranış değişikliği olabilir. Bilişsel öğelerin iş yapacağını sanmıyorum..

Kaçıran kaçırana...

REKLAMLARDA bir kaçırma modası başladı ki sormayın gitsin, kaçıran kaçırana... Önce Hazır Kart’ın Özgür Kız’ını kaçırdılar, sonra Ace’nin kapı gibi Ayşe Teyze’si kaçırıldı, peşinden Vestel’in Veysel’i, şimdi de Lays’in Ödemişli Ayşe Elmacı’sı... Sırada kim var? Emin değilim. Yakında Turkcell’in Selo’sunu da birileri kaçırırsa şaşırmayın. İster misiniz gelecek reklamda da Türkpetrol’ün Hülya Avşar’ını İbrahim Tatlıses kaçırıp Merinos reklamında Asena’nın yerine koysun. Olur mu olur. Hem de bu ‘kaçırma’ olayı İbrahim Tatlıses’in tarzına ‘cuk’ oturur. Sizin aklınıza başka potansiyel kaçırma olayları geliyor mu? Benim gelmiyor. Hatta arasıra niye bu kadar çok kaçırma olayı ile karşı karşıyayız diye düşünüyorum. Topluma bakıyorum. Bu kadar çok adam kaçırma olayı yok. O halde reklamcılar bu kadar kaçırma olayını nerelerinden uyduruyorlar?

A- Çok film izliyorlar.

B- Sedat Peker, Alaattin Çakıcı ve Haluk Kırcı gibi ‘Baba’ olaylarından etkileniyorlar.

C- Nerelerinden uydurduklarını biliyoruz ama söyleyemeyiz.

D- Artan rekabet yüzünden keçileri kaçırmak üzereler, kendileri kaçırmadan biri kaçırılsın istiyorlar.

E- Yaratıcılık bu boru değil.

Tavukçular kuluçkayı kaçırdı

‘PİLİÇ eti hormonlu mu?
Genetik piliç eti üretimi doğru mu? Piliç etinde antibiyotiğin işi ne?’ sorularının bir gün sorulacağı beş yıl önceden biliniyordu. Tavukçular erken davranıp (proaktif), kriz çıkmadan bilgilendirme kampanyasına başlayamadılar. Şimdi ise sadece bir duyuruyla krizi yönetmeye çalışıyorlar. Yanlış çok yanlış!

Önce onlara Aylin Pira ve Çisil Sohodol’un İletişim Yayınları’ndan yeni çıkan Kriz Yönetimi (*) kitabını önereyim. Bakın Pira ve Sohodol kitaplarında ne diyorlar:

‘Şirket krizlerinin ortak yönleri, bir düzenleri vardır. Şirket krizleri birdenbire ortaya çıkmazlar. Kriz konuları önce kamuoyunda kavramsal olarak tartışılmaya başlarlar, sonra yeni düşünceler geleneksel düşüncelerin yanına birikmeye başlar (kuluçka dönemi), sonra konu karar vericilerin dikkatini çeker, kriz göz ardı edilemez hale gelir, kurtarma çalışmaları başlar, yeniden yapılan dönemine girilir.

Anlayacağınız kuluçka uzmanı tavukçular önlerindeki krizin kuluçka dönemini göremediler. Artık kriz göz ardı edilemez hale geldi. Kafalarda hormon, antibiyotik kullanımı, genetik çarpıtma konusunda doğru ya da yanlış bilgiler birikti.

Tavukçuların işleri artık daha zor. İddialar karşısında çıkıp doğruları söylemeleri yetmeyecek. Öğretmeleri şart! İş işten geçti. Hep böyle olur zaten gündemi yönetemeyen, krizi yönetir, daha fazla para harcar. Tavukçulara da çok fazla bütçe gerekiyor artık. Bir ‘duyuru’ asla yetmez.

Tavukçular artık hormon kullanımının Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından nasıl denetlendiğini kanıtlarıyla herkese anlatmak zorundalar. Tabii ki yasalara aykırı davrananların bulunabileceğini de.

Tavukçular antibiyotik kullanımıyla ilgili gerçekleri de anlatmak zorundalar. Tüm dünyada hayvanlarda en katı ve kontrollü antibiyotik kullanımı uygulamasının Avrupa Birliği'nde (AB) olduğunu... Türkiye’nin antibiyotik kullanımı konusunda AB ile eş uyumlu davrandığını, Tarım Bakanlığı'nın kesimhanelerde uyguladığı ‘kalıntı izleme programının’ ayrıntılarını... Tabii ki yasalara aykırı antibiyotik kullanımıyla halk sağlığını tehdit edenlerin olduğunu da...

Tavukçular ‘klonlanmış tavuk’ olmadığını da öğretmek zorundalar. Daha önce üç ayda yetişen pilicin bugün nasıl 45 günde yetiştirilebildiğini, bu hızlı büyümenin genlerle oynamaktan kaynaklanmadığını, Türkiye’nin yasalara ve genel ahlaka uygun genetik üretim yapma protokolü olan ‘Cartagena Protokolü’ne imza koyduğunu, bu protokole uygun yönetmeliklerin neler getireceğini, markasına yatırım yapanların bu genetik yönetmeliklerine uygun davranmaktan başka çarelerinin olmadığını da...

Tavukçular beni dinlemek zorundalar. Beni dinlemezlerse Türkiye daha uzun süre Erman Toroğlu’nu dinlemeye devam edecek. Türkiye’de kural şu: Önce ‘otorite’ olunur, daha sonra halk ne ‘otoritesi’ olduğunu unutur, sonra medya sizi her konuda otorite sayar, görüş alır. Toroğlu ne otoritesiydi? Bilmem anlatabildim mi?

(*) Aylin Pira, Çisil Sohodol, Kriz Yönetimi, İletişim Yayınları, 2004.

Çekirgelik

Yaşamda öğrenilecek en zor şey hangi köprünün geçileceği, hangisinin yakılacağıdır.

(Laurence J. Peter)
Yazının Devamını Oku

Kral Arthur’un savaş sahneleri etkileyici

5 Kasım 2004
Kral Arthur’a gidin. Yapım kalitesi oldukça yüksek, öykü meraklandırıcı, kısa sürede sarıcı, özellikle savaş sahneleri etkileyici. Yönetmen Antonie Fuqua’nın iki hatası var. Biri savaş sahnelerine çok fazla ağırlık vererek baştan sıkı sıkı sarıp sarmaladığı konuyu bu sahnelere kurban etmesi. İkincisi filmi biraz karanlık çekmesi.

Film farklı bir şövalye Kral Arthur yorumu. Bildiğiniz üzere Kral Arthur bizim Battal Gazi, Karaoğlan, Tarkan gibi ünü dilden dile yayılan bir kahraman.

Filmde emperyalist Romalılar İngiltere’yi fethetmeye çalışıyorlar. Kökleri İngiltere’de olan Kral Arthur Romalıların kölesi. Piskopos ne görev verirse adamlarıyla o görevi yerine getirip özgürlüğünü kazanmaya çalışıyor. Bu arada piskopos onu son kez İngiltere içlerine doğru ilerleyen Saksonlarla savaşa gönderiyor. Arthur burada birden milliyetçi duygular içine girip özüne dönüyor ve vatanı için savaşmaya başlıyor.

Filmde o kadar çok ırk, yer, isim var ki, kusura bakmayın hepsini anımsamam mümkün değil. Ancak Kral Arthur yer yer gerçekten etkileyici sahnelerin olduğu bir film. Savaş sahnelerinin birindeki buz kırılma sahnesine özellikle dikkat.

Karl Arthur’un içinde bir de sevgi için, vatan için nelerin göze alınabildiğine yönelik hoş diyaloglar var. Etkileniyor insan. Arthur rolünde Clive Owen’ı da çok beğendim. Kısa süre içinde adını daha fazla duyabiliriz. Anlayacağınız Kral Arthur’u keyifle izledim. Size de tavsiye ederim.

Armut kıvamında bir vücut şekline sahip olun

Uzun yaşamının sırlarına devam ediyorum. Çok da tebrik alıyorum. Meğer benim çiftçim, benim köylüm, benim okurum orada burada okuduğu sağlık önerilerini biri özetlese de ben de okusam diye bekliyormuş. Ne güzel!

Sır 22: Mide, akciğer, bağırsak, mesane ve göğüs kanserlerinden kaçınmak için her gün beş porsiyon sebze ve meyve yemeyi ihmal etmeyin.

Yorum: Görünen o ki gelecekte insanoğlu evrim geçirecek ve et türü hiçbir şey yemeyecek. Buna tahminen balık da dahil. Böyle hayat geçer mi bilmem ama bu kadar hayvanı bu dünya ne yapacak onu bilemiyorum! Evrenin dengesi bozulup başımıza taş yağmazsa iyi.

Sır 23: Selenyum içeren vitamin almayı unutmayın. Selenyum hormon üretimini artırır, büyümeyi ve doğurganlığı sağlar, karaciğer fonksiyonlarını düzenler.

Yorum: İşte bilim adamlarının değişik bir isteği daha. Vitamin vitamin diye tutturdular A, B, C, D, E derken S’ye kadar geldiler. Her nedense selenyum deyince aklıma Seren Serengil geliyor. Neden acaba?

Sır 24: Armut kıvamında şekle sahip olun. Bilim adamları yağlar bel bölgesinde toplanırsa kalp hastalığına davetiye çıkarılır diyor. Yağları belden aşağı kalçalara doğru yaymak gerekirmiş.

Yorum: En sevdiğim sır bu oldu. Öneriye bakar mısınız. Armut kıvamında bir şekle sahip olun. Sanki armut şekli çok makbul bir şeymiş gibi. Öyle olsa ’Hadi len oradan armut’ diye ifade olur muydu? Hem nasıl olacak bu armut vücut? Her gün yağlar aşağı taraflara insin diye zıplayacak mıyız? Yoksa bir iki kişi tutup yağları aşağı doğru ittirtecek miyiz? Bilim adamları! Bilim adamları! Kendinize gelin, bir öneri getirmeden önce işin bir oluruna bakın.

Sır 25: Yaban mersini suyu için. Yaban mersini virüslere karşı bağışıklık sağlıyor. Vücudu hastalıklardan koruyor. Mesane ve üreme sistemi enfeksiyonlarına karşı koruma sağlıyor.

Yorum: İşte ayakları yere değmeyen başka bir öneri daha. Git önereni yaban mersini suyu içinde boğ! Nereden bulacam ben o yaban mersinini? Uzun yaşayalım derken yaban mersini bulma yolunda mesane ve üreme sistemleri enfeksiyonundan telef olmak da var. Siz bu yaban öneriyi hiç dikkate almayın. Her şeyiniz tam da bir yaban mersininiz mi eksik yani? O da eksik olsun.

RockTrinam: Haluk Levent’ten Piriştina’ya şarkı

Bu hafta masaya yatıracağımız albüm Haluk Levent’in ‘Aç Pencereni’ albümü. Bir süredir yolculuk esnasında bu albümü dinliyorum. Gece Kuşları, Dönmem Lazım, Yabancı, Aç Pencereni hepsi tipik Haluk Levent şarkıları olmuş. Haluk Levent Ercüneyt Özdemir’den Salıncak’ı ve Divane’yi, Doğan Canku’dan Gecelerim’i almış ama yine de albüm fark yaratacak bir ‘şarkı’ farklılığına ulaşamamış. Albümde iki şarkı var ki çok sevdim biri ‘Mülteci’. Diğeri ise Ahmet Piriştina’ya adanan ‘İzmir’ şarkısı. Bu iki şarkıyı dinlemek için bu albüm alınır. İzmir şarkısının sözlerini paylaşmadan duramayacağım:

Her yerinde gözyaşlarım var bu kentin

Sahilinde, körfezinde zamanlarım

Güz gelince yalnızlık sarar bu şehri

Yollarında yapraklar dala hasret

Ben onu burada sevdim burada yitirdim

Kendimden oldum onunla değiştim

Kaç kere inandım boşa çıktı sevincim

Soldurdu yar gönlümü ne hale geldim

Ya aşkımı ver geri

Ya da denizinde boğ beni

Razıyım İzmir öldür beni

Onu bana ver geri

Ya da denizinde boğ beni

Razıyım İzmir öldür beni

Çok beğendim bu sözleri. Haluk Levent’in aceleci davranmayıp böyle farklı işler yapmasında fayda var. Ufukta tekrara düşüp çabuk tüketilme olasılığı var.

CUMA LAKIRDISI

Çoğu şirket bugün değişim hakkında konuşmaya çok fazla zaman harcıyor, değişim konusunda çalışanlarının ne düşündüğünü dinleyen ise yok! (Peter Lilienthal)

CUMA TAKINTISI

İzmir Bornova’dan bir ramazan takıntısı size: Antepli Ramazan Usta. Müthiş lezzetler sunan bir kebapçı. Hem de müthiş lezzetleri bakır kaplarda çok sevimli bir şekilde sunan bir kebapçı. Gözünüzü kapatıp mönüdeki her şeyi ısmarlayabilirsiniz. Yoğurtlu patlıcan ezme ve altı ezmeli şiş kebap benim favorilerim. İçecek olarak ayranı denemeyi unutmayın. Ben denedim, kıvamı, tadı çok hoşuma gitti. Ramazan Usta kendini çoğaltsa iyi iş yapar benden söylemesi.

CUMA İTİRAFI

speedfight2; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 29; İl: Adana

Bir kız arkadaşım ve ablası Zeki Triko’ya gitmişler. Onlarla bir bayan ilgilenmiş. Arkadaşımın ablası bir mayo beğenmiş. Bayan da, ‘Çok güzel bir tercih yaptınız. Onun çizimini Zeki Bey’le ikimiz yaptık. Ben Zeki Bey’in yeğeniyim’ demiş. Ablamız bunun üzerine direkt, ‘Aaa! Sizin de mi soyadınız Triko?’ deyince bizim arkadaş arkasına bakmadan olay mahallinden uzaklaşmış.

Yorum: Bazı itirafların gerçek olmadığından ciddi olarak şüpheleniyordum. Zeki Triko itirafı da şüphelerimi ciddi olarak destekledi. Uzun süredir Zeki Triko diyen kaldı mı? Bence itiraf sahibi itirafı şöyle bitirse daha iyi olurmuş: ‘Aaa! Sizin de mi soyadınız Mayo?’
Yazının Devamını Oku

Y&R’dan Erener’e dava hazırlığı

1 Kasım 2004
<B>ANIMSARSANIZ </B>geçen yılın sonunda ünlü reklamcı<B> Serdar Erener </B>uzun yıllar çalıştığı, ‘<B>ünlü</B>’ sıfatını kazandığı Y&R Reklamevi reklam ajansı ile mali konularda anlaşamamış ve ayrılmıştı. Serdar Erener ve Y&R Reklamevi’nin aralarında imzaladıkları sözleşmeye göre Erener eğer Y&R’dan ayrılırsa Y&R’ın ayrıldığı tarihteki müşterilerine bir yıl süreyle hizmet veremeyecekti.

Serdar Erener’in adı halen herhangi bir reklam ajansının sahiplik listesinde yer almıyor. Serdar Erener imzaladığı sözleşmeye sadık kalmış görünüyor. Y&R Reklamevi ise Serdar Erener’e sözleşmeye uygun davranmadığı için dava açmaya hazırlanıyor. Dava dosyası hazırlanmış, yurt dışından açılacak davanın tazminat miktarı ile ilgili talimat bekleniyor. Tazminat miktarı milyonlarca doları bulacak ama kaç milyon doları bulacağı henüz belli değil.

Y&R reklam ajansının Erener’e dava açmasının nedeni Serdar Erener’in Alameti Farika isimli reklam ajansı ile ilişkisi olduğunu düşünmesi. Y&R’nin iddiası bu. Erener’in Y&R’dan ayrıldığı tarihte başka reklamcılar da Y&R’dan ayrılarak Alameti Farika isimli reklam ajansını kurdular. Y&R’ın Turkcell, Garanti Bankası, Cola-Turka, Ülker Biskrem, Ülker Çamlıca gibi reklam yatırımı açısından oldukça verimli müşterilerini de hemen portföylerine kattılar. Serdar Erener’i de , iddialara göre, kendilerine marka danışmanı diye tuttular..Y&R’a göre Serdar Erener Alameti Farika’nın gizli ortağı. Haberi öğrenir öğrenmez Y&R’nin üst yöneticilerinden birini aradım. ‘Madem böyle düşünüyordunuz, niye 10 ay beklediniz?’ diye sordum. ‘Hiçbir şekilde daha önce çalıştığımız müşterilerimizin zarar görmesini istemiyoruz. Görmeyecekler de. Bunun garantili yolunu aradık bulduk, şimdi dava açıyoruz’ yanıtını aldım. Bence Y&R’ın iddialarını kanıtlaması oldukça zor. Bekleyelim, görelim. Gelişmeler yakında bu sinemada.

Dyson: İnternet global köy yaratmaz

DÜNYANIN
en büyük reklam holdingi WPP’nin yönetim kurulu üyesi Esther Dyson da Medicat Forum 2004’te konuşmak üzere İstanbul’a geliyor. Esther Dyson’un ABD’deki konumunu şimdilerde ‘Bilgi Teknolojileri Kraliçesi’ olarak tanımlamak mümkün.

Dyson’un internet konusundaki düşünceleri çok ilginç. Dyson internette bundan sonraki en büyük gelişmenin ne olacağı konusunda bakın neler diyor:

‘Yerellik ve fiziksellik öne çıkacak. Hem Google hem de Yahoo geçtiğimiz günlerde yerel hizmetlerinde yaptıkları iyileştirmeleri açıkladılar. Bugün Yahoo, Google ve eBay küçük işletmeler tedarikçilik yapıyorlar. Bugün ABD’deki küçük işletmelerin % 10’una Yahoo web hosting hizmeti veriyor. eBay ise 430.000 küçük işletmeye hizmet veriyor. Gogole ise yerel pazarlama ve reklamın üç büyük oyuncusundan biri.’

İnsanlar internet üzerinde sanal şeyler araştırmaya alışıklardı. Önce bilgiyi, bilgiyi bulduktan sonra da online satıcısını ararlardı.

Şimdi ise yerel satıcıyı arıyorlar. Köşe başındaki kuru temizleyicinin saat kaçta açıldığını veya mahalledeki mağazada 8 beden Calvin Klein olup olmadığını merak ediyorlar. İnternet sanal dünya ile fiziksel dünyayı birleştiren çok güçlü bir araç haline gelecek.’

Dyson’ın internetin geleceğine ilişkin gerçekleşmesi en olanaksız gördüğü şeyle ilgili görüşleri ise şöyle:

‘İnternet siyasi sorunları çözemeyecek. İnternet iletişimi arttırabilir. Ancak farklı kültürler arasında sadece internetle bağ kurmak mümkün değil. İnternet maalesef global köy yaratamayacak.

Ya markana yatırım yaparsın ya hormona!

BİLİYORSUNUZ
bir zamanlar bir kısım medya beni ‘piliç uzmanı’ ilan etmişti. Sağolsunlar o günden bu yana beyaz etle sorunu olan bana geliyor, bana e-posta atıyor, kim yakalasa ‘Piliç eti hormonlu mu? Genetik piliç eti üretimi doğru mu? Piliç etinde antibiyotiğin işi ne?’ sorularını sormadan edemiyor. Tam, tüm bu sorulara köşemde toptan yanıt vereyim, Türk kadınını rahatlatayım diyordum ki, beyaz et Birlikleri ve Dernekleri’nin ‘uyarı’ niteliğindeki ‘duyuruları’ dün tam zamanında geldi. Beyaz et üreticileri erken davranıp (proaktif), kriz çıkmadan bilgilendirme kampanyasına başlamalıydılar. Beyaz et üreticileri hayvanlarda hormon kullanımının Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından nasıl yasaklandığını, hormon kullanımının nasıl denetlendiğini kanıtlarıyla herkese anlatmalı. Tabii ki yasalara aykırı davrananların bulunabileceğini de. Markasın yatırımın yapan üreticilerin asla yasa dışı bir şey yapmaya cesaret edemeyeceklerini de.

Çekirgelik

Ekonomik tahminlerin tek işlevi astrolojiyi daha saygın hale getirmektir. Ezra Solomon
Yazının Devamını Oku

Şişir Beni, beni gerçekten şişirdi

29 Ekim 2004
Şişir Beni (Süper Size Me) resmen beni şişirdi! Filmin yönetmeni ve başoyuncusu Morgan Spurlock sağlıklı bir adam, kalkmış, McDonald’s dünyasının sağlıksız yiyecekler içerdiğini anlatmak için kendini denek olarak kullanmış. Burnuma hafif ‘ucuz kahramanlık’ kokuları geliyor ama yine de fikir güzel! Spurlock otuz gün boyunca McDonald’s’da satılan ürünlerden başka hiçbir şey tüketmemiş. Bu arada tipik bir deneydeki gibi üç doktora ve bir diyetisyene, deneyin başladığı tarihteki sağlık durumunu gösteren ölçümler yaptırmış. Spurlock taş gibi!

30 gün sonunda yapılan ölçümlere göreyse sonuç şöyle: 18 pound kilo artışı (yaklaşık 8 kilo), yaşam enerjisinde düşüş, cinsel güdü kaybı (şiştiğim yer tam burası!) ve karaciğer fonksiyonlarında ciddi azalış.

Michael Moore taklidi

Şişir Beni; Spurlock’ın 30 günlük McDonald’s macerasının hafif komik bir ikna belgeseli. Bu haliyle Şişir Beni’ye rahatlıkla ‘tıbbi korku’ filmi diyebiliriz.

Spurlock Amerikan halkını McDonald’s türü fast food yiyeceklerin sağlıksız olduğuna ikna etmek için ‘korku’ yaklaşımından yararlanmış.

‘Şişir Beni’ye etkisiz ya da kötü demek mümkün değil. Sadece Spurlock’ın McDonald’s ürünlerini o kadar da mide bulandırıcı göstermesi gerekli miydi diye ister istemez düşünüyor insan.

Spurlock’ın Michael Moore’un açtığı ‘ikna belgeseli’ yolundan yürüdüğü kesin. Moore’dan farklılaşmak için biraz daha saldırgan bir yolu seçtiği de. ( Spurlock ile Moore arasında boyut karşılaştırması yaptığımızda ‘Şişir Beni’yi Moore’un çekmesi beklenmez miydi?)

Bana bir Şey olmaz sendromu

Spurlock’un bireysel tıkınma öyküsünü anlatırken aralara McDonald’s ve fast food sektörüne yönelik aleyhte mantıksal kanıtlar sıkıştırmış. Bu bölümler öğretici ama bilmediğimiz şeyler değil.

Aslında baktığımızda fast food türü beslenmenin sağlık sorunlarına yol açtığını çoğumuz biliyoruz. Aynı sigaranın sağlığa zararlı olduğunu bildiğimiz gibi. Yine de sağlıksız şeyleri yemekten ve içmekten geri durmuyoruz. Neden acaba? ‘Bana bir şey olmaz!’ diye düşünüyor olmayalım?

Şişir Beni’yi çocuklar izlerse tek taraflı beslenmenin sakıncaları konusunda bilinçlenmelerine yardımcı olabilir. Yetişkinlerin bu filmden etkilenip McDonald’s’a gitmeyi bırakacaklarını sanmıyorum. Üstelik filmin sonunda Superlock’un da belirttiği gibi deneyde BigMac yeme işi biraz abartılmış.

McDonald’s’tan kim üç öğün sürekli beslenebilir? Bu noktada da deneyin zayıf tarafları ile ilgili sorgulamalar yapmak şart oldu. Örneğin Spurlock’un 30 gün sürekli McDonald’s yemesiyle vücudunda oluşan etkiler her gün bir öğün BigMac yiyip diğer zamanlarda sebze yiyen insanlarda da oluşur mu? Bilmem anlatabiliyor muyum?

Spurlock’u obeziteyi sadece Amerika’nın sorunu olarak ele aldığı için de eleştirmek gerekiyor. Obezite küresel bir sorun, bu sorun küresel olarak incelense daha ilginç olabilirdi. Ama Amerikalıların çoğu böyle, dünyadan haberleri yok! Haberi olsa adam ötanazi yapar mı? Ötanazi yasal mıydı ya?

Gidelim mi? Belgeselden hoşlanmanıza bağlı. Hoşlanıyorsanız kaçırmayın.

Nazilerin içine şeytan girmiş olabilir mi?

Bu hafta size kıyak yapıp ikinci bir filme daha gittim: Şeytan! Hoşlandım da diyemeyeceğim hoşlanmadım da.

İyi başladı ama sonra gereksiz kurgu sıçramalarıyla dikkatim dağıldı. Korkmadım diyemeyeceğim. Korktum. Ama korkmaktan çok kan ve kurtçuk görmekten midem bulandı. Çocukları mutlaka Şeytan’dan uzak tutun.

Mideniz sağlam değilse Şeytan’ı kesinlikle önermem. Eğer dayanırım diyorsanız siz yine de yanınıza bir torba alıp gidin..

İşin doğrusu 1973’te izlediğim ve etkisinden uzun süre kurtulamadığım Linda Blair’li Şeytan filmine benzer bir film bekliyordum ama karşıma bir Indiana Jones öyküsü çıktı. Hesapta bu filmde ilk Şeytan’daki olayların daha öncesini görüyormuşuz..Niye yalan söyleyeyim iyi pazarlama öyküsü, ben bile yemişim.

Yeni Şeytan’da Indiana Jones Perde Merrin. Adamcağız İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerden çok çekmiş, on kişiyi kurşuna dizdirdiği için vicdan azabıyla yanıyor. Uzaklara gidecek ama kim olduğunu filmin sonunda bile anlamadığımız biri ona ‘görevimiz tehlike’ tavrıyla bir görev veriyor.

Merrin bir anda kendini Kenya’da yapılan bir kazıda buluyor. Meğer şeytanın doğduğu yer burasıymış. Sonra bildik öykü. Şeytan birinin içinde ama kimin? Hadi bilin bakalım? Söylemeyeceğim, filmin korkusu kaçmasın.

Filmin yarısından fazlasının bilgisayarda yaratılmış görüntülerden oluştuğunu söyleyeyim. Sırtlanlı sahneler oldukça etkileyici. Yanınıza çimdikleyince rahatsız olmayan birini alıp giderseniz rahat edersiniz.

Başta da değindiğim gibi kurgu sıçramaları adamın başını döndürse de korkuya ve mide bulantısına dayanıldığında sıkılmadan filmi izlemek mümkün. Son sahnedeki şeytanla karşılaşma sahnesi daha korkutucu olabilirmiş.

Şeytan’dan çıktığımda, verilen bilgileri, görüntüleri birleştirdiğimde birden bir şey aklıma geldi. Nazilerin içine şeytan girdiği için soykırım yapmış olabilirler mi?

Şeytan’a gidelim mi? Korku türünden hoşlanıyorsanız mutlaka gidin, seversiniz.

Divan’da bir paça çorba içtim, dünyam değişti

Berna Sağlam’ı Vakko’nun iletişim yöneticisi olduğu dönemden tanırım. Berna 16 yıl sonra, kendi kanatları ile uçmaya karar verdi ve Vakko’dan ayrıldı. Can arkadaşı Fem Güçlütürk’le birlikte bir halkla ilişkiler şirketi kurdu.

Fem’i tanımıyordum. Divan Lokantası’nda tanıştık. Fem de uzun yıllar Alarko’da iletişim yöneticisi olarak çalışmış. O da kendi kanatlarıyla uçmaya karar vermiş. Fem’i tanıyınca anladım ki ortada bir tencere ve kapak durumu söz konusu.

İletişim yönetimini iyi bilen, hırslı, kararlı, ne istediğini iyi bilen iki halkla ilişkilerci. Berna ve Fem cesaretle aynı yöne kanat açmışlar. Onların deneyiminde birileri için iş ve hayat formatı değiştirmek kolay değil. Cesur davranmışlar ve değiştirmişler. Cesaretleri başarılı olacaklarının en güzel göstergesi.

Berna ve Fem’le biraz sektörden lafladık. Bu arada içmekte olduğum paça çorbaya hayran oldum. İnanılacak gibi değil, mutlaka denemelisiniz.

Ramazan nedeniyle Divan’ın mönüsüne Osmanlı mutfağı hakim, bütün yemekler birbirinden lezzetli. Yuvarlama ve bademli güllaç tadından yenmiyor. Divan’ın ramazan mönüleri sadece bunlarla sınırlı değil.

Beğendili kuzu kebabı, kuzu incik kebabı, peynirli su böreği ve zeytinyağlılar diğer önerilerim. Zorlanmak istemeyenler için hazır mönü önerileri de yok değil. Divan’da Türk mutfağına ait her şey çok lezzetli. Hayranım zaten Türk mutfağına bir kez daha hayran oldum!

Yemeğe daldık Berna ile Fem’i unuttuk değil mi? Onlara yeni kanatlarıyla başarılar diliyorum. Size de ramazan bitmeden Divan’da bir iftar. (0-212-315 55 00)

Domatesin kırmızısı makbul

Uzun yaşamanın 100 sırrına devam ediyorum:

Sır 20: Daha fazla besin yararı elde etmek için domateslerin kan kırmızlarını yiyin. Kan kırmızı domatesler lycopene içerdiği için vücutta kanser gelişimini önler.

Yorum: ‘Domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı’ şarkısı boşa çıkmamış görüyorsunuz. O zamandan adamın biri bizi sağlıklı domates konusunda uyarmak istemiş. Tabii o zamanlar etrafta hormonlu domates diye bir şey de yokmuş. Şimdilerde önce ekmekler sonra domatesler bozulmuş.

Sır 21: Yiyeceklerinizi balla tatlandırın. ABD’nin İllinois Üniversitesi’nden araştırmacılar balın en güçlü antioksidan olduğunu ve birçok kardiyovasküler hastalığa iyi geldiğini buldular.

Yorum: Annem hep sabahları bir kaşık bal yedirmeye çalışırdı da kocakarı inancı sanırdım! Demek ki bir bildiği varmış. Bundan sonra annem ne diyorsa o! Çok bal yesem biraz ballı olabilir miyim acaba?

Sır 22. Güneşten kaçının. Güneş yanığının deri hücrelerini değiştirip kansere yol açtığı artık çok açık bilimsel gereçek. Deride oluşan kötü huylu urlar sayesinde her yıl binlerce ‘deri hücresi ölüyor’ ve kanser yavaş yavaş gelişiyor, unutmayın..

Yorum: Eğer kızarmakla güzellik olsa kızarmış tavuk dünya güzeli olurdu. Bir gün de tıp dünyası ne diyor kulak verin! Artık güneş giren eve doktor bile giremeden ölüyorsunuz. Görmüyor musunuz?

CUMA İTİRAFI

böylebirşeyyok

Cinsiyet: Kadın; Yaş: 24; İl: Konya


Bugün fark ettim. Akşamları diş fırçalama sürem babamın akşam namazı kılma süresine eşit. Babam seccadeyi alınca lavaboya gidiyorum. O namazı bitirip televizyonu açıncaya kadar dişlerimi fırçalıyorum. Televizyonun sesini duyunca da ağzımı çalkalıyorum. En ilginci ise, eğer babam akşam namazını evde kılmıyorsa o akşam dişlerimi fırçalamıyorum!

Yorum: Hálá Pavlovcu öğrenme biçiminin yanlış olduğunu düşünen var mı? İlimiz de ilginç: Konya!

CUMA TAKINTISI

Bu hafta İstanbul’da Küçükçiftlik Lunaparkı Yanı’ndaki GMall’un üst katına açılan 3 boyutlu sinema salonuna taktım. Şu anda 3D Mania diye, 2 boyuttan 3 boyuta geçişi anlatan, 25 dakikalık bir animasyon oynuyor. Meraklılara duyurulur.

CUMA LAKIRDISI

Başkalarıyla ilgili bizi rahatsız eden her şey kendimizi anlamamıza yardımcı olur (Carl G. Yung)
Yazının Devamını Oku

YTL tanıtımına 2 ay yeter mi?

25 Ekim 2004
<B>YEDİDEN </B> yetmişe<B> Yeni Türk Lirası</B>’na geçeceğiz. Kafalarda onlarca soru var. Durup dururken niye sıfırları atıyoruz? Ne değişecek ki? Altı sıfır atalım derken cebimizdeki para da sıfır olabilir mi? Altı sıfırı olmayan paraların neresinden sıfır atılacak? Euroya ya da dolara geçmek daha güvenli olabilir mi? Bankadaki param değer kaybedebilir mi? Eğer ortaya bir yeni para kaosu çıkarsa kim vurduya gidebilir miyim?

Soruları çoğaltmak mümkün..Çok soru var kafamızdaÖYaşadığımız hayat zaten ağır yükler getirmiş, bir de şimdi durup dururken yeni birşeyleri öğrenmek, algıladığımız riskleri azaltmak istiyoruz. Üstelik kolay öğrenemediğimizi de biliyoruz. Bir kere anlatmayla öğrenemeyiz. Oturup Yeni Türk Lirası’nı bir derslikte ders gibi öğrenecek zamanımız da yok. Olsa da niye böyle bir şey yapalım ki? Yeni Türk Lirası’nı kullanmak için ehliyet almak zorunda değiliz ki?

Doğal ortamında öğrenmemiz lazım. Kısmen gazeteden duyacağız, kısmen televizyondan, bazen radyodan, bazen de internetten, bazen de arkadaşımızdan, akrabamızdanÖTekrar tekrar aynı şeyi duyarak, görerek, okuyarak öğreneceğiz.

Birilerinin bize ‘Yeni Türk Lirası Düzeni’ sonucu ortaya çıkacak sorunları ve çözüm yollarını anlatması, ‘güven’ vermesi lazım. Kim öğretecek? Merkez Bankası. Ortada Merkez Bankası’nın herhengi bir şeyi öğrettiğini gören var mı? Yok. Neden? Yeni Türk Lirası taklit edilir diye korkulup, halka ne kadar geç bilgi verilirse o kadar iyi olur diye düşünülüyormuş! Bu nedenle Merkez Bankası 25 Ekim’i (bugün) bilgilendirmeye başlamak için uygun zaman görüyormuş!

Büyük zamanlama hatası..Bu kadar büyük bir değişim operasyonunda bilgilendirmeye iki ay ayırmak büyük hataÖTaklitten korkuluyormuş! İstediğin kadar önlem al, taklit etmeyi kafasına koyan eder, sen bilgilendirmene bak.

En Komiği Bütçe

Merkez Bankası’nın ‘bilgilendirme kampanyası’ konusundaki hataları sadece zamanlama hatası ile sınırlı değil. Geçtiğimiz Mayıs ayında bir şeyler yapmak üzere çalışmaya başladıklarını biliyoruz. Önce bir halkla ilişkiler konkuru açtılar. Bu konkura sadece PRCI (Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği) üyesi altı şirketi çağırdılar. (Niye sadece PRCI üyeleri anlamak mümkün değil!). Sonra bu altı şirketi üçe indirip, üç şirketten yanlarına bir de reklam şirketi bulmalarını istediler. Bu olay bile Merkez Bankası’nın ‘bilgilendirme’ konusunda kafasının ne kadar karışık olduğunun göstergesi. Bir reklam şirketini bir halkla İlişkiler şirketinin güdümüne sokup ortak konkura çağırmak nerede görülmüş? Merkez Bankası yeni iletişim yönetimi sistemleri biliyor da bizim haberimiz mi yok! Saçma..

Saçmalık burada bitse iyi..Bir de Merkez Bankası finale kalan üç şirketten, kampanya bütçesinin % 10’u kadar teminat mektubu istemiş. Bu istek üzerinde de iki şirket konkur kılıklı ihaleden çekilmiş. İş, ayakta kalan (bırakılan da denilebilir) tek oluşum, Bersay/Ddf ortaklığında kalmış.

Şimdi sıkı durun. Bersay/Ddf ortaklığı ‘Yeni Türk Lirası’nı koca Türkiye’ye kaç paraya öğretecek biliyor musunuz? Sadece 700 bin dolara..Türkiye Cumhuriyeti’nin Yeni Türk Lirası’nı halkına öğretmek için hem halkla ilişkilere hem reklama ayırdığı bütçe sadece ve sadece 700 bin dolar. Komik çok komik.

Bugün Türk halkının önüne çıkıp, yeni Türk Lirası bilgilendirme kampanyasını başlatacak olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu bütçeden haberi var mı acaba? Eğer Erdoğan ne demek istediğimi anlamak istiyorsa kendini imajını yaratmak ve tazelemek için yaptığı kampanyalara harcanan paralara baksın. Ya da Murat Ülker’e ‘Cola-Turka’yı tutundurmak için kaç lira harcadınız?’ diye sorsun..

Merkez Bankası, çok hatalı çok..Umarım Merkez Bankası kalan iki ayda hatalarını tekrarlamaz, tekrarlarsa biz buradayız hatırlatırız. Sonuna kadar..Türkiye’nin artık bürokrat hatasına tahammülü olmamalı!

Regal iyi gidiyor

REGAL
’in ikinci reklamı geldi. Aferin Vestel’cilere. Regal’i ikinci markaları yapmayı kafaya koydular ısrarla üzerine gidiyorlar. İkinci reklamda ‘Yahudi’ tiplemesinde Semih Sergen, ‘Kayserili’ tiplemesinde de Nöri Gantar oynuyor. Semih Sergen, oğlu Regal ürünleri aldı diye bütün işi oğluna bıraktığını söylüyor. Nöri Gantar da ‘O da bir şey mi benim ki Regal bayiliği aldı diyor’. Böylece Regal’in ‘Akılı bir seçim olduğu’ vurgulanarak pozisyonu güçlendiriliyor. Regal bayiliğinin değerli kılınması da reklamın verdiği diğer yan mesaj. Biraz olayın geçtiği otomobilin prestij otomobili olmasına kafayı taktım ama sanırım bu da doğru. Eğer böyle lüks otomobillere binenler Regal’i tercih ediyorsa bizler niye Regal’i tercih etmeyelim değil mi?

Çekirgelik

Tanrı bize iki yuvarlak organ verdi. Biri düşünmek, diğeri oturmak için. Başarı hangisini kullandığınıza bağlı..

(Ann Landers)
Yazının Devamını Oku

Çıtır kitap okumak isteyenlere

22 Ekim 2004
Bu hafta sonu ‘çıtır çıtır’ çerez niyetine bir kitap okumak isteyenlere Akın Alıcı’nın ‘Hayata Yön Veren Öyküler!’ kitabını öneriyorum. ‘Hayata Yön Veren Öyküler’de ‘Tavuk Suyuna Çorba’ öykülerine benzeyen kısa kısa öyküler ve bu öyküleri destekleyen ‘özlü ve güzel’ sözler var. Bir çırpıda okunuyor, bazen gülünüyor, bazen sıcacık duygulara ‘vay bee...’ deniyor. Sizin için iki tane tadımlık öykü seçtim, bakalım beğenecek misiniz?

Bahçeye dikilen fidan

Daha evliliklerinin ilk yılıydı. Evde kavga hiç eksik olmuyordu. Birbirlerini severek evlenen çift yolun başında bu işin daha fazla gitmeyeceğini düşünmeye başlamışlardı. Fazla yıpranmadan buna bir çare bulmaları gerekiyordu. Bir akşam oturup ilişkilerini yeniden gözden geçirirlerken adam eşine ‘Aklıma bir fikir geldi’ dedi. ‘Bahçeye bir fidan dikelim ve bu fidan üç ay içinde kurursa boşanalım. Yok eğer kurumazsa bu konuyu sonsuza dek kapatalım.’ Bu ilginç fikir karısının çok hoşuna gitti. Ertesi gün bahçeye bir meyve fidanı diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer kova vardı.

Bir nergis öyküsü

Gözlerinizle dinliyorsunuz siz. Bir öykü anlatmak istiyorum bu nedenle: Bir nergis çiçeği ölmüş. Çayırdaki çiçekler, ırmaktan birkaç damla su istemişler, ona gözyaşı dökmek için. ‘Bendeki tüm su damlaları gözyaşı olsa, nergis için dökeceğim yaşlara yetmez. Onu çok severdim’ demiş ırmak. ‘Nergisi kim sevmezdi? O kadar güzeldi ki’ diye yanıt vermiş çayırdaki çiçekler. ‘Gerçekten güzel miydi?’ diye sorunca ırmak, ‘Senden iyi kim bilebilir bunu? Kıyında eğilip suyunda kendi güzelliğine bakardı her gün’ demişler. Irmağın yanıtı şöyle olmuş: ‘Onu sevmemin nedeni, bana eğilip baktığında suyumun yansımasını görmemdi gözlerinde’ (Oscar Wilde).

(*) Hayata yön veren öyküler, Derleyen Akın Alıcı, Epsilon, 2004.

Uzun yaşamanın sırlarına devam

Uzun yaşamak istemeyen yok. Çorbada tuzum olsun diye başladığım bilimsel araştırma sonuçlarını merakla bekleyen çok. Devam ediyorum:

Sır 17: Aklınızı kullanın ya da onunla helalleşin. Alzheimer’dan korunmak için mutlaka zihninizi çalıştırın. İşiniz yoksa hobi edinin ya da bulmaca çözün. Zihinsel olarak aktif olmak beyin hücrelerini ölmekten koruyor.

Yorum: Hayatta en kötü şey düşünce tembeli olmak. Ne insanlar gördüm vücutları arı gibi çalışan ama bir şey üret dedin mi kuyruğunu arkasına sıkıştırıp anında arazi olan! Önemli olan genç ya da yaşlı görünmek değil önemli olan bir şey üretmek, yaratmak, bir işin ucundan tutup çözümlerin parçası olmak. Kafaları titretmemek için zihni ne olursa olsun çalıştırın!

Sır 18: Ana yemeğinizi yemeden önce mutlaka egzersiz yapın. Örneğin yemekten önce yürüyüş kandaki yağın atılmasını sağlıyor. Böylece kalp hastalığına ve şeker hastalığına yakalanma şansınız azalıyor.

Yorum: Bu öneriyi uygulamak için önce ana yemeğin hangisi olduğuna karar vermeniz lazım. Eğer her üç öğünü de ana yemek olarak yiyorsanız yapacak fazla bir şey yok. Yağlarınızla mutluluklar.

Sır 19: Destek için E vitaminini eksik etmeyin. Yaşlandıkça bağışıklık sistemini güçlendirmek için E vitamini şart!

Yorum: Vitamin konusu beni ciddi olarak sıktı artık. Kimi ‘Yediğinden içtiğinden vitamin alıyorsun, salak mısın ek vitamine ne gerek var’ diyor, kimi ‘kesin ek vitamin almalısın, yediklerin içtiklerin yetmiyor ‘diyor. Yok mu şöyle ayaküstü vitamin ihtiyacımı saptayacak bir alet. Hani vitaminmetre gibi bir şey? Çıksa ne süper olur değil mi?

Yaşam yalan üzerine kurulur mu?

Bazen bu köşede insana ait değerlerden söz etmek gerektiğini düşünüyorum. Bugün cuma, yarın cumartesi, sonra pazar. Belki kendisi ve ilişkiler ile hesaplaşmak isteyenler olabilir. Onlara yardımcı olmak lazım. Gelin işe biraz yalan dolanla başlayalım. Soru şu: İnsan karşısındakinin yalan söylediğini bile bile karşısındakine güveniyormuş gibi yapabilir mi? Karşısındakinin samimi olduğuna inanabilir mi? Yaşanır mı böyle hayat? Yalan üzerine koca bir hayat yaşanır mı?

Yalan dediğin gerçeği gizlemek. Birden fazla gerçeğin olduğu şüphesiyle yaşam, ilişkiler, arkadaşlıklar, akrabalıklar yaşanır mı? Yalan ortaya çıkmasa bile yalan söyleyen kişi bırakın kendine inanmayı karşısındakine inanır mı? İnanmaz. Kendinizi kandırmayın inanmaz. Yalan çok yıkıcı bir davranış biçimi. Yalan ortaya çıkmasa da bir şeyleri alıp götürür. Getirdiği tek şey vardır o da sahte yaşam. Yalan bir de ortaya çıkarsa yarattığı ‘güven’ depremi, ortada sevgi adına ne varsa silip süpürüyor. Yalan insanın geleceğe yönelik umut kalelerini içten içe kemirir. Yalan üzerine yaşam kurmak yaşamı yalan yalan yaşamaktan başka bir şey değil. Kendinizi kandırmayın.

Yalanı biraz araştırayım dedim. Çok ilginç bilgilere ulaştım. İnsan ağzıyla yalan söyleyebilirmiş ama bedeniyle asla! Yalan söyleyen kişinin elleriyle yaptığı jestler azalırmış, insan içinde yaşadığı çelişkiden ötürü ellerinin kendisini ele vereceğinden çekinir ve ellerini ya cebine sokar, ya üzerine oturur veya bir eliyle diğerini tutarmış. Bu kendi kendine temas zor zamanda anne elinin tutulması yerine geçerek, iç gerginliği de hafifletirmiş.

Yalan söyleyen kişinin elini yüzüne götürme ve yüz çevresine değdirme sayısı artarmış. Bir konuşma sırasında insan elini arada sırada yüzüne götürürmüş. Ancak kişinin samimi olmadığı bir görüşme sırasında bu jestin sayısında çok büyük ölçüde artış görülürmüş. Elin yüze gitmesi sırasında yapılan hareketler de şunlar: Çeneyi tutmak, dudaklara bastırmak, ağzı örtmek, burna değmek, yanağı ovuşturmak, gözün altını kaşımak, kulak memesini çekmek ve saçla oynamak.

Bir yalan sırasında bütün bu jestlerin sayısında artış görülmekle beraber ağza ve burna değmek jestlerinde patlama olurmuş. Coldoni’nin ünlü masalında yalan söyleyen Pinokyo’nun burnunun büyümesi sebepsiz değilmiş. Yazar son derece önemli bir gerçeği yakalamış ve abartarak çocuk literatürüne geçirmiş! (Araştırma sonuçları için hekimce.com’a bakınız).

Yalansız yaşam dileklerimle.

Ben Robot’taki duygusal robot tartışması bayıyor

Ben Robot’a büyük hayallerle gitmedim. İlk başlarda da film ilgimi çekti ama daha sonrası büyük hayal kırıklığı. Ben Robot, Isaac Asimov’un bir öykü dizisinden yola çıkılarak çekilmiş. Bilgisayar kaynaklı çok fazla görüntünün perdede uçuştuğu bilim kurgu türü bir film anlayacağınız. Başrolde Will Smith oynuyor. Smith robotlara önyargılı cinayet masası dedektifi Del Spooner rolünde. Yıl 2035. Dünya robotik hayata geçmiş. Ama Smith robotların iyi niyetli olduklarına inanmıyor. Ünlü robot uzmanı Alfred Lanning şüpheli bir biçimde ölünce de kendini çözülmesi gereken bir olay örgüsünün içinde buluyor. Filmde robotların insani duygular taşıyıp taşıyamayacağı tartışmasına çanak tutuluyor. Niye yalan söyleyeyim, ben bu tartışmayı hiç inandırıcı bulmadım. Bu tartışmaların yapıldığı saçmalayış kısımlarında filmden kopup Converse spor ayakkabılarının nasıl bu kadar iyi ürün yerleştirme yapabildiğini düşündüm. Filmin üç ayrı yerinde Del Spooner, Converse’in Vintage 2004 modelinin göz göre göre reklamını yaptı. Spooner’ın kullandığı otomobil de Audi. Eğer Audi’nin 2035 yılındaki robotik hallerini görmek istiyorsanız bu filme gidilir, aksi durumda zamanınıza yazık.

CUMA TAKINTISI

Bu hafta Poptrinam bir şeye taktım. Aşkın Nur Yengi’nin Yasemin Yağmurları isimli albümüne... Albümdeki ilk üç şarkı sıra dışı. İlki Nazan Öncel’in Yıldız Yıldız’ı, ikincisi Dün ve üçüncüsü de Demesi Kolay. Bu üç şarkıda da Aşkın Nur Yengi çok farklı dünyalara götürüyor insanı. Şarkı sözleri çok kaliteli. Yengi de tüm içtenliğiyle sarıp sarmalamış şarkıları. Hálá almadıysanız tavsiye ederim.

CUMA İTİRAFI

izmirliece; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 20; İl: İzmir

İki samimi arkadaşımla, bizim evde kimsenin olmadığı bir gün birlikte duş aldık. Birbirimizin orasını burasını elledik. Çok eğlendik. Hiçbirimiz lezbiyen ya da biseksüel değiliz. Bizi magmaya gönderen ise, yeni evlenen arkadaşımızı ziyarete gittiğimizde, üçümüzün birlikte duş aldığını normal bir şeymiş gibi eşine anlatması oldu! Oy benim canım arkadaşım oy!

Yorum: Siz öyle sanın!

CUMA LAKIRDISI

Az yalan söylenemez, yalan söyleyen her yalanı söyler (Viktor Hugo)
Yazının Devamını Oku

Aromalı malt içeceği mi? Buyur?

18 Ekim 2004
<B>ANADOLU</B> Efes Biracılık yeni bir içecek türü ile <B>‘meşrubat</B>’ pazarına giriş yaptı. Yeni ürünün adı <B>Ritmix</B>. Efes adı geçince şüphesiz ‘Ritmix Bira mı?’ diyeceksiniz. Ritmix bira değil, enerji içeceği değil, gazoz değil, sarı gazoz değil, kola değil, alkolsüz bira değil. ‘Peki ya ne?’ diye soruyorsunuz değil mi? Bu soruyu sormakta haklısınız. Çünkü Ritmix yepyeni bir şey, aromalı malt içeceği.

Pazarlamada buna ‘yeni kategori’ yaratmak denir. Yeni kategori yaratan, eğer ürünü tutundurursa, ilk ürün olduğu için kategori ismiyle birlikte anılmaya başlar, uzun süre de kategori liderliğini elinde tutma kozunu eline geçirir.

Şimdi biraz kendimizi inceleyelim. Ritmix adını duydunuz mu? Aromalı malt içeceği olduğunu biliyor musunuz? Ritmix reklamlarını izlemişseniz bu soruların yanıtı ‘Evet’ olmalı. Ritmix reklamları bu iki sorunun yanıtını ‘evet’ diye vermenizi sağlayacak nitelikte. Peki Ritmix’i denediniz mi? Ya da içinizde deneme isteği var mı? İşte burada biraz durmak gerek. Ne olduğunu bilmediğiniz, tadınının nasıl olduğu bilmediğiniz, ‘içindeki malt’ sözcüğü nedeniyle birayı çağrıştırdığını düşündüğünüz bir ürünü denemeniz o kadar kolay değil. Hele de yenilikçi değilseniz, yeni bir ürün çevrenizdekilerden onay alana kadar eliniz o ürüne uzanmıyorsa..

Şimdi de reklamın içeriğine bakalım. Ne diyor Ritmix reklamı: Yeniliklere açık mısınız? Yeniliği vurgulamak için de mizahtan yararlanıyor. Devekuşu gezdirme, elmayı okçuya fırlatma esprileriyle Ritmix’in yeniliğine gönderme yapılıyor. Ritmix’in hedef kitlesi gençler. Gençler bu tür mizahtan hoşlanır. Yenilikçi gençler de ‘farklı’ olmak ve değişime açık olduklarını göstermek için Ritmix’i deneyebilirler.

Ritmix reklamları kuramsal olarak doğru yani. Ancak şu haliyle Ritmix reklamlarının yeniliklere şüpheyle bakanları harekete geçirmesi mümkün değil. Reklamla yenilikçi olmayanı yenilikçi yapamazsanız. Onları etkileyecek olanlar Ritmix’i deneyip onaylayacak olanlar. Ritmix’in hedeflediği kitle o kadar dar ki, yeniliğin yayılması ‘onaylama’ beklenirse çok zaman alır. Bu nedenle Ritmix’in sadece reklamla yetinmemesi, deneyenlerin sayısını hızla arttırmak için başka akıllı iletişim yollarını denemesi gerekir. Ritmiks gibi yeni bir ürün de promosyon bile işe yaramaz. Başka akıllı iletişim ve denetme yolları lazım. Bu yollar neler mi olabilir? Onu da ben söyleyeceksem Ritmix’in iletişimcilerine ne gerek var?

Kotler’i kaçırmayın

REKLAMLARINI
görmüşsünüzdür, pazarlama alanında çalışan bilim adamlarının en babası (dikkat edin guru demiyorum) Philip Kotler 25 Ekim’de yine Türkiye’de..Pazarlamaya, reklama, kıyısından bulaşmışsanız ya da gönül vermişseniz Kotler’in konferansını kaçırmayın. Kotler’i kendi ağzından dinlemek gerçekten müthiş bir deneyim. Bu deneyimi yaşayın, daha sonra Kotler ismini internette, kitapçı raflarında, gazetelerde gördüğünüzde ne demek istediğimi anlayacaksınız. Teşekküre de gerek yok.

Elektrikli tıraş makinesine nasıl geçtim?

BUGÜN
değişimle, yenilikçilerle başladık. Yine bir ‘değişim’ konusuyla devam edelim.. Yaklaşık üç yıldır, tıraş bıçağını bırakıp, elektrikli tıraş makinesine geçtim. Bir bayram tatiliydi. Otel gezilerimizden birini yapıyorduk. Tıraş bıçağını unutmuşum, birlikte tatil yaptığım arkadaşım ‘Makinemi vereyim, dene’ dedi. Önce nazlandım. ‘Daha önce denedim, almıyor, sakallarım sert, uzun sürüyor’ gibi itirazları peşpeşe sıraladım. Arkadaşım ‘Teknoloji çok değişti tutuculuk yapma da bir dene’ dedi. Denedim, o günden bugüne elektrikli tıraş makinesı dışında başka bir şeyle tıraş olmam mümkün değil!

Bu anımı dün bizim gazetede gördüğüm Philips Tıraş makinesi ilanı nedeniyle anımsadım. Philips’in yeni ürünü Philishave Cool Skin’in özelliklerini duyuran reklamda başlık şöyleydi: ‘Yoksa bu..Tıraş bıçağının sonu mu?’. Philips’in reklamı teknik açıdan çok doğru, çok dikkat çekici, etkili bir reklam. Hiçbir itirazım yok. Philips yeniliği yaymak için taksit, promosyon her şeyi de yapıyor. Ancak Philips bir şeyi gözden kaçırıyor. Elektrikli tıraş makinesinin ana hedef kitledeki yayılımı çok ilginç bir sınıra geldi. Eğer ‘elektirikli traş makinesini onaylayanlar samimi bir şekilde ‘geç kalanları’ tetiklerse benim gibi elekrikli tıraş makinası sapıklarının sayısı oldukça artar. ‘Geç kalanlar’ nasıl mı tetiklenir? Tabi ki ‘tanıklık’ reklamlarıyla..

Çekirgelik

Başarının formülü basittir. Yapabileceğinizin en iyisini yapın, insanlar hoşlanacaktır.

(Sam Ewing)
Yazının Devamını Oku