18 Şubat 2005
Ne zamandır Teoman’ı sahnede izlemek istiyordum. Gazetede Balans diye bir yerde çıktığını görünce, hemen arayıp yer ayırtmak istedim. Karşıma Altuğ çıktı, tanıyıp ‘Vayy Abi, biz de sana davetiye göndermiştik eline geçti mi? Balance’ı görmenizi istiyoruz’ dedi. Altuğ’u önceden tanırım. ‘Akşam geliyorum’ dedim, akşam bizim ekibi de alıp, Teoman’ı dinlemeye gittim.
Balans’ın yerini ünlü inşaatçı (Dost İnşaat) Ali Selçuk önce kendine ofis yapmak üzere almış. Daha sonra 2,5 milyon dolar para yatırıp, Balans Music&Performans Hall haline getirmiş. Balans’ın işletmesini de bu alemi bilen iki genç, Altuğ Dayıoğlu ve Hakan Lik’e emanet etmiş.
Balans, kafesiyle, diskosuyla, açılır kapanır camlı tavanıyla, dört bir yerdeki televizyon ekranlarıyla çok görkemli bir yer olmuş. Ses kalitesi oldukça iyi. Tuvalete bile gitseniz cep telefonuyla konuşmanız mümkün değil. Öyle bir iyilik anlayacağınız. Balans’ın tek sorunu mekanın kare olmayıp, uzun olması. Dolayısıyla ön salon dışında sahneyi görmek biraz sorun oluyor. Ancak bu durumda da televizyon ekranları yardıma koşuyor.
Balans’ın tamamı henüz işletmeye alınmamış durumda. Yaz başında 250 kişilik teras ve yaz sonunda 300 kişilik Club bölümü açılınca, aynı anda 2 bin kişiye hizmet verir hale gelecekmiş. O kadar büyük yani.
Meraklıları için haber vereyim. Bin kişi kapasiteli konser salonunda her cumartesi Teoman, düzenli olarak ayda bir kez Sertab Erener, Rebel Moves, Chantage, Kangroove sahne alacakmış. Ayrıca düzenli olarak Neo-discoteque ve Elec-trip olayları Balans’ın vazgeçilmezi olacakmış.
Ali Selçuk’a böyle büyük bir Müzik Hall’ü İstanbul’a kazandırdığı için teşekkür etmek gerek. Altuğ ve Hakan’a da başarılar. Bu arada Babylon’a da müjde. Sıkı bir rakip geldi. Aman dikkat!
Teoman’a taşıyıcı anne şart
Balans’ın gazete reklamlarında Teoman saat 24’te çıkacak yazıyordu. Teoman sahne aldığında saate baktım 01.20. Bir saat yirmi dakikalık gecikme biraz fazla geldi bana.
Ya reklamları değiştirmek lazım ya da zamana uymak.
Teoman saat 04.00’e kadar sahnede kaldı ve aralıksız içki ve sigara içti, şarkı söyledi. Hatta orkestra elemanları ara verdiğinde o gitarını kapıp şarkılarını söylemeye devam etti. Çok fazla onu dinlemeye gelenlerle ilgilendiğini söylemek zor. Kimse umurunda değil Teoman’ın. Sahnede kendine çalıyor, kendine söylüyor, ara sıra da kendi etrafında dönüyor. Sakın Teoman’ın içkisini, sigarasını, sahnedeki yalnızlığını eleştirdiğimi sanmayın. Teoman bu. Şarkıları da bu. Sevenler etrafında, ben dahil, çılgınca bütün şarkıları ezbere bilip ezbere söylüyorlar.
Teoman’ın sırrı şarkılarının sözlerinde. Bu sır Teoman’ı canlı izlediğinizde daha da ortaya çıkıyor. Bir ara her nedense Tarkan’la Teoman’ı ‘star’ olarak karşılaştırmak geçti aklımdan. Farklı dünyalara hizmet etseler bile Teoman’ın geldiği yeri daha fazla hak ettiğini düşündüm. Teoman’ı daha samimi buldum. Öyle bir düşünce gelip geçti aklımdan işte.
Ertesi sabah gazeteyi açtığımda Teoman’ın ‘taşıyıcı anne’ aradığını okudum. ‘Evet’ dedim içimden ‘Evet, Teoman’a taşıyıcı anne şart! Bu kadar kendisine dönük bir Teoman, özel hayatında kimi nasıl mutlu edebilir ki! Yoksa... Her şey ‘yalnızlık’ imajının bir parçası mı?
Ocean’ı geçiniz Zor Baba’ya gidiniz
Bu hafta iki filmle ilgili küçük ‘tüyolar’ vereyim diyorum. Ocean’s 12’de anlatım çok karışık. Zihin bir oraya bir buraya gidince insan aptala dönüyor. Ortada fazla olan biten bir şey de yok. Her şey lafta çözülüyor. Nerede Ocean’s 11, nerede Ocean’s 12. Fiyasko, zaman kaybı, geçiniz. Zor Baba ve Dünür mükemmel bir komedi. 2000’de izlediğimiz Zor Baba’dan daha da komik. Kadroya eklenen avukat emeklisi Dustin Hoffman ve seks terapisti Barbra Straisand çok iyi bir ikili olmuşlar. Robert De Niro yine mükemmel bir Zor Baba karakteri çiziyor. Kaçırmayın. İlkini izlemediyseniz de sorun değil. İkinci film ilki kadar zevkli.
Cuma lakırdısı
Anelka nasıl tek başına maç kazanamazsa ben de tek başıma ratingleri toplayamam. Diğer şartlar oluşmazsa benim vurucu gücümü kullanmam için fırsat olmaz! (Hülya Avşar)
CUMA İTİRAFI
Laralı, Erkek, 27, Antalya
Bugüne kadar 100’ü aşkın apandisit ameliyatı yapmama rağmen aynı ameliyatı annem olurken ömrümden 10 sene gitti. Çok basit bir operasyon olmasına rağmen inanılmaz korktum. Şimdiye kadar ukalalık yaptığım bütün hasta yakınlarından özür diliyorum. Sevgili anneciğim bir gün önce bir gömlek yüzünden kalbini kırmıştım. Birazdan o gömleği küvette yakacağım. Bir de üst dişlerin takmaymış. Bunu da ameliyat sayesinde öğrendim. Seni çok ihmal ettim. Söz, bir daha seni asla üzmeyeceğim.
Yorum: Ateş düştüğü yeri yakar, bir musibet bin nasihattan iyidir, aç tokun halinden anlamaz..Sanırım bu itirafa uygun atasözlerini çoğaltmak mümkün. Sevgili doktor okurlarımın kulağına küpe olsun diye bu itirafı aldım. Hani kızım sana söylüyorum gelinim sen anla gibilerden.
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2005
Hıncal Uluç’un 21 yaşındaki sevgilisi Ece Gürsel ile ilişkisine aklı başında olan bir insan ne diyebilir. Ece Gürsel’in yerinde olsam ben de Hıncal Uluç’la flört ederdim. Hıncal Uluç gibi sevmesini, keyifli yaşamasını bilen birine yaşı ne olursa olsun hangi kadın hayır diyebilir. Hıncal Uluç istedikten sonra..
Sorun burada değil. Sorun ilişkinin sunuluş biçiminde..
Ne demek istediğimi en uç örneğiyle anlatayım. Salı günü Kelebek’te Hıncal Uluç’un Ece Gürsel’in külotunu düzeltiyormuş gibi yaptığı, estetik seviyesi sorgulanacak fotoğrafı görmüşsünüzdür.
Başlık da söyle ‘Hıncal babamın yerini tutuyor..’ Ne bu şimdi? Ensest ilişki mi? Diyebilirsiniz ki ‘röportajı bilerek öyle çerçevelemişler’. Sen çanak tutarsan tabii ki çerçevelerler..
Sevgili Hıncal Uluç ‘Neye çanak tuttum ki?’ demesin. O neye çanak tuttuğunu çok iyi biliyor. Planladığı şekliyle yarattığı gündemden mutlu da olabilir. Ama onu seven kadın okurlarının günün sonunda Hıncal Uluç ‘öyküsünün’ beyinlerinde bıraktığı tortudan hoşnut olacaklarını sanmıyorum.
Bir süre sonra Hıncal Uluç’u okurken ister istemez yazdıklarının ‘hangi ruh halinde bir kişi tarafından yazıldığını’ sorgulayacaklar, onu dışlayacaklardır.
İletişimde ‘uyku’ etkisi diye bir şey var. Orta dönemde her şey unutulur, öykünün çekirdeği anımsanır. Örneğin çoğumuz ‘Hıncal Uluç vuruldu’ diyoruz.
Ama öykünün ayrıntılarını anımsamıyoruz. Doğrudan ‘cesur gazeteci’ sonucunu çıkarıyoruz. Hıncal Uluç’un mankenlerle ilişkileri olduğu bir dönemi anımsıyoruz. Ama hangi mankenler anımsamıyoruz. Kısa yoldan ‘yaşamayı seven adam’ sonucunu çıkarıyoruz.
Kısa bir süre sonra Hıncal Uluç’un özellikle kadın okurlarının ‘sunuştan’ anımsayacağı tortu büyük olasılıkla şudur: Hıncal’ın çocuğu yaşında bir sevgilisi olmuş, ilginç pozlar vermişti. Çıkaracakları sonuç da şu: Kafayı mı yedi ne!..
Hıncal Uluç, ne derse desin ‘sunuşu’ yanlıştır. Onu çok seviyorum. İlişkisini tabii ki sonuna kadar onaylıyorum. Ama ‘sunuş’ biçimine gerçekten üzüldüm.
Umarım yanılırım. Hıncal Uluç gerçek bir ‘değer’. Yanılmayı çok istiyorum.
Yapma Sevgili Cevdet kime ders veriyorsun
TRT Basın Sözcüsü Cevdet Tellioğlu’ndan ‘TRT Artık Anlamalı’ başlıklı yazıma yanıt geldi. Tellioğlu asistanlığım dönemimde bizim bölümde öğrenciydi. Sonra başarılı bir ‘Halkla İlişkiler’ kariyeri yaparak TRT Basın Sözcülüğü’ne kadar yükseldi. Önce Tellioğlu’nun yanıtını özetleyelim:
TRT olarak 1975’den itibaren kamuoyu araştırmaları yapmaktayız. Araştırmalarla durum tespiti ve eğilim ölçümü yapılmaktadır. Peoplemeter sistemiyle yapılan araştırmada ise izleyici yoğunluğu ile ilgili bilgiler elde edilebilmektedir.
Ölçüm yapılan kitlenin Türkiye’yi temsil kabiliyeti yoksa, araştırma sonuçları tartışmalı hale gelecektir. TRT, üniversitelerimizde ‘Örnekleme’ konusunda deneyimli akademisyenlerle işbirliği içinde çalışma sürdürmektedir.
AGB adlı şirket halen 21 il ve bu illere bağlı 21 ilçede ölçüm yapmaktadır. Yani ‘Örnekleme’de Türkiye’nin yaklaşık yüzde 35 dolayındaki kırsal nüfus araştırma kapsamına alınmamaktadır. Buna rağmen AGB ile kurumumuz arasındaki ‘sözleşme’ devam etmektedir.
‘TRT’nin elinde bilimsel bir veri olmadığı’, ‘AGB’nin reyting ölçümlerinde reklam veren firmaların büyük etkisi var’ gibi ifadeler, Kurumumuz yetkilileri tarafından söylenmemiştir’
Sevgili Cevdet yapma! Yaklaşık 15 yıldır iletişim araştırmaları dersi verdiğimi, 11 yıldır AGB’nin denetçiliğini yaptığımı, örnekleme modelini oluşturduğumu biliyorsun. Niye bana ders veriyorsun? Yapma Cevdet! Kabul edin, TRT araştırma konusunda yanlış yolda. AGB örneği artırsa da genel sonuç değişmez. TRT AGB’den kesinlikle çıkmamalı.
Araştırma yapacaksa da onu destekleyen ‘derinliğine’ görüşmeler yapıp ‘neden TRT tercih ediliyor-neden edilmiyor’ sorusuna yanıt aramalı. Gerisi laf, gerisi ikna söylemleri..
Garipsedim..
Nez’i ‘Özel Hat’ programında izledim. İmaj yapıcılara verip veriştiriyor ve hayatını geri istiyordu. Çocuk izleyicileri varmış, annesi okuduklarından etkileniyormuş, artık onun bunun dediğini yapmazmış. Herkes elini ondan çeksinmiş. Onun da çocuk sahibi olmaya hakkı varmış. Garipsedim. Nez Hanım, ‘ünlü’ olma sürecinde, her şeye ‘Evet’ derken annesi yok muydu acaba? O günlerde çocuk sahibi olacağını bilmiyor muydu, aklı neredeydi?
Baydı..
‘Gelinim Olur musun’ biteli neredeyse iki ay olacak, hálá katılanlar, ekranların kuytularında bir yerlerde kavga ediyorlar. Kanal D’deki ‘Size Anne Diyebilir miyim’den ayrılan kahramanların diğer programlara çıkıp kavga etmedikleri gün yok. Anlayacağınız ‘Kaynana’ programlarında birbirine giren insanlar resmen baydı! Korkum ‘kavga’ ortamının tüm programlara sıçrayıp daha da bayıcı olması. Yapmayın..
Kutlarım..
Ali Kırca popüler isimlere ana haber bülteninde gündemdeki siyasi konuları yorumlatıyor. En son Mahsun Kırmızıgül’e Irak’taki gelişmeleri yorumlattı. Mahsun Kırmızıgül de büyük bir siyasal uzman edasıyla konuyu yorumladı. Ali Kırca’yı ATV ana haber bültenini Siyaset Meydanı ile karıştırdığı için kutlarım..
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2005
<B>SEVGİLİLER </B>gününde sevgilinize panel radyatör almak ister misiniz? Hoppalaaa. Bu da nereden çıktı diyorsunuz değil mi? Haklısınız. Panel radyatör nireee..Sevgililer Günü nireee... Değil mi? Ama yaratıcı bir reklamcı isterse bu ikisini öyle bir bağdaştırır ki, okuduklarımız ve gördüklerimiz karşısında şaşkınlıktan ağzımız açık kalabilir.
Fransız panel radyatörcü Kalirel’in Fransa’da yayınlanan Marie Clair’in Şubat sayısının ‘içine yerleştirdiği (insert)’ dört sayfalık reklamı okuyunca, reklamdaki resimleri görünce benim de ağzım resmen açık kaldı. Bir kere daha basın reklamlarında yaratıcılık yarışması Kırmızı’nın ne kadar gerekli bir yarışma olduğunu anladım. Aklın sınırlarının olmadığına da.
Reklamın ayrıntılarına girersek..Panel Radyatörcü kapakta ‘Aşıklar Günü İçin Cilveleşme Rehberi’ ismimi kullanmış ve altında söyle demiş: ‘14 Şubat’ı yılın en sıcak günü haline getirelim. Bu bir ambiyans sorunudur. Bu akşam evde kalamaz mıyız?’.
Daha sonra metin bu cilveleşme üzerine akıp, gitmiş, tabii ki fotoğraflar da:
‘Sevgililer Günü sevgililerin bayramıdır, anlaştık. Ama çekingen olmayalım: bu aynı zamanda duyuların da bayramıdır. Tabii ya! Eğer beraberindeki cilveleşmeler olmasa aşk ne işe yarardı? Bu nedenle Kalirel olarak, sizinle onun aranızda en sevecen, en duygusal ve en tutkulu yakınlaşmalara uygun bir atmosfer yaratmak amacıyla mümkün olan bütün önerileri size sunmak istiyoruz. Okuyun, aklınızda tutun ve uygulayın. Sonrasında, unutulmaz bir Sevgililer Günü yaşamak sadece ikinize kalıyor. Tıka basa dolu restaurantlar, kabarık faturalar, sevgililerle dolu caddeler.
Sonuç olarak, Sevgililer Günü’nü en hoş biçimde geçirmenin yolu belki de evde
kalmaktır? Ama ortama özen gösterilmesi uygun olur: loş ışıklar, duygusal müzik ve kalirel sıcaklığı..Birbirinize sarılın, gerisi size kalmış..’
Bu arada Kalirel banyo fantezilerini de unutmamış:
‘Cilveleşmenin gerçekleştiği bir yer varsa o da banyodur. O halde Sevgilier Günü yaklaşırken Kalirel’in ısıyı arttırmasına izin vermek uygun, hatta kaçınılmazdır. Banyolardaki atmosferi ısıtmak için, Kalirel havlu kurutucularının basit elektrik bağlantısının yapılması gerekmektedir. Havayı kurutmayan homojen bir ısı yayar ve daha da önemlisi, hiçbir özel bakım gerektirmezler. Bu da sizin esas konu üzerinde büyük bir zevkle konsantre olmanızı sağlar. Kalirel ile çok yumuşak veya çok sıcak bir atmosferi kolayca yaratabilirsiniz. Her şey sizin ve sevdiğinizin nasıl bir Sevgililer günü arzuladığına bağlıdır.’
Ve Kalirel reklamı şu sözlerle bitiyor: ‘Cilveli sıcaklık, iki kapalı cep, loş ışıklar, fonda hafif bir müzik, öpücükler, tatlı sözler, yine öpücükler, sonrası size kalmış.’
Kalirel reklamını Sevgililer gününde benim ürünüm ‘hediyelik’ değil diye kendini kenara çeken markalara armağan ediyorum. Bir de sevgili Hıncal Uluç’a.. Aşkınıza..
Not: Sizce Radyatörcü reklamında niye erkek model kullanmış olabilir? Çaktınız durumu değil mi?
Ocean 12 , Gece Tilkisi ve Ata Demirer
DÜN Vestel’in yeni reklamını eleştirmiştim. Dün gece Ocean 12’yi izleyince anladım ki Fransız reklam yönetmeni Henry Barges’nin Ocean 12’den etkilenmiş olma olasılığı yüksek. Gece Tilkisi’nin güvenlik ışınları eşliğinde ettiği dansla Ata Demirer’in güvenlik ışınlarından kurtulma hareketleri arasında büyük benzerlikler var. Ata Demirer’in dansı da Gece Tilkisi’nin dansı kadar eğlenceli..
Çekirgelik
Dünya nitelikli olanı değil, çoğu kez nitelikli görüntüsü vereni ödüllendirir. (La Rochefoucauld)
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2005
<B>DİYELİMKİ </B>gazetenizde ortopedi konularda bir köşe açmaya karar verdiniz. Bir ortopedi uzmanına mı yer verirsiniz yoksa çıkıkçıya mı? Yalan yanlış bilgi vermek istemiyorsanız tabii ki ortopedi uzmanına değil mi? Bazıları öyle yapmıyor ama. Bazıları ‘çıkıkçıları’ uzman diye tanıtıp okurlarına ihanet ediyor. Çıkıkçılar da kendilerine verilen köşelerde, bilmediklerinden bile haberdar olmadan, sallaya salaya bir hal oluyor, yalan yanlış bilgi yayıyorlar. Örneğin bu ‘çıkıkçılardan’ biri geçenlerde gazete kategorisindeki fiyat indirimini savundu. Basit ama çok basit bir ilkeyi unutarak.
Bir malın fiyatını ucuzlatan o malın ‘pazar bölümünü’ kaydırma riskini üzerine alır. Gazete kategorisinde, varolduğu segmentte faklılaşamadığı için ‘indirim’ silahını kullanıp geniş kitlelere ulaşayım diyen, ‘ucuzculara’ ulaşır. ‘Ucuzcular’ adı üzerinde ‘ucuzcu’... Satın alma gücü az olanlar. Şimdi düşünün, ‘yüksek fiyatlı ürün satan, kalite algısına önem veren’ reklamveren satın alma gücü olmayan kitleye ulaşmak ister mi? Hayır. Üstelik ‘ucuzculara’ hitap etmek isteyenin öncelikli olarak TV’yi seçeceği çok belli. Bu nedenle, bulunduğu pozisyonda farklılaşamayan ve ‘indirim’ yapan bir gazete reklam yeri satmak için televizyonlarla rekabet etmek, dolayısıyla reklam yeri fiyatlarını ucuzlatmak zorunda. Bu ne demektir? Şirket dengelerinin alt üst olması, şirketinizi sakat kalması demektir. Çıkıkçıya gittiği için de sakat kalanın şikayet hakkı yoktur. Siz siz olun şirketlerinizi çıkıkçılara emanet etmeyin!
Merinos açık ara birinci
TÜRKİYE’nin sağlam veri üreten araştırma şirketlerinden TNS, sadece bizim için geçen ay 18 yaş üstü 2 bin 012 kişiye ‘Aklınıza gelen ilk üç halı markası nedir?’ diye sordu. 1723 kişi, yani deneklerin yüzde 86’sı en az bir halı markası anımsadı. Bu iyi bir oran. Halı marka liginde en fazla anımsanan marka yüzde 68.8'le Merinos. İkinci sırada Saray var. Üçüncü sırada Koyunlu... Bildiğiniz gibi Boydak Holding (İstikbal) Deco Markası ile makine halısı pazarına girmişti. Kısa sürede yüzde 4.16 oranı ile altıncı sıraya çıkması takdire değer. Bu arada mobilya markası olarak gördüğümüz Kilim’in halı markaları arasında yüzde 3.8 oranı ile yedinci sırada çıkması çok ilginç. İnsan böyle sonuçları görünce araştırma yaparak stratejilerine yön veren firmaları bir kez daha tebrik edesi geliyor. Kilim acaba bu kadar çok halı markası olarak anılacağını bilse yine Kilim ismini seçer miydi?
Kim bu Premier, neden şimdi reklam
PREMİER reklamlarını izleyince ‘farklı’ bir öyküyle karşı karşıya olduğumuzu anlamam çok fazla sürmedi. Anımsarsanız Premier reklamlarının uzun versiyonunda köylüler ‘Godot’u bekler gibi’ birini bekliyorlar, hatta o birinin gelip gelmeyeceği üzerine iddiaya giriyorlar. O biri, üzerinde Premier yazılı koca bir TIR'la geliyor, köylülere bir sürü elekronik ve elektrikli ev eşyası getiriyor. O birinin, gelmeyeceğini savunanlar da (burada rakiplere gönderme yapılıyor) resmen şişiyorlar.
Reklamın sonuna doğru Japon kılıklı biri de çıkıp, Premier’in ‘teknolojik gücüne’ ve servis kalitesine gönderme yapıyor. Reklamın kısa versiyonlarında da yine ‘köylü’ hedef kitleye Premier’in değişik ürünleri tanıtılıyor, bu arada da yine ‘Japon’ kılıklı servis elemanı ile ‘kaliteli’ etkisi güçlendirilmeye çalışılıyor.
Meraklandım ‘Kim bu Premier’ciler?’ diye... Aradım, taradım sonunda Bekir Demir’e ulaştım. Premier’i Bekir Demir’in babası Veli Demir 1988 yılında kurmuş. Premier’in iş modelinde şimdilik üretim yok montaj var. Uzak doğudan elektronik parça ve elektrikli küçük ev aletleri getiriliyor, Türkiye’de montaj yapılıyor.
Premier uzun süre gazetelere ve televizyonlara promosyon amaçlı ürünler satmış. Büyük hipermarketlerin ‘spot satış’ kampanyalarına yönelik uygun fiyatlı ürünler sağlamış. Buradan belirli bir marka farkındalığı elde etmiş. Gazete promosyon dönemi bitince, burada kazandığı pazar alışkanlığı üzerine yatırım yapmış. Dağıtım ve servis ağını genişletmiş, büyük markaların zayıf olduğu kırsal alana, küçük ilçelere ve düşük fiyatlı ürün arayan pazar bölümlerine yönelmiş. Bunun sonucunda 25-30 milyon dolarlık bir ciroyu yakalamış.
29 yaşındaki Bekir Demir’e ‘Niye şimdi reklam?’ diye sordum. ‘Zamanı geldi, elektronik ürünler ve küçük ev aletleri piyasasında büyümek, fabrika kurmak istiyoruz’ dedi. ‘Peki kimi hedefliyorsunuz?’ dedim. Demir, ‘Rakiplerin küçük gördüğü, önemsemediği pazar bölümlerini..’ dedi..
Premier reklamlarında da Bekir Demir’in vizyonu pekala görülüyor. Premier reklamları kırsal kesime ‘yanındayım’ diyor. Reklamlarda ‘Japon kılıklı’ gösterilerek ‘teknolojik üstünlük’ algısı verilmeye çalışılıyor. Premier’in yaratıcılarını cesaretleri için tebrik etmek lazım. Ancak ‘köy’ dekoru eşliğinde "kalite algısı" yaratmak biraz tehlikeli. ‘Japon kılıklı’da daha inandırıcı kullanılmalı. Alt gelir gruplarına satmak için alt gelirin yaşam biçimine bürünmek gereksiz. Alt gelir grubuna gitmek için dağıtım kanalını kontrol edin, fiyatı ayarlayın yeter. Niye markanın ‘estetik açıdan algı seviyesini’ düşürüyorsunuz ki!
Bu kaçıncı
ETİ Puf reklamlarının sloganı ‘Yerim Seni..’
Bu sloganı bir yerden anımsıyor musunuz? Ben anımsatayım. Saray’ın geçen aylarda oynayan çikolata reklamının sonunda ne deniyordu? Tom ve Jerry, yerim seni! Eti’yi ‘esinlenme’ konusunda üçüncü kez sobeliyoruz. Umarız bu son olur. Esinlense ne mi fark eder? Sizce büyük markaların takip eden değil de takip edilen olması gerekmez mi? Eti’nin tüm bu esinlenmeleri bilerek onayladığını sanmıyorum. Sadece biraz daha dikkat.
Alışmadık Android’de pantolon durmaz
ANIMSARSANIZ Vestel Ata Demirer’in oynadığı reklamların yönetmenini değiştirecek diye haber vermiştim. Değiştirdi. Yeni yönetmen Henry Barges’in çektiği ilk film geçen hafta yayına girdi. Yeni reklamda sadece Android Ata Demirer var. Demirer hırsızlık filmlerine özgü bir dekor içinde, güvenlik engellerini aşmaya, Vestel’in yeni ürünü dmp televizyonlar hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Demirer’in ışınlar arasından geçmeye çalışırken bir yandan da ‘Harman dalı’ oynaması dikkat çekici ve komik olmuş.
Bütün olarak bakıldığında yeni Vestel reklamı bu serinin Vestel’e en doğru imaj çizen reklamı. Sadece reklamın sonunda, bazılarınca oldukça komik bulunacağını çok iyi bildiğim, Ata Demirer’in pantolonun yırtılması esprisini çok sevmedim. Hem çok baskın bir espri hem de böyle ‘kaba’ bir esprinin Vestel’in kalite algısını yine ucuzlatacağını düşünüyorum. Tabii ki alışmadık Androidde pantolon durmaz ama Ata Demirer etine dolgun diye de buna dayalı espri yapılmaz. Ata Demirer zayıf olsa ne yapacaktık? Dizi çekmiyor, dmp’yi tanıtmaya çalışıyoruz. Öyle değil mi?
Özeti, Vestel biraz daha uğraşırsa Veysel stratejisini kusursuz hale getirmeyi başaracak...
Çekirgelik
İyi bir fikir üretmek isteyen önce çok miktarda fikre sahip olmalı.
(Linus Pauling)
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2005
Mucizeler Komedisi’ni izledim. Kötü değil ama iyi de diyemiyorum. Konu şöyle: Kadın Melek ve erkek Melek medya patronu, fabrikatör ve de sanayici Sefa Yurdakul’u doğru yola davet ediyorlar. Erkek Şeytan da meleklerin işine taş koymaya çalışıyor. Kader ağlarını Yurdakul TV stüdyolarında örüyor. Bu arada kanalın çaycısı Sütiye de, şans eseri katıldığı bir TV yarışmasında, feci sesine rağmen, Melek mucizesi sonucu, bir gecede şöhret oluyor. Sonra Sütiye’nin şöhret yolundaki maceraları ve Sefa Yurdakul’un ‘vicdan muhasebesi’ ile oyun devam ediyor.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Beklentim daha komik ve konusu daha ‘taze ve farklı’ bir oyun bulmaktı. Oyun boyunca doğru dürüst gülemedim. Daha çok karşımda bir ‘Sefa Yurdakul Trajedisi’ var gibiydi. Şeytan karakteri niye bu kadar ciddi yapılandırılmış anlamak mümkün değil. Hele de elde Şevket Çoruh gibi bir oyuncu varken.
Oyunun en komik karakteri Sütiye’ydi. Özlem Tekin rolünün hakkını vermiş. Bazı sahnelerde bu rolün diğer oyuncusu Meltem Cumbul’u taklit etmekten vazgeçerse çok daha başarılı olur. Şener Şen her zaman olduğu gibi hatasız oynuyor ama metin onun oyunculuğunu ortaya çıkaracak malzeme vermeyince yapacak fazla bir şeyi yok.
Teknik açıdan bakacak olursak Mucizeler Komedisi’nin bir müzikal olduğunu söylemek zor. Daha çok müzikli oyun diyebiliriz. Dans koreografisi ‘Şeytan ve Melek’ dansı dışında yeterli değil. Birlikte dans edilen sahnelerde birçok uyumsuzluk var. İnsan müzikal deyince ister istemez şiir gibi bir uyum istiyor.
Oyunda döner sahne kullanılmış ama döner sahne çok yetersiz ve dönerken ‘garç gurç’ ses çıkarıyor. Oyunun komik yanı buysa diyecek bir şeyim yok. Böyle büyük bir proje için böyle yetersiz bir düzenek biraz ayıp olmuş. Bir de sahneyi döndürürken teknisyenler saklanmayı beceremiyorlar. Bu eğretilikler oyun izlerken konsantrasyonu bozuyor.
Gidelim mi? Gidilebilir. Bir süredir ‘müzikli oyun’ sahneye konmuyordu. Hasret gidermek istiyorsanız neden olmasın. Son olarak şu yorumu yapmadan da edemeyeceğim. Medya eleştirisinin ‘Mucizeler Komedisi’ndeki türünü çok ‘klişe’ buluyorum. Oyunun yazarı Kurtcebe Turgul yeni nesil reklamcıların en iyilerinden biri. Medyaya bu kadar yakınken Kurtcebe’den daha orijinal bir yaklaşıma sahip olmasını beklerdim. Ne diyelim bu bir ilk. Diğerlerinde Kurtcebe beni dinler umarım.
Eğitimli manken aranıyor
‘Televole’ türü televizyon programları o kadar çabuk manken tüketiyor ki, Neşe Erberk sonunda manken bulma işini Anadolu’ya taşımış. Neşe Erberk’in bu projesi çok ilginç geldi bana. Pilot bölge olarak Eskişehir seçilmiş. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte çalışıyorlarmış. Şimdi sıkı durun. Yarışmaya katılmak için en önemli şart ‘eğitimli olmak’. Podyum mankeni, fotomodel, oyuncu, büyük beden manken olmak isteyen varsa önce lisans ya da yüksek lisans öğrencisi olması gerekiyor. Sanırım Neşe Erberk ‘Yaygın değil, saygın manken’ olmak istiyorum diyenlerden bıktı, işi kaynağında çözmeye çalışıyor. Yarışma mayıs ayında Eskişehir Anemon Otel’de yapılacakmış. Eğitimli olup, manken olmak isteyenlere katkım olsun diye yazıyorum. İlgilenenler varsa Neşe Erberk Model Ajansı’na başvursunlar. İşte adres www.neseerberkajans.com. Ben bu seferlik katılmayı düşünmüyorum. Gelecek yıl şansımı denersem kimse şaşırmasın.
CUMA TAKINTISI
İzmir’den bir kebapçı öneriyorum. Antepli Ramazan Usta. Bornova’da, Büyük Park’ın yanında.Yoğurtlu patlıcan ezmeyi mutlaka deneyin. Süper bir lezzet. Yoğurt yoğurt, patlıcan da patlıcan olalı böyle mükemmel bir birliktelik yaşamışlardır.
Cuma alıntısı
Erkekler kadar olmasa da kadınlar da çokeşli olabiliyor. Ancak toplumsal yargılardan dolayı sadakatsiz kadınlar, yaşadıklarını anlatmıyorlar. (Jülide Sevim, Psikolog)
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2005
Ali Kırca’nın ‘Siyaset Meydanı’ bir döneme damgasını vuran, çok önemli işlevleri yerine getiren, iletişim uygulamaları tarihimize adını altın harflerle yazdırmış bir program. Şimdilerde ‘ortak akılda geldiğimiz noktada’, Siyaset Meydanı fazla izleyici bulamıyor. Burada Ali Kırca’nın çok fazla yapacağı bir şey yok. Akıl seviyemiz değişti, Siyaset Meydanı yeni akıl seviyemizde tutunamıyor. Aslında Kırca’nın Siyaset Meydanı’nı anlı şanlı haliyle olduğu yerde bırakıp farklı bir programa imza atması daha yerinde olur. Ama o, sanırım biraz da duygusal nedenlerle, Siyaset Meydanı’na devam ediyor.
Niye bunları yazdım? Geçen hafta dizilerin tartışıldığı Siyaset Meydanı’nı izledim de ondan. İzlediğim en kötü Siyaset Meydanı’ydı:
1) Neredeyse 300’e yakın konuk vardı.
2) Konu sınırlaması yoktu.
3) Kimse yeterince konuşamadı.
4) Yeni oyunculara söz hakkı tanınmadı.
5) Dizilerin geleceğine karar veren kanal yöneticileri konuk olarak çağrılmamıştı.
Siyaset Meydanı bizim de çocuğumuz, zarar görünce üzülüyorum.
Hababam Sınıfı Avrupa Yakası’nda
Cenk Akcan isimli okurum bütün televizyon dizilerinin artık birbirine benzediğini söyleyerek yapımcı ve yönetmenlere kolaylık olsun diye dizi isimleri önermiş. Baktım Mahsun Kırmızıgül de yeni başlayan dizide kendine isim bulmakta zorlanıyor, Cenk Akcan’ın önerilerini yapımcı ve yönetmenlerle paylaşayım dedim. Belki bir gün işlerine yarar:
Bir İstanbul Masalı, Bir İstanbul Gelini, Bir İstanbul Vadisi, Gelinim Olur musun, Gelinim Ölür müsün (adliyeden görüntülerle), Kaynanam Olur musun, Düşmanım Olur musun...
Aliye, Asiye, Abiye (moda programı), Avrupa Masalı, Kelebekler Vadisi (belgesel), Kangallar Yaylası (Bir Sevgi Filmi), Kaynanalar Vadisi...
Kurtlar Masalı, Avrupa Vadisi, Kurtların Sessizliği, Kelekler Adası, Hababam Sınıfı Melekler Adası’nda...
Bütün Kaynanalarım, Bütün Kurtlarım, En Son Kurtlar Duyar, Masal Kadını, Gurbet Yakası, Bir İstanbul Teknesi, Yaşamdan 90 Dakikalar, Bir 90 Dakika Masalı, Bir Ekmek Masalı, Size Sihirli Anne Diyebilir miyim, Size Sayın Bakanım Diyebilir miyim...
Gönül ne istiyorsa göz onu görür ama..
Galatasaray’ın 100’üncü yıl logosu, bir yandan ‘iyi mi kötü mü’ diye tartışılmaya, diğer yandan ‘G.Saray-F.Bahçe’ tatlı rekabetine malzeme olmaya devam ediyor.
Yeni logonun son sıfırından ve aslanın kuyruğundan ‘FB’ harflerini gören gözü kutlarım. Bu müthiş ‘göz’ bana algılamadaki genel ilkeyi anımsattı: Gönül ne istiyorsa, göz onu görür!
Logoyu yapan tasarım ajansının bilerek böyle bir ‘komplo’ya yataklık edeceğini sanmıyorum. Araştırdım Bülent Erkmen’in hiçbir takımı tutmadığı söyleniyor. Bek Tasarım Ajansı’nda da 6 kişi çalışıyormuş. Kaçının Fenerli olduğu bilinmiyor. Tamamı Fenerli olsa bile tasarım işine hayatını adamış insanların işleriyle aşklarını karıştırmaları mümkün değil..
Anlayacağınız yeni logonun Fenerlilere yataklık eden hali ‘Gönlü Galatasaray’ın 100’üncü yıl logosunda FB’yi bulmak isteyen bir gözün ürünü..’
Çok garipsedim..
Salı günü Kelebek’te Demirhan Hararlı’nın Davut Güloğlu-Nez röportajını okumuşsunuzdur. Güloğlu ve Nez daha çocukluktan tanışıyorlarmış ve o dönemden birbirlerini seviyorlarmış. Sonra kader ağlarını örmüş, ayrı yöne savrulmuşlar. Sonra yeniden bir araya gelmişler. Çocukluk aşkı yaşadıkları nasıl çıkmış biliyor musunuz? Nez’in ağzından dinleyelim:
‘Yıllar sonra bir araya geldiğimizde konu nasıl olduysa mahalle bakkalına geldi. İkimiz de onu anımsadık, konuşmaya başladık ve gerçek ortaya çıkınca tesadüfe inanamadık. Sonra arkası geldi. Çocukluğumuzda yaptığımız her şeyi, birbirimize verdiğimiz sözleri bile hatırladık. Zaten geçtiğimiz yıllarda zaman zaman ekranda Davut’u gördüğüm zaman kendisini tanıdığım hissine kapılıyordum.’
Çok garipsedim çok. Öyle bir garipsedim ki bu ‘Garipsedim’i, ‘Yılın Garipsedim’i seçtim. Siz söyleyin, haklı değil miyim?
Baydı..
Meltem Ören ‘yaygın değil, saygın şöhret istiyorum’ demiş. Televole dünyasına girip sonra da o dünyadan kendini soyutlamak isteyenlerin kaliteli şöhret merakı gerçekten baydı.. Yeter! İnsan çalıştığı dünyaya muhalif olarak yaşayamaz. Yaşarsa ortaya çıkan bilişsel çelişki adamı öldürmekten beter eder. Özeti ‘ya sevin, ya terk edin!’
Kutlarım..
Aşkın tanımını duydum ama Hülya Avşar’lı, Cihan Ünal’lı Kadın İsterse’de yapılan tanım kadar ilgincini duymadım: Aşk çiş gibidir, bir gelince tutamazsın!
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2005
<B>KÜLTÜR</B> ve Turizm Bakanlığı ‘Tanıtım İhalesi’ni, bu yıl da, daha önce aynı ihaleyi beş kez üst üste kazanan Ddf reklam ajansı kazandı. İhaleye katılan Wunderman reklam ajansı Yönetim Kurulu Başkanı, sektörün duayeni Atilla Aksoy ‘İhalenin sonucu ortadaysa niye ihale yapılıyor’ diye isyan etti, ihale sürecindeki ciddiyetsizliğe dikkat çekti.
İhalede yasalara uygun olmayan bir şey yok. Hatta yasa bakanlığın tanıtım işini istediğini verebileceğini de söylüyor. Ancak Bakanlık her yıl ihale açıyor ve sonucunda ihaleyi hep Ddf reklam ajansı kazanıyor. Her yıl Reklamcılar Derneği ve ihaleye giren Türkiye’nin ‘muteber’ ajanları, ihale sürecinin ciddiyetsiz yapıldığını ve ‘adeta Ddf’in’ kazanması için tasarlandığını ima ediyorlar. Hatta bazı gazeteler ve meslek dergileri Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun ihaleyi kazanan ajansın sahibi ile ‘dostluk’ ilişkisini vurguluyorlar. Kanıt sunan yok ama. Herkes karnından konuşuyor.Sonuç değişmiyor. İhale yine aynı şekilde yapılıyor. Yine Ddf ihaleyi kazanıyor.
Her yıl Ddf’in ihaleyi kazanması mümkün mü? Mümkün. İhaleye katılan işleri görmediğim için ihaleyi Ddf’in hakkıyla kazanıp kazanmadığını söylememse
mümkün değil. Ddf’in son beş yıldaki işlerine baktığımda ‘Türkiye bir turistik ürün olarak böyle mi satılır?’ diye eleştirebilirim. ‘Kampanyayı beğeniyorum, başka ne yapılacak ki!’ de diyebilirim. Ama ihaleye katılan işleri görmediğim için ‘Ddf kayırılıyor’ diyemiyorum. Bildiğim ihale sürecinin gerçekten özensiz düzenlendiği ve dedikodulara çanak tuttuğu. Sonuçda da Turizm Bakanlığı tanıtım ihalesi’nin prestij kaybettiği..
Medicat’in Şubat sayısında bu yıl ihaleye katılan ajanlardan Pars /McCann Erickson’ın üst düzey yöneticisi Yavuz Özçelik şöyle yazıyor:
‘Sayın Bakan ne kadar önemsiyor bilmiyorum ama ülkenin en büyük bütçeli (bu yıl 47 milyon dolar) ihalesi giderek kimsenin ciddiye almadığı bir ihale haline geldi. Nasılsa kazanamayız düşüncesiyle kimse zamanını ve emeğini harcamak istemiyor. Çok da haklılar. Bu ihalede kazanma ve kaybetmenin nesnel koşulları netleşinceye kadar ve Reklamcılar Derneği’nin yayınladığı konkur koşullarına uygun hale getirilinceye kadar biz bu işte yokuz.’
Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu Marketing Türkiye’nin 1 Şubat 2005 sayısında eleştiriler karşısında şöyle diyor: ‘..İmaların arkasına sığınmak benim anlayabileceğim bir yol değildirÖBütün projeleri Reklamcılar Derneği’nde veya başka herhangi bir yerde sergileyip kamuoyunun ve uzmanların değerlendirmesine sunalım. Biz hazırız.’ Atilla Aksoy’da aynı dergide Mumcu’ya yanıt veriyor:
‘Hodri meydan sayın Bakan’..
Biz de buradan Erkan Mumcu’ya sesleniyoruz. Lütfen işleri bir an önce uzmanların görüşüne açın sayın Bakan. Açın ki artık şu dedikodular bitsin Ddf’de rahat etsin, Bakanlık yetkilileri de, biz de. Böyle önemli bir ihale de prestij kaybetmesin.Ya da artık ihale falan yapmayın, verin işi doğrudan bir ajansa olsun bitsin.
Erkek arkadaş niye nişanlı oldu?
BİR süredir televizyonlarda yayınlanan Rozy reklamlarında, genç kız Rozy günlerinde gerekli olan şeyleri sayarken ‘Tabii ki bir de çok anlayışlı bir erkek arkadaşınız olmalı’ dedikten sonra kapıyı, kapıda bekleyen gencin yüzüne kapatıyordu. Ne olduysa oldu, şu sıralar reklamda ‘erkek arkadaş’ yerine ‘nişanlı’ sözcüğü kullanılmaya başladı. Bazı genç okurlarım ‘Ne oldu, Rozyciler bir erkek arkadaşın bir genç kızın regl günlerini bilmesini Türkiye’ye çok mu gördüler?’ diye soruyorlar. Gerçekten ben de soruyorum. Ne oldu? Erol Yarar Rozy’yi Ülker’e satınca birileri genç kızlarımızın namus bekçiliğine mi soyundu?
Danone ve bebek poposu
ÇUKUROVA Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Neonatoloji (Yenidoğan) Bilim Dalı’nda Doçent Nejat Narlı Danone reklamına şöyle isyan ediyor:
‘Türkiye’de yılda 1.4 milyon bebek doğuyor. Doğum sırasında yapılması gerekenler ‘Yenidoğan Bebeğin Canlandırılması’ adı altındaki kursla 8 yıldır Türk Neonatoloji Derneği ile Sağlık Bakanlığı tarafından verilmektedir. Bu kursu yaklaşık 100 bin kişinin alması gerekiyor. Ancak şimdiye kadar bu kurs 10 bin ebe, hemşire ve doktora verilebilmiş durumda. Söz konusu kurslar çok büyük emek gerektirmekte ve yanlış alışkanlıklar değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu yanlış alışkanlıkların başında da bebeğin poposuna vurmak gelir. Şu anda yayınlanmakta olan Danone reklamında bebeğin poposuna vuruluyor. Geniş kitlelere hitap eden bu tür reklamlar çekilirken bir uzmandan niye danışmanlık alınmaz?’.
Danone’nin Narlı’nın isyanına kısa sürede yanıt vereceğine eminim.
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2005
<B>PINAR</B> uzun süredir, neredeyse jenerik hale gelmiş <B>‘doğal süt, Pınar süt’</B> imajını etkileyecek diye <B>‘aromalı süt’</B> reklamı yapmak istemiyordu. Ama bu kategoride kızışan rekabet Pınar’ın ‘aromalı’ süt reklamı yapmasını zorunlu kıldı. Bakalım yetişkinlere yönelik ‘aromalı süt’ kampanyası, uzun dönemde jenerik hale gelmiş Pınar markasını nasıl etkileyecek.
Reklama gelirsek... Pınar’ın Karamelalı süt reklamı komik. Bir çekim atmosferindeyiz. Tuba Ünsal, Karamelalı sütünü keyifle içerek yürüyor. Ama aldığı keyiften o kadar başı dönmüş ki, hızını alamayıp uçurumdan düşüyor. Son karede aynı elbiselerle, düşmek üzere olduğunu anladığımız başka bir oyuncu var. Ve aynı hattaki diğer Pınar aromalı süt paketleri...
Dikkat çekici, tekrar izlenme değeri olan bir reklam. Vaat ve mizah ilişkisi de iyi kurulmuş. Bir içecek reklamında ‘keyif’ ya da ‘hazzın’ mizah kullanılarak dolaylı olarak gösterilmesi ürünün farkında olma oranını artırır. Ama bu farkında olma ne kadar ‘satın alma’ davranışına dönüşür onu bilemem! (Bilirim de hani burada lafın gelişi söylüyorum).
NOT: Umarım RTÜK, ‘insan bir ürünü içerken bu kadar da keyif alamaz’ deyip Karamelalı Pınar Süt reklamı nedeniyle televizyon kanallarını cezalandırmaz. Bu arada Karamelalı sütü denedim, sonuç mükemmel, öneririm. Karamelalı Süt’ü çok zor bulduğumu söylemeden edemeyeceğim. Demek ki dağıtım sorunu var. Siz siz olun bu tür ürünlerde dağıtımı tamamlamadan reklam kampanyasına başlamayın.
Bıyıksız Türk Casper
CASPER reklamında kadın, dizüstü bilgisayarlar arasından seçim yapmak istiyor. Rakipleri temsil eden bilgisayarların ekranlarında bir takım bıyıklı erkek yüzleri var. Hatta bir tanesindeki yüz sihirli lambalı Alaaddin’i andırıyor. Kadın ilerliyor, ilerliyor bıyıksız, yumurta gibi bir oğlan suratının bulunduğu ekranın önünde duruyor. Sonra Casper markasını okşuyor. Ekrana ‘seni seviyorum’ yazıyor. Reklam, Casper ‘Türkiye’nin prestiji’ sloganıyla bitiyor. Eeee... Ne bu şimdi? Kadın bıyıksız erkeği seçince Casper niye Türkiye’nin prestiji oluyor. Casper ne demek istiyor? Bıyıksızlar iyi teknoloji mi üretiyor?
O ne limon öyle
YENİ Pepsi Twist reklamında, bir limon olduğundan çok büyük boyda ve erkeğin ikamesi gibi gösterilerek ‘Limonlu’ vurgulaması ‘göze’ sokulmak isteniyor. Ancak beynin biraz gizli bölgelerine gidince çıkan anlam hiç de böyle değil. Pepsi Twist reklamı kadınların ‘büyük’ şeylerden hoşlandığını öyle gizli bir dille anlatıyor ki, bu reklamı izledikten sonra Haydar Dümen'e başvurup ‘uzunluk’ hakemliği isteyenlerin sayısında ciddi bir artış olabilir! Fikir mi nasıl? Tabii ki müthiş. Bir limon soyulup, adamın pardon kadınların gözüne bu kadar sokulabilir.
Cep Bank alt markalaşıyor
GARANTİ Cep Bank kampanyasının yeni reklamında iki genç, Michael Jackson dansı eşliğinde, cep telefonlarına gelen şifreyle bankamatikten para çekiyor. Yeni ürün önceki reklamlarda başarılı bir şekilde duyuruldu. ‘Danslı’ reklam bir bakıma gençlere yönelik küçük bir cila. Garanti, müziğin, tekrar yoluyla beyinde iz bırakma gücünden yararlanarak Cep Bank'ı güçlü bir alt markaya dönüştürmek istiyor. Böyle giderse kısa sürede başaracak da. Doğrusu da bu. Pıtır pıtır bir yerlerden rakipler görünmesi an meselesi. Erken marka yaratan, erken yol alır.
NOT: Sizi bilmem ama ben kişisel olarak Citroen reklamındaki ‘Robocop’ aracın Michael Jackson dansını çok daha başarılı buldum. Bizim gençler ayak hareketlerinde çok başarılı değiller!
Ömür lansmanında doğrular, yanlışlar
YENİ bir pilicimiz oldu, adı Ömür. Ömür, markalaşma yolculuğunu çıktı. Bakalım neler yapacak hep birlikte göreceğiz. Şimdilik şu ana kadar yapılanları analiz edelim: Lansmana ‘Piliç Aranıyor’ meraklandırıcısı ile başlamak doğru. ‘Piliç Aranıyor’ başlığı altında gündemdeki ‘hijyen, sağlıklı piliç’ tartışmasına dikkat çekip ‘Aranan Pilicin Ömür’ olduğunu vurgulamak doğru. ‘Eleman aranıyor’ sayfalarını ‘Piliç’ Aranıyor’ başlıklı reklam için kullanmak çok yaratıcı. ‘Bir Ömür Gençlik’ vaadi iyi özetleyen çok iyi bir slogan. Açılış reklamından önce basın toplantısı yapıp ‘arkadaki güvenilir gücün’ Sabancı Gıdasa olduğunu duyurmak, gazetelerin ekonomi sayfalarını bir günlüğüne parsellemek doğru. Piliç gibi bir ürünün lansmanında, dağıtım sınırlı olsa da gazete-televizyon sinerjisinden yararlanmamak yanlış. Basın toplantısında günün sonunda evirip çevirip gırtlaklayacağın pilici süsleyip püsleyip, şirinlik muskası haline getirip görücüye çıkarmak yanlış. Peki bu tabloda yanlışlar doğruları götürür mü? Şu anda hayır. Ama Ömür çok dikkatli olmalı. Piliç kategorisi pazara inildiğinde tam bir cadı kazanı. Başarı için doğruların fazla olduğu pazarlama şart!
Citroen ilk 4’e girdi
HTP’nin her hafta yaptığı ‘Reklam Algı-Etki Endeksi’ araştırmasına göre Citroen’in dans eden araç reklamı geçen hafta en çok anımsanan ilk beş reklam arasına girdi. Müthiş bir reklam fikri, müthiş bir prodüksiyon harikası. Bu reklamı tanımlamak için bilmem başka söze gerek var mı?
Jelibon’da sorun nerede
KENT’in Jelibon reklamı ‘içimizdeki çocuğu’ vurgulayan çok eğlenceli bir reklam olmuş. Bir grup yetişkin, Jelibon yedikten sonra çocukluklarına dönerek ‘çilli bom’ şarkısı eşliğinde yaramazlık yapıyorlar. Buraya kadar mantık hatası yok. İçimizde bir çocuk olmasa niye çikolata, şeker yiyip sakız çiğneyelim değil mi? Bu çocuğu dışarı çıkarmak, bizimle hoş bir şekilde yüzleştirmek Jelibon’un yetişkinler arasındaki tüketimini artırabilir. Sorun reklamın sonunda. Son bölümde içerdeki odada uyuyan çocuk sese uyanıp, babasını yaramazlık yaparken görüyor ve ‘Yine mi benim Jelibonlarımdan yediniz?" diye soruyor. Yani Jelibon bir yandan yetişkinlere çengel atarken diğer yandan çocuklardan da vazgeçemiyor. Jelibon gibi ‘çocukça’ bir ürünün ‘çocuk’ hedefinden vazgeçmeden yetişkinlere yedirilmesi mümkün mü? Zor. Niye mi? Düşünün bakalım niye yetişkinler çok fazla süt içmez? Buldunuz mu? Valla ben söylemem. Siz de iyice hazır lopçu oldunuz canım. Çalıştırın biraz saksıları. Hayırrr...
Çekirgelik
Ne kadar süre yol gideceğiniz deponuzdaki benzine bağlıdır. Beynin benzini eğitimdir. Eğitilmeyen uzun süre yol alamaz.
(Richard Valletta)
Yazının Devamını Oku