Ali Atıf Bir

Komedyen reklamcılar

9 Ekim 2005
ANKARA’dan Nihat Pulak isimli okurum Telsim reklamındaki çekim hatasına dikkatimi çekmiş: ‘Telsim MyCep reklamı var ya, hani şu elinde mikrofonla muhabiri uçaktan atıyorlar da paraşütü açılmadan yere düşüyor. Adamı uçaktan attıktan sonra uçağın kapısındaki adamlar uzun süre ayaklarının dibi hizasından aşağıya doğru bakıyorlar. Sanki adamı apartmanın çatısından aşağı atmışlar gibi. Oysa, o sırada uçağın hızla gidiyor olması lazım. Yani adamlar uçağın gidiş yönünün aksi yöne ve geriye, aşağıya doğru bakmaları lazım. Böyle bir ciddi hata yapan reklam rejisörü ya da yönetmeni eminim çok büyük paralar kazanıyordur. Hayret!.. Reklamdaki espri üzerinde yoğunlaşınca fizik kanunlarını ihmal etmek mi gerekiyor?

Reklamın yönetmeni ne kadar para kazanıyor ne yapıyor onu bilemem Nihat. Ama bu yönetmenin Okan Bayülgen olduğunu söyleyebilirim. Telsim MyCep ‘Doa Sporları’ mizahı konseptiyle farklılaşmaya çalışıyor. ‘Doa sporlarına’ sponsor oluyormuş gibi yapıp ‘ucuzluk’ mesajlarını araya sıkıştırıyor. Mizahi bir format. İlk başlarda ‘ilgisizlik’ nedeniyle kısmi bir ‘mesaj anlaşılamama’ sorunu olsa da, süreklilik sağlandığında bu sorunun ortada kalkacağını düşünüyorum. MyCep mizah unsurunu biraz daha mesajla birleştirirse bu yoldan sağlıklı bir farklılaşmaya gidebilir.

Okan Bayülgen’in de ilk ‘reklam yönetmenliği’ olmasına rağmen iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum.

Yeri gelmişken hem Cem Yılmaz’a hem de Okan Bayülgen’e bir uyarıda bulunmak istiyorum. İkisi de zeki, işlerini iyi yapan, reklamcılık mesleğine de ilgi duyan insanlar. Ama unuttukları bir şey var. Reklamcılık sadece reklamlardan oluşan bir şey değil. Bu mesleğin kendine özgü kuralları, süreçleri ve sistemleri var. Üstelik reklamcılık sadece televizyon reklamı üretip insanları güldürmek anlamına da gelmiyor. Reklamcılık çok ciddi bir meslek. Bir markanın iletişim sorunlarına kısa ve uzun süreli çözüm yolları bulma uzmanlığını gerektiriyor. Avrupa Birliği müzakereleri esnasında da ne kadar ciddi ne kadar uzmanlık gerektiren bir meslek olduğunu yakından göreceğiz.

Bu nedenle Okan Bayülgen ve Cem Yılmaz’a da daha önce Sinan Çetin’e yapmış olduğum öneriyi tekrarlayacağım. Eğer reklamcılık yapmak istiyorsanız birer ajans kurun (ya da kurduysanız) başına geçin, reklamcılığı tüm kuralları ile yaşayın, diğer reklam ajanslarıyla aynı riskleri paylaşarak rekabet edin. Aksi takdirde her mikrofon uzatana reklamcılıkla ilgili görüş bildirip reklamcılık mesleğine, bu işten dişiyle tırnağıyla para kazanan insanlara saygısızlık etmeyin... Komedyenlerin reklam dünyasına girip reklamcılık yapmalarında sorun yok... Sorun reklam dünyasına girip de reklamcılığı birer komedyen olarak sürdürmekte. Bu çok ayıp hem de büyük saygısızlık...

Bizim bir Cumhurbaşkanımız var mıydı

SAKIN
yanlış anlamayın. Tabii ki bizim bir Cumhurbaşkanımızın olduğunu, aynı zamanda Cumhurbaşkanımızın çok iyi bir hukukçu, laik Cumhuriyet’i koruyucu, kollayıcı olduğunu biliyorum. Ama insan Cumhurbaşkanının daha fazla göz önünde olmasını ve topluma birçok yönden önderlik yapmasını, harekete geçirmesini, heyecanlandırmasını, güdülemesini ve hedefler vermesini istiyor...

Avrupa’ya giriyoruz, Avrupalı oluyoruz... ’Others’dan ‘EU Members’lığına terfi ediyoruz... Kendimize yönelik algılarımız değişiyor, ülkemize yönelik algılarımız değişiyor. Ve de hızla daha da değişecek... AKP ile ‘dinci dünya/images/100/0x0/55eafbe3f018fbb8f8a36823 görüşün pompalamadaki ısrarcılığı’ nedeniyle ciddi kan uyuşmazlığım var. Ancak hem giderek artan başarılı özelleştirme uygulamaları hem de AB üyeliği yolunda ısrarlı tutumu nedeniyle Tayyip Erdoğan’ı takdir ediyorum.

Müzakere süreci sonunda Avrupa Birliği’ne girelim girmeyelim, bu süreçte kendimizle, kültürümüzle, demokrasimizle, eğitimimizle, sağlık politikalarımızla ciddi bir hesaplaşma süreci içine girecek ve kazanan biz olacağız. Peki nerede Cumhurbaşkanımız? Nerede bizi harekete geçirecek, moral aşılayacak, heyecanlandıracak, güdüleyecek önderimiz?

TNS Piar her ay 18 yaş üstü Türkiye temsili 2 bin kişi yaptığı Trendpoll araştırmasında Cumhurbaşkanlığı’na yönelik güveni şu soruyla ölçüyor: ‘Cumhurbaşkanlığı kurumuna güvenip güvenmediğinizi lütfen söyler misiniz?

Son 9 ayın sonuçlarına baktığımızda son aylarda Cumhurbaşkanlığı kurumunun az da olsa puan kaybettiği görülüyor. Benim sorguladığımı başkaları da mı sorgulamaya başladı acaba?

Süper marka mı dediniz

İSTANBUL
’a yaklaşık 100 km... Silivri dolayları... Denize dört kilometre... 120 ev... Kınalı evleri... Ücreti 100 bin dolar artı KDV...

Art Canadian sadece Hürriyet’te, altı gün ana gazetede üç gün de emlak ekinde reklam yayınlamış. 120 ev tam üç haftada kapış kapış. Şu anda almak isteseniz, yok. Arayın, kontrol edin.

Sorarım size Hürriyet bu gücüyle ‘Süper marka’ olmasın da kim olsun...

Hodri meydan... Aynı reklamı isterseniz 60 gün boyunca gazetenizde yayınlayın, 10 ev satılsın sizi de ‘Süper marka’ yapmazsam ne olayım!.

Eti’nin Kibar Feyzo keyfi

ÜÇ
ay önce Kelebek’te ‘Niye hálá Erdal Özyağcılar’ı reklamcılar keşfetmedi’ diye yazmıştım. Geçen hafta Erdal Özyağcılar aradı ve espriyi patlattı: ‘Keşfettiler hoca keşfettiler artık ben de Beyaz İnci’de ödül alabilirim.’

Akşam eve döndüğümde Eti’nin çikolata dünyasında devrim yaratacak ürünlerini tanıtan reklam kampanyasının ilk filmini izledim. Eti fındıklı, lokumlu, susam krokanlı, fındıklı krema dolgulu, Türk kahveli yeni çikolatalar çıkarmış, diğer çikolatacılara resmen nanik yapıyor. Süper bir atak.

Reklam kampanyası da yapılan yeni ürünlerle rakiplere özellikle de Ülker’e ve Nestle’ye yapılan naniği pekiştiriyor. Erdal Özyağcılar, Kibar Feyzo ve Züğürt Ağa filmlerindeki Şener Şen karakterlerini çağrıştırırcasına feodal bir ağa.

Ağa’nın bakkalı var ve insanlara demode ürünler kakalıyor. Ama Eti eski köye yeni adet getiriyor ve insanları demokrasiyle tanıştırıyor... Daha sonraki reklamlarda Ağa da ikna olacak ve yeni ürünlerle çağdaş bakkallığa aday olacak...

Erdal Özyağcılar mükemmel oynuyor. Strateji mükemmel. Reklamın yönetmeni Ömer Faruk Sorak. Uygulama mükemmel...

Kibar Feyzo ve Züğürt Ağa’yı onlarca kez izlemiş bir ulusun evlatları olarak Eti çikolata filmlerinden keyif almamamız mümkün değil. Lokumlu, susamlı ya da kahveli bir çikolatanın vereceği keyif ancak bu kadar güzel ve etkili anlatılabilirdi... (Bu arada lokumluyu denedim şahane!)

Eti çikolata kategorisinde Ülker ve Nestle’ye çok ciddi rakip olduğunu bu kampanyayla iyice kanıtladı. Bakalım Ülker ve Nestle, Eti’nin atağına nasıl karşılık verecekler.

Çekirgelik

Dış ilişkiler insan ilişkileri gibidir. Sonu yoktur. Bir sorunun çözümü genellikle diğer bir soruna yol açar.

(James Reston)
Yazının Devamını Oku

One night stand’ciden áşık çıkar mı

7 Ekim 2005
Davetsiz Çapkınlar son zamanlarda gördüğüm en komik film. Senaryo yazarları Steve Faber ve Bob Fisher bir gecelik ilişkilerin esiri, ‘kadın olsun da soba borusundan olsun’ diyen zampara erkeklerle çok güzel dalgalarını geçmişler. Filmde ‘erkekliği’ simgeleyen öyle sahneler var ki yönetmen David Dobkin, Faber ve Fisher’in senaryosunu ötelemek için elinden geleni yapmış.

Jeremy ve John düğün törenlerine gidip binbir yalanla kız tavlayan iki çılgın. Ancak önemli bir siyasetçinin düğününde de aynı işi yapmaya kalkınca başları ‘kalpleri’ ile büyük belaya giriyor.

Siyasetçinin kızları bizimkilerin kalplerini bir çalıyorlar Jeremy ve John şap içmiş asker! (Yani dut yemiş bülbülün bu konsepte uygun olanı.)

Davetsiz Çapkınlar’ın bazı yerlerinde gülmekten kriz geçirdim. Özellikle evin eşcinsel oğlunun John’la girdiği ‘ikili ilişki’ sahnelerinde koptum.

Tabii filmde bir de ilahım var; Cristopher Walken. Siyasetçi baba rolünde. Her zamanki gibi müthiş oynuyor. Bu arada histerik karısı rolünde Jane Seymour‘u da unutmamak gerekir.

Gülmek istiyorsanız Davetsiz Çapkınlar’ı kaçırmayın. Sadece gülmek de değil belki. Bazı şeyler de sogulanabilir. Bir cenazeyi bile bir gecelik ilişkiye döndürmek isteyen ‘kadın olsun da soba borusundan olsun’ diyen zamparalar bir gün gelir gerçekten aşık olabilirler mi?

Aşk değişik kadınlarla bir gecelik ilişki gereksiniminin önüne geçebilir mi?

Sizce? Tartışma açalım mı?

İyi Müslüman, kötü Müslüman

Başlığa bakıp hemen kim iyi Müslüman, kim değil yorum yapacağım sanmayın.

Mamood Mamdani’nin 11 Eylül saldırısından sonra yazdığı ve 2004’te yurtdışında basılan, ABD’nin İslam dünyasına karşı izlediği politikaların yalana dayandığını savunan kitabı Türkçe’ye çevrildi. Mamdani’nin iddiaları dehşet verici. Ama sadece iddia. Özetle diyor ki: ‘Amerika dünyayı işgal edemez. İçinde yaşamayı öğrenmek zorundadır.’

Dünya siyaseti ile ilgileniyorsanız farklı bir görüşü okumak yararlı olabilir. Savunduğumuz ilke şu: Her görüşe açık olup, her düşünceyi okumaktan kaçınmayacağız.

İnanırız inanmayız, o başka bir şey. Sonuca varmak sizin işiniz. Aklınızla, bilgi birikiminizle. Ama her görüşe açık olmak, kızmadan sinirlenmeden sonuna kadar okumak çok ufuk açıcı bir şey.

Mamdani çok sayıda kitabı olan Amerikalı bir akademisyen ve okunmayı hak ediyor. Tahmin edileceği gibi Noam Chomsky de bu kitap için şöyle demiş: ‘Bu kışkırtıcı ve derin yapıt ciddi ve çetin sorular yöneltiyor. Günümüz dünyasındaki en önemli gelişmelerin anlaşılmasına yönelik değerli bir katkı.’

Chomsky’ye kitabın ‘kışkırtıcılığı’ konusunda katılıyorum ama ‘derin’ olduğunu söyleyemeyeceğim. Bazen bildiğimiz şeyleri papağan gibi tekrar ediyor. Bazen de oldukça sığ sularda dolaşıyor.

CUMA TAKINTISI

Çengelköy’de Deniz Kızı restorana takalım bu hafta. Böyle bir Boğaz manzarası çok az yerde var. Hele de üst katta bir balkon var bu balkonu kaparsanız, Boğaz manzarası eşliğinde deniz börülcesi, midye dolma, zeytinyağlı kereviz, kırmızı biber, kalamar ve de lüfer. Deniz Kızı’nda tüm mezeler çok özenli, servis harika. Fiyata dikkat. Hafif fazlalığı var gibi geldi bana. Önemli Not: ‘Ama biz oruçluyuz, içkili mekanlarda nasıl iftar yapalım’ demeyin. O sizin bileceğiniz iş. İçersiniz içmezsiniz, oruç tutarsınız tutmazsınız. İçkili servisi yapılan lokantada iftar açarsınız açmazsınız. Ben de oruç tutuyorum ve iftar yapmak için ora bura hiç fark etmiyor. Bu konu Allah’la benim aramda bir şey. Kimseyi de ilgilendirmiyor.

CUMA LAKIRDISI

İnsan bir evet’tir. Hayata evet’tir, aşka evet. Cömertliğe evet. Ama insan aynı zamanda hayır’dır da. İnsanın öfkesine hayır. İnsanın küçültülmesine hayır. İnsanın sömürülmesine hayır. İnsanın içinde en insanca olanın katledilmesine hayır. Özgürlüğün katledilmesine...

(Frantz Fanon/ Black Skin, White Masks)
Yazının Devamını Oku

Yeşilçay’ın hakkı değildi..

6 Ekim 2005
<B>Cengiz Semercioğlu</B> salı günü <B>‘Eğreti Gelin’deki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü fazlasıyla hakediyordu’ </B>yazdı. Sevgili Semercioğlu’na katılmam mümkün değil. Gelin önce Eğreti Gelin’i izledikten sonra mart ayında Hürriyet Cuma’da ne yazmışım ona bir bakalım:

* * *

Eğreti Gelin’in teknik kalitesini çok beğendim. Atıf Yılmaz ve ekibi çok çalışıp ortaya görüntü kalitesi oldukça yüksek bir film çıkarmış.

Her kareyi oya gibi işlemiş. Film biraz ağır ilerliyor ama ‘ağırlık’ asla rahatsız edici boyutlarda değil.

Film, bildiğiniz üzere 1930’larda geçiyor. Bir beşik kertmesi söz konusu. Ancak oğlan (Ali) daha 18'inde ve evliliği pek ciddiye alır tarafı yok. Onun aklı fikri tiyatrocu olmakta.

Nişanlısı ise ‘Oğlan ne zaman büyüyecek de ilk tensel teması gerçekleştirecek’ diye beklemede...

Bunun üzerine oğlanın ailesi oğlana ‘erkekliği’ öğretsin diye 35 yaşındaki Emine’yi tutuyor. Emine bu durumda Eğreti Gelin olmuş oluyor. Yani gelin asıl gelin değil. Erkekliği öğretecek gidecek, yerine bizim beşik kertmesi kız bakacak.

Ali’yi Onur Ünsal, Emine’yi Nurgül Yeşilçay oynuyor. Onur Ünsal oldukça başarılı. Nurgül Yeşilçay’ın Asmalı Konak’taki halinden farklı bir hali yok. Kendini tekrar etmiş.

Sadece Atıf Yılmaz’ın dokunuşuyla çok güzel bir kadın olduğu daha da bir ortaya çıkıyor. Atıf Yılmaz her nedense filmin gerektirdiği erotik sahnelere yer vermemekte direnmiş.

Ali ile Emine arasında estetik seviyesi yüksek bir sevişme sahnesi mutlaka gerekliymiş. Ama Atıf Yılmaz gerek görmemiş, sadece aradaki aşkı yeşertmekle yetinmiş. Bence büyük hata etmiş. Eğreti Gelin’in neresi eğreti pek ortaya çıkamamış..

Filmin en beğenmediğim yönü final sahnesi. Atıf Yılmaz son sahneyi biraz aceleye getirip ilkokul müsameresine çevirmiş. Bu sahnede Şevket Çoruh ve Nurgül Yeşilçay’ın bakışmaları hiçbir şey ifade etmiyor. Bu sahne bize Çoruh’un geçirdiği değişimi anlatamıyor. Ne dediğimi anlamak isteyen Gönül Yarası’nın son sahnesine baksın...

* * *

Beste Bereket
kim ben de bilmem.. Ödülü hakediyor muydu haketmiyor muydu değerlendirecek durumda değilim. Çünkü En İyi Kadın Oyuncu ödülü aldığı filmi izlemedim.

Ama Eğreti Gelin’den çıktığımda Nurgül Yeşilçay’ın ödül hak eden bir oyunculuk sergilemediğini söyleyebilirim. Hatta Yeşilçay’ın oyunculuğunun Asmalı Konak’taki oyunculuğundan öteye gidemediğini görünce de şaşırmıştım.

Şu sıralarda ise Belalı Baldız’da Yeşilçay’ı izliyorum. Artık emin oldum ki her tür oyunculuk Nurgül Yeşilçay’a göre değil! Hatta ‘Nurgül Yeşilçay iyi bir oyuncu mu değil mi onu bile sorgulamaya’ başladım..

Yeşilçay’ı garipsedim..

Nurgül Yeşilçay, Şirin Sever’le yaptığı röportajda ‘Ödül almak sizin için önemli miydi?’ sorusuna şöyle yanıt vermiş:

‘Asla değildi. Ben Allah’tan belamı istemiyorum. Benim çok güzel bir çocuğum var, çok mutlu giden bir evliliğim var, işimde başarılıyım ve bunun da farkındayım. Ödül almak umurumda değildi..’

Bu yanıtı garipsedim. Ödül almakla güzel bir çocuğun ve iyi giden bir evliliğin ne alakası var? Çocukları çirkin, evlilikleri kötü gidenlerin mi ödüle gereksinimi var?

Nurgül Yeşilçay, jüriye tepki gösterebilir ama tepkisinin biçimi başkalarını karalamak üzerine kurulmamalı..

Baydı..

Tatlıses, Asena ve diğer dansözler arasındaki polemikler gerçekten baydı.. Tatlıses, tırnaklarıyla geldiği yerde kiminle anılmak istediğini iyi belirlemeli.. Tatlıses-dansöz anılması hiç de Tatlıses’e yakışan bir anılma değil..
Yazının Devamını Oku

Şükrü Saracoğlu Aziz Yıldırım Stadyumu olmalı

4 Ekim 2005
<B>‘K</B>artal Gol Gol’ başlıklı yazımda Beşiktaş-Fenerbahçe maçındaki Beşiktaş izleyicisinin performansını övmüştüm. Bu yazıma, <B>Fenerli okurlarımdan </B>şöyle bir tepki geldi: ‘Sen gel de, bir Şükrü Saracoğlu’ndaki performansı gör!’

Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu’nda çok kısa süre önce maç izlemiştim ama yine de okurların önerisini kulak arkasına atmayıp, PSV Eindhoven maçına gittim. Mükemmel bir maçtı. Fenerbahçe PSV’yi ezdi geçti. Ama Fener izleyicisinin heyecanı, maçın hiçbir anında Fenerbahçe-Beşiktaş maçındaki Beşiktaş izleyicisinin heyecanına ulaşamadı..

Bu arada, maç devam ederken, tıka basa dolu Saracoğlu’nu, benim de içinde bulunduğum locaları bir kez daha ayrıntılı inceledim. Fenerbahçeliler Saracoğlu stadyumu ile ne kadar övünseler az! Bu stadyumda maç izlemek gerçekten büyük keyif.. Aziz Yıldırım’ı, bir Galatasaraylı olarak takdir etmemem olanaksız..

Aziz Yıldırım Fenerbahçe’yi hem borçsuz gül bahçesine çevirdi, hem Türkiye’ye Avrupa atmosferinde bir stadyum kazandırdı, hem de markalı ürün satışında Fenerium’ları ciddi birer cazibe merkez haline getirdi.

Bir Galatasaraylı olarak Saracoğlu stadyumuna bakarak ‘Ah Ah’ diye iç geçiriyorsam, Fenerbahçeliler kesinlikle Aziz Yıldırım’ın herkelini dikmeli.. Hatta belki de Saracoğlu Stadyumu’nun adını Aziz Yıldırım olarak değiştirmeli..

Saracoğlu Fenerbahçe’nin kurucusu olabilir, saygı duymak gerekir.. Aziz Yıldırım da geleceğe taşıyanı.. Daha da fazla saygıyı hakediyor..

Büyüksün Sezen

Ali Saydam, pazar gecesi Sunset’te Arın Dörtok’la dünyaevine girdi.. Ali Saydam davetlerinin başköşe konuklarından Sezen Aksu da oradaydı. Neşesiyle, esprileriyle her zamanki gibi herkesi kırdı geçirdi. Bütün gece yerinde duramadı.

Bülent’in söylediği Sezen Aksu şarkılarına yerinde eşlik etti. Hatta bir ara da sahneye çıkıp, Sibel Can’a verdiği şarkıyı seslendirdi. Sıra ikinci şarkıya geldiğinde ise Sezen Aksu herkesi şaşırttı: ’Ali Saydam için söylüyorum’ dedi:

‘Melike Demirağ’dan Arkadaş.’

Söyledi.. Büyük duygular içinde.. O söylerken bir kez daha ‘Büyüksün sen Sezen’ dedim.. Büyüksün. Gerçekten ruhumuzun kumandaları senin elinde.. Ve asla kompleks yaparak ruhlarımıza ihanet etmiyorsun. Büyüksün Sezen!

Not: Düğüne Marka Reklam Ajansı’nın deli dahisi Hulusi Derici de katıldı. Ve birbuçuk şarkı söyledi. Hem de Sezen Aksu’nun arkasından.. İnanamadım. Derici’nin hem sesi, hem yorumu çok güzeldi.. Derici neymiş de, haberimiz yokmuş!

Bu akşam Kanal D’deyim

Bu akşam Kanal D’de ‘Bu Toprağın Türküsü’ başlıyor.. Canlı canlı.. Biraz heyecanlıyım. Jüri üyesiyim ya! Sunucu Beyaz.. Jüri üyeleri ben, Arif Sağ, Pakize Suda ve Levent Kırca..

Bu akşam ilk bölümde, 13 esas potansiyel türkü starını tanıyacaksınız. Teker teker çıkıp birbirinden güzel türküleri söyleyecekler. Bu akşam aynı zamanda jüri elemelerinde ‘esas yarışmacı olsun mu olmasın mı’ diye karar verilemeyen üç de yedek yarışmacı var. Onlar da görücüye çıkıp birer türkü söyleyecekler..

Biz jüri üyeleri de bu üç kişiyi sizlerin önünde eleştireceğiz. Daha sonra top size yani ‘halk jürisi’ne geçecek ve üç yarışmacıdan birini, oylarınızla 14 hafta sürecek yarışmanın esas yarışmacısı yapacaksınız..

Heyecanlı olacak yani.. Bu gece saat 22.00’de.. Ekran başında olun.. Her hafta salı günü bir önceki programın kulisinde neler oldu, neler bitti burada sizinle paylaşacağım..
Yazının Devamını Oku

Üniversiteler türban ve sigara

3 Ekim 2005
SİGARANIN insan sağlıksızlığı üzerindeki etkileri artık kanıtlanmış durumda. Bu nedenle sigaraya bağlı ölümleri azaltmak için her ülke elinden geleni yapmaya, sigara içen sayısını azaltmaya çalışıyor..Biz? Biz çıkardığımız yasayı bile uygulayamıyoruz. 1996 yılında çıkarılan 4207 Sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun’un ikinci maddesi ‘Eğitim hizmeti veren yerlerde, kamu hizmeti yapan kurum ve kuruluşlardan beş veya beşten fazla kişinin görev yaptığı kapalı mekanlarda tütün ve tütün mamullerinin içilmesi yasaktır. Bu gibi yerlerde sigara içenlere ayrı yerler tahsis edilir’ diyor.Yasanın amacı sigara alışkanlığının önüne geçmek ve içmeyenlerin içenlerden etkilenmesini engellemek. Bu nedenle yer tahsisi yapılırken de ‘özendirici’ olmamak gerekiyor.Şimdi lütfen gidin. Türkiye’deki üniversite kampüslerini dolaşın. Gençlerin kapalı mekanlarda, kantinlerde, koridorlarda hatta dersliklerde fosur fosur sigara içtiklerini göreceksiniz. Çoğu fakülte kantini kahvehanelerden beter! Her yer izmarit, her yer dumanaltı! Her yıl liselerden sigara nedir bilmeyen yaklaşık 200 bin genç eğitim almak üniversiteye gelip üniversite yönetimleri umursamadığı için sigara batağına saplanıyor. Büyük sınıflardaki ağabeyleri ablaları ellerini kollarını sallaya sallaya sigara içerse onlar niye içmesinler! Üniversite, fakülte, yüksek okul, enstitü, merkez yönetimleri yasayı uygulamaz ve sigara içmeyi meşru sayarsa onlar niye saymasınlar.Sigara içmeye evrensel eğitimin beşiği üniversiteler de direnemezse kim direnecek? Otobüs firmaları bile bu yasayı uyguluyor da üniversiteler niye uygulayamıyor? Sigara, türban kadar önemli bir konu değil mi? 4207 sayılı yasa da çok açık. Niye kimsenin kılı kıpırdamıyor? Üniversitelere keşhanelere dönmüş kantinler yakışıyor mu? Mehmet Ali Erbil’den mesaj varGEÇEN hafta yaptığım Saray Halı reklamı eleştirisine, reklamın oyuncusu Mehmet Ali Erbil’in Basın Danışmanı Perim Özgeldi’den yanıt geldi.Özgeldi’nin e-postası ‘Mehmet Ali Erbil’in 30 yılı bulan sanat yaşamının ardından yazınızda yakıştırmış olduğunuz ‘şizofrenik marka kimliği‘ ifadesi bizi öncelikle şaşırtmıştır. Mehmet Ali Erbil aldığı akademik eğitim ile hem iyi bir tiyatrocu, hem de televizyonlarda gerçekleştirdiği şovlarıyla izlenirlik oranı en yüksek sanatçıdır’ diye başlıyor ve ‘..yaşamının ya da sanatının hangi alanında ‘şizofrenik marka kimliği‘ tanımlamasını yakıştıracağınız bir durum gördüğünüzü üzülerek merak ediyoruz’ diye bitiyor.Mehmet Ali Erbil’in sanatına diyecek hiç bir sözümüz yok. Onu bir zamanlar Küheylan’ da izlemiş biri olarak ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu yakından bilirim. Benim yaptığım marka kuramı açısından teknik bir tanımlama. Mehmet Ali Erbil televizyonda çok farklı program türlerinde, filmlerde, reklamlarda yer alıyor; çok kimlikli bir yapı sergiliyor. Konu reklam ya da bir markayla işbirliği olmasa sorun yok. Ama markalar yıldızlarla işbirliği yaparken yıldızların kimlik özelliklerini de markalarına transfer ederler. Erbil’in ‘çoklu kimlik’ yapısının burada sorun olacağını düşünüyorum. Demek istediğim bu..İş yok, üniversite açmayınGEÇEN hafta ‘Yüksek Öğretim A.Ş’ başlıklı yazımda kamuya ait (devlet ya da vakıf) üniversitelerinin yanında özel üniversitelerin de açılabilmesi gerektiğine değinmiştim. Bu konuda ‘kapitalist uşağı, satılmış’ gibi sistematik hastalıklı yanıtların yanında çok ilginç de bir e-posta geldi. Eylem Kaplan diyor ki: ‘25 Eylül Pazar günü yayınlanan köşenizde özel üniversitelerin açılması ile ilgili olumlu görüşlerinizi bildirmişsiniz. Evet katılıyorum üniversite okumak kişinin ve o kişinin içinde bulunduğu toplumun gelişimi açısından oldukça gerekli. Yalnız ben bu konuda bir noktada takılıyorum, varsayalım mevcut üniversitelere özel üniversiteler de eklendi ve ÖSS’ye giren öğrencilerin %20’si artık dört yıllık bir okulda okumaya hak kazandı, Sonra ne olacak? Yani dört yılın sonunda. Şu anda mevcut üniversitelerde okuyup mezun olan, hem kendine hem de topluma katkı sağlamak için çalışmak isteyen yeni mezunlar iş bulamıyor ve her sene yeni yüksek lisans programları açılıyor ve bu programlara katılan kişi sayısı artıyor tabii ki iş bulma ümidi ile... Yüksek Lisans yapmak da özelliğini yitirip bir mecburiyet haline gelirse sonra sırada doktora mı olacak? Açıkçası o yeni açılacak özel üniversitelerde güzel hayaller ile okuyup mezun olacak gençlere acıyorum.’Ne düşünüyorsunuz? Eylem’in yanıtında ince bir alay var gibi. Hem de tutarsızlık. Eğitim seviyesi yükseldikçe iş bulma olasılığı artıyorsa niye bir buçuk milyon genci lise mezunu kalmaya mahkum ediyoruz? Her lise, her ortaokul, her ilkokul aynı eğitimi vermiyor. ÖSS’ye girenlerin aynı koşullarda sınava hazırlandığını kimse söyleyemez. Zaten yoksun olanlara bir tokat da üniversite kapılarında atıyoruz. Yoksunsan hayat boyu yoksun kal! Adalet mi bu? Ayrıca özel üniversitelerin de istihdam yaratacağını unutmamak gerek. Türkiye işsizliğe çözüm bulmak istiyorsa özel eğitim kurumlarının önünü açmak zorunda. Er ya da geç bu olacak. Direnmek boşuna.ÇekirgelikGüçlü bir ateş küçük bir kıvılcımdan sonra gelir. Dante
Yazının Devamını Oku

Tüketici olmanın zorlukları..

2 Ekim 2005
<B>REKLAMLARA </B>bakınca markalar dünyasında her şeyin toz pembe olduğunu sanıyoruz. Yanılıyoruz. Özellikle personel davranışlarıyla şekillenen hizmet sektöründe hálá büyük sorunlar var. ‘Tüketici odaklıyız’ deyip hálá dediklerinin anlamını kavrayamayanlar markalarına büyük zarar veriyorlar. Örnekler saymakla bitmez...

Samsung telefonum birden kilitlendi... Açılmıyor... KVK bayilerinden birine tamire verdim. İki haftadır ne arayan var ne soran... Oysa Samsung ya da KVK bir teknoloji markası. Çok mu zor bir cep telefonuna ‘telefonumun akıbetini’ anlatan bir mesaj atmaları..

Geçenlerde vadesiz hesabımı aktif hale getirmek için Yapı Kredi Beşiktaş şubesine uğradım. Tam 35 dakika hesabı aktive edecek yetkili kişinin önünde sırada bekledim. Hem de en az iki personelin hiç işi yokken... Çünkü hesabı sadece bir kişi aktive edebiliyordu.

Salı gecesi Kanal D’de ANS yapımı Bu Toprağın Türküsü başlıyor. Arif Sağ’ın seçtiği genç türkücü adayları birincilik için yarışacaklar. Sunucu Beyaz... Jüri üyeleri Pakize Suda, Levent Kırca ve ben. Ekran başında çok keyifli dakikalar geçireceğiniz şimdiden belli..

Programla ilgili olarak ANS’nin başındaki Oğuz Koloğlu ile sürekli bir iletişim halindeyiz. Sevgili Oğuz, ‘tüketici olmanın zorlukları’ konusunda benden de dertli... ‘Hocam bu reklamların hepsi yanıltıcı’ diyor, başka şey demiyor.

Oğuz, yıllardır Garanti Bankası Mecidiyeköy şubesi ile çalışıyormuş. Haliyle işi gereği kimi zaman çok sık yurtdışına çıkıyor. Orada Shop&Miles kartını kullanıyor. Oğuz fark etmiş ki kredi kart harcamalarında aleyhine bir durum var...

Gereksiz yere kur farkı ödüyor. Bankasına söylüyor, durum düzeltiliyor. Sonra yeniden eski işleme dönülüyor. Sonunda 81 dolarlık kur farkı çıkınca isyan ediyor. Banka Müdürü Tuğrul Bey ‘Tamam diyor gözden kaçmış, farkı biz öderiz.’ Ama Oğuz artık bankasıyla çalışmamakta kararlı.. Bunun üzerine Tuğrul Bey tavrını ve ses tonunu değiştiriyor: ‘O zaman şikayetini genel müdürlüğe yapın onlar talimat verirlerse zararınızı öderim!’

Olayı genelleştirmemek gerek... Garanti iyi bir banka... Ama hizmet sektöründe insanlar tıkır tıkır standart çalışmıyorlar işte. Sonuç ortada... Oğuz, ‘Bu reklamlar yanıltıcı’ diyor başka şey demiyor...

Ben mi ne diyorum? Ben diyorum ki bir işletmede tepeden tırnağa herkes ‘tüketici odaklı’ olmak ne demek iyi anlamalı. Birçok yerli ve yabancı marka yeni çağın pazarlama kavramlarını anlamayan personel ve bayiler yüzünden satış kaybediyor... Eğitim şart!

Nutella’nın ‘ııyyyyyyyk’ dedirten reklamı

NUTELLA
reklamında, aşçı Nutella kazanından kaşığı çıkarıp tadına bakıyor. Sonraki sahnede kazan açılıyor, anlıyoruz ki koca kazan Nutella kavanozu... Ve kavanoza aşçımız fındıkları da ekliyor. Aynı kaşıkla kavanozu karıştırmaya devam ediyor. Bu arada bu reklamı izleyen çocuklardan ‘ıyyyyyykk’ sesleri yükseliyor..

Çocuklar haklı! Biz demiyor muyuz ki onlara ‘Başkalarının ağzının değdiği yiyecekleri içecekleri yeme içme!’, ‘ııyyyyyyyyk’ demesinler de ne yapsınlar. Koca aşçı bilmiyor mu ağız salgılarının hastalıkların kaynağı olabileceğini? Nutella’nın yaptığına kaş yaparken göz çıkarmak derler..

Bizim Lipton

GEÇEN
hafta bir akşam annemi ve babamı ziyarete gittim. Annem İngiltere’de okuyan yeğenimin getirdiği çay poşetlerini göstererek ‘Sana bunlardan yapayım oğlum’ dedi. On onbeş dakika sonra hem çaylarımızı içip hem sohbet ederken annem dayanamadı: ‘Bizim Lipton gibisi yok ya...’

Lipton’u kutlamak lazım... Yaklaşık on yılda tutarlı reklam stratejisi ve uygulamaları sayesinde ‘Bizim Lipton’ oldu ya... İnanın bu reklam denen şeyin yapamayacağı şey yok... Darısı diğer global markaların ve bizim çayken ‘Çai Chan’ olmaya çalışanların başına.

Migros’a gitt...

OPET
’in ikinci reklamı geldi. İşin içine Migros (hem de ağırlıklı bir şekilde) girince olayın biraz seyri değişti... Opet’in amacı Migros’la ortak düzenlediği promosyonu duyurmak.

Migros’tan al, kazandığın puanları Opet’te kullan...

Reklam sonunda bu mesajı anladık mı? Anladık... Cem Yılmaz’ın esprilerine güldük mü? Güldük... Reklamı beğendik mi? Evet... Opet’e beğenimiz arttı mı? Evet...

Reklamın genel atmosferi Opet’i nasıl bir konuma itiyor? Genç, biraz zıpır ama zeki... Reklamın yapım kalitesi nasıl? Mükemmel... Ama çok uzun yani biraz verimlilik sorunu var...

O halde... Bu Opet reklamı alıcıya bir satın alma nedeni verdiği için çok daha iyi. Reklam aldığından çok veriyor mu sorusu mutlaka sorulmalı. Bir de Opet bir ürün değil ‘benzin perakendecisi’ markası... Kurumsal imaja dikkat!

Çekirgelik

Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.

(Mevlana)
Yazının Devamını Oku

İki arada bir derede kaldım

30 Eylül 2005
Bazı okurlarım niye köşenizde bizim e-postalarımıza yer vermiyorsunuz diye yakınıyor. Ama yer verdiğimde de bazıları ‘Biz sizi okumak istiyoruz’ diyor. İki arada bir derede kaldım. Bence iki okur grubunu da memnun edelim. En azından ayda bir Cuma e-postlara yer vereyim. Diğer Cuma’lar bol bol beni okuyun. Nasıl? İşte ilk örnekler:

Antalya’ya haksızlık

‘Tarkan konseri hakkında yazınızda hayret bu sefer taş atmamış, güzel şeyler yazmışsınız. Ben Tarkan’ın Antalya konserindeydim. Orada daha az seyirci vardı, ayrıca yanında dansçılar da yoktu. Biraz bozuldum açıkçası. Tasarruf mu yapmışlar yani, zaten çok az sayıda konser veriyor. Sadece arada dansöz çıktı. Sular akan görüntüleri de gerçekten süperdi.’ (Begüm Şahin)

Yorum: Antalya’ya haksızlık yapılmış gibi görünüyor ama sahne şartları da yetersiz olabilir!

Niye çalışmıyoruz

‘Selam, evet Şu Çılgın Türkler’i okudum ve tanıdığım herkese tavsiye ettim. Birçok dostuma ödünç verip okumalarını sağladım. Ama bu bana yetmiyor. Mesleğim turist rehberliği. Turistlere yanlış bilinen birçok şeyi özetle açıklamaya çalışıyorum. Özellikle tarihimizi, Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk ve reformlarını.

Türkiye’de yazılmış o kadar güzel, kaliteli ve gerçekleri anlatan kitaplar var ki, bunların hiçbiri başka dillere çevrilmiyor. Bence Şu Çılgın Türkler kitabı ve birçoğu İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça ve Yunanca’ya çevrilmelidir.

Türkler yapılan tüm haksızlıklara rağmen kin tutmadığı halde sınırlarımızın ötesindeki yeni neslin ders kitaplarına bile giren sözde soykırımlar ile ileride başımızın ağrıyacağı kesindir. Dışarıda hummalı bir çalışma var. Biz niye çalışmıyoruz?’ (Semra Bayraktar)

Yorum: Çünkü biz içeride birbirimizi yemekle meşgulüz.

Ölecem ya

‘Hocam, geçen hafta mangaldakurufasulye.com sitesini yazmıştın ama öyle bir site yok. Doğrusu acayip canımı kurufasulye istettin. Ölecem... ‘(Devrim Karahan)

Not: Devrimciğim özür dilerim. Resmen yeni bir site yaratmışım. Doğrusu mangaldafasulye.com. Fasulyeleri götürürken beni unutma.

Çok popülersiniz

‘Hep popüler Amerikan filmlerini öneriyorsunuz. Türkçe pop albümleri, şarkıcıları öneriyorsunuz. Ama siz bir iletişim akademisyenisiniz. Niye bize daha nitelikli filmler, yabancı albümler önermiyorsunuz? Sizin göreviniz aynı zamanda okuyucularınızın gözünü açmak değil mi?’ (Kemal Akçam)

Not: Çünkü ben popüler bir gazetede yazıyorum. Bu gazete Türkiye’nin her köşesinde okunuyor. Herkesin ulaşabileceği, okuyabileceği, izleyebileceği kitapları, albümleri, filmleri yazmak daha adil değil mi? Siz hiç izlemek isteyip de izleyemediğiniz bir filmin acısını içinizde yaşadınız mı? Üstelik nitelikli de kime göre? Kalite çok göreceli bir olgu değil mi?

House Cafe’ye uyarı

Ortaköy’deki House Cafe yöneticilerini uyarmak istiyorum. Alt katta mutfağın yanındaki tuvalet bir facia. Çok kötü kokuyor. Yemek kokuları falan birbirine giriyor. Acilen mekanınıza bakım yapmanız şart. Acilen...

Tual’den canımın içi bir albüm

Üç ay önceydi... Bilgisayarıma bir e-posta düştü. ‘Yeni bir albüm çıkardık. İçinde Türk sanat müziği de var. Size göndermek istiyoruz. Tual.’

Yanıt verdim: ’Lütfen gönderin, sizi (zorunlu olarak) Çisil Çisil isimli şarkının yer aldığı albümden tanıyorum.’

Üç ay geçti. Albüm hálá ortada yok. Ben de unuttum gitti. Nasıl olduysa geçenlerde bir benzincide karşıma çıktı, aldım. Çok beğendim.

Çok güzel ve etkileyici bir ses. Enfes aşk şarkıları. İnanılmaz mutlu ediyor beni bu albümü dinlemek. Şu sıralarda yolculuk esnasında sadece Tual dinliyorum. İnanılmaz güzel aşk şarkıları var içinde. Tiryakinim, Yine Aylardan Kasım ve Yusuf Nalkesen’in Canımın Ta İçisin Sen.

Hepsi ama hepsi birer mutluluk kaynağı. Bu Tual’e dikkat etmek lazım. Bu çocuklar gerçekten başka birşey. Hafta sonu önerim Tual. Alın, dinlerken ne kadar mutlu olacağınızı görün. Canımın Ta İçisin Sen. Nananam nanam nananam...

Tehlikeli yolculuk için adam aranıyor

‘Tehlikeli yolculuk için adam aranıyor. Keskin, soğuk ve zifiri karanlıkta geçecek aylar sonrasında evinize sağlam ve sağlıklı dönüşünüzü garanti edemiyoruz. Ücretler düşük olacak. Sadece ün ve kişisel tatmin sözü verebiliriz; o da başarırsak.’

Bu ne şimdi diyorsunuz değil mi? Sir Ernest Shackleton 1913 yılında Güney Kutbu’na yapacağı keşif gezisine gönüllü toplamak için gazeteye bu ilanı vermiş. Şimdi dönüp ilanı tekrar okuyun. Birçoğumuzun gelecekteki çalışma hayatını anlatıyor olabilir mi? (Ya da şimdiki... Şaka şaka.) Artan rekabet koşullarında iş aramak ve işimizi elde tutmak çok daha zor olabilir.

Peki hálá iş bulmak için ‘kartvizit’e gereksinim var mı? Hem var hem yok. ’Hamili Kitap Yakınımdır’ kitabının yazarı Hakan Yaman’a göre ise kesinlikle yok. Yeter ki bazı kuralları uygulayın. Ben şöyle bir göz gezdirdim. İlgimi çeken bazı bölümleri var. Eğer iş arıyorsanız Hakan Yaman’a da bir göz atsanız iyi olur. Belli olmaz belki bir yardımı olur. Nasıl olsa vaktiniz bol. İki taktik öğrenseniz zararı mı olur.

Hakan Yaman, Hamili Kitap Yakınımdır, Elma/2005.

CUMA İTİRAFI

hafifçatlak; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 21; İl: İstanbul

Şehir dışında okuyan bir arkadaşım uzun süre sevgilisiyle aynı evi paylaştı. Doğal olarak cinsel anlamda her şeyi yaşadılar. İstanbul’a döndüğünde sevgilisinden ayrıldı. Kısa bir süre sonra tanıştığı kişiyle nişanlandı. Düğünden bir gün önce doktora gidip bekaretini diktirdi. Ancak düğünde tamiri yapan doktoru görünce ilk şoku yaşadı. Doktor eşinin kuzeniymiş! Kız ertesi sabah gelinliği elinde, babasının kapısındaydı.

Yorum: Kuzenin diplomasını hemen elinden almak lazım. Böyle bir sır ilgili kişi akraba bile olsa nasıl paylaşılır?


CUMA TAKINTISI

Bu kez Yeşilköy’den bir balıkçıya takalım. Yüksel Balık. Mezeler ve salata bir harika. Çok iyi sohbet mekanı. Hálá hava iyiyse bahçede konuşlanmak en iyisi. Servise diyecek yok. Gak deseniz iki saniyede yanınızda guk deseniz üç. Mevsim palamut mevsimi hálá. Levrek de hiç fena bir seçenek olmayabilir. Ünlü futbolcular, basketçiler özellikle Yüksel Balık’ı tercih ediyor gibi geldi bana. Niye acaba?

CUMA LAKIRDISI

‘Maceracıların dayanamadığı tek şey hayatlarının kendisini tekrar etmeleri, yani düzendir.’ (Frank Farley)
Yazının Devamını Oku

Ata ve İletişim Fakülteleri’nin suçu

29 Eylül 2005
Ata’nın ölümüne ‘Gelinim Olur Musun meraklıları’ şaştı. Genç ölüm, ani ölüm... Bu şaşkınlık çok normal. Ata’nın cenazesindeki kalabalığa, hayranlarının Ata’yı şehit mertebesine yükselmiş saymasına ise hayranları dışındakiler de şaştı. Bu da çok normal. Sıradan insanlar televizyonu, televizyonun etkilerini nereden bilsinler? En önemlisi, tüm bu olanlara medya da şaştı! İşte bu anormal. Medya mensuplarının yaptıkları işin doğal sonucundan haberdar olmaları gerekmez mi? Bazılarının eğlencelik olarak izlediği programları bazılarının içselleştirdiğini, yapay gerçekle, gerçek arasında geçiş yapamadığını, medya çalışanları bilmeyecek de kim bilecek..Düşünün baş ağrısı şikayetiyle doktora gitmişsiniz, migren teşhisi koyup size ilaç yazmış ama doktor o ilacın yan etkilerini bilmiyor. Siz mide kanamasından tahtalıköye! Ne yaparlar o doktoru?Hamilesiniz, karın bölgenizde ağrı var. Doktorunuz sürekli sizi röntgen ışınlarına maruz bırakan tetkikler istiyor. Haddinden fazla ve sonuç malum.. Ne yaparlar o doktoru?Bir yere füze atma emrini veren komutan, füze atılan yerde nasıl bir hasarın olacağından haberdar değil? Ne yaparlar o komutanı?Ne demek mi istiyorum? İletişim Fakülteleri’nde niye ‘iletişim kuramları’ diye bir ders var arkadaşlar? Hatta niye İletişim Fakülteleri var? Tıp, mimarlık, mühendislik, eczacılık, hukuk üzerine niye fakülteler varsa, İletişim Fakülteleri de o yüzden var.. Sadece iyi yazı yazan, iyi fotoğraf çeken, iyi senaryo yazan, iyi haber yapan, iyi ikna eden insanlar yetiştirmek için değil, aynı zamanda yaptığı işin sonuçlarını bilen insanlar yetiştirmek için..Pekiii.. İletişim Fakülteleri yaptığı işin sonucunu bilen insanlar yetiştirmiyor mu da medyada Ata’nın şehit mertebesine yükseltilmesini anlamayanlar çoğunlukta, yoksa medya İletişim Fakültesi mezunlarını çalıştırmıyor mu?Burada biraz durmak lazım.. Medya, önce iyi yazı yazan, iyi fotoğraf çeken, iyi senaryo yazan, iyi haber koklayan, yaratıcı programlar üreten, kafası çalışan, çalışkan, medyanın nasıl çalıştığını anlamış insanlar arıyor.. Ne yazık ki şu anda mezun veren İletişim Fakülteleri’nin çok azı bu gereksinime yanıt verebiliyor.. Medya şu andaki halleriyle İletişim Fakülteleri mezunlarından çok memnun değil. Bu nedenle medya eleman ararken, konu ‘iletişim etkilerini’ bilen eleman aramaya gelemiyor. Gelse İletişim Fakülteleri’nin ayıbı ortaya çıkacak. Çünkü çoğu İletişim Fakültesi’nde hocaların bile iletişim etkilerinden haberleri yok, doğru dürüst iletişim kuramları öğreten yok! Çünkü iletişim hocalarının çoğunluğunun iletişim doktorası bile yok, araştırma nedir, etki nedir, nasıl ölçülür bilmiyorlar.. Papağan gibi ‘tekelci medya, satılmış medya’ diye tekrar edip, medyaya düşman yetiştirmeye devam ediyorlar.. Sonuçta.. İşte Yasemin’in Penceresi, işte ölümler.. İşte Ata.. İşte Türk bayrağıyla ilgili yapılan rezalete ‘Nasıl oluyor bunlar ya’ diye şaşan medya mensupları.. Ve de ‘İletişimin de eğitimi mi olurmuş’ demeye getiren Çetin Altan. Kutlarım..Bu arada yeri gelmişken Kelebek’in beyin takımını kutlamak istiyorum. Çıktıkları ilk günlerde ön sayfalar ve sayfalar tam olarak oturmamıştı. Hem tasarım, hem içerik eğreti duruyordu.. Ama kısa sürede Kelebek toparladı ve Günaydın’ı hem içerik, hem tasarım açısından ciddi olarak solladı.. Kelebek de, artık Hürriyet gibi benzersiz ve artık kim ne derse desin rakibi yok.. Kutluyorum..Onur Baştürk’e dikkat..Bilmiyorum farkına vardınız mı, Kelebek arka sayfaya bir Kırmızı Hat köşesi açıldı. Sahibi Onur Baştürk..Onur Baştürk’ü daha önce Vatan’dayken takip eder ve magazin dünyasının ıncığını cıncığını çıkaran haberlerine hayret ederdim. Bir adamın bu kadar ayrıntıyı bilmesi için üç gözü, beş kulağı, yedi anteni falan olması gerektiğini düşünürdüm. Onur, artık Kelebek’te.. Antenleri artık bizim için çalışıyor. Memnun oldum. O olmasa nereden bilecektim Altın Portakal’da Su’nun meşhur 9.5 isimli özel suitinde Nastassia Kinski’nin konaklayabilme olasılığını.. Pes yani Onur.. Bu ayrıntıyı nereden duydun?
Yazının Devamını Oku