ERTUĞRUL Hoca dün Akdeniz’deki zeytin yasını yazdı ve Türkiye’deki zeyinyağcıları ‘pazarlama fırsatlarını görün’ diye uyardı... Çok doğru bir uyarı. Dünya zeytinyağının yüzde 20’sini üreten İspanya zeytini kuraklık nedeniyle yerle bir. En az beş yıl daha da sırtlarının yerden kalkması mümkün değil...
‘Türk zeytinyağını’ dünya pazarlarında vazgeçilmez yapmak için gerçekten de tam zamanı. Ama zeytinyağcılarımız hálá sadece
‘taşeron olmakta’ ısrarcılar.
Türk zeytinyağı 2001 yılında dünya piyasalarında ortalama 1.82 dolardan satılıyordu. Bugün ortalama 2.60’tan satılıyor. Bu iyi gelişme. Ama yeterli değil.
‘Türk zeytinyağı’ olarak ihracat daha fazla katma değer yaratır. Sorun yağımızda değil, ülke olarak
‘zeytinyağcı’ olarak algılanmamızda.
Türkiye’den en büyük zeytinyağı alıcıları İtalya, İspanya, ABD ve Kanada... Türkiye zeytinyağı ihracatının yüzde 85’i
bu dört ülkeye gidiyor.
Ertuğrul Hoca’nın da belirttiği gibi bu dört ülke içinde İspanya’nın payı şimdiden geçen yıla göre ciddi bir şekilde artmış durumda.
İspanya (tabii ki İtalya’da) bizden aldığı zeytinyağını ne yapıyor peki? Şişeliyor (markalıyor) ve başka ülkelere 7-8 dolardan satıyor...
Biz niye satamıyoruz? Niye satalım ki? Türkiye’de zeytinciler krize girse Herald Tribüne Gazetesi haber yapar mı? İspanya’nın zeytinyağı haber oluyor. Çünkü İspanya, zeytinyağı ülkesi olarak algılanıyor.
Demek ki iş önce Türkiye’yi zeytinyağı ülkesi olarak algılatmakta. Hem zeytin üreticileri çalışacak hem devlet. Siz hiç Türkiye tanıtımlarında zeytin ya da zeytinyağına vurgu gördünüz mü?
Önce zeytinyağı şişesi ürettirinDÜNYA zeytinyağı pazarlarında, raflarında farklılaşmanın, marka olmanın yolu şişe olarak da farklılaşmaktan geçiyor. Türkiye’de zeytinyağı üreticileri bu
‘kaldıraç noktasını’ fark etti şişelerini farklılaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Amaaa... Türkiye’de istedikleri şişeleri üretebilen, üretmeye de istekli kimse yok! Onlar da o güzelim şişeleri ithal ediyorlar. Yanlış okumadınız. Türkiye’de zeytinyağı şişesi üretilmiyor, üretilemiyor. Yoksa biz gerçekten zeytinyağı ülkesi değil miyiz? Değiliz de
‘mış gibi’ mi yapıyoruz?
‘Marka olmak’ da yassah kardeşimEGE Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçı Birliği dış pazarlara zeytinyağı satmak için Türkiye’yi
‘zeytinyağı ülkesi’ olarak algılatmanın önemini kavramış. Bu konuda da İspanya çok iyi bir örnek. Tüm yönetim kurulu üyeleri (sekiz kişi) işi gücü bırakıp son iki yıldır zeytin toplama zamanı İspanya’nın Jaen bölgesine incelemelerde bulunmaya gidiyorlarmış.
Bu yıl gidememişler. Neden? Dış Ticaret Müsteşarlığı bir yönetmeliğe dayanarak
‘yassah kardeşim sekiz kişi birden gitmeyin dört kişi, dört kişi ayrı tarihlerde gidin’ demiş. Yönetim kurulu üyeleri de ayrı ayrı gitmenin
‘birlik ruhuna’ aykırı olacağını düşünerek projeden vazgeçmiş.
Şimdi sorarım Dış Ticaret Müsteşarlığı’na... İhracatçı Birliği devletin parasını harcamıyor. Üyelerinden kesilen parayı harcıyor. Sekiz kişinin birlikte yurt dışına çıkmasında ne gibi bir
‘yassah’ var? Yoksa biz gerçekten ihracatı falan arttırmak istemiyoruz da mış gibi mi yapıyoruz?
CHP’ninki ‘işletme korlüğü’ ya AKP’ninkiBAŞBAKAN’ın Malatya’da devlet yuvalarında işlenen insanlık suçu karşısında
‘Bu geçmiştekilerin suçu, biz suçlu değiliz’ demeye getirmesi artık inandırıcı değil...
Eğer Başbakan iktidara geleli altı ay olsaydı inandırıcı olurdu ama artık değil. Malatya’daki içleri acıtan olayın ortaya koyduğu şu: Türkiye’nin sorunu
‘din, iman, türban, imam, hatip’ değil (medya hiç değil!)
‘akıllı yönetim’ sorunu...
Erdoğan’ın artık kabul etmesi lazım. AKP döneminde
‘namaz kılar, karısı türbanlıdır öyleyse bizdendir’ kayırmacılığı tavan yaptı.
İşe adam alırken, yönetime adam atarken sağcı solcu, dinci, ülkücü, akraba, yandaş diye adam atarsan olacağı bu...
Erdoğan, devlet kurumlarına şeffaflık getiremedi. Devlet kurumlarına bu yüzyılda iyi yönetişim uygulamalarını getiremezsen olacağı bu...
Erdoğan devlet kurumlarının yönetiminde başarı ölçütlerini belirlemedi, performans değerlemesi yaptıramadı. Devlet kurum yöneticilerine liderlik, yönetim, iletişim eğitimleri verdiremedi. Devlet kurumlarında yönetimi çağdaşlaştırmazsan olacağı bu...
Şimdi
‘bu da’ eskiden
’bu’ değil miydi?
Bakın, CHP’nin Malatya’ya giden milletvekili
Erdal Karademir, Milliyet’ten
Melih Aşık’a ne diyor:
‘Her şeyi ihale konusu yapan, özelleştiren AKP sonunda devletin koruması altındaki çocukların bakım ve hizmet işlerini de ihaleyle özelleştirmiş ihaleyi en düşük fiyatı veren firma kazanmış. Firma da sadece kárı düşündüğü için en eğitimsiz, en ucuza çalıştıracağı ve neredeyse tamamı ilkokul mezunu olan kişileri burada görevlendirmiş...’
CHP’li Karademir’e ince saptaması için kalbimden bir
‘Bravo’ demek istiyorum. CHP suçluyu bulmuş: Özelleştirme ve kár düşkünlüğü!
‘İhale yanlış yapılmış’ denecek yerde yüklen özel sektöre, yüklen kár edenlere!
CHP’lilerdeki ideolojik saplantı hepsini birer
‘işletme körü’ yapmış. CHP’liler bu
‘körlükle’ bırakın Türkiye’yi, bir çocuk yuvasını zor yönetirler!
AKP daha liberal de ne değişiyor diyorsunuz değil mi? Doğru. Onların sorunu kafayı
‘dine’ takmış olmaları.
Anlayacağınız durum tükürük, sakal ve bıyık arasındaki ikili ilişkilerden doğan deyimdeki gibi.
Çözüm?.. Laik cumhuriyeti koruyan,
Atatürk’ü referans alan, özelleştirmeden, globalleşmeden yana, çağdaş yönetimden anlayan,
‘kamu çıkarını’ her şeyin üstünde tutan, din ve inanç özgürlüğünü savunan ama dinde reformdan yana bir parti..
Yoksa
‘lider’ mi deseydim..
‘Vatandaş!’ unutur
19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı doktorlarından
Burhan Yıldırım çok ilginç bir saptama yapmış:
‘Sayın hocam, son zamanlarda çıkan Bellona reklamı üzerine. Malum bir İtalyan tasarımcı, kendi şivesi ile konuşarak şirketin mobilya dizaynının İtalyan tasarımı olduğu izlenimini veriyor. Buraya kadar iyi hoş da, daha düne kadar İtalya ile Abdullah Öcalan krizi yaşadığımız dönemde gazetelere tam sayfa ilan verip sadece ismimiz İtalyan ismine benziyor biz % 100 yerli bir firmayız diye krizden kurtulmaya çalışan Bellona değil miydi? Milletimizin balık hafızası olduğunu düşününler benzer bir krizde nasıl davranacaklarını hesapladılar mı? Vatandaş bu krizi unutmuş olabilir ama kendilerinin unutması mümkün değil. Saygılar sunarım.’
Yorum: Önemli olan vatandaş sevgili
Burhan... Vatandaş unutmuşsa sorun yok. Zaten bu nedenle de
‘sıfır tabanlı iletişim’ diye bir pazarlama iletişimi stratejisi var. Bu strateji önce yapılanların hepsini yok sayıp frekans etkisiyle yeni alanlar açmaya çalışıyor. Stratejinin ana rasyoneli de senin belirttiğin nokta:
Sadece Türkler değil insan unutuyor. Yapacak bir şey yok.
Çekirgelik
Birinin sırtında taşınıyorsan kasabadan ne kadar uzak olduğun fark etmez.
(Afrika Atasözü)