Müjdat Gezen üniversite mi kurdu?

Salı Günü Kelebek’te Büşra Bozok’un Müjdat Gezen’le yapmış olduğu röportajı okurken bir cümle dikkatimi çekti. Gezen, ödül alan öğrencilerinden söz ederken ‘Onlara verdiğimiz 4 yıllık emek boşa gitmedi’ diyordu.

Kafam karıştı. Gezen’in okulunu sadece bakanlıktan izinli, sertifika veren bir tiyatro kursu sanıyordum. Hemen internete girdim, baktım.

Ohoooo. Müjdat Gezen Sanat Merkezi işi epeyce ilerletmiş, resmen bir devlet konservatuvarı, hatta bir iletişim fakültesi kıvamına getirmiş. Konservatuvar, Radyo Okulu, Akşam Okulu, Genç TV Sinema Sanatı Okulu. Üstelik bazı öğrenciler burslu.

Gerçekten kafam karıştı. Dört yıl okuyan bu gençler devlet tarafından hálá lise mezunu mu sayılıyor? Peki niye lise mezunu sayılacakları yere dört yıl devam ederler?

MSM öğrencilerinden erkek olanlar askerlik erteletebiliyor mu? Yüksek lisans eğitimine devam hakları var mı?

Devrim Tarihi, Türk Dili ve Temel Bilgi Teknolojileri derslerini zorla almak zorundalar mı?

Dört yıllık bir bölümün devamı için MSM en az üç doktoralı uzman bulundurmak zorunda mı?

Yanlış olan neresi? Eğitim paradigmalarını değiştirecek olan kim?

A) Geleneksel eğitim kurumları

B) Müjdat Gezen Sanat Merkezi

C) Her ikisi de

D) YÖK

E) Milli Eğitim Bakanı

F) Eğitim şart!

TRT rejimi koruyor merak etmeyin..

Vatan’da Mustafa Mutlu, TRT’nin nasıl tarikatlar eline geçtiğini, bir bir ortaya koyuyor.

TRT’de ise sular bir türlü durulmuyor. Sanki birileri sular durulmasın da karambolde TRT’de istediğim gibi at oynatayım der gibi..

Bu karambol biraz daha sürerse, TRT ekranlarından cihat bile ilan edilebilir, sakın şaşırmayın.

Aslında niye şaşırasınız ki. Her şeye o kadar alıştınız ki, size bundan sonra cihat çağrısı neylesin!

Hem ne diyor sayın Süleyman Demirel, ‘Demokrasilerde rejim sadece halkın koruması altındadır. Halkın sahipliği başka organlara devrettiği ülkelerde rejim işlemez.’ O yüzden endişeye yer yok. Halkın televizyonu rejimi koruyor, hepsi bu.

Erman Toroğlu’ndan özür dilesem, yeri..

Futbol Federasyonu Merkez Hakem Kurulu Başkanı Ufuk Özerten haftalık olağan basın toplantısında,

‘Hakemlerimizin en büyük problemi yürek ve beyin arasındaki hatta ortaya çıkıyor. Bu problemin yaratılmasında futbolun tüm yardımcı unsurları ve onlardan biri olan medya ve diğerlerinin etkisi olduğunu düşünüyorum’ demiş.

Demiş de ne demek istemiş? Yürek ve beyin arasındaki hat! Tüm yardımcı unsurlar! Medya ve diğerlerinin etkisi.

Böyyük laflar! Özerten mutlaka önemli bir şeyler söylüyor ama ne dediğini anlamak mümkün değil.

Özerten devam etmiş: ‘Cem Papila, oyunun büyük bölümünde başarıyla yönetim gösterdi. Penaltı pozisyonu hakkında herkesten ayrı görüş çıkıyor. Kimine göre kesin penaltı, kimine göre değil. Bizim, bu penaltı olayının, hakem takdiri olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Penaltıları tartışmadığımız gün belirli bir çizgiye gelmiş olacağız. Ama Cem Papila, Appiah’a ikinci sarı kartı göstermeliydi.’

Hoppala.. Ne oldu hakem takdirine? Papila saniyenin bilmem kaçta birinde durumu sarı kartlık değerlendirmemiş ve ikinci sarı kartı vermemiş.

Şimdi Papila’ya sahip çıkıp, sonra da gereksiz yere töhmet altında bırakmanın gereği ne!

Özertem’den incilere devam: ‘Biz hedefe giden bir geminin içindeyiz. Yoldayken geminin parçasını değiştirme şansımız yok. Bizim elimizde daha iyi, yürekli ve kapasiteli hakemler var da sanki biz yan sanayiden hakemleri getirip ortaya sunuyoruz...’

Bu ne demek şimdi.

Özertem, ‘Hakemlerimiz kötü, yüreksiz ve kapasitesiz’ demiyor mu? ‘Elimizdeki mal bu, yapacak bir şey yok’ demeye getirmiyor mu?.

Özertem’in söylediklerini okuyunca, Erman Toroğlu’ndan özür dilemem gerektiğini düşündüm.

Toroğlu’nun Maraton’daki saldırgan yorumlarıyla hakemlere duyulan güveni katlettiği, futboldaki şiddetin de nedeni olduğunu yazmıştım.

Galiba yanılmışım.

Böyle Merkez Hakem Kurulu Başkanları olduğu sürece, hakemlere duyulan güvenin yok edilmesi için Erman Toroğlulara ne gerek var?
Yazarın Tüm Yazıları