Sandıklar açıldıkça şaşaladılar, şaşaladıkça şaşırttılar, hayretlerine hayret ettirdiler.
Başbakan, balkondaki zafer konuşmasında, 17 Aralık kumpası için “Saflığımızın kurbanı olduk” dedi.
30 Mart sillesinin gelişini öngöremeyenler ise çok daha büyük bir saflığın kurbanlarıdır.
***
Adlı adınca söyleyelim.
Açılan sandıklardan kazananlar da çıkacak, kaybedenler de.
İkisinden biri olmaya hazır mısınız?
Sandık sonrası sendromuna bir gün kaldı, son bir gün.
Kimimizin yüzü gülecek, kimimiz hırsından ağlayacak.
Ne olursa olsun, sonucu göğüslemeye kendinizi hazırladınız mı?
* * *
Kaybetmek kadar kazanmak da ağır bir yüke dönüştü.
Panikle hareket ettiğine, yediği darbelerden sonra ne yapacağını şaşırdığına, bu yüzden asabileştiğine dair yorumlar yaptılar.
Söylenenler isabetli olsaydı, sahiden de gidiciliğine delalet ederdi.
Fakat ya değilse, ya bir yere gittiği yoksa, bu sinir harbini 30 Mart’tan sonra kim, daha ne kadar kaldırabilecek?
* * *
Vakıa, Tayyip Erdoğan’ı milletin gözünde sıfırlamak için siyaset tarihine geçecek bir seçim kampanyası icra edildi.
Seçim kampanyası değil, topyekûn bir itibarsızlaştırma harekâtıydı; psikolojik harp taktikleriyle yıldırma, sindirme ve tüketme harekâtı...
Kasetler geldi tapeler gitti, ne özeli ne geneli kaldı, kumpaslar ve tertipler havada uçuştu, hiç benzemezler el ele verdi, iktidar türlü tezviratla çileden çıkarılıp hataya zorlandı, hatalar da yaptı, elini zora sokan tepkiler de gösterdi...
Peki ya her biri bir diğerinden muhteşem bu A, B ve C planlarının hiçbiri tutmazsa ne olacak? Evdeki hesap sandıkta şaştı diyelim, o zaman ne?
Sormak için cidden saf olmalısınız. Bütün ayrıntılar milimi milimine düşünülmüşken en kötü durum senaryosu atlanacak değil ya...
Onun da cevabı var elbet, anında D planı devreye girecek:
“40’ın üstündeki her bir puan bu halkın nasıl çürüdüğünün, bozulduğunun, yozlaştığının kanıtı... Batsın bu dünya, batsın sizin demokrasiniz” mahiyetinde standart mızıkçılık örnekleri sergilenecek.
Başarısı denenmiş bütün kullanışlı ifade kalıpları baskıya verildi bile, kötü gün akçesi olarak dilden dile yayılıyorlar şimdiden.
“Bunu saymadık, bir dahaki sandık İsviçre Alpleri’nde kurulsun, Davos’un çobanları bizimkilerin yerine oy kullansın” denemeyeceğine göre oturup diz dövülecek, tek günahı İskandinavya’da doğmamak olanların makus talihine okkalı selamlar çakılacak yine.
Fırsat maliyeti açısından bakalım bir de, neyi kaçırdık?
***
Ne Twitter mivitir çıngarı kopar ne de illegal telefon dinlemelerine üç kuruşluk siyasi menfaat uğruna meşruiyet kazandırılırdı.
Kılıçdaroğlu hâlâ yasadışı dinlemelere şiddetle karşı durur, yasal olanların bile sağa sola servis edilmesine isyan eder, “Silivri’de hâkimler, savcılar var ama adalet yok” demeyi sürdürürdü. Ki Baykal ve MHP’ye şantaj kasetlerinde pragmatist davranan Başbakan’ı yerden yere vurmaya yüzü olurdu bugün de.
Haberleşmenin gizliliğini, özel hayatın mahremiyetini savunmaktan vazgeçmezdi muhalefet. O kasetleri çeken, saklayan ve yayanlarla pas alıp vermek utanılacak bir şey olarak kalırdı.
Bir anda buz gibi bir hava...
Yersiz homurtular, küçük de olsa bir grubun kopardığı alkışlı tezahürat...
Kısa sürüyor, karşılık veren olmuyor Allah’tan.
Çoğu seyirci sükûnetini bozmuyor.
Hafta sonu sinema keyfini tatsız bir deneyime çevirmek için başka ne ister insan?
Sinemalarda siyasi reklam döndürmek yeni bir fikir değil gerçi, ilk kez olmuyor. Ama doğru bir strateji mi, çok tartışılır.
Diyarbakır’daki ‘Nevruz Meydanı’ndan bir özgürlük şöleni yansıdı ekranlara. Elimdeki mobil telefonda ise geceden kalma bir Twitter fırtınası... İkisi arasında bölündü memleketin psikolojisi.
* * *
Twitter’a erişimin tamamen engellenmesi yanlış ve vahim, ona ne şüphe. Türkiye’nin bu görüntüyü hak etmediği de kesin.
Aksini söyleyene ben daha rastlamadım, malumun ilamı gibi bir şey.
“Ne iyi oldu da Twitter yasaklandı” diyen yok.
Yalnız, yasağı yerip çuvaldızı hükümete batırdıktan sonra Twitter’a da iğnenin ucuyla dokundurmamak olmaz.
Mahkeme kararına rağmen kişilik haklarıyla ilgili şikâyetlere duyarlı, sorumlu ve atik tepkiler vermiyorsa Twitter, eleştiriyi hak ediyordur.
Türkçesini yine Sırrı Süreyya Önder seslendirecek, Kürtçe çevirisini de Pervin Buldan yapacak.
İki Nevruz arasında sabotajlar, provokasyonlar, inişler ve çıkışlar gördü çözüm süreci.
Ne değişti?
Süreçte hangi gelgitlerin yaşandığı, Öcalan’ın BDP ve Kandil’e nasıl bir gelecek perspektifi verdiği hitabın içeriğine yansıyacak.
Ama “Silahları hemen bırakmayın, bir daha düşünün” diyenlerin bu sefer hangi yöntem ve argümanlara başvuracağı, öyle bir çırpıda kestirilemeyecek.
Onların fikirleri de, emelleri de karanlıkta kalmaya devam edecek.
* * *