İktidar kanadından geldiyse soru, muhalefetin cevabı bellidir, behemehal olumsuzluk edatıyla başlar.
Aslında tam olarak aynı şeyi söyleyecek olsa bile.
İktidar, “Ben 4 eski bakanla ilgili yolsuzluk fezlekelerini inceleyecek bir soruşturma komisyonu kurulsun istiyorum, ya sen” mi dedi mesela...
Maksat çatışma içinde görünmek ya, Allah’ın emri, lafa tersleyerek girer muhalefet:
“Hayır, ne münasebet, ben de soruşturulsun istiyorum. Yolsuzluk fezlekelerini Meclis’ten kaçıramazsınız, soruşturma komisyonu için işte önergemi de veriyorum...”“O ‘Hayır’ da neyin nesi öyleyse, ben başka bir şey mi dedim? Hem bak ben de soruşturma önergesi verdim...”diye çırpınmak beyhude.
* * *
Karikatürize etmiyorum, hilaf yok, ayniyle vakidir.
Zelzelenin şiddeti, iktidar oylarındaki düşüş ve yükseliş miktarına bağlı.
Seçime 2 hafta kala tablo olabildiğince belirginleşmiş durumda.
Fakat yine de öngörüler ve beklentiler arasında muazzam bir uçurum var.
İhtiyat payı dahi bırakılmıyor yapılan hesaplarda.
30 Mart akşamı sandıkta umduğunu bulamayanlar, bu yüzden derin bir şok geçirecek.
Hayal kırıklığının dozunu hafifletmek istiyorsanız, şimdiden kendinize şunu sorun:
Herkesin tarafı hem bu kadar belliyken hem bu derece belirsizlik nasıl olur?
* * *
Diyelim ki oyunuzu, en çok istemediğinize karşı kullanacaksınız.
Peki, kazanmasını en çok istediğinizin eli zayıflayacaksa buna hangi şartlarda rıza gösterirsiniz?
Şöyle de sorabiliriz:
Bir MHP’linin ya da bir HDP’linin CHP adayına oy vermesini ne sağlayabilir?
Veya tersi, bir CHP’linin iline göre ya MHP yahut da HDP adayına oy atmasını mümkün kılacak şey nedir?
Bütün bu çetrefilli soruların düz bir cevabı var.
O CHP’li, o MHP’li ve o HDP’li için AK Parti’nin kazanmaması, kendi partisinin ve adayının başarısından daha öncelikli hale gelmişse herkes, herkese verebilir oyunu.
* * *
Buyurun size aşılması gereken bir başka korku, ‘Sandık korkusu’.
Çokça mavrası yapıldı ama samimi bir şekilde şu soru, sandık fobisi olanlara sorulmadı: “Sizdeki bu korku nedendir?”Sandıkfobikler söylemeye çalıştılar, dert yandılarsa da pek kulak asan olmadı.
Şimdi yeni bir seçime gidiyoruz, 50 milyondan fazla seçmen oy kullanacak. Ve fakat ertesi gün için memleket rahatlayacak, derin bir oh çekecek diyemiyoruz.
* * *
Benim gibi ‘Seçim ertesi sendromu’ üzerine kara kara düşünenler, kaygılarını paylaşmaya başladı. Onlardan biri de İsmet Berkan.
Dünkü yazısında “Gelecek için endişelenmeli miyiz?” sorusuna cevap arıyordu.
Onun sorusundaki ‘gelecek korkusu’ da kazındıkça altından elle tutulur hale gelmiş somut bir ‘sandık korkusu’ çıkıyor.
Ben inanmazdım, o günün siyasi çatışma ortamında kullanılan propaganda amaçlı bir mübalağa gibi gelirdi.
Ne yalan söyleyeyim, ilk kez kafamda kuşkular belirdi.
Seçim meydanlarındaki bölünmeyi, miting alanlarındaki ayrışmayı dünyaları ayırmaya benzetmek abartılı bir tasvirdir, o konudaki fikrim değişmedi.
‘İki Türkiye’ kavramına hâlâ ısınamıyorum, Eski Türkiye ile Yeni Türkiye tasniflerine de.
Siyasi kalabalıkların fotoğraflarını yan yana koyup altına ‘İki Türkiye’ yazmayı, bugün de sorunlu buluyorum.
Fakat arkadaş, ortada halli gereken bir sorunumuz olduğu da muhakkak.
Berkin ile Burakcan’ı nefret ateşinden kurtaramadığımız yetmezmiş gibi aynı toprağa, ayrı ayrı vermemizden belli değil mi?
Aklımıza, fikrimize laf etmeyeyim hadi yine ama nefretimiz kesin firarda, bağlasan durmuyor.
Sezen sanki bugünler için yazmış sözlerini fakat dilimiz çözülse ne! Sonra ona mukayyet olacaklar kim, hem haklı şikâyetimize kulak verecek aklıselim Hâkim Bey’ler nereden bulunacak?
* * *
Nefretimiz geldi, aynı anda hep birden, durduramıyoruz.
Geometrik bir tef gibi Türkiye, çokkenarlı, hepimiz bir kenarından tutmuş elbirliğiyle geriyoruz.
Koca ülkede nefret nesnesi haline gelmeyen tek Allah kulu kalmayacak bu gidişle. Ve nefretin aktif öznesi...
Memleket sathında saldırı altında olmayan tek bir kesim yok şu an. Bu da herkes hücumda
İkisini örnek vereyim.
İlki: “Berkin öldü. Öldürdüler. Deli gibi savunduğun adamlar öldürdüler onu. Ne biçim bir insansın sen arkadaş!...”Ve ikincisi: “Yarın da Berkin Elvan’ı yazabilecek misin Akif Beki? Ama sandığını tehlikeye sokar di mi o tabut?İnsanlığın yetmez... Çok şey istememek lazım sizin gibilerden...”Bu kadar gaddardım madem, bu kadar canileşmiş, bu derece insanlıktan çıkmış, niye canım yandı?
Fikrime, zikrime, dünya görüşüme laf edilmesini anlarım. Hakaret içermeyen eleştiriyle de pekâlâ barışığım; dinlerim, doğru gelenini alırım, gelmeyenini de kırıp dökmeden bir kenara koyarım.
Fakat aynı fikirde değiliz diye matemine ortak etmemek, gencecik bir mazlumun ardından yas tutamayacak denli kalpsiz olduğumu söylemek, ‘başkasının ölümü’ ve ‘başkasının cenazesi’ ayrımı yapacak derecede insanlığa yabancılaştığımı ima etmek reva mıdır Allah’tan?
* * *
Benim gibilerden, Berkin Elvan’ın ölüm acısını yüreğinde hissetmesini beklemeyenler, dün bu gibi çok mesajlar attı.
Berkin’in acısını paylaşmaya ipotek konduğundan habersiz, sosyal medyadan taziye dileklerini bildiren birçok kendini bilmeze de hemen anında ağzının payı verildi.
“Aksaray meydanında halka diyeceklerimi diyeyim, sonra öldüreceklerse de öldürsünler beni razıyım” sözleri, kulağıma biraz ajitatif, bir parça hamasi gelmişti.
CNNTürk’te, cuma akşamki ‘Baştan Sona’ programının başlarında geçen bir konuşmaydı...
Urla olayından sonra Ordu’da HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü saldırıya uğramış, üstüne de Aksaray’daki seçim büroları benzer bir tehlike atlatmıştı.
Sırrı Süreyya Önder’e, “İnşallah en kısa zamanda Aksaraylılarla buluşur, medeni bir şekilde birbirinize söyleyeceklerinizi söylersiniz. Ama ne olur şu ölüm lafını ağzınıza almayın bir daha” demiştim.
Sonra Fethiye’ye sıçradı bu ‘nefret dalgası’...
Ve ben ancak, HDP bürosuna yapılan saldırıları televizyondan izlerken o feveranın neden boşuna olmadığını anladım.
Seçim günü, sandıklar yerine tabutlarla bizi yüzleştirmek isteyenler vardı.