Sokakta yaşamak zorunda kalan dostlarımız.
Yazın bu kavurucu sıcaklarında klimalı ortamlarda oturan, öyle ya da böyle bir gölgeye çekilebilen bizlerin yanında, bırakın bu konforu, hayat için vazgeçilmez olan suyu bile bulamayan sokak hayvanları...
Öylesine çaresizler ve bize öylesine ihtiyaçları var ki onların...
Bu konuda çalışan tüm belediyeleri kutluyorum ve her gün küçük bir kapla onlara su ve yiyecek sunan gönüllüler ordusuna herkesin katılmasını diliyorum.
Haydi siz de onlar için bir şey yapın..
Biraz su, biraz yiyecek...
Bodrum...
Bu sıcak günlerde kaçışların ve huzurun adı Bodrum. Begonvillerin o güzelim renkleriyle büyülediği, denizin mavisi ve hafif bir rüzgarın sizi sarmaladığı bir zaman diliminde, bu güzel şehri yaşamak öyle büyülü ki...
Hele Bodrum Kalesi üzerinden batan akşam güneşiyle bu huzuru herkes için dilemek.
Ben insanın kalpten istediği dileklerinin gerçek olabileceğine dair ümitleri tükenmemiş biriyim.
Benim ümitlerim her sabah tekrar filizlenir.
Her yeni güne tüm karamsarlıkları örtecek yeni ümitlere sarılarak başlarım.
Eğer çevrenizde bunlardan biri varsa, hatta böyle biri arkadaşınız, sevgiliniz, eşiniz, dostunuzsa ne demek istediğimi daha iyi anlamışsınızdır. Önyargılar vardır onlara karşı, hemen türlü türlü sıfatlar yapıştırılır. Burnu havada, ukala, kibirli, bencil...
Belki de tam tersi ama nedendir bilmem olumsuz düşünceler bir adım öndedir hep.
Peki neden böyle insanları anlamak, onlarla anlaşmak zor gelir hep? Merak edenler için işte benim gözümden yanıtları:
Çelişkilerle dolu bir kişilikleri vardır: Bazen içimize kapanık, bazen aşırı sosyal, bazen depresif bazen de hiperaktifizdir. Çoğu zaman bir günümüz diğer günümüzü tutmaz. Bence kesinlikle uçlarda yaşamak deyimi de biz sanat insanlarını tarif etmek için söylenmiştir.
Kendilerine has bir zaman algıları vardır: Mesela biz saatlerce aynı sandalyede oturup düşünebiliriz, siz “Kaç saattir oradasın?” diye sorduğunuzda “Birkaç dakikadır” diyebiliriz. Çünkü düşünce hızımızla gerçek zaman akışı asla birbirini tutmaz...
Kesinlikle çok farklı çalışan bir kafaya sahiptirler: Bizlerden sizin gördüğünüz şeyin aynısını görmemizi veya bizim gördüğümüz şeyi aynı bakış açısıyla görmeyi beklemeyin. Bembeyaz bir fonda bile çok farklı dünyalar yaratabiliriz. Bunu anlamaya çalışmak ve ayak uydurmayı denemek zaman kaybı...
Âşık olduklarında onlardan gerçekçi ve mantıklı davranışlar beklemek büyük bir hayaldir: Zaten farklı çalışan bir beyne, farklı bir zaman algısına sahip olduğumuzdan, âşıkken vücut kimyalarımız daha derinden değişecektir. İrrasyonel davranışlar sergilememiz sizi hiç ama hiç şaşırtmasın. İtiraf ediyorum, ben âşık olduğumda bambaşka bir Ajda olurum.
Geçen gün yine dolaşırken rengarenk, şirin mi şirin bir kepenk gözüme çarptı.
Biraz ilerledim, bir tane daha...
“Kimin marifeti bu” dedim ve araştırdım.
Meğer Leo Lunatic, Yapı Kredi şubelerinin kepenklerini alıştığımız griden farklılaştırıp üzerlerine rengarenk graffitiler çiziyormuş.
Bayıldım!
Sokak sanatının markalaşan isimleri arasına giren ve asıl ismi İbrahim Kurtuluş olan 28 yaşındaki genç, Yapı Kredi’nin İstanbul’da Cihangir, Kadıköy ve Beşiktaş şubelerinin, İzmir’de de Alaçatı şubelerinin kepenklerini renklendirmiş bugüne kadar.
Ama ne şahane, ne yaratıcı olmuş!
Ajda ve Kozmos...
“Ne alaka?” diyeceksiniz ama NTV’de yayınlanan bu belgesel beni çok cezbetti.
“Kozmos”un odaklandığı noktalar, yaşam ve evrensel uyum, çevremizde yaşanan her şeyin bir nedeni olduğu, evrende sadece bir toz zerresi kadar yer kaplayan dünyamızda bizim de ufacık canlılar olduğumuz...
Bilim kendimizi ve birbirimizi kandırmamamız için önemli bir yoldur.
Bilimi ne kadar çok insan sahiplenirse, kötüye kullanılması da o kadar zorlaşır. Bu değerler de fanatizmin ve cehaletin cazibesini azaltır.
Bilimin ve binlerce yıllık bilimsel tarih süreçlerinin temel ilkelerini çok güzel özetleyen bu belgeseli izlemenizi öneriyorum.
Gökyüzüne baktığımda yıldızlar artık gözüme bir başka görünür oldu.
Sanat eseri tadında otobüs duraklarına ne dersiniz?
Nedir bu heyecan, ne oluyor bana?
Önce bir iştahsızlık başlıyor...
Sadece ve sadece o buluşma gününü düşünüyorum, heyecanlanıyorum.
Provaydı, kostümdü, dekordu... Hepsi bahane...
Zaman hemen geçsin ve bir an önce toprak kokan, Marmara kokan o güzelim sahnede en büyük aşkım sizlerle buluşayım.
Kıyametler kopsa umurumuzda olmasın.
Aşk var ya aramızda, uçsuz bucaksız deniz gibi enerjiniz beni içine çeksin.
Tam 6 versiyon yaptık şarkıyı...
Neden?
Çünkü ilginç bir beste; hızlı çalınca coşturuyor, yavaş çalınca hüzünlendiriyor.
İki versiyonu enstrümantal...
Dört versiyonu ise hepsini ayrı ayrı okuduğum, yorumladığım şarkılar...
“Şarkılar” diyorum çünkü aynı söz ve beste olmasına rağmen her versiyon sanki başka şarkıymış izlenimi veriyor.
Zaten okurken ben de bu duygular içindeydim.
Siyah beyaz tek bir kare...
Moğollar ve ben...
Oturmuşuz çimlere, bu pozu vermişiz.
Ya bir turne ya bir konser öncesi olmalı.
Uzun saçlar, dökülen bol kıyafetler, çiçek çocukların etkisinin Türkiye’de de estiği yıllar...
Fotoğraf siyah beyaz ama o kadar renkli ki...
Çok şey anlatıyor.