Bu ülkede iflah olmaz bir kafa var. Onlar ne deprem dinliyor, ne şehitlerimize saygı duyuyor ne de küresel bir salgına dönüşen koronavirüs onları durdurabiliyor. Libya’da şehit düşen MİT görevlilerinin mezar taşlarını bile yayınlamaktan çekinmediler. Bu ülkede en büyük istismar ise Atatürkçülük adına yapılan Atatürk istismarı oluyor.
Atatürk’ün Harbiye’ye girişinin 121. yıldönümü törenlerine Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve kuvvet komutanları katıldı. Atatürk’ün Harbiye’deki öğrenci numarası olan 1283 okunduğunda, Harp Okulu öğrencileri ayağa kalkarak “İçimizde” dedi. Bu tören sosyal medya organlarından da canlı olarak yayınlandı. Görüntü dikkatle incelendiğinde ayağa kalkmayanların olduğu görülüyor. Bunun üzerine hemen bir karşı saldırı başladı. Vay bazı Harp Okulu öğrencileri ayağa kalkmamış, vay efendim bunlarla ilgili kayıt tutulup işlem yapılmış mı...
Bunu bizim savunma muhabirlerimizin hepsi bilir. Ben de 90’lı yıllarda Harp Okulu’ndaki töreni izlemiş bir gazeteciyim. Atatürk’ün numarası okunduğu anda Harbiyeliler fişek gibi yerlerinden fırlamış ve gök gürlemesi gibi “İçimizde” demişlerdi. Genç Harbiyelilerin yüzlerindeki heyecan ve gururu aradan yıllar geçmesine rağmen unutamıyorum. Ama o törende de Milli Savunma Bakanı, kuvvet komutanları, davetliler ve rütbeli subaylar ayağa kalkmamıştı. Bu sadece Harp Okulu öğrencilerine tanınmış bir ayrıcalık. Bu yılki törenlerde ayağa kalkmayanlar davetliler ve teğmen ile albay arasındaki rütbelere sahip olan öğretmenler. Yani Harbiyelilere Atatürkçü düşünceyi anlatan öğretmenleri ve komutanları... Ne yani, öğrencisi Atatürk’e saygı duyup ayağa kalkıyor ama ona Atatürk sevgisini aşılayan öğretmeni ve komutanı Atatürk’e saygısızlık ediyor, ayağa kalkmıyor mu?
Gazeteciliğin temel kuralı sormak, sorgulamak ve araştırmaktır. Milli Savunma Bakanlığı’nın basın birimine ya da Milli Savunma Üniversitesi Rektörü
Salı günü grup toplantıları yapıldığı için Meclis’te ziyaretçi rekoru kırılıyor. Binlerce ziyaretçi grup salonlarını, kulisleri, Meclis lokantasını dolduruyor. Tabii bizde siyasetin bir alışkanlığı var. Tokalaşacaksınız, sarılıp öpüşmezseniz de olmaz. Koronavirüsün yayılması açısından en uygun ortamı oluşturuyordu
Meclis’te ilk olarak Genel Kurul salonuna girdim. Basın locasından bir süre oturumu izledim. AK Parti milletvekilleri daha kalabalık olmakla birlikte CHP, MHP, İYİ Parti ve HDP milletvekillerinden yeterli katılım sağlanmıştı. Hatta beklediğimden daha fazla milletvekili vardı. Mithat Sancar HDP Eş Genel Başkanlığı’na seçilince onun yerine Nimetullah Erdoğmuş Meclis Başkanvekili oldu. Erdoğmuş dün ilk kez oturumu yönetti. Eski müftü olması nedeniyle kallavi bir açılış konuşması yaptı.
Meclis’te ilk sözü AK Parti Samsun Milletvekili Ahmet Demircan aldı. Tabii ki gündem koronavirüstü. Demircan eski Sağlık Bakanı olunca, konuşması dikkatli bir şekilde takip edildi.
Önce muhalefet kulisine geçtim. Az sayıda milletvekili vardı. Muhalefet milletvekilleri Genel Kurul salonunda kalmayı tercih etmişlerdi. İktidar kulisi ise daha hareketliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başlattığı, eli göğsün üzerine götürerek uzaktan selamlaşma işi tutmuş. “Gönül selamı” adını koymuşlar. İktidar muhalefet fark etmiyor, milletvekilleri uzaktan, gönül selamı ile selamlaşıyorlar. Tabii seçmenlerle bir araya gelince bu her zaman geçerli olmuyor. AK Parti Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman, “Bugünlerde tokalaşmaya, selamlaşmaya dikkat edeceğiz” deyince seçmenlerden biri, “Milletvekilim, gel seni öpeceğim” diye ileriye atılmış. Devlet tedbiri alıyor da vatandaşlarımızın bir kısmı “Bana bir şey olmaz” havasında.
SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI İLAN EDİLECEK Mİ?
KORONAVİRÜSLE mücadelenin bir bütünlük içinde yürütülmesi gerekiyor. Bir orkestranın sazları gibi hepsi uyumlu çalmadığı sürece istenen sonucu almak mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, koronavirüsle mücadelede uzaktan selamlaşma eylemini başlatarak dünyada farkındalık oluşturan lider oldu. Kabineyi bir orkestra şefi gibi yöneten Erdoğan, aynı zamanda bakanlıkların birbirini tamamlayan kararlar alıp gecikmeden devreye girmesini sağlıyor. Sürecin bir merkezden yönetilmesi çok önemli. Çünkü bir önlem zamanında alınmazsa, diğerlerinin etkisini yok edebiliyor. Trump’ın ilk başta işi ciddiye almadığı, İngiltere’nin hâlâ işin ciddiyetine varmadığı, Meksika Devlet Başkanı Obrador’un virüse meydan okuduğu bir dönemde Erdoğan, koronavirüsle mücadelenin öncülüğünü yaptı.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılacak olan toplantıdan çok önemli kararların çıkması bekleniyor. Koronavirüsle mücadelede iki haftalık sürenin çok kritik olduğu söyleniyor. Bakanlıklar kapsamlı bir hazırlık yaptılar. Hap gibi tedbirler geliyor. Peki sokağa çıkma yasağıyla ilgili bir tedbir gelecek mi? İletişim Başkanı Fahrettin Altun da OHAL ilan edileceği, sokağa çıkma yasağı uygulanacağı, seyahat kısıtlaması getirileceği söylentilerini yalanladı. Bu aşamada beklenmiyor.Koronavirüsün sağlık boyutuyla ilgiliyiz ama ekonomik yönü giderek önem kazanmaya başladı. Bu açıdan piyasalarda gözler, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın üzerinde çalıştığı önlemler paketine çevrilmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanacak olan önlemler, piyasalar açısından “koronavirüs aşısı” kadar önem arz ediyor.
‘TÜRK’ İBARESİ KALDIRILSIN DİYECEĞİM AMA...
Doğru olanı yaptı. Yeni bir tarih belirlenmedi. Çünkü virüsün seyrinin ne olacağını şimdiden kestirmek mümkün değil. Koronavirüsün etkisini yitirdiği kararı verildiği zaman CHP, yeni bir kurultay tarihi belirleyecek. MYK’da bu kararın alınmasında PM üyesi Gaye Usluer’in başkanlığını yaptığı koronavirüs izleme kurulunun değerlendirmesi de etkili oldu. Gaye Usluer, enfeksiyon hastalıkları hocası.
Bu kararın alınmasında İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun il kadın kolları kongresini ertelememesi nedeniyle maruz kaldığı eleştirilerin etkisi oldu mu? Elbette ki olmuş. Ama zaten hafta sonu böyle bir eğilim oluşmuştu. Bu arada Canan Kaftancıoğlu yanlış yaptı, meslektaşım İsmail Saymaz’a haksızlık etti. Sonradan hatasını fark edip düzeltme yoluna gitmesi bir erdemdir. O nedenle Kaftancıoğlu’nu ikinci bir lince tabi tutmayacağım ama zaman polemik zamanı değil. Ayrıca İsmail Saymaz’ın bunu bir siyasi bir hesap uğruna yapmadığından eminim. İsmail ilk olarak 5 Nisan’da yapılacak olan düğününü erteledi.
CUMA NAMAZI KARARI
SUUDİ Arabistan, koronavirüs nedeniyle umreyi yasakladı, Kâbe’de tavafı durdurdu. Umredeki Türk vatandaşları, Diyanet İşleri Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı ve THY’nin ortak operasyonuyla Türkiye’ye getirildi. Suudi Arabistan’dan uçağa sağlık ekibinin kontrolünde alındılar. Türkiye’ye gelince yurtlara yerleştirilip 14 günlük gözlem süresini kontrol altında geçirmeleri uygulamasına geçildi.
Diyanet İşleri Başkanı
AK Parti’nin grup toplantısı 18 Mart Çanakkale zaferinin yıldönümü törenlerine denk geldiği için yapılmayacak. Meclis Başkanı Mustafa Şentop, Meclis’e ziyaretçi alınmayacağını açıkladı. Günde ortalama 5 bin kişinin geldiği, grup toplantılarının yapıldığı günler bu sayının 10 bine ulaştığı dikkate alınırsa, yerinde bir karar.
Koronavirüsle ilgili gelişmeler 28-29 Mart tarihinde kurultayı olması nedeniyle CHP’yi yakından ilgilendiriyor. Geçen haftaki parti meclisinde MYK’ya yetki verilmişti. CHP MYK bugün kurultayın ertelenip ertelenmemesi konusunu görüşmek üzere toplanıyor. Ardından da koronavirüsü izleme kurulu toplanacak. Edindiğim izlenim, bugünkü toplantıda CHP kurultayının ileri bir tarihe erteleneceği kararının alınması yönünde. Az sayıda da olsa ülkemizde koronavirüs tespit edildi. Artık tehlikeyi daha yakından hissediyoruz. Ayrıca toplumda koronavirüs duyarlılığı zirveye ulaşmış durumda. CHP’nin böyle bir ortamda binlerce insanı kurultay salonuna toplaması toplum tarafından da hoş karşılanmaz. O nedenle bugünkü toplantıdan erteleme kararının çıkması bekleniyor. Ayrıca yeni bir tarih belirlenmemesi bekleniyor. Çünkü koronavirüsün seyri kestirilemiyor. Ne zaman ki koronasız günlere kavuştuğumuz netleşecek, o zaman yeni bir tarih belirlenecek.
KORONAVİRÜSTE KRİZ YÖNETİMİHANİ meşhur bir söz vardır ya, “Geç gelen adalet, adalet değildir” diye. Koronavirüs günlerinde bunun yerini “Geç gelen tedbir, tedbir değildir” sözü aldı. Virüsün ortaya çıktığı Çin’de alınan tedbirler etkisini gösterirken, geç tedbir alan İran ve İtalya’nın durumu ortada. Virüsün Çin’de ortaya çıkmasından bu yana ülkemiz dinamik bir kriz yönetimi uyguluyor. Başarımızı bütün dünya takdir ediyor. Ama bu bizi rehavete sevk etmemeli. Çünkü krizin en kritik aşaması başlıyor. Bu, Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Tevfik Özlü’nün işaret ettiği gibi, virüsün salgına dönüşmesini önleme aşaması. Asıl bunda başarılı olmalıyız. Yoksa yaptıklarımızın hepsi boşa gider.
Kimseye haksızlık etmek istemem ama Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın hakkını teslim etmek gerekiyor. Aynı şekilde Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da gecikmeden okulların tatile sokulması kararını aldı. Spor müsabakalarının seyircisiz oynanması, turizm mevsiminin ertelenmesi konusundaki çalışmaları ile Mehmet Kasapoğlu ve Mehmet Nuri Ersoy da takdiri hak ettiler.
Elazığ-Malatya depremindeki başarılı grafikleriyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve yine Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın isimlerini anmadan geçemeyeceğim. Ama unutulmaması gereken bir nokta var.
Cumhurbaşkanı
Siyasetin takvimi de etkilenmeye başladı. MHP, Antalya kampını iptal etti. CHP’nin 28-29 Mart tarihlerindeki kurultayının ertelenmesi de gündemdeydi. Ancak PM toplantısı devam ederken Muharrem Erkek, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile irtibat kurdu. Sağlık Bakanı’nın “Henüz ertelemeyi gerektirecek bir durum yok” demesi üzerine, iptal kararı alınmadı. Ama MYK’ya yetki verildi. AK Parti’nin Kızılcahamam kampı da iptal edildi.
ARKA KAPI DİPLOMASİSİ
Bu arada koronavirüse rağmen siyasetin takvimi de işliyor. Kurultaydan önceki son toplantı olması nedeniyle CHP’nin dünkü PM toplantısı önemliydi. Özellikle de Engin Özkoç açısından. Özkoç’un dokunulmazlığının kaldırılması için harekete geçildi. Fezleke jet hızıyla Meclis’e geldi. Ancak CHP’nin ortamı yumuşatma çabaları nedeniyle karma komisyonda gündeme alınmadı. Bu arada AK Parti ile CHP arasında arka kapı diplomasisi işliyor. Özkoç’un grup başkanvekilliğinden alınması durumunda, dokunulmazlığının yeniden değerlendirileceği yönünde bir eğilim oluştu. Ancak Kılıçdaroğlu, grup toplantısına Engin Özkoç’la birlikte geldi, PM toplantısında da bu yönde bir değerlendirme yapılmadı. Aslında başından beri Kılıçdaroğlu’nun geri adım atmasını beklemiyordum. Çünkü Engin Özkoç, Kılıçdaroğlu’nun talimatını yerine getirdi. Özkoç, Cumhurbaşkanı’na hakaret eden o konuşmayı yaptıktan sonra CHP Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan, genel merkezde bir grup gazeteciyle bir araya geliyor. Erdoğan’ın suçlamaları karşısında Kılıçdaroğlu’nun “Ben asla bu düzeye inmeyeceğim. Bu düzeyde karşılık vermeyeceğim. Ama grup başkanvekillerimiz her sözüne aynıyla karşılık verecek” diye talimatının olduğunu paylaşıyor. Sizce Kılıçdaroğlu bu durumda Engin Özkoç’un harcanmasına imkân verir mi?
AK Parti’de kafalar karışık. O nedenle Engin Özkoç kararı Erdoğan’a bırakıldı.
BABACAN’IN PARTİSİ NEREDEN OY ALACAK?
ALİ Babacan’ın kuracağı parti için öyle bir hava oluşturulmuştu ki, sanki “dertlere deva, hastalara şifa” olacak, bütün sorunları bir dokunuşta çözecekti. Ancak tartıya çıktılar, ağırlıkları belli oldu.
Parti kurulduktan 24 saat sonra, “DEVA Partisi kendine deva olacak mı?” sorusu sorulmaya başlandı. Yeni partiler için artık ne kadar oy alacaklar denilmiyor, iktidardan ne götürecek diye hesap yapılıyor. Peki Ali Babacan’ın partisi hangi partiden oy alacak? Abdullah Gül ve Ali Babacan’ın AK Parti kökenli olmaları, kurdukları partinin de AK Parti’den oy alacağı anlamına mı geliyor?
Yüzde 50 artı 1 sistemi, yeni partilerin ne alacağından ziyade ne götüreceğini önemli kıldı.
AK Partilileri rahat gördüm. Parti yöneticileri değerlendirme yapmaktan kaçındı. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da muhatap almadı. AK Parti’de Davutoğlu ve Babacan partilerini hedef almama gibi bir eğilim var. “Biz vurdukça onlar büyür” diyorlar. Erdoğan, AK Parti grubunda bu konuya hiç değinmedi. İl başkanları toplantısında ise Babacan ve Davutoğlu partilerini “sözde oluşumlar” olarak nitelendirdi. “Yeni diye ortaya sürülen her sözde oluşum sadece AK Parti’ye olan ihtiyacı teyit ediyor, onun ötesinde bir işe yaramıyor. Davası inancı olmayanın, davası milleti olmayanın, davası ülkesi olmayanın sonu her zaman hüsran olmaya mahkûmdur. Bunlar zerre bizi ilgilendirmiyor” dedi. Erdoğan, bu değerlendirmeyi yaparken Ali Babacan partisinin kuruluş toplantısında konuşuyordu. AK Parti grubu olduğu için sosyal medyadan takip ettim. Ali Babacan beklediğimden öte uzun bir konuşma yaptı. Miting meydanlarında performansı nasıl olur bilemem ama kitleleri coşturacak bir havası yoktu. Ali Babacan’ın partisi, ilk günden yola çıkarken Abdullah Gül konusunda bir takiye yapmayı tercih etti. Gül ile Babacan arasında köprülerin atıldığı yalanını servis ettiler. İlk günden “maskeli siyaseti” tercih eden, şeffaf olmayan bir parti topluma nasıl güven verecek?
Herkes biliyor ki, vitrinin önünde Ali Babacan, vitrinin arkasında Abdullah Gül var. Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin ortak adayı olması için, Gül’ün partisiz Cumhurbaşkanı adayı imajını korumak adına bu formül bulundu. Doğrudan Abdullah Gül’ü çağrıştıran Beşir Atalay gibi isimler kurucular kurulu listesinde yer almadı ama partiye katkı vermeyi sürdürecekler.
Gül’e yakın bir isim, “Abdullah Gül, Ali Babacan’ı kendisi gibi görür” demek suretiyle Gül ile Babacan’ın etle tırnak gibi olduklarını ifade etti.
AK Parti kulislerinde sıkça, “Onların ne yapacağı önemli değil. Önemli olan bizim ne yapacağımız” sorusu soruluyordu. Toplumun AK Parti’ye olan güveninin devam ettiği ama yanlış giden işlerin düzeltilmesini beklediği, partinin güvenlikçi politikalardan çıkıp yeniden reformcu günlere dönmesi gerektiği yönünde değerlendirmeler yapılıyordu. Ali Babacan’ın konuşması yeni bitmişti. Bir milletvekili, “Babacan’ın ağzı, muhalefet ağzı değil” dedi. Milletvekillerinin şaşırdığını görünce “FETÖ ağzıyla konuşuyor” diye ekledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Babacan partisiyle çok ilgili durmadığını söylemiştim. Ali Babacan’la iplerin koptuğu görüşmede “Ümmeti parçalamaya hakkınız yok” demişti. Erdoğan’a, Babacan’ın partisindeki kurucuların isimlerini ilettiklerinde bir kurucu üye için “O kripto FETÖ’cü” demiş. Hem de üstüne basa basa... O isim bende ama sormayın, söylemem...
Göç konusu Türkiye ile AB arasında 4 yıl sonra yeniden ilişki kurulmasına yol açtı ama bunu sadece göç parantezine sokmak haksızlık olur. Göçten daha önemli olanı, Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlaması olacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmeler sırasında AB ile katılım ortaklığı müzakerelerinin başlaması ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunu gündeme getirince, AB başkanları “Bunlar siyasi reformlara bağlı. Türkiye’nin siyasi görünümünün düzelmesi lazım. Siz reformlar konusunda somut adımlar atın. Biz de AB’ye katılım ortaklığı müzakerelerinin başlaması ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunda telkinlerde bulunalım” diye karşılık veriyorlar.
GÖÇMENLERİ GÖNDERMEYİN
Gelelim şimdi Brüksel’deki toplantıya...
“Herkesin eteğindeki taşları döktüğü bir toplantı oldu” deniliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Mart Mutabakatı’ndaki taahhütleri tek tek gündeme getiriyor, AB’nin bunları yerine getirmediğini söylüyor. AB başkanları ise tahmin edeceğiniz gibi, AB üyesi ülkelere Türkiye’ye yönelik yeni yükümlülükleri kabul ettirebilmek için öncelikli olarak Avrupa’ya düzensiz göçü engelleme kararını yeniden uygulamaya sokmayı öneriyorlar. “Aman siz yine kapıları tutun, göçmenler Avrupa’ya gelmesin” diyorlar. Türkiye ise müzakerelerin seyrine göre karar almayı tercih ediyor.
GÖÇÜ DEĞİL, AB’Yİ KONUŞALIM
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise işin sadece göçe odaklanmasının doğru olmadığını ifade ediyor. 18 Mart Mutabakatı’ndaki unsurları gündeme getiriyor.
1-
Büyük bir beklenti oluşturmalarına rağmen, dağ fare doğurdu. Buna rağmen yeni partinin birkaç açıdan değerlendirilmesi gerekiyor.
1- Siyasi partiler, toplumsal talepten doğar. Partileri eğer millet kurarsa yaşar.
Türk siyasetinin 40 yılına damgasını vurmuş olan Süleyman Demirel bir analiz yapmış, “Tek parti yönetimine, milli şefe, jandarma dipçiğine karşı, ‘Yeter söz milletin’ diyecek bir partiye ihtiyaç vardı. Demokrat Parti onun adı oldu. 27 Mayıs’ın zulmüne, Yassıada’daki adaletsizliklere karşı toplumda adalet arayışı söz konusuydu. Adalet Partisi oradan doğdu. 12 Eylül’de milletin zihnini karıştırmışlardı, Doğru yol arayışı vardı. Doğru Yol Partisi oradan doğdu” demişti.
AK Parti kurulduğunda 2001 ekonomik kriziyle dibe vurmuş bir Türkiye vardı. 28 Şubat zulmü nedeniyle adalet arayışının doruğa tırmandığı bir konjonktür oluşmuştu. Toplum, AK Parti’ye bu sorunları çözeceği konusunda güven duydu.
Peki Ali Babacan’ın partisi hangi toplumsal ihtiyaçtan doğdu?
2- Lider: Ali Babacan partisinin lideri kim? Abdullah Gül mü, yoksa Ali Babacan mı? Millet emanetçi siyaseti sevmez. Karşısında lideri görmek ister. Sanıyorum bunun farkına varmış olmalılar ki, Ali Babacan ile Abdullah Gül arasında köprülerin atıldığı söylentileri yaymaya başladılar. Ama inandırıcı olmadı. Yeni partinin üzerinde Abdullah Gül gölgesi olmaması için bunun bir taktik olarak kullanıldığı kanaati oluştu.
3- Vitrin ve kadro: CHP karşısında DP’yi kuranlar, CHP içinde İnönü’ye karşı dörtlü takrirle bir mücadele başlatmışlardı. Atatürk’ün başbakanı Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan gibi CHP siyasetinde özgül ağırlığı olan isimlerdi. Özal, ANAP’ı kurduğunda arkasında başarılı bir ekonomi yönetimi ve dört eğilimi temsil eden kadrolar vardı. AK Parti kurulduğunda ise Recep Tayyip Erdoğan gibi arkasında bir başarı hikayesi olan, İstanbul’un başarılı bir belediye başkanı ve 28 Şubat’ın mağduru vardı. Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener gibi toplumun tanıdığı isimler vardı. Erdoğan ve arkadaşları bir siyasi mücadelenin içinden geliyorlardı.
Peki