Kamuoyunun ve medyanın her daim ilgisini çeken ve tartışmalara konu olan aldatma vakalarında son yıllarda hızlı bir artış görülüyor. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği, evlilik ve ilişki terapistleri tarafından, partnerlerini aldatan kişiler üzerine yapılan bir anket çalışmasında aldatma sebepleri üzerinde duruldu. 300’ü erkek 200’ü ise kadın olan 500 evli yetişkinle hem sanal ortamda hem de yüz yüze yapılan anket çalışmasıyla, bir şekilde geçmişlerinde aldatmayla karşılaşmış kişilerin aldatma yani evlilikte paralel yapı kurma ihtimallerinin yüksek olduğu ortaya çıktı.
Evlilik kurumunun içinde bir şekilde yer alan ama çiftlerden birinin farkında olmadığı gayrimeşru yasak aşk için kullanılan evliliklerde paralel yapı; aldatma, yasak aşk veya sadakatsizlik olarak biliniyor. Paralel aynı düzlem içinde olan ve kesişmeyen, aynı zaman içerisinde gelişen ve aynı özellikleri gösteren olay, yapı ise evlilik kurumu anlamında kullanılıyor. Meşru partnere alternatif gayrimeşru bir yapı, evlilik içinde evlilik gibi bir durum… Buna “paralel evlilik” adını veriyoruz. Haz, şiddet ve ihanetin tadıyla bezenmiş bir yasak meyve olan evliliklerdeki paralel yapının tanımı kültürden kültüre veya çiftler arasındaki anlaşmalara göre farklılık gösterebiliyor. Çünkü evliliklerde paralel yapı, duygusal düzeyde, cinsel ilişki düzeyinde veya sanal olarak kurulabiliyor ve kişinin romantizm, zaman ve ilgi gibi duygusal ve bedensel kaynaklarını ilişki dışındaki bir kimseye yöneltmesi şeklinde gerçekleşiyor. Yeni ilişkinin boyutu yüz yüze görüşme ile sosyal paylaşım sitesi Facebook ve sohbet sitelerinde kurulan internet ilişkileri, mektup veya telefon aracılığıyla uzaktan görüşme arasında değişebiliyor. Evliliklerde paralel yapı kurmanın birçok sebebi var. Bilinen sebeplere ek olarak CİSED’in yaptığı anket çalışması acı bir gerçeği ortaya çıkarttı.
Bir şekilde geçmişlerinde aldatmayla karşılaşmış kişiler yetişkinliklerinde aldatabiliyorlar. CİSED’in evliliklerinde paralel yapı kuran 500 kişi üzerinde yaptığı anket çalışmasına göre; aldatan kadınların %30’nun ve aldatan erkeklerin ise %50’nin ebeveynleri aldatmış, aldatan kadınların %20’si ve aldatan erkeklerin ise %40’ı ebeveynleri aldatmasa bile geniş ailelerinde aldatmaya şahit olmuş veya duymuş. Ayrıca aldatan kadınların %40’i ve aldatan erkeklerin ise %60’ı ise ebeveynleri ve yakın aile üyeleri aldatmasa bile çevrelerindeki aldatma hikâyeleriyle büyümüş. Buradan çıkan sonuç; ne ekerseniz onu biçiyorsunuz…
Tıpkı toprak gibidir hayat, ekmezseniz boş, ekerseniz dolu! Aldatma ekerseniz aldatma biçiyorsunuz. Sonuç olarak insan geçmişine ne ekiliyorsa yetişkinliğinde çaresizlikle onu biçiyor. Ama bu durum kader değil… Aldatma bir yol kazasıdır. Kişi farkındalık ve iç görüyle geçmişinin analizini yaparsa ekileni biçme şeklinde iç dünyasına yerleştirilen düzeneği bozabiliyor. Bunun için okumak, kişisel gelişim eğitimlerine katılmak veya gerekirse psikoterapi almak için bir terapiste gitmek işe yarıyor ve çözüm olabiliyor. “Köprüden önceki son çıkış” kavramı gibi evlilikten çıkmadan, yani evlilikleri bitirmeden önce mutlaka bir evlilik ve ilişki terapisi almak gerekiyor.
Türkiye Psikoterapi ve Psikoterapistler Derneği (PSİKODER) ve Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) olarak, içinizde saklı olan mutluluğu açığa çıkarmak, ruhunuza ve yuvanıza huzur vermek, mutlu birlikteliklerin şifrelerini anlatmak, sağlıklı ve mutlu bir ilişkiye yönelten tecrübeleri keşfetmenize yardımcı olmak, ilişki sorunlarının değil çözümlerinin bir parçası olmayı öğretmek, kendinizi ve partnerinizi tanımanızı sağlamak, ilişkilerinize ve yaşadıklarınıza farklı bir gözle, yukarıdan ve dışarıdan bakabilmek becerisini kazandırabilmek için Evlilik ve İlişki Semineri düzenleniyor.
"Farkındalık", zihin ve yüreği birleştiren ve şifa veren, mutluluğun yolunu açan bir olgudur. Yakın ilişkilerde tek başına zihin, çifti mutlu edecek dönüşümleri gerçekleştirecek güce sahip değildir. Öyle olsaydı yapılması gerekenleri düşünür, yapar ve mutlu olurduk. Bu nedenle farkındalığın artırılmasına hizmet eden "Evlilik ve İlişki Seminerleri" son yıllarda ilgi görüyor ve çiftlerin "Mükemmel bir evlilik var mı?" "Evliliklerde kadın ve erkek ilişkileri nasıl olmalı?" "Mutlu birlikteliklerin sırrı nedir?" "Kadın erkek arasındaki farklılıkları bilmemek ilişkileri nasıl etkiliyor?" "Mutlu evliliğin 10 şartı nedir?" "Evliliği kurtarmanın yolları nedir?" gibi sorularına yanıtlar bulmalarını sağlıyor.
Çiftler kendilerini değiştirdiklerinde ilişkileri de değişiyor. "Eşinizle birlikteliğiniz monotonlaştı mı?", "Eşiniz tarafından anlaşılmadığınızı mı düşünüyorsunuz?", "'Mutlu evlilik yoktur!' sözüne inanıyor musunuz?", "Evliliğinizde yalnız ve mutsuz olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?" Tüm bu sorulara yanıtlar alabilir, ilişkinizi farklı bir açıdan değerlendirip, ilişki sorunlarınızın gerçek nedenlerinin farkına varabilir, kendinizi ve ihtiyaçlarınızı daha iyi tanıyarak daha sağlıklı ilişkiler kurabilirsiniz.
Evlilik ve İlişki Semineri Katılım Sertifikası
Seminerlere herkes katılabilir.
ANKARA - Limak Ambassadore Butik Hotel
Tarih: 16 Mart 2014Saat: 10.00 - 18.00Adres: Boğaz Sokak No:19 Kavaklıdere / Ankara
İSTANBUL - Taksim Gönen Hotel
Tarih: 30 Mart 2014Saat: 10.00 - 18.00Adres: Aydede Cad. No: 15, 34437 Taksim / İstanbul
Türkiye Psikoterapi ve Psikoterapistler Derneği (PSİKODER) ve Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) olarak, içinizde saklı olan mutluluğu açığa çıkarmak, ruhunuza ve yuvanıza huzur vermek, mutlu birlikteliklerin şifrelerini anlatmak, sağlıklı ve mutlu bir ilişkiye yönelten tecrübeleri keşfetmenize yardımcı olmak, ilişki sorunlarının değil çözümlerinin bir parçası olmayı öğretmek, kendinizi ve partnerinizi tanımanızı sağlamak, ilişkilerinize ve yaşadıklarınıza farklı bir gözle, yukarıdan ve dışarıdan bakabilmek becerisini kazandırabilmek için Evlilik ve İlişki Semineri düzenleniyor.
"Farkındalık", zihin ve yüreği birleştiren ve şifa veren, mutluluğun yolunu açan bir olgudur. Yakın ilişkilerde tek başına zihin, çifti mutlu edecek dönüşümleri gerçekleştirecek güce sahip değildir. Öyle olsaydı yapılması gerekenleri düşünür, yapar ve mutlu olurduk. Bu nedenle farkındalığın artırılmasına hizmet eden "Evlilik ve İlişki Seminerleri" son yıllarda ilgi görüyor ve çiftlerin "Mükemmel bir evlilik var mı?" "Evliliklerde kadın ve erkek ilişkileri nasıl olmalı?" "Mutlu birlikteliklerin sırrı nedir?" "Kadın erkek arasındaki farklılıkları bilmemek ilişkileri nasıl etkiliyor?" "Mutlu evliliğin 10 şartı nedir?" "Evliliği kurtarmanın yolları nedir?" gibi sorularına yanıtlar bulmalarını sağlıyor.
Çiftler kendilerini değiştirdiklerinde ilişkileri de değişiyor. "Eşinizle birlikteliğiniz monotonlaştı mı?", "Eşiniz tarafından anlaşılmadığınızı mı düşünüyorsunuz?", "'Mutlu evlilik yoktur!' sözüne inanıyor musunuz?", "Evliliğinizde yalnız ve mutsuz olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?" Tüm bu sorulara yanıtlar alabilir, ilişkinizi farklı bir açıdan değerlendirip, ilişki sorunlarınızın gerçek nedenlerinin farkına varabilir, kendinizi ve ihtiyaçlarınızı daha iyi tanıyarak daha sağlıklı ilişkiler kurabilirsiniz.
Evlilik ve İlişki Semineri Katılım Sertifikası
Seminerlere herkes katılabilir.
ANKARA - Limak Ambassadore Butik Hotel
Seks yapma korkusu olarak bilinen vajinismus; kadının bilinçli olarak cinsel ilişkiye girmek istemesine rağmen, penis-vajina birlikteliği sırasında, başta aşk kaslarını (pelvik taban kasları) ani ve istemsiz bir şekilde sıkması ve bununla beraber korku, endişe veya panikle tüm bedenini kasması, eşini itmesi, bacaklarını kapatması ve cinsel ilişkiye girememesidir. Diğer bir değişle, cinsel birliktelik sırasında, hata bunu denemeden önce vücudun korkuyu bedenle ifade etmesi olarak da ifade edilebilir. “Canım çok yanacak!”, “Çok kanamam olacak!”, “Kilitlenip kalacağım ve doktorlar bizi hastanede levye ile ayıracak!”, “İçimde bombalar patlayacak!” gibi abartılı ve yanlış inanışlardan dolayı hissedilen korku ve tehlike algısının bilinçdışından aktarılması sırasında, istemsiz kasılmalar ortaya çıkar, psikolojik ve fiziksel bir panik haliyle tüm bedenle “Giriş yok!”mesajı verilir.
Seks yapmaktan korkan, seks yapmaktan kaçınan veya seks yapmayı erteleyen birçok çift, vajinismus olduğunu bilmeden vakit kaybediyor, evliliklerini ya da beraberliklerini tehlikeye atıyor ve ciddi özgüven sorunları yaşıyor. Ancak şunun altını çizmekte fayda var;vajinismus kader değildir, yüzde yüz tedavisi vardır ve cinsel terapidir. Bunun için öncelikle sorunun kabul edilmesi ve daha sonra da tecrübeli bir cinsel terapiste başvurmak yeterlidir.
Ben 4 aylık evli bir bayanım. Daha önce hiç cinsel ilişki yaşamadım. Ara sıra yaptığım mastürbasyonların dışında bedenime dokunmazdım bile… Eşimle cinsel ilişki yaşayamamamız psikolojimi bozdu. Bir kadın doğum uzmanına kontrole gittim fakat hiçbir şekilde vajinama temas edemedi. Bu nedenle benim vajinismus olabileceğimi söyledi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ne olur bana yardımcı olun.
J.B./Çukurambar
Erkeğin cinsel organı penis ile vajinanın birbirine nüfus etmesi anında vajina kaslarının istemsiz kasılmasına vajinismus denir. Bu istemsiz kasılma sadece eşinizin penisiyle değil, sizin ya da eşinizin parmağı ya da tampon sonucu da olabilir. Vajinismus (vajinanın tamamen kapanması) cinsel birleşmeyi zor ya da imkânsız hale getiren bir durumdur. Belirtileri kadından kadına değişiklik gösterebilir. Cinsel birleşmeniz bozulur ya da tamamen durur. Çünkü vajinismus sorunları cinsel ilişki yaşamanızı hatta aile kurabilmenizi bile engelleyebilir. Ayrıca jinekolojik muayene ya da pelvik muayene de zor ve imkânsız bir hale gelebilir. Hatta bazı durumlarda doktor muayene etmeden önce anestezik müdahale gerekebilir. Yine de, vajinismus kader değildir ve cinsel terapi programları ile %100 tedavisi mevcuttur. Bu nedenle size vakit geçirmeden bir cinsel terapiste başvurmanızı önerebilirim.
Ben önümüzdeki hafta evleniyorum ve bakireyim, daha önce hiç cinsel tecrübem olmadı. İlk cinsel ilişki yaşayacağım kişi eşim olacak ve çok korkuyorum. Daha şimdiden kasılıyorum, seks yapacağımız aklıma gelince bayılacak gibi oluyorum. Vajinismus diye bir şey durdum. Eşime yanlış davranıp onu bu illete sürüklemek istemiyorum. Bu nedenle, ilk gecede nasıl davranmam gerektiğini öğrenmem lazım. Bu konuda bana yardım edebilir misiniz?
Öfke yerine çözüm üretmek olarak bilinen affetmek; nefretin hapishanesinden kurtulup cenneti oluşturmaya başlamak ve sevgiyle çaba göstermek anlamına geliyor. Bağışlamak ve acıdan kurtulmak demek olan affetmek; öfke, intikam, kin, hayal kırıklığı, ve cezalandırma gibi olumsuz tepkilerin yerine koşulsuz sevgi, şefkat, merhamet, empati ve cömertlik gibi olumlu sonuçlara yol açabilecek tepkilerin isteyerek ve bilinçli olarak geliştirilmesi için çaba göstermek şeklinde tanımlanıyor.
Affetmek, sevginin her şeye rağmen verilmesini sağlıyor ve sevgi verip sevgi almayı kolaylaştırıyor. Yakın bir ilişkide kalp kapalı kalınca atışları zayıflıyor. Bu nedenle insanların birbirlerine kalplerini açabilmeleri ve bir yaşam boyu sürecek aşka sahip olabilmeleri için gerekli en önemli becerilerden biri affetmek olarak biliniyor. Çiftler birbirlerinin hatalarını affettiklerinde sadece sevmekte birbirlerini özgür bırakmakla kalmıyorlar, aynı zamanda, hem birbirlerini hem de kendilerini olduğu gibi kabul edebiliyorlar, kendi kusurlarını da affedebiliyorlar.
Sevilen birini sevememenin verdiği acı, acıların en büyükleri arasında yer alıyor. Sevdiğini affedemediği için intiharı düşünen binlerce insan var… Çünkü insan birini ne kadar çok severse, onu affedemediği zaman da o kadar büyük acı içinde oluyor. Eğer insan gerçekten sevmemiş olsaydı, birini sevmekten vazgeçmek bu kadar büyük acı vermezdi. İnsan ne kadar çok severse, affedememek de ona o kadar çok acı veriyor. Bu yoğun ve dayanılmaz acı insanları çıldırtıyor, büyük bir inatla gücenikliğe sımsıkı sarılmalarına yol açıyor, kötü alışkanlıklara ve şiddete itiyor. Bu nedenle hangi sebeple olursa olsun sevgiyi baskı altında tutmak gerekiyor. Aslında istemsiz olarak yaşanan bu durum, sevgisizlikten veya hoşgörü eksikliğinden ziyade, nasıl affedileceğini bilememekten kaynaklanıyor.
Affetmek, insanın kendisine olan saygısını arttırıyor, depresyona karşı insanı koruyor, romantik ilişkilerde, evliliklerde, toplumsal yaşamda ve siyasette gerilimi azaltıyor. Toplumun çivisi çıktı, âdete herkes birbirini suçluyor. Bu nedenle ülkemizde affetmek ve affetmeye hazır olunup olunmadığını test etmek için yapılan araştırmalar son yıllarda hızla artış gösteriyor. Günümüzde affetmeyi anlamak için psikoterapistler çeşitli öneriler ileri sürüyor. Bu öneriler genel olarak insanların ruhsal ve bedensel sağlığı ve yakın ilişkilerinde huzuru bulabilmeleri için affetmenin önemli ve gerekli olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye Psikoterapi ve Psikoterapistler Derneği (PSİKODER) terapistleri tarafından yapılan bir araştırmada, insanların affetmeye hazır olup olmadıkları test edildi… Testi uygulayanlar kendilerini ve başkalarını affetmeye hazır olup olmadıklarını keşfetti… Testin yarattığı farkındalıkla olumsuz düşünceleri fark etmek, empati kurabilmek ve alternatif düşünceler geliştirebilmek gibi bazı beceriler geliştirilebiliyor ve affetme eğilimleri olumlu düzeyde arttırılabiliyor. Yani, affetme eğilimi çeşitli farkındalık testleri ve bilgilendirmeyle olumlu yönde ilerleyebiliyor. Kısaca PSİKODER’in yaptığı çalışma, affetmenin öğrenilebildiğini, ancak bunun için ilk önce farkındalığın geliştirilmesinin, bilgi sahibi olunmasının, çaba ve efor harcanmasının önemli olduğunu ve gerektiğinde affetme sürecinin psikoterapiyle desteklenmesinin önemini vurguluyor.
Affetmeye hazır olup olmadığınızı anlamak için, aşağıda sıralanan cümleleri size en uygun olan seçenek ile doldurmaya çalışın. Sizin için hazırladığım doldurmalı cümlelerden oluşan testimi okumadan önce, affetmenin imkânsız olduğu durumları şöyle bir düşünün. Bu cümleleri doldururken, sizi üzen, canınızı acıtan veya yaralayan kişi veya kişilerin karşınızda durduğunu hayal etmenizde fayda var. Lütfen yanıtlarınızda olabildiğince dürüst ve samimi olunuz.
1-Olanlar…
(a) Senin suçun, ben masumum.
Hafif, orta veya ağır nöbetlerin görüldüğü depresif nöbet, bir duygudurum bozukluğu olarak biliniyor. Depresif nöbet bozukluğunda, duygudurum çökmesi, enerji azlığı, fiziksel aktivitelerde azalma, haz alma kapasitesinde düşme, ilgi ve konsantrasyon kaybı, iştah kaybı, kayda değer bir yorgunluk, cinsel istekte azalma, olağan zamandan sabahları saatler önce uyanma gibi uyku bozuklukları, sabahları daha çok kötüleşen depresyon hali, kendine güvende azalma ve iştah azalması sık görülüyor. Bazı suçluluk fikirleri veya değersizlik düşünceleri sık bulunuyor. Duygudurum çöküntüsü günden güne küçük değişiklikler gösteriyor. Olaylara cevapsız kalınıyor. Gurur ve öz güven hemen hemen her zaman azalıyor ve en hafif şekillerinde bile kişide çoğu zaman kendini suçlu ve değersiz görme gibi fikirler oluşuyor. Çökkün ruh hali günden güne çok az değişiklik gösteriyor.
(1) Hafif depresif nöbette, yukarıdaki belirtilerin iki veya üçünden fazlası o anda genellikle oluyor. Kişi genellikle bu belirtilerden dert yanıyor ama aktivitelerini sürdürebiliyor. (2) Orta depresif nöbette, yukarıdaki belirtilerden dört veya daha fazlası tabloya eşlik ediyor. Kişi olağan aktivitelerini sürdürmede zorlanıyor. (3) Psikotik belirtisiz ağır depresif nöbette, ağır belirti veren depresyon nöbetleri belirgin oluyor. Çok sıkıntıda olan kişide kendine güven kaybı tipik olarak ortaya çıkıyor. Değersizlik ve suçluluk hissi tabloya eşlik ediyor. İntihar düşüncesi ve eylemleri sıkça görülüyor. Ruhsal zorlanmaya tepki olarak, olağan bedensel duyumlara olağandışı duyarlılık olarak ya da yalnızca kültürel bir ifade tarzı olarak somatik belirtiler (Karın ağrısı, baş dönmesi, sırt ağrısı, bayılma nöbetleri, nefes darlığı, kabızlık ya da ishal, vb.) ortaya çıkar. (4) Psikotik belirtili ağır depresif nöbette, yukarıdaki tabloya ek olarak hallusinasyonlar (Ruhsal bozukluklarda sıklıkla karşılaşılan bir durum olan varsanı, bir his organını uyaran hiçbir nesne veya uyarıcı olmaksızın, alınan bir sanının varlığına inanma durumudur) hezeyanlar (saçma sapan konuşma, saçmalama), psikomotor gerilik (Fiziksel yapıda ve sinir kas işlevlerinde bozulma) tabloya hâkim olabiliyor. Bu durumdaki kişi, istirahat halinde bilinçsiz oluyor. Kuvvetli bir dış uyaran ile yüzde ağrı mimikleri görülebiliyor veya inleme sesi gibi tepkiyle cevap verilebiliyor ama anlamlı cevap alınamıyor. Olağan sosyal aktivitelerin imkânsız olduğu bu durum ağır “stupor” tablosu olarak biliniyor. Hayatı tehlikeye atan intihar, dehidrasyon (İnsan bedenin aşırı derecede sıvı kaybetmesi) veya açlık ağır durumlarda tabloya eklenebiliyor.
Depresif nöbetlerde çoğu zaman serotonin ve noradrenalin üzerinden etki yapan antidepresan ilaç tedavisi ve buna ek olarak duygular, düşünceler ve davranışlar üzerine odaklanan psikoterapi tedavide birlikte yeterli olabiliyor. Bilişsel olumsuzlukları ve öğrenilmiş çaresizlik düşüncelerini gidermeye yarayan psikoterapi, iyileşmeyi hızlandırıyor ve tekrarlayabilen bir ruhsal bozukluk olan depresyonun tekrarını önleyebiliyor. Çünkü terapi ile kişinin farkındalığı artıyor, egosu güçleniyor ve depresyonu engelleyecek başa çıkma yöntemleri öğrenilebiliyor. Depresyonu oluşturan nedenlere yönelik olarak psikososyal stres faktörlerinin ortadan kaldırılması süreç içerisinde iyileşmeyi hızlandırıyor. Ancak depresyon tedavisinin mutlaka psikiyatrist kontrolünde yapılması ve intihar riski olanların hastaneye yatırılması gerekiyor.
Belli aralıklarla nefes alıp verme yoluyla rahatlama, bir yere uzanarak baş kısmından başlayarak ayaklara kadar bölge bölge gevşeme, yoga, düzenli ve sağlıklı beslenme, hobi edinme ve hobilere vakit ayırma, ruhsal sorun yaratan durumların nedenlerini araştırıp bulma ve ortadan kaldırma, duyguları açık ve uygun bir şekilde paylaşma, kısa bir tatile çıkma, sosyal destek alma, iletişim becerilerini güçlendirme, düzenli spor yapma gibi etkinlikler depresyonla mücadelede çok işe yarıyor.
Günümüzde teknolojinin parlayan yıldızı hiç şüphesiz ki, sanal alem olmaya devam ediyor ve görüldüğü üzere, internet iletişimde sınır tanımıyor. Özellikle son birkaç senedir sosyal ağ paylaşım sitelerine (Blogspot, Facebook, Flixster, Fourmspring, Mypace, Path, Siberalem, Twitter, Windows Live, vb.) olan ilginin hızla arttığı gözlemleniyor. Konu teknoloji olunca, internet iletişimi ve internet vasıtasıyla yapılan her şey, masaüstü bilgisayarlarından sonra laptop, cep telefonlar, tabletler ve akıllı cihazlarda yapılır hale geldi. Hal böyle olunca, kadın-erkek demeden, her yaştan insan istediği zaman, istediği bilgiye ve kişiye, hatta hiç tanımadığı kişilere dahi rahatlıkla ulaşabiliyor. Ayrıca, teknoloji, insan hayatına o denli çok işledi ki, insanlar iş yerlerinde, evlerinde ve girdikleri sosyal ortamlarda ya bilgisayar başında sörf yapıyor ya da son teknoloji telefonlarından sanal âleme akıyor. Bu durum, dış mekânlarda da aynı. Bu nedenle hem insanlar karşı cinsle internet üzerinden görüntülü ve sesli sohbet yapma ihtiyacı duyduğu için gerçek cinsellikten uzak duruyor, hem de sosyal bağın ve özellikle iş ortamının internet ağı üzerinden gerçekleşebilirliğinin artması nedeniyle ikili ilişkiler olması gerektiği gibi olmuyor.
Günümüz koşullarında internet erişiminin olmadığı ev ve iş yeri kalmadı. Bilindiği üzere iş yerlerinde bile haberleşmek, istek bildirmek, tavsiye vermek, veri göndermek, sunum yapmak ve hatta fırça atmak için bile sosyal ağlar (e-mail adresleri, google talk gibi anlık konuşma sağlanabilecek paneller) kullanılıyor. Dolayısıyla, pek çok işveren ve işçi her türlü iletişimlerini internet üzerinden halledebiliyor. Hal böyle olunca, internet erişiminin ve iş yerlerinde uygulanan internet sisteminin verdiği rahatlıkla hem işveren çalışanından evde çalışmasını talep edebiliyor hem de çalışan yetiştiremediği işleri evde yapmayı tercih edebiliyor. Hal böyle olunca çiftlerin hem bireysel hem de cinsel hayatları olumsuz etkileniyor. Dolayısıyla, eve iş getirmek, belki de tek yüz yüze iletişim sağlanan ortak alanını istila ediyor. Bu durum da, günün özlemini giderebilecek kadar birbirine zaman ayıramayan, ortak alanda farklı köşelerde sessiz sedasız oturmak zorunda kalan ve yatma vakti geldiğinde yalnızlığa mahkûm kalan çiftlerin artmasına, bireysel ilişkilerin ve cinselliğin ikinci hatta üçüncü sıraya atılmasına neden oluyor.
Sanal âlemde flört etmenin sınırlarını çizmek oldukça zor… Genellikle bir oyun gibi başlayan yazışmalar daha sonra tutkulu birer ilişkiye dönüşebiliyor. Bireyler yolunda giden ilişkileri olsa bile, zamanla kendilerini sanal ortamdaki cazibeli duruma kaptırabiliyor. Sevgiliden ya da eşten zaman çalınarak, çeşitli bahanelerle sosyal paylaşım ağlarına girilmeye çalışılması ilişkilerde sorunlar yaşanmasına ortam hazırlıyor. Cinsellik sevgi, saygı güvenin paylaşıldığı, dokunmanın verdiği hazların yaşandığı ve ancak ruh, zihin ve beden bütünlüğünde yaşanıldığında sağlıklı olan bir eylem. Oysa sanal seks bu bütünlüğü sağlayamıyor, kişiyi paylaşmanın verdiği hazlardan yoksun bırakıyor ve yalnızlaştırıyor. Dolayısıyla, cinselliği tüm boyutlarından soyutlayıp sadece zevki ön plana alan ve mekanikleştiren sanal seks dünyasına alışmış bir kişi, gerçek yaşamda cinsellikte sorunlarla karşılaşabiliyor. Çünkü sanal seks sonrası, gerçek yaşamda fanteziler daha zor paylaşılıyor, cinsel beklentilerin sadece sanal ortamdaki gibi olacağına inanılıyor. Bu nedenle zamanla sanal ortamda yaşanılan cinselliğin verdiği haz, partnerden alınmaz bir hale geliyor. Bunu biraz daha açacak olursak, kişinin sanal sekste mastürbasyonla boşalması, gerçek yaşamda partneri tarafından yapılan uyaranlara cevap vermesini zorlaştırıyor ve cinsel işlev bozukluklarına zemin hazırlıyor.
İş ve ev yani çalışma hayatıyla özel hayat arasındaki farkı anlayabilmek için iyi bir zaman yönetimine ihtiyaç var… Eve iş getirmemek, partnerler arası iletişimi ve cinsel ilişkiyi iyileştirebilmek için olduğu kadar beynin rahatlayabilmesi ve vücutta oluşan stresin boşalabilmesi içinde bir hayli önemli… Özellikle ev ortamına ayak basıldığında, akıllı telefonları kafesine kapatmak, laptop ve tabletleri rafa kaldırmak, sanal alemden uzak durabilmek için önemli bir adım... İkinci adım ise gün boyu mahrum kalınan aile ya da partner ilişkilerine yeterince zaman ayırabilmek için ortak yapılabilecekler listesi (zeka oyunları oynamak, film izlemek, müzik dinlemek, sohbet etmek, sosyalleşmek vb.) hazırlamak olmalı… Böylece geç saatlere kadar olan yalnızlaşma son bulabiliyor ve çiftler ruhu ve bedeni paylaşabilme sanatı olan cinselliği doyasıya yaşayabiliyor. Sosyal ağların kullanımının yaygınlaşması sonucu ortaya çıkan “sanal seks” uygulamasının önüne geçebilmenin üçüncü yolu ise, ev ortamında internet kullanımının sınırlandırılması ve çift odaklı aktivitelerin arttırılması… Aksi takdirde sanal alem bağımlılığı başlayabiliyor.
Çökkünlük durumu olarak bilinen depresyon, hayatın her döneminde herkes tarafından yaşanabiliyor ve utanılacak bir durum değil… Duygusal, davranışsal, bedensel ve zihinsel bir takım değişikliklerle kendisini gösteren depresyonun en belirgin özellikleri arasında hayattan keyif alamama, kendini değersiz, yetersiz ve çaresiz hissetme, iştah bozuklukları ve uyku sorunları yaşama yer alıyor. Erken teşhis edilemeyerek ya da önemsenmeyerek bir terapiste başvurulmadığı takdirde, kronik yorgunluk, halsizlik, sessiz kalma ve ağlama nöbetleri tabloya eklenebiliyor. Bazen bu belirtiler görülmeyebiliyor. Terapistler buna “maskeli depresyon”, “bedenselleşmiş depresyon” veya “örtük depresyon” adını veriyor. Yani kişi gerçekte bedensel bir hastalığı olmadığı halde fiziksel rahatsızlıklar ve ağrı çekiyorsa maskeli depresyonda olabiliyor.
İnsan bedenen sağlıklı olduğu halde, kendini hasta hissedip bir hastalığın tüm ağrılarını çekebilir mi? Yani gerçekte fiziksel bir hastalığı olmadığı halde, fiziksel yakınmalarla hastaneye başvurabilir mi? Evet, böyle bir tablo olabiliyor. Özellikle öfkesini bastıran kişilerde görülen maskeli depresyon normal depresyondan farklı olarak ruhsal sıkıntılar yerine fiziksel belirtilerle kendini gösteriyor. Örneğin kronik bel veya baş ağrısı, mide ve bağırsak ile sıkıntılar (ishal, kabızlık, şişkinlik, gaz), baş dönmesi, başta ağırlık gibi baş bölgesi ile sıkıntılar, nefes darlığı, nefesin yetmemesi, kalpte sıkışma, kalp atışlarının hızlanması, kaslarda ve eklemlerde ağrı olabiliyor. Bu şekilde kendini gösteren bedensel sıkıntıların altında ruhsal problemlerin yatabiliyor. Maskeli depresyonda beyindeki seratonin salınımı azalıyor, bu nedenle kişi kendini mutsuz, halsiz, çaresiz ve değersiz hissetmeye başlıyor. Seratonin hormonu ağrı kesici özelliği var. Seratonin salınımı azaldığı zaman insanların ağrıları artıyor. Maskeli depresyondaki ağrılar bununla ilgili.
Kadınlarda erkeklere göre daha çok yaşanan maskeli depresyon daha çok orta yaş ve ileri yaşlarda daha sık görülüyor. Maskeli depresyona sahip kişiler genellikle fiziksel şikâyetleri için hekime başvuruyor ve ilaç tedavisine alınıyor ama depresyonda oldukları anlaşılamıyor. Hekimler vücudun çeşitli yerlerindeki ağrı ve sızılardan dolayı depresyon tanısını koyamadığı gibi ruhsal bir sorun olduğunu da fark edemiyor. Eğer hekim fiziksel şikâyetleri açıklayacak bir durum tespit edemezse ve maskeli depresyon konusunda bilgiliyse, kişiye ruh haliyle ve kendini nasıl hissettiğiyle ilgili sorular sorabiliyorsa, onun maskeli depresyonda olduğu anlayabiliyor ve bir terapiste veya psikiyatri uzmanına sevk edebiliyor. Ancak çoğu zaman fiziksel belirtilerin ön planda olduğu maskeli depresyonda kişi depresyona girdiği bilincine sahip olamıyor. Fiziksel belirtiler özellikle sabah saatlerinde ortaya çıkmakla birlikte, kişide genel bir yorgunluk hali ve keyifsizlik olarak görülüyor. Diğer depresyon çeşitlerinin aksine, maskeli depresyon kişinin sosyal çevresinden uzaklaşmasına, ikili ilişkilerinde sorun yaşamasına ve yalnızlaşmasına neden olmuyor. Bu nedenle tanı koymak zor oluyor.
Kişi, bilinçdışı olarak farkında bile olmadan ruhsal gereksinimlerini ve duygusal çatışmalarını, söze koymak yerine beden dili ile ifade ettiğinde maskeli depresyon ortaya çıkabiliyor. Yani psikolojik ihtiyaçlar ya da duygusal çatışmalar, beden dili ile kendini gösteriyor. Sevgi, dokunulma ve değer ihtiyacının karşılanmamasıyla ilgili çelişkiler ve ikilemler akciğer hastalıkları ve deri ile ilgili hastalıklarda daha çok ortaya çıkıyor. Ağrı ve acı hissedilmesi geçmişte öfkenin bastırıldığına ilişkin ipuçları veriyor. Kalp sıkışması ve hipertansiyon tablolarında ifade edilememiş ve bastırılmış öfkeyle bağlantı kurulabiliyor. Bağımsızlık ve sınır koymayla ilgili çatışma yaşayanlarda mide ve bağırsak sistemine ilişkin sorunlar oldukça fazla görülüyor. Yani sorunun kaynağı organlarda olmuyor, organlarla etkileşim içinde olan sinir sisteminde ve ruhsal yapıda oluyor. Bu nedenle ağrı kesicilerin ve diğer ilaçların fiziksel belirtilerle baş etmesi mümkün olmuyor.
Kişinin kendine zarar vermesi ve intihara kalkışması gibi olumsuz sonuçlara meyil hazırlayabilecek kadar tehlikeli ve ciddiye alınması gereken bir depresyon çeşidi olan maskeli depresyon da “farkındalık ile erken teşhis” bir hayli önem taşıyor. Maskeli depresyonun tedavisinde, diğer depresyon türlerinde uygulanan tedavi teknikleri kullanılıyor. Terapistler tarafından tedavi edilen maskeli depresyonla başa çıkabilme yolunda ilk hedef, kişinin hayatında ve özellikle ikili ilişkilerinde nelerin eksikliğini hissettiğini bulmaya yönelik oluyor. Bu süreçte kişinin kendisi kadar ikili ilişkileri (cinsel hayatı, davranım biçimi ve iletişimi) de önem taşıyor. Çünkü istemsiz olarak maskelenmeye çalışılan depresyon ikili ilişkilerdeki davranış, tutum ve iletişim değişiklikleri ile daha rahat ortaya çıkabiliyor. İkinci olarak ise depresyonun kişinin hayatına ne kadar girdiği bulunmaya çalışılıyor. Kişi ikili ilişkilerini, ev ve iş hayatını sürdüremeyecek durumda ise ve ağlama nöbetleri oluyorsa psikiyatri uzmanına yönlendirilerek ilaç tedavisine başlanıyor. Psikoterapi ve ilaç tedavisi ile kişinin kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olunuyor. Maskeli depresyonun ne kadar zamandır olduğu, kişinin entelektüel yeteneği ve yaşı, cinsiyeti veya çalışıyor olup olmadığı terapinin süresini belirliyor.
Vajinismus alanındaki en heyecan verici gelişme sağlık personellerince bu durumun tanınması… Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) tarafından eğitimleri verilen ve başarıyla uygulanan “cinsel terapi” ile vajinismus yüzde yüz tedavi edilebiliyor. “Vajinismusun Üstesinden Gelmek”, “10 Adımda Vajinismus Tedavisi”, “Evli Bakireler” ve “Seks Korkusu” adlı kitaplar, tarafımdan yayınlandı… Bu kitapların vajinismuslu danışanlar tarafından okunması gerekiyor. Çünkü vajinismus tedavisi sırasında pek çok kadın mağdur ediliyor. Vajinismus tedavisi adı altında çiftlerin doktor kontrolünde ilişkiye zorlanıyor, bu doğru değil… Bu yöntem bir çeşit tecavüz… Cinsellikte, kadın ve erkeğin hazzı esas olmalı…
Vajinismusun kızlık zarıyla bir ilişkisi yok… Kızlık zarının alınması var olan sorunu çözmüyor. Fakat kızlık zarının kalınlığına bağlı olarak; ağrı, acı veya kanama nedeniyle vajinismus gelişmiş ise, cerrahi bir yöntemle bu zarın alınması önem taşıyor. Ancak vajinismuslu kadınlar üzerinde yapılan araştırmalarda tedaviye gelen her dört kadından birinin, tedaviye başvurmadan önce kızlık zarlarını aldırttıkları görülüyor.
Genel anestezi sırasında vajinal kaslar gevşediğinden, cinsel birleşmeye olanak vermeyen vajinal kasılmalar olmuyor ve ilişki gerçekleştirilebiliyor. Ancak buna rağmen sonraki normal cinsel birleşmelerde de aynı sorun yaşanabiliyor. Cinsel ilişkide karşılıklı haz esasken, bu durum bir nevi tecavüz… Cinsellik, kadın ve erkek arasında sevginin ve zevkin paylaşımı… Ancak vajinismuslu çiftler için cinsellik zevk olmaktan çıkıyor, keder ve elem yaratan eziyet verici bir eyleme dönüşüyor. Genel anestezi altında yapılacak bir cinsel birleşme aslında çift için ciddi bir travma… İlişki bir kereye mahsus gerçekleşse bile, kadın hem eşine karşı öfke geliştirebiliyor hem de erkek savunmasız haldeki eşine böyle bir şey yaptığı için suçluluk duyabiliyor. Bu nedenle anestezi altında ilişkiye girilmesi kesinlikle önerdiğimiz bir yöntem değil…
Vajinismuslu çiftler süre uzadıkça çevreden gelen yoğun bir çocuk baskısı ile karşılaşıyorlar ve alternatif çözüm yolları aramaya başlıyorlar. Anne olmak isteyen vajinismuslu kadınlara tüp bebek tedavisini önermiyoruz. Çünkü bu, tedavinin imkânsızlığını kabullenmek anlamına geliyor ve çoğu zaman çocuk sahibi olmak da çiftin kendini mutlu hissetmesine yetmiyor.
Çok ama çok düşük oranda da olsa vajinismusun fiziksel bir nedeni olabiliyor. Bu nedenle kadının mutlaka cinsel terapi öncesi bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına görünmesi gerekiyor. Vajinismusu mekanik olarak çözmek yetmiyor. Çifte, sağlıklı bir cinsel hayat sunmak için tedavide iki aşama izleniyor. Birinci aşamada, cinsel birleşmenin olması hedefleniyor. İkinci aşamada ise cinsel ilişkiden zevk alma teknikleri öğretiliyor.
Kadına verilen sakinleştirici ilaç ve kremlerle çifti, hekimin gözetiminde cinsel ilişkiye zorlamak, tıbbi etiği ihlal ettiği için kınanmış bir tedavi… Yurt dışında cinsel terapistin veya doktorun gözü önünde cinsel ilişkiye girebileceğiniz özel cinsel tedavi merkezleri var. Ama burası Türkiye... Türk hekimlerinin ve cinsel terapistlerinin kendi toplumsal yapısına, örf ve adetlerine uygun tedavi yöntemlerini tercih etmeleri gerekiyor. Aksi durumlarda tedaviye muhtaç insanlar ve cinsel sağlık bilimi de zarar görebiliyor.
Lokal uyuşturucu kremler ve pomatların ilişki öncesi vajinaya sürülerek kullanılması, kadınların bilinçdışı korkularını ortadan kaldırmadığı için yararsız… Kadının cinsel ilişki öncesi fazla alkol alması, kişinin bilincini kaybetmesine yol açtığından bir işe yaramıyor. Cinsel ilişki öncesi alınan sakinleştirici ilaçlar, cinsel isteği azalttığı için normalde de tavsiye edilmiyor. İlişki öncesi vajinaya buhar tutulması, sıcak su banyosu, ağrı kesici ve sıkıntı giderici ilaçların birlikte kullanılması sadece cinsel birleşme korkusu yaşayan kişilerde, bazen işe yarayan veya geçici çözüm yöntemleridir.
Vajinismuslu çiftler vajinismusu çözmeye hazırsa ve derinlerde yatan ciddi bir patoloji yoksa sorun cinsel bilgilendirme ve danışmayla kolaylıkla çözülebiliyor. Ama tek seanslık bir tedavi kadının var olan korkularını daha da artırabiliyor. Bu nedenle tek seanslık tedaviler tavsiye edilmiyor. Vajinismus tedavisinde, altında yatan psikolojik nedenleri ortaya çıkartmak, seks hakkında daha önce öğrenilmiş yanlış inançları değiştirmek önemli… Tedavi planı çiftin ihtiyacı doğrultusunda oluyor.