Paylaş
Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmalar, insanı sürekli ve inatçı olarak keder ve uyuşukluğa sokan, değersizlik hissi meydana getiren ve günlük normal aktivitelerden alıkoyan depresyonun, 2020 yılında hastalıkların oluşmasına birinci sırada yer alacağını gösteriyor. Beslenme ve uyku değişikliğine neden olan ve insanı periyodik olarak ölümü düşünmeye zorlayan depresyonun nedeni hala araştırılıyor. Depresyonun birçok nedeni var ama iki ana kaynağı “doğuştan getirilen psikolojik reaksiyonlar” ve “durumsal bocalamalar”...
Aile geçmişinde depresyon olan ve sık sık nedensiz yere kendini bunalımda hissedenlerin psikolojik nedenlerinin daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Hayatta benzer sıkıntılar, ruhsal ve bedensel travmalar, şoklar veya zorluklar yaşayan insanlardan bazıları depresyona girerken, bazıları kısa bir moral çöküntüsünden sonra kendisini kolayca toparlayabiliyor. Çünkü bazı bilimsel araştırmalar depresyonun genetik bir miras olduğunu ortaya koyuyor.
Duygusal strese hassasiyeti belirleyen 5-HTT geninin “kısa” kopyasına sahip olanlar, uzun kopyasına sahip olanlardan daha fazla ağır depresyon riski taşıyor. 5-HTT geni seratonini kontrol ediyor. Bu nedenle duygusal stres ile depresyon arasında genetik ilişki olduğu biliniyor. Genetik olarak depresif olan insanların zihinleri, daha doğrusu beyinlerinin işleyişi farklılaşıyor. Yani bazı maddeler daha çok salgılanıyor, iyimserliği aşılayan seratonin hormonu gibi bazı maddeler daha az... Hatta beynin yapısında bile değişiklikler olabiliyor. Magnezyum, sinir sisteminin aşırı duyarlılığını azaltarak sakinleşmeye yardımcı olduğu için “anti-stres minerali” olarak biliniyor. Bu nedenle magnezyum eksikliği depresyona yol açıyor. Ayrıca bazı durumlarda kişi genetik mirası taşıdığı halde depresyona girmiyor. Çünkü büyürken öyle beceriler geliştiriyor ki, sorunlarla başa çıkıp depresyona girmeden yoluna devam edebiliyor. Eğitim süresi içinde çocuklar ve gençler bir sürü problemle karşılaşıyor. Bu süre içinde bu sorunlarla baş etme becerisini geliştiremeyenlerin ve “karamsar bakışa sahip”kişilerin depresyona girme eğilimi daha fazla oluyor. Çünkü karamsar insanlar daha mutsuz oluyor, daha çok hastalanıyor, daha çabuk ölüyor ve depresyona daha eğilimli oluyor. Ancak buna rağmen depresyon bir kader değil, tedavi edilebiliyor. Genetik miras da olsa insanlar bu sorunu, hayatın içindeki sorunlarla baş edebilme becerisini öğrenerek, düşünce sistematiğini değiştirerek, psikoterapistin desteğiyle ve kişisel çabayla bardağın dolu tarafını görerek, psikoterapi ve ilaç tedavisinin birlikte kullanılmasıyla aşabiliyor. Çünkü özsaygı geliştirme sürecinin biyolojik olarak ciddi bir şekilde engellendiği genetik depresyon, kişisel bir zaaf ve irade gücüyle yenebilecek bir şey değil…
Depresyonun diğer ana kaynağı olan durumsal bocalamalar, kişinin çevresindeki bir şeyden etkilendiği anlamına geliyor. Mutsuz olmak için pek çok neden var ve kayıp, sarsıntı ve acıyla karşılaşınca bunalmak insanca bir tepki... Kayıptan kaynaklanan “akut depresyon” acı gibi zaman içinde azalıyor ve mutsuzluk gibi bir duygu ama“kronik depresyon” zamanla geçmiyor, hatta giderek yaşama egemen olabiliyor ve bu durumda hayatı yegâne algılama kanalı bunalımlı ve karamsar gözler oluyor. Kronik depresyon yaşayan kişi öfkeli ve benmerkezci tepkiler veriyor, kişisel gücünün farkında olmuyor, kendisini ve başkalarını sevmekten kaçıyor ve kendini hayatın sorumluluğunu üstlenecek kadar güçlü hissetmiyor. Duygu yoksunluğu veya duygu yoksunluğu yaratan boğucu bir duygu karmaşası olarak tanımlanabilen kronik depresyon kişide çaresizlik hissi yaratıyor.
Depresyonun umut verici yanı tedavi edilebilir bir ruhsal sıkıntı olması… Fakat talihsiz yönü ise, depresyonda olan kişilerin çoğunun tıbbi yardım almayı düşünememeleri ve bunun sonucunda da büyük acılar çekmeleri… Bu nedenle, depresif yakınmaları olan bir kişinin önce kendisi, sonra yakın çevresi ve daha sonra geleceği için bir “psikoterapiste başvurması” ve yardım isteme hakkını kullanması gerekiyor. Çünkü umutsuzluk, mutsuzluk ve çaresizlik durumu olan depresyonda, umutsuzluğu paylaşmak ruhsal iyileşmeye giden yolun ilk adımı olabiliyor. Depresyondaki kişinin durumunu kabul etmesi, suçlamayı bırakması ve depresyonu yenmeyi çok istemesi gerekiyor. Öncelikle şunun çok iyi anlaşılması önem taşıyor; kişi sadece kendini bunalımda hissetmiyor, aynı zamanda bunalımlı bir şekilde davranıyor… Bu nedenle kişinin düşünce ve duygularından ziyade davranışlarını değiştirmeye odaklanması, istemese ve yeterli enerjisi olmasa bile farklı bir şey yapmayı denemesi, bencil olması, yaşam koşullarını değiştirmesi ve daha sonra cesaret gösterdiği için kendisini ödüllendirmesi gerekiyor. Çünkü kişinin kendini ve dünyayı algılama tarzı sadece bir algılama, gerçeğin kendisi değil ve algılama tarzı zamanla değiştirilebiliyor. Bu süreçte stressiz bir yaşam, spor yapmak, kısa bir tatile çıkmak, düzenli beslenmek çok işe yarıyor. Stressiz bir yaşam için en iyi magnezyum kaynakları ise balık, yumurta ve baklagiller…
Paylaş